DAVAYI TAŞIMADA İHLASLI OLMAK |
|
İçerisinde insanın da bulunduğu bu kâinatın
tamamı, Allah’ın yaratığıdır; kâinatın ve insanın tek
yaratıcısı Allah’tır. Alimler ve akıl sahibi kimseler
nezdinde, bu bir hakikattır. Bu aynı zamanda müminin imanıdır.
İnsan, Allah’ın yaratığıdır ve Allah (cc) tek
yaratıcıdır. İnsanın ruhunu, bedenini, içgüdülerini,
organik ihtiyaçlarını ve yaratılıştan gelen niteliklerini
Allah (cc) yaratmıştır. İnsanın kendisine verilen nimetlere
şükretmesi, sahip olduğu üstünlüklerden dolayı hamd
etmesi yaratılışında var olan sıfatların bir gereğidir.
Aksi takdirde insan, kendisine sunulan güzellikleri ve
nimetleri bile bile inkar ederdi. Nerede bulunursa bulunsun bu fıtrî
sıfatlar, her insanda bulunmaktadır. Bir kimse sana bir
iyilikte bulunursa veya sana bir şey vererek seni sevdiğini gösterirse;
hiç düşünmeden ve tereddüt göstermeden hemen teşekkür
edersin, memnuniyetini dile getirirsin. Çünkü bu özellik,
senin asli sıfatlarındandır, yaratılışında vardır. Bu
fıtrî sıfat nedeniyle sana iyilikte bulunmayan veya senden
üstün olmayan kimseye teşekkür etmezsin, onu övmezsin. Sana
hediye veren kimseye teşekkür eder, sana iyilikte bulunan kimseyi de
översin. Sana hediye vermeyene veya bir iyilikte bulunmayan
kimseye teşekkür etmen veya onu övmen beklenilen ve makbul
bir durum değildir. Aynı şekilde, sana hediye veren veya sana
bir iyilikte bulunan kimseye değilde bir başkasına teşekkür
etmen veya övmen de beklenilen ve makbul olan bir davranış
değildir. Çünkü bu türden bir davranış, insanın
yaratılışına aykırıdır, akılsızlıktır.
Allah (cc), insanı bu özellik üzere yaratmıştır
ve bu sıfat insanın ayrılmaz temel bir parçasıdır. Allah (cc),
insanı nimetlendiren ve lütufta bulunan bir yaratıcıdır.
Bizi, yoktan yaratmakla ve sayılamayacak kadar çok sayıdaki
niteliklerle lütufta bulunarak nimetlendirmiştir. Bunların
tamamında hiçbir kimse, O’na ortak olamaz. Yaratılışımızda
var olan bu özellik bizi, Allah’a hamd etmeye ve bu hususta
bir başkasını O’na ortak kılmamaya götürür ve böyle
yapmamızı da gerektirir. Bu anlam, dinin aslında
bulunmaktadır. Allah’ın indirdiği şeriatların tümünün
başlıca gayesi de budur. Allah nimet veren ve lütufta bulunan
bir yaratıcıdır. İnsan ise nimetlendirilen ve lütuflandırılandır.
Öyleyse yalnızca Allah’a şükretmek ve hamd etmek, insanın
üzerine düşen bir görevdir. Bu anlam Allah (cc)’ın şu
ayetinde de yer almaktadır:
"(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf (muvahhid)
olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O insanları bu (fıtrat)
üzere yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme
yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu
bilmezler."
*
Dosdoğru din, Allah’ın insanları
yarattığı değişmeyen fıtrata uygun olan dindir. Bu fıtrat
şükürde, hamd etmede ve kullukta yalnızca Allah (cc)’a yönelmek
demektir. Biz, insanın fıtrat dini olduğunu söylüyoruz. Bu
ayet ise fıtrat dininin aslını açıklamaktadır. Yani Allah’tan
başkasına yönelmeksizin kullukta, yalnızca Allah’a yönelmektir.
Herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmadan bir’lemektir. Bu
anlam bir başka ayette de ifade edilmektedir:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana
kulluk etsinler diye yarattım."
*
Aynı anlamı biz
cümlesinde görmekteyiz ki bunun anlamı, Allah’tan
başka mabud/kulluk yapılacak varlık yoktur, demektir.
Bu anlam dikkate alındığı zaman şirkin,
ne kadar çirkin bir husus olduğunu daha iyi kavrayabiliriz.
Çünkü şirk, bu fıtratın dışına çıkmak, dinin aslı
ile çatışan bir durumda olmak demektir. Şirk, şükretme,
hamd etme ve kullukta tek yaratıcı olanın, insanı
nimetlendiren ve lütuflandıranın dışındaki başka yerlere
ve şeylere yönelmek demektir. Yaratıcıya şükretmeyi, hamd
etmeyi ve kulluğu tamamıyla terk etmek demektir. Müşrikler yüzlerini,
kendilerinden istenilen yerin dışında başka yönlere
çeviren kimselerdir. Oysa dinin aslı, kulluğun yalnızca bunu
hak edene has kılınmasını gerektirmektedir. Bu nedenledir ki
müşrik: "Fıtratını bozan, fıtratı ile çelişen bir
halde bulunan ve yönelişini saptıran kimsedir" dememiz
doğrudur. Dolayısıyla onlar, şu şiddetli tehdide müstehak
olmaktadırlar.
"Allah, kendisine ortak koşulmasını
asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları)
dilediği kimse için bağışlar."
*
Bu anlam, aynı zamanda Ebu Hüreyre’den
rivayet edilen şu hadisi okurken dikkate almamız gereken bir
anlamdır.
"Doğan her çocuk, İslâm fıtratı
üzere doğar. Daha sonra annesi veya babası onu
yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.
Nasıl ki bir hayvan doğurduğu zaman organları tam olarak
doğurur, sen onlarda burun, kulak veya herhangi bir uzuv
eksikliği hisseder misin?" Bu hadisi rivayet
ettikten sonra Ebu Hüreyre diyor ki; İsterseniz şu ayeti
okuyun: "Allah’ın fıtratına, insanları hangi
fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Allah’ın
yaratışında değişme yoktur."
*
Allah (cc) insanı belli bir fıtrata,
dosdoğru dine veya hanif dinine, kulluğun yalnızca Allah (cc)’a
has kılınması esasına göre yaratmıştır. Yahudiler,
hıristiyanlar ve mecusiler, çocuklarının fıtratlarını
değiştirmekte ve onları Allah’tan başkasına kulluk eden,
yönelen veya aynı anda hem Allah’a hem de başkasına yönelen
kimseler haline getirmektedirler ve böylece yalnızca Allah’a
kulluk edilmesini emreden ilahi emre aykırı hareket
etmektedirler. Kullukta bulunulmaya uygun olan tek varlıktır
Allah (cc). Çünkü O, yaratmış, nimet vermiş ve lütufta
bulunmuştur. Yaratılışa uygun olan İslâm’la
nimetlendirdiği için, elbette ki Allah’a hamd etmek
gereklidir. Bu yöneliş, yüce yaratıcıya şükretmekle, hamd
ve kullukla olur. Öyleyse her müslüman bu gerçeği idrak
etmeli ve bu akideye inanmalıdır. Buna sımsıkı sarılmalı,
Rabbine kullukta bulunurken, O'na başkasını ortak
kılmaktan ve yönelmekten ısrarla sakınmalıdır. Çünkü
Allah’tan başkasına yönelmek ve kullukta bulunmak şirktir,
zulümdür, dalalettir, akibeti ise cehennemde sonsuza dek
kalmaktır. Bu nedenle kullukta ve yönelişte bizi
onurlandıran, sayısız nimetlerle nimetlendiren, tek
yaratıcı olan Allah’a kulluk etmeye ve yönelmeye aşırı
derecede hırs ve özen gösterilmelidir.
Allah (cc), indirdiği her dini fıtrata uygun
olarak indirmiştir. Allah, Nebisi Mûsa’ya indirdiği dini,
fıtrata göre indirmiştir. Allah, Nebisi İsa’ya indirdiği
dini de fıtrata göre indirmiştir. Fakat daha sonra gelen bu
dinlerin mensupları Tevrat’ı ve İncil’i tahrif etmişler,
kendilerine inen dosdoğru dini ve fıtratı bozmuşlar, Üzeyr’i
ve Mesih’i Allah olarak kabul etmişler ve böylece şirke düşmüşlerdir.
İşte böylesi bir ortamda Allah (cc), insanları dosdoğru dine
ve yaratmış olduğu fıtrata -her konuda Allah’ı birlemeye
ve kulluğu Allah’a has kılmaya- döndürmesi için Muhammed (sav)’i İslâm dini ile göndermiştir. Ta ki müslümanlar
kendilerinden öncekilerin düştükleri gibi şirke düşmesinler.
Bu nedenledir ki Allah (cc) indirdiği Kitabın tahrife karşı
korunacağına kefil olmuştur.
"Zikri (Risaleti), kesinlikle biz
indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız."
*
Bu ayete ilave olarak gelen diğer naslar,
benzerlerinin dışında şirki şiddetle kınamışlar, yerden
yere vurmuşlardır. Kullukta ihlas ve Allah (cc)’ı birleme
üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu naslardan bazıları
şunlardır:
1- "De ki: Rabbim adaleti emretti. Her
secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız
Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı
gibi (yine O'na) döneceksiniz."
*
2- "De ki: Bana, dini Allah'a halis kılarak
O'na kulluk etmem emrolundu. Bana müslümanların ilki olmam
emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük
günün azabından korkarım. De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak
Allah'a kulluk ederim."
*
3- "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde
yaratanı inkar edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O,
âlemlerin Rabbidir."
*
4- Abdullah b. Mes’ut’tan:
"Rasulullah’a Allah katında hangi günahın
daha büyük olduğunu sordum. Dedi ki: Seni yarattığı halde
Allah’a ortak koşmandır."
*
5- Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Allah Tebareke ve Teâla şöyle dedi: Ben
her çeşit şirkten müstağniyim. Her kim içerisinde Benden
başkasının, Bana ortak koşulduğu bir işi yaparsa; Ben onu
da ortak kıldığını da terk ederim."
*
Tirmizi’nin rivayetinde ise şu lafız
bulunmaktadır:
"Kim Benim için bir iş yapar fakat
başkasını Bana ortak ederse, Ben ondan uzak olurum ve
yaptığı işi Bana değil, ortak ettiği kimseye yapmış
olur."
6- Muaz b. Cebel’den: Nebi (sav) şöyle
buyurdu:
"Ey Muaz! Allah’ın kullar
üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun? Muaz:
Allah ve Rasülü daha iyi bilir. Rasulullah (sav): Allah’a
kulluk etmen ve hiçbir şeyi ortak koşmamandır. Onların
Allah üzerindeki haklarının ne olduğunu biliyor musun? Muaz:
Allah ve Rasülü daha iyi bilir. Rasulullah (sav): Onlara azap
etmemesidir."
*
Şirk, ihlasın karşıtıdır. Müslüman
açık veya gizli, küçük veya büyük şirkin her türlüsünden
kurtulabilmek için yaptığı her işi ve söylediği her sözü
ihlasla yapmalı ve söylemelidir. İhlas, şirki kovar ve
sahibini şirkten korur. İhlas olmadığında ise kişi şirke
düşer. Müslüman bir kimse, özellikle de davet taşıyıcısı
şirkten kurtulabilmek için gücü yettiğince ihlaslı olmalı
ve ihlasa sımsıkı sarılmalıdır. Yaptığı her işi ve söylediği
her sözü, ihlaslı olarak yerine getirmelidir. Zira ihlasla
felaha erer ve kurtulur.
Ebu Zerr’den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Kalbini yalnızca imana tahsis eden,
kalbi selim ve dili sadık olan (doğru konuşan, yalan
konuşmayan), nefsi mutmain olan, güzel huylu olan, kulakları
(haramlardan uzak) ve gözleri (harama bakmayan) sağlam olan
kimse kurtulmuştur."
*
Cübeyr b. Mutim’den: Rasulullah (sav) şöyle
dedi:
"Müminin kalbi üç şeyden uzak
olamaz: İhlasla yapılan bir amel, emir sahiplerine nasihat
etmek ve cemaata katılmak. Onların çağrıları arkalarından
olur."
*
Ebu Hüreyre’den:
"Allah’ın Rasülüne: Kıyamet günü
senin şefaatınla en fazla mutlu olacak kimdir? diye
sorduğumda şöyle dedi: Ey Eba Hüreyre; senin hadise olan
düşkünlüğünü bildiğimden bu sözü senden önce hiç
kimsenin sormayacağını tahmin etmiştim. Kıyamet günü
şefaatımla en fazla mutlu olan kimse kalbiyle, ihlasla ve bütün
samimiyetiyle 'La ilale illallah' diyen
kimsedir."
*
Ahmed b. Hanbel ise şu lafızla rivayet
etmektedir:
"Allah’tan başka ilah
olmadığına tüm samimiyeti ile şehadet eden, dilinin söylediğini
kalbiyle de tasdik eden kimsedir."
*
Yakup b. Asım Rasulullah (sav)’ın
ashabından iki kişinin Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu
işittiklerini rivayet ediyor:
"Bir kul ihlasla, candan ve dilinin söylediğini
de kalbiyle tasdik ederek; Allah’tan başka ilah yoktur, O
tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’nadır,
O her şeye kadirdir derse Allah (cc) bu sözü söyleyene bakıncaya
kadar semanın kapıları ona açılır. Allah’ın ona
bakması ve istediğini vermesi kulun hakkıdır."
*
Kurtuluş ve şefaate nail olmak, ihlasla
Allah için kulluk yapılması ile gerçekleşebilir. Bunun aksi
mümkün değildir. Müslümanın, özellikle de davet taşıyıcısının,
salih amelin yeterli olmadığını bilmesi gerekir.
İnsanların kendisine alim demeleri için müslüman bir
kimsenin insanları İslâm’a çağırması, hükümleri öğretmesi
ve daveti taşımalarını istemesi doğru değildir. Yine davet
taşıyıcısının ve devlet dairesinde veya şirkette çalışan
herhangi bir müslüman memurun yaptığı işten maksadının
mevki kazanmak ve ilerlemek olduğunu göstermesi de doğru
değildir. Davet taşıyıcısının ve herhangi bir müslümanın,
yalnız olduğu zamanlarda kıldığı namazlardan farklı
olarak insanlar önünde namaz kıldığı zaman, takvalı
olduğunu ve amellerini en güzel bir şekilde yaptığını göstermek
için uzun ve huşu ile namaz kılması doğru değildir.
İnsanların kendisine 'hayır sahibi birisi' desinler diye hareket eden
kimsenin verdiği sadakaları Allah (cc) kabul etmez. Yapılan
amellerin Allah için yapılması dışında bir başka maksatla
yapılması caiz değildir. Aksi takdirde işin içerisine
büyük veya küçük, açık veya gizli şirk sokulmuş olur ve
yapılan amelin tamamı iptal olur. Ebu Ümame el-Bahili’den:
Dedi ki:
"Nebi (sav)’e bir adam gelerek şöyle
dedi: Bir adam para kazanmak ve övülmek için gaza ederse ne
olur? Rasulullah (sav) dedi ki: Onun için hiçbir şey (sevap)
yoktur. Adam sorusunu üç defa tekrarladı ve Rasulullah (sav)
her seferinde; Onun için hiçbir şey (sevap) yoktur, diye
cevap verdi. Sonra da şöyle dedi: Allah’ın rızası gözetilmeden
ihlasdan yoksun olarak yapılan bir ameli Allah (cc) kabul
etmez."
*
Ahmed ve Ebu Davud’un rivayetinde ise şu
lafız yer almaktadır:
"Bir adam Allah yolunda cihadı arzu
etmekle birlikte dünya malından da istiyor…"
*
Cihad, İslâm’ın zirvesidir, ibadetlerin
en üstün olanlarındandır. Cihada çıkan bir kimse bu
işinde Allah’tan başkasına yönelecek, başkasını ortak
kılacak olursa Rabbi katında hiçbir şey kazanamaz. Az önce
de dediğimiz gibi Allah (cc) ihlasla yapılmadıkça hiçbir
ameli kabul etmez. Bu nedenledir ki müslüman ve özellikle de
daveti taşıyan, ibadette, kullukta ihlaslı olmanın; kişiyi
şeytanın saptırmalarından, azdırmasından koruduğunu,
kurtardığını ve selamete erdirdiğini bilmelidir. Aksi
takdirde sapar, azar ve doğru yoldan çıkar. Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
"(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni
azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları)
süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak
onlardan ihlaslı kulların müstesna. (Allah) şöyle
buyurdu: İşte bana varan dosdoğru yol budur. Şüphesiz
kulların üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana
uyan azgınlar müstesna."
*
Bu ayette Allah (cc), İblisin, Allah’ın
muhlis kullarından olan kimselerin şeytanın fitnesine ve
azdırmasına karşı koruma altında olduklarının bilincinde
olduğunu açıklamaktadır. Fakat bunlar dışındakiler
arzularına tabi olabilmektedirler. Ancak ihlaslı olanlar
şeytanın üzerlerinde otorite kuramadığı ve tuzaklarından
kurtulan kimselerdir. Ayette yer alan
ifadesi, lamın fethası ile okunmaktadır. Yani 'Allah’ın kullarının
en ihlaslı ve seçkin olanları' demektir. Eğer aynı kelime
lam harfinin kesresi ile
şeklinde okunursa 'Allah’a ibadette ihlaslı olan kimseler'
anlamına gelir ki, her iki kıraat da tevatür yoluyla gelmiştir
ve lafızların anlamları birbirine yakındır.
Söylemde ihlaslı olmak, konuşurken Allah’ın
emrine bağlı kalarak konuşmak ve yalnızca O’nun
rızasını gözeterek koşuşturmaktır. Amelde ihlaslı olmak,
Allah’ın emrine bağlı kalarak hareket etmek ve yalnızca O’nun
rızasını gözeterek koşuşturmaktır. Ancak söz veya amel
şer’î hükme uygun olmakla birlikte dünyevi veya şahsi bir
arzuyu da beraberinde taşıyorsa; yani Allah’ın emir ve
yasaklarına uygun olmasına ve rızasını aramaya ilave olarak
dünyevi bir maksadın gerçekleştirilmesini de öngörüyorsa,
Ebu Ümame el-Bahil’nin rivayet etmiş olduğu şu hadisin
kapsamına girmiş olur.
"Allah’ın rızası gözetilmeden
ihlasdan yoksun olarak yapılan bir ameli Allah (cc) kabul
etmez."
*
Ancak dünyevi bir maksadı veya şahsi bir
menfaatı gerçekleştirmeyi hedefleyen söz ya da fiilin Allah’ın
emrine uygun olarak yapılması da kaçınılmaz olan bir
husustur. Çünkü bu durumdaki bir kimse Allah’ın emrine
bağlanmakla sözünde veya amelinde O’nun rızasını
kazanmaya çalışıyor demektir. Şer’î hükme uygun olduğu
sürece ticaret, alış-veriş, vekalet, havale, evlilik,
nafaka, kefalet, velayet, bir kişiyi muayene etmek ve ona reçete
yazmak gibi işlerin tamamında dünyevi bir arzuyu veya faydayı
gerçekleştirmeyi hedeflemenin herhangi bir sakıncası yoktur.
Kullukta bulunurken, yani nimet veren yaratıcıya şükrederken
ve O’nu överken bir başkasını ortak koşmak doğru
olmadığı gibi aynı zamanda da yapılan işin boşa gitmesi
ve kabul edilmemesi demektir. Cihad, davayı taşımak, namaz
kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak, Allah’ın evini
haccetmek, fakirlere sadaka vermek, ihsanla amel etmek, Kur’an
okumak, Allah’ı zikretme ve diğer ibadetlerin tamamında
niyetin yalnızca Allah’a has kılınması gereklidir. Burada
yer alan ibadetle ilgili konularda niyetler önemlidir. Zira
herkese, niyet ettiği şey vardır. Kim daveti Allah emri
olduğu ve O’nun rızasını kazanmak için yüklenirse, onun
niyeti Allah’adır. Kim de daveti bir şeyler elde etmek,
bilgi ve anlayış sahibi olduğunu göstermek veya şan şöhret
sahibi olmak için taşırsa günah işlemiş olur ve Allah
yaptığı işleri kabul etmez.
Daveti taşımak bir ibadet olup, diğer
ibadetler için geçerli olan hususlar daveti taşıma hususunda
da geçerlidir. Öyleyse daveti taşıma işi yalnızca Allah için,
ihlasla yapılmalıdır. Allah emrettiği için ve rızasını
kazanmak için taşınmalıdır. Ancak bu şekilde kişi
kulluğunu, nimet ve bolluk veren, ortağı bulunmayan yüce
yaratıcı için yapmış olur. Tertemiz bir niyet olmadan kabul
edilen ve Allah’ın razı olacağı bir cihad, daveti
taşımak veya herhangi bir ibadeti yapmak söz konusu olamaz.
Cihad eden, daveti taşıyan ve Allah’a kullukta bulunan bir müslümanın
yaptığı cihadın, taşıdığı davetin ve diğer
ibadetlerinin yalnızca Allah için olmasından başka çıkar
yol yoktur; aksi takdirde büyük veya küçük, açık veya
gizli olarak Allah’a şirk koşmuş olur. Bunlar ise Allah’ın
rızası ile kişi arasında duran engellerdir ve sahibinin
cehenneme atılmasını gerektirir.
Daveti taşımada ihlaslı olmak herhangi bir
ibadette ihlaslı olmak gibidir ve kabul olunması için
yeterlidir. İhlas olmadan yapılan amellerin tamamı şirk
tuzağına düşmekle karşı karşıya olduğundan, daveti
taşıyanın buna çok çok fazlasıyla itina göstermesi ve
önem vermesi gerekir.
|