İman: Delile dayalı ve vakıaya uygun kesin
tasdik veya kalbî itikat şeklinde tarif edilmektedir. Bu tarif,
deliller tarafından desteklenen Kur’an ve sünnetin de işaret
ettiği tariftir. Her ne kadar imanın en doğru tarifi bu ise
de, kesin tasdik ve kalbî itikattan ibaret olsa da; bu imanın,
amele dönüştüğünde birçok ulema tarafından da söylendiği
gibi, söz ve amel haline gelmesi halinde dikkate alınması
daha doğru olur. İman kelimesi ile bazen 'kesin tasdik' ve
'kalbî
itikat' kastedilirken, bazen de kesin tasdik ve itikada ilave
olarak; namaz, marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, cihad,
güzel ahlâka sahip olmak ve ramazan orucunu tutmak gibi şer’î
ameller kastedilmektedir. Zira iman ile şer’î teklifler arasında,
adeta birbirinden ayrılması mümkün olmayan organik bir bağ
vardır. Eğer aralarında böylesi bir organik bağ olmasaydı,
imanın, amel olarak isimlendirilmesi doğru olmazdı.
İmanın aslının ne olduğuna delalet eden
birçok delil vardır. Bunlardan bir kısmı şunlardır.
"Yüzünüzü doğudan yana ve batıdan
yana çevirmek birr olmak değildir. Lakin birr olan; Allah’a,
ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanandır…"
*
"Peygamberler ve inananlar, ona Rabbinden
indirilene inandı. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine inandı. Peygamberler arasında hiç birisini ayırt
etmeyiz…"
*
Ömer b. el-Hattab’ın Cibril kıssası ile
ilgili olarak rivayet ettiği; Rasulullah’ın İslâm’ın,
imanın ve ihsanın ne olduğunu öğrettiği hadiste şu
ifadelere yer verilmektedir:
"…Bana imanın ne olduğundan haber
verildi. Dedi ki: İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine ve ahiret gününe inanmandır. Kadere,
hayrının ve şerrinin Allah’tan geldiğine de inanmandır."
*
Buhari’nin Ebu Hüreyre yoluyla rivayet
ettiği hadis ise şöyledir:
"…Ey Allah’ın Rasülü! İman nedir? İman;
Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kıyamet gününe ve
öldükten sonra tekrar dirileceğine de inanmandır."
*
Bu deliller, imanın kalple ilgili bir iş
olduğunu bunun da tasdik ve itikat anlamına geldiğini göstermektedir.
Fakat diğer taraftan imanın, diğer ameller
ve şer’î teklifler gibi bir amel olduğuna işaret eden birçok
delil de vardır. Bunlardan bir kısmı şunlardır:
"Senin yöneldiğin yönü; peygambere
uyanları, cayacaklardan ayırt etmek için ‘kıble’
yaptık. Doğrusu bu, Allah’ın yola koyduğu kimselerden
başkasına ağır bir şeydir. Allah, imanınızı boşa çıkaracak
değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet
eder."
*
Ayette yer alan
"imanınız"
kelimesi: Mescid-i Aksa’ya yönelerek kıldığınız
namazlarınız anlamında kullanılmıştır. Namaz ise "ameldir".
Bu tefsir, sahabeden İbni Abbas ve Bera b. Âzib’in
tefsiridir. Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği hadis ise şöyledir:
"Rasulullah (sav)’a hangi amelin
daha efdal olduğu sorulduğunda: Allah’a iman etmektir,
dedi."
*
Buhari’nin lafzı ise şöyledir:
"Hangi amel daha efdaldir? Dedi ki: Allah’a
ve Rasülüne inanmak…"
*
Bu hadiste Rasulullah (sav), imanı diğer
amellerden birisi olarak kabul etmiştir. Her ne kadar deliller,
imanın kesin tasdik ve itikat anlamına geldiğini ifade ediyor
ve yerinin de kalp olduğunu gösteriyorsa da; aynı zamanda, birçok
nasta iman, lafzı şer’î teklifler ve ameller anlamında
kullanılmıştır.
Doğru olan ise, imanın, aslında yani gerçekte
'kesin tasdik' ve 'itikat' olduğudur. Zira tasdik ve itikat kalple
ilgili görevlerdendir; vücuttaki diğer organlarla ilgili bir
görev değildir. Bu anlam açık ve nettir, imanın
zikredildiği ve vurgulandığı birçok sarih nassın delaleti
de budur. Fakat bazen bu iman kelimesi, yukarıda söylediğimiz
gerçek anlamına ilave olarak namaz ve cihad gibi ameller
hakkında da kullanılmıştır. Eğer biz namaz imandandır,
oruç imandandır, cihad imandandır dersek doğru olana,
delillerin ortaya koyduklarına muhalefet etmiş sayılmayız.
Ancak bu söz, bu amellerin imandan bir parça olduğu ve
imanın aslında ve hakikatinde yer aldığı anlamına gelmez.
Bu söz, iman ile ameller arasında adeta birbirinden
ayrılmayan bir bağın bulunduğu anlamına gelir. Zira iman,
itaatla kemale erer ve kuvvetlenir. Müslümanın yerine
getirdiği her meşru iş onun imanını güçlendirir, yine
müslüman tarafından işlenen her masiyet de imanını
zayıflatır. Bu nedenle iman kelimesinin her amel için kullanılması
doğru olduğu gibi, amel kelimesinin iman yerine kullanılması
da doğrudur. Rasulullah (sav)’in hadislerini incelediğimiz
zaman birçok amelin, iman kelimesi ile isimlendirildiğini ve
imandan sayıldığını görürüz. Çok sayıdaki hadislerden
yalnızca bir kısmını, buraya aktarmakla yetiniyoruz:
Ebu Hüreyre’den: Nebi (sav) şöyle dedi:
"İman yetmiş küsür şubedir. Haya
imandan bir şubedir." (Müslim rivayet etti)
Buhari’nin lafzı ise şöyledir: "…altmış küsür."
*
Ebu Saîd’den: Rasulullah (sav)’ı şöyle
söylerken işittim:
"Sizden kim bir münkeri görürse onu
eliyle değiştirsin. Bunu yapamazsa diliyle değiştirsin. Bunu
da yapamazsa kalbiyle (buğzetsin). Bu ise imanın en
zayıfıdır."
*
İbni Abbas’tan: -Abdülkays heyetinin
Medine’ye Rasulullah’ı ziyerete gelmesi ile ilgili uzun bir
hadisin bir bölümde- Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Tek olan Allah’a iman etmenin ne
anlama geldiğini biliyor musunuz? Dediler ki: Allah
ve Rasülü daha iyi bilir. Dedi ki: Allah’tan başka ilah
olmadığına, Muhammed’in O’nun Rasülü olduğuna şehadet
etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve
ganimetin beşte birini vermektir…"
*
Ebu Ümame’den: Rasulullah (sav) şöyle
dedi:
"Kim Allah için sever, Allah için buğz
eder, Allah için verir ve Allah için men ederse imanı kemale
erdirmiş olur."
*
Ebu Malik el-Eşarî’den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Temizlik (abdest) imanın
yarısıdır…"
*
Bu hadislerde Allah Rasülü (sav); hayayı, münkerin
kalple değiştirilmesini, namazı, zekatı, Ramazan orucunu,
ganimetin beşte birinin verilmesini, Allah için sevmeyi, Allah
için buğzetmeyi, Allah için vermeyi, Allah için vermemeyi ve
abdest gibi amellerin tümünü imandan saymıştır. Oysa
bunların hiçbirisi kesin tasdik ve itikat kapsamına giren
hususlardan değildir. Eğer iman ile ameller arasında
birbirinden ayrılmayan organik bir bağ olmamış olsaydı,
amellerin iman kelimesi ile isimlendirilmesi doğru olmazdı.
Zira iman amelden uzak ve kopuk değildir. İman güç ve kuvvet
açısından amelden etkilenir ve amelle aralarında sağlam bir
bağ kurulur. Amellerle günahlar, imanın yokluğu veya daha da
zayıflamasıyla ilgili naslar; amellerle güzel durumlar ve
imanın artmasıyla ilgili naslar bir araya getirildiği zaman
iman ile amel arasında ayrılmaz bir ilişkinin bulunduğu
ortaya çıkar. Amellerle günahlar, imanın yok olması veya
zayıflaması ile ilgili naslardandan bazıları şunlardır:
"Rabbine and olsun ki aralarında çıkan
ihtilafta senin hakem tayin etmedikçe, sonra da senin verdiğin
hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen kabul
etmedikçe, iman etmiş sayılmazlar."
*
Ebu Hüreyre’den. Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Bir kul, şaka ile olsa bile yalanı ve
doğru sözlü olsa bile gösterişli olmayı tamamen terk
etmedikçe iman etmiş sayılmaz."
*
Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Bir adam zina ettiği zaman iman ondan
çıkar ve adeta üzerinde bir gölge gibi bekler, işini
bitirdiği zaman iman ona geri döner."
*
Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Zani bir kimse zina yaptığı sırada
mümin olarak zina yapmaz. Hırsız, çaldığı sırada mümin
olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen kimse, içki içtiği
sırada mümin olarak içmez."
*
Ahmed’in rivayetinde ise şu ilave yer
almaktadır:
"….Yağmacı bir kimse, yağmaladığı
zaman mümin olarak yağmalamaz."
*
Ebu Şureyh’ten: Nebi (sav) şöyle dedi:
"Allah’a yemin olsun ki iman etmemiştir.
Allah’a yemin olsun ki iman etmemiştir. Allah’a yemin olsun
ki iman etmemiştir. Denildi ki: Kim iman etmemiştir
ey Allah Rasülü! Dedi ki: Komşusunun kendisinden emin
olmadığı kişi iman etmemiştir."
*
Yukarıdaki hadislerde Rasulullah (sav); şer’î
hükme boyun eğmemek, yalan, gösteriş, zina, hırsızlık, içki
içmek, yağmalamak ve komşuya eziyet etmek gibi fiilleri
-amellerden olmasına rağmen- imanı tamamen ortadan kaldıran
veya imanın kemalini gideren veya zayıflatan hususlardan
saymıştır.
Amellerle iyi durumlar veya imanı artıran ve
kuvvetlendiren hususlar arasında bir ilişki bulunduğunu gösteren
naslardan bazıları ise şunlardır:
"İnsanlar onlara: Düşmanınız olan
insanlar size karşı büyük bir ordu topladılar, onlardan
korkun, dediler. Bu, onların imanını artırdı da: Allah bize
yeter, O, ne güzel vekildir, dediler."
*
"İnananlar ancak o kimselerdir ki,
Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu
zaman bu, onların imanlarını artırır ve Rablerine güvenirler"
*
"İnananların imanlarını kat kat
arttırmaları için kalplerine güven indiren O’dur.
Göklerdeki ve yerlerdeki ordular Allah’ındır. Allah
bilendir, hakim olandır."
*
Birinci ayette düşmanın gücünden duyulan
korku ile iman gücünün artması arasında bir
yakınlaşmanın varlığı; ikinci ayette ise Kur’an tilaveti
ile iman gücünün artması arasında; üçüncü ayette de
Kureyş’le yapılan anlaşmadan dolayı -Hudeybiye- bir sükünetin,
kalp huzurunun ortaya çıkması arasında bir birlikteliğin
varlığı söz konusudur.
Ancak bu ve diğer delillere bakılarak, bu
amellerin fiilen imanın sağlamlığını gösterdiği veya
imanın varlığı için fiilen faydalı olduğu söylenemez. Bu
ameller de diğer şer’î ameller ve şer’î teklifler
gibidir, imanla doğrudan alakası vardır. Günah olan amelleri
yapmak imanı zayıflatır; "birr" olarak kabul edilen
amelleri yapmak ise imanı kuvvetlendirir. Dolayısıyla
yukarıda anlatılanlar bundan başka bir anlam ifade etmezler.
İmanla amel arasında kuvvetli bir organik bağ olduğundan şüphe
olmaması nedeniyle imanın, ameller tarafından
kuvvetlendirildiğini ve amellerin de iman tarafından takviye
edildiğini söylemekte sakınca yoktur. İman ile amel
arasında var olan bu sağlam organik bağ, Allah Subhanehu’nun
kitabında açık ve net bir şekilde, yetmişden daha fazla
konuda "salih amel" ile iman kelimelerinin yan yana
işlenmesi ile yer almıştır. Bu nedenledir ki imanın bir
kapı, amelin ise bir başka kapı olduğunu kesinlikle söyleyebiliyoruz.
İmanın amel, amelin de iman yerine kullanılması, ancak
aralarındaki kuvvetli ilişki nedeniyledir ve mecazi açıdan
yapılan bir kullanımdır; gerçek anlamıyla yapılan bir
kullanım değildir.
Özetle iman, delile dayalı vakıaya uygun
kesin tasdiktir ve kalbî itikattır. Amellerden etkilenmeyecek
veya ameli etkilemeyecek kadar kopuk da değildir. Olumlu veya olumsuz
olarak amellerden etkilenebilecek bir şekilde amellerle
bağlantı halindedir. Birr kabul edilen ameller ve itaatlar,
iman gücünü artırırken; günah ameller ve isyan ise, imanın
zaafını artırır. Öyleyse iman ile ameller arasında, her
ikisinin de bir diğerini etkilemesi şeklinde kuvvetli bir bağ
vardır. Dolayısıyla gerçek vakıası itibarıyla,
birbirlerinden farklı olsalar bile birbirlerinin yerine
kullanılması caizdir.
Bu açıklamalara göre iman, dinde esas
unsurdur ve iman sayesinde müminin cennetteki üstünlüğü
artar. Genel olarak tüm müslümanların, özel olarak ise
davet taşıyıcılarının, imanlarının en kuvvetli bir halde
kalmasına, imanı zayıflatacak hususlardan da kaçınmaya
aşırı bir şekilde özen göstermeleri gerekir. Kamil ve
güçlü bir imanı korumak ve ardından da cennetteki en yüce
makamlara yükselmek kolay olmadığından; farzları yerine
getirmek, mendup amelleri ve itaatları daha da arttırmak
mutlaka gereklidir. Bugün yapılması gereken en yüce
farzlardan birisi, Raşidi Hilafeti kurarak İslâmi hayatı
yeniden başlatma yoluyla, İslâm ümmetinin kalkınmasına
çalışmaktır. Zira Raşidi Hilafet Devleti kurulduktan sonra,
şer’î hükümler eskiden olduğu gibi yeniden uygulanacak;
hayattan uzaklaştırılmasının ardından İslâm, yeniden
hayata dönecektir. Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek/
yönetmek, Allah katındaki vecibelerin en üstünü ve en sevap
olanıdır. Ebu Hüreyre Nebi (sav)’in şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor:
"Yeryüzünde bir haddin uygulanması,
insanlar için otuz veya kırk gün boyunca her sabah yağmur
yağmasından daha hayırlıdır."
*
Eğer Allah’ın hadlerinden bir tanesinin
uygulanmasının durumu bu ise, tamamının uygulanması halinde
durum nasıl olur!? Bunun gerçekleşebilmesinin yolu ise Hilâfet’in
ikamesinden başka bir şey değildir. Abdullah b. Ömer’den:
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Kim itaatten elini çekerse, hüccetsiz
bir şekilde kıyamet günü Allah’a kavuşur. Kim de boynunda
biat olmaksızın ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş
sayılır."
*
Bu hadis, şu hususun kavranmasına işaret
etmektedir: Kim hilafetin önemini kavrar ve halifeye itaat
ederse cahiliye ölümünden -ki bu ölüm İslâm’dan ziyade
küfre daha yakın olan bir ölüm halidir- kurtulmuş olur. Kim
de -günümüz müslümanlarında olduğu gibi- hilafetin
önemini kavramazsa cahiliye ölümü gibi bir ölümle ölmüş
olur. Bu tür bir ölümden kurtulabilmenin tek yolu ise, bu
hilafeti yeniden kurmaya ve bir halife nasbetmeye çalışmak,
sonra da ona itaat ederek boynundaki biat sorumluluğunu gerçekleştirmektir.
Hilafeti kurmak için çalışmak, en büyük farzlardan birisi
olup kişide iman gücünün daha da artmasına yol açar. Bunun
yanında müslümanların geneli, özelde ise davet taşıyıcıları
günahlardan özellikle de büyük günahlardan sakınmalıdırlar.
Çünkü günahlar, imandaki zaafiyeti arttırır. Salih ameller
ise, sadece hasenat diye bilinen amellerden ibaret değildir.
Sadece sevabın artması için de yapılmazlar. Bunlar, sevabın
artırılmasına ilave olarak imanı takviye etmek için yapılırlar.
Masiyet olarak bilinenler de sadece kötü kabul edilen
şeylerden ibaret değildir. Bunlardan da yalnızca, günahı
terk etmek için sakınılmaz. Günahın terk edilmesine ilave
olarak imanın zayıflamamasına gösterilen özenden dolayı
bunlardan sakınılır. İman meselesinin tek açıdan değil
iki açıdan ele alınması gereklidir:
Bir - Müslümanların genel olarak, davet
taşıyıcılarının ise özel olarak, vacip olanları
-farzları- mutlaka yerine getirmeleri, mendup amelleri ve
itaatları da daha çok yapmaya hırs göstermeleri;
iki - günah ve münker sayılanlardan herhangi
birisinin işlenmemesine özen göstermek.
İmanın, farzlardan ve menduplardan meydana
gelen salih amellerin yapılması ile kuvvetlenmesi nedeniyle,
davet taşıyıcılarının, bir an dahi uzak kalmamacasına,
farz olan fiilleri kesintisiz olarak yapmaya devam etmeleri,
mendup olanları ise daha fazla arttırmaları gereklidir. Kur’an
okumak ve ezberlemek, Allah’ı çokça zikretmek, kevni
âyetler hakkında tefekkürde bulunmak ve Rabbi ile olan bağını
sürekli kılacak olan nafileleri, gücü yettiği kadar yapmak
mendup ameller arasında yer almaktadır. Böylece iman, hep
zirve noktasındaki yerini alır.
Son söz olarak, güçlü bir iman, Kıyamet Günü
mizanda üstünlük sağlayabilmek için gerekli olduğu gibi,
daveti taşıyanın çalışması esnasında yüz yüze
gelebileceği sıkıntıları ve zorlukları aşabilmesi için
de gereklidir. Sağlam bir iman sayesinde daveti taşıyan,
saptırmalardan ve tuzaklardan kurtulma imkanına kavuşur. Heva
ve hevesine tabi olmaktan uzaklaşır ve sürekli olarak yanan
bir meşale gibi kalır. Bıkmadan usanmadan hareket halinde ve
canlı olur. Önüne çıkan her engeli ezip geçer. Hevayı ve
şehveti teperek her türlü yoldan çıkartmaya ve günaha
galebe çalar. Böylece, Allah’ın yardımını gözetleyen,
yardımın inmesine müstahak olan ve eliyle hayrın gerçekleştirildiği,
İslâm’ın gerçek ve canlı bir numunesi olur.
|