EVLİLİK
Kadın ve erkeklerin bir
araya gelmesinden kendilerinin ve içerisinde yaşadıkları cemaatin çıkarlarını
ilgilendiren birtakım ilişkiler meydana gelir. Bunlar; toplumda
alış-veriş, icare ve vekalet gibi işleri yerine getirmek için bir
araya gelişlerden kaynaklanan problemlerin dışındaki işlerdir. Bu
ilişkilerin sadece evlilikten ibaret olduğu akla gelebilir. Hakikatte
evlilik, bu ilişkilerin bir tanesidir. İlişkiler sadece evliliği
değil, daha birçok şeyleri de kapsamına alır. Bunun için nevi
içgüdüsünün tek görüntüsü sadece cinsi birleşme değildir.
Analık, babalık, kardeşlik, oğulluk, dayılık, amcalık gibi
hususların hepsi nevi içgüdüsünün tezahürleridir. Bundan dolayı
erkek ve kadınların bir araya gelmelerinden meydana gelen ilişkiler,
analık, babalık ve diğer hususları da içine alır. İctimai nizam,
evliliği kapsadığı gibi bu hususları da kapsar. Şeriat; oğul
olma, ana ve baba olma ile ilgili hükümler getirdiği gibi evlilikle
ilgili hükümler de getirmiştir.
Ancak bu ilişkilerin aslı
evliliktir. Diğer hususlar bu aslın dalları konumundadır. Evlilik
olmadığı zaman babalık, oğulluk, analık ve diğer müesseseler
meydana gelmez. Bundan dolayı evlilik bütün bu hususların aslını
teşkil eder. Düzenleme açısından diğer hususlar bu temelden
kaynaklanır. İhtiyacı hissetmek, insanı doğal olarak bu ihtiyacı
doyurmaya sürüklediği gibi bu duygu aynı zamanda insanı cinsi
birleşmeye de sürükler. Analık ve evlatlık duyguları da aynen
cinsi duygular gibi tatmin olmak isteyen duygulardır. Hepsi
karşılanmak ister. Evlilik, analık, babalık ve evlatlık gibi
duyguların hepsi nevi içgüdüsünün tezahürlerindendir. Bu türden
duyguların tümü nevi içgüdüsünden kaynaklanan duygulardır.
Cinslerin birbirleri hakkındaki düşünceleri ile birbirlerine karşı
yöneliş olur.
Evlilik; erkekli k
ve kadınlık ilişkilerinin düzenlenmesidir.
Diğer bir ifade ile erkek ve kadın arasındaki cinsi birleşmenin
özel bir nizam ile düzenlenmesidir. Bu özel düzen; erkek ve kadın
arasındaki cinsi ilişkilerin muayyen bir şekilde düzenlenmesini ve
nesillerin yalnızca bu özel düzenlemenin ürünü olmasını
gerektirmektedir. İnsan türünün çoğalması bu nizam ile gerçekleşir.
Yuva, bu nizama göre kurulur. Özel hayatın tanzimi, bu esasa göre
cereyan eder.
Bu nedenledir ki İslâm,
evliliği teşvik etmiş ve emretmiştir. İbni Mes'ud'dan rivayet
edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ey gençler topluluğu;
sizden kim evlenmeye güç yetirirse evlensin. Zira evlenmek, gözü ve
mahrem yeri en çok koruyandır. Kim de evlenmeye güç yetiremezse
oruç tutsun. Zira oruç şehvetten uzaklaştırır, şehveti
kırar."
Katede'nin
Hasan'dan, onun da Semure'den rivayet ettiğine
göre:

"Nebi
(s.a.v.) evlenmemeyi yasaklamıştır."
Katede: "Şüphesiz biz,
sizden önce peygamber gönderdik ve onlara zevce ve çocuklar
verdik" mealindeki ayeti okudu.
Hadiste yer alan
kelimesi, nikâhlanmamak yani evlenmemek anlamına gelmektedir. Ebu
Hureyre Nebi (s.a.v.)'den şunu rivayet etmektedir:
"Üç kişiye yardım
etmek Allah'ın üzerindeki bir haktır: Allah yolunda cihad eden kimse ,
namuslu olmayı arzu ederek nikahlanan (evlenen)
kimse, borcunu ödemek isteyen sözleşmeli
köle."
Yine
Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmaktadır:
"İslamda ruhbanlık
yoktur." Ruhbanlık ve evlenmemek ;
kadınlarla cinsi ilişkiyi koparmak, Allah'a ibadetle meşgul olmak
amacıyla nikâhı yani evlenmeyi terk etmek demektir. Oysa Kur'an'da
evlenmeyi emreden sarih ayetler vardır. Yüce Allah şöyle byurmaktadır:
"Kadınlardan; ikişer,
üçer ve dörder evleniniz."
"İçinizden bekarları
ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin."
İslâm; bâkire, doğuran ve
dindar olan kadın ile evlenmeyi teşvik etmiştir. Enes (r.a. ),
Nebi (s.a.v.)'in evlenmeyi
emrettiğini, evlenmeyip bekar yaşamayı şiddetle yasakladığını
rivayet eder ve şöyle der:
"Çok seven ve doğurgan
kadınlarla evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü) diğer nebilere
karşı sizin çokluğunuz ile övüneceğim."
Ma’kıl b. Yesar'dan: Dedi ki:
"Bir adam Nebi (s.a.v.) 'e
geldi ve şöyle dedi: Ben nesebi ve güzelliği olan bir kadına aşık
oldum. Fakat o, doğurmuyor. Onunla evleneyim mi? Allah'ın Rasülü:
Hayır, dedi. İkinci kez gelerek, yine aynı şeyi söyleyince,
yine: Hayır, dedi. Üçüncü kez, ona geldi ve aynı şeyi
sordu. Allah'ın Rasülü: "Çok seven ve doğurgan kadınlarla
evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü) sizin çokluğunuz ile övüneceğim."
Cabir'den: Nebi (s.a.v.) şöyle
dedi:
"Ey Cabir, sen bakire
ile mi yoksa dul ile mi evlendin? dedi.
Cabir: Dul ile, dedi. Bunun üzerine Allah Rasülü: Bakire ile
evlenseydin ya. Sen onunla
oynar, o da seninle oynardı."
buyurdu.
Ebu Hureyre Nebi (s.a.v.)'den şu
hadisi rivayet etmektedir:
"Kadın, dört şeyi için
nikâhlanır: Malı, nesebi, güzelliği ve dini için. Sen, dindar olanı
tercih et ki ellerin toprağa değsin (fakirlikten kurtulasın)"
Evlenmek isteyen erkeğin;
bakire, soyu sopu belli bir aileden ve dindar olanını seçmesi
mendubtur. Ayrıca nefsini koruyabilmesi için, güzel olanını tercih
etmesi lazımdır. Faziletli, takva ve şerefli olanı tercih ideal
olanıdır. Fakat bunlar, nikâhın şartları olmayıp, müstehab ve
efdal olanıdır. Yoksa erkek, hoşuna giden kadını seçme yetkisine
sahip olduğu gibi kadın da razı olacağı erkeği seçme hakkına
sahiptir.
Eşler arasında denklik
meselesinin şeriatta aslı yoktur. Bu konuda, uydurulmuş hadislerden
başka herhangi bir delil yoktur. Zira bu düşünce Kur'an-ı Kerim'e
ve sahih hadislere ters düşmektedir. Müslüman her kadın, herhangi
bir Müslüman erkeğe denk olduğu gibi, her Müslüman erkek de
herhangi Müslüman bir kadına denktir. Mal ve nesebteki
farklılıkların herhangi bir değeri yoktur. Bir çöpçünün oğlu,
emirü'l mü’mininin kızına denk olduğu gibi, berberin kızı da
emirü'l mü’mininin oğluna denktir. Böylece Müslümanlar,
birbirine denktirler. Cenabı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah katında en
keremli olanınız Allah'dan en fazla korkanınızdır."
Nebi (s.a.v.) halasının kızı
ve aynı zamanda da Kureyş'in ileri gelenlerinden olan Zeyneb binti
Cahşı azadlı kölesi Zeyd b. Harise ile evlendirmiştir. Abdullah b.
Büreyde, babasından rivayet ettiğine göre: "Genç bir kız
Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve
şöyle dedi: Ya Rasulullah! Babam, kendi itibarını yükseltmek için,
beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Bunun üzerine Allah Rasülü
evlenme işini kıza bıraktı. Ardından kız şöyle dedi: Ben, babamın
teklifini yerine getirdim. Fakat ben, (bu meselede) babaların
kızlarını (zorlama) hakları olmadıklarını kadınlara öğretmek
istedim."
Bu hadis,
kızının rızası olmadan babasının onu evlendirdiğini göstermektedir.
Fakat kızın bu evliliğe rızası yoktur. Ancak kızın bu
hoşnutsuzluğu evlendiği kimseyi kendisine denk görmemesinden
kaynaklanmamaktaydı. Ebu Hatem El-Müzenni'den rivayet
edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Size, ahlak ve dininden
hoşlandığınız biri gelirse onu evlendiriniz. Eğer evlendirmezseniz
yeryüzünde fitne ve büyük bir
fesad olur. Dediler ki: Ey Allah'ın
Rasulü, onun herhangi bir kusuru olsa da mı? denilince; Dini ve
ahlakı sizi memnun eden birisi gelirse (kız isterse) onu
nikahlayınız, sözünü üç kere tekrarladı."
Tirmizi
bu hadisi Ebu Hureyre'den şu lafızla rivayet etmektedir:
"Dini ve ahlakı sizi
memnun eden birisi kız istemek üzere size gelirse onu evlendirin.
Böyle yapmazsanız yeryüzünde fit ne ve büyük
bir fesat olur."
Aynı
hadis bir başka yoldan da rivayet edilmiştir. Ebu Hureyre'den rivayet
edildiğine göre;
"Ebu Hind Rasulullah (s.a.v.)'in
bıngıldak kısmından kan almıştı. Nebi (s.a.v.):
Ey Beni Beyada, Ebu Hind'i evlendirin ve onunla evlenin, buyurdu."
Hanzala
b. Ebu Süfyan el-Cumeyhi annesinden şunu rivayet eder: Dedi ki: "Ben,
Abdurrahman b. Avf'ın kız kardeşinin Bilal'e nikâhlı olduğunu gördüm."
İşte bütün bu deliller, eşler
arasında denkliğin muteber ve değerli bir şey olmadığına açıkça
delalet ederler. Herhangi bir kadın, herhangi bir erkeğin
kocalığına razı olursa onunla, kendi rızasıyla evlenir. Aynı
şekilde, herhangi bir erkek de bir kadını eş olarak seçer ve onun rızasıyla
onunla evlenebilir, aralarında denkliğin bulunup bulunmamasına
bakılmaz. Ancak İbni Ömer'in Nebi (s.a.v.)'den rivayet ettiği iddia
edilen şu hadise gelince: "Arablar, birbirlerine denktirler.
Kabile kabileye, oymak oymağa, adam adama. Ancak, dokumacı ve kan
alıcılar müstesna" Bu hadis asılsız, yalan ve batıldır.
İbni Ebi Hatim: Ben, bu hadisi babamdan sordum o, bunun münker olduğunu
söyledi. İbni Abdil Berr: “Bu hadis; mevzu
ve münkerdir” der. Bezzar'ın
Muaz hadisinden tahriç ettiği: "Arabların bir kısmı bir
kısmına denktir. Azatlı köleler de birbirine denktirler"
hadisinin isnadı zayıftır.
Berire'nin hadisine gelince; Nebi (s.a.v.)’in Berire'ye söylediği:
"Sen azad edildiğin zaman,
senin nikâhın da azad edilmiş olur. İstediğin seçeneği yap"
mealindeki hadis denkliğe
delalet etmez. Çünkü onun kocası köle idi. Bir
köle ile evli bulunan cariye azat edilerek hürriyetine kavuştuğu
zaman, köle olan kocasının zimmetinde kalmakla, köle ile olan nikâhını
feshetmek arasında muhayyer bırakılır. Bu hadis de denkliğe delalet
etmemektedir. Kasım'ın, Aişe'den rivayetine göre:
"Berire'nin kocası bir köle
idi. Berire, onun nikâhı altında idi; azad edilince Rasulullah (s.a.v.)
ona: "Seçme hakkına
sahipsin. İstersen bu kölenin nikâhı altında kalırsın, istersen
ondan ayrılabilirsin."
buyurmuştur.
Müslim'deki rivayete göre; Urve'nin Aişe'den rivayet ettiği hadis
ise şöyledir: "Berire azat edilmişti. Kocası ise halen köle
idi. Allah Rasülü Berire'yi muhayyer bıraktı. Eğer kocası hür
olmuş olsaydı onu, muhayyer bırakmazdı."
"Ancak birbirine denk
olanları evlendiriniz;
o kadınları ancak velilerinin izinleriyle evlendiriniz"
mealindeki hadis, aslı
olmayan, zayıf bir sözden ibarettir.
Böylece, denkliğe delalet
eden harhangi bir nassın söz konusu olmadığı meydana çıktığı
gibi; denkliğin varlığını kabul edenlerin kullandıkları
delillerin batıl olduğu veya bu hususa istidlal yönü bulunmadığı
açıkça görülmektedir. Denkliği şart olarak kabul etmek,
Rasulullah (s.a.v.)'in: “Takvanın dışında, Arabın aceme,
herhangi bir üstünlüğü yoktur" mealindeki hadisiyle
çatıştığı gibi, Kur'an'ın kat'i nassıyla da çatışmaktadır.
Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın katında en
keremli olanınız takvaca en ileri olanlarınızdır."
Din ihtilafı ise denklikle
ilgili bir konu değildir. Bu konu; Müslümanların, Müslüman
olmayanlarla evlenip evlenmemeleri konusudur ki bu, başka bir konudur.
Allah (c.c.), Müslüman bir erkeğin, ehli kitaptan bir Yahudi veya bir
Hıristiyan ile evlenebileceğine cevaz vermiştir. Zira, Allah (c.c.)
şöyle buyurmaktadır:
"Bugün size temiz
olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemekleri sizin için
helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. Mü’minlerden hür ve
iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları
zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz
takdirde size helaldir."
Kendilerine
kitap verilen iffetli kadınların, ücretleri olan mehirlerinin
verilmesi koşulu ile Müslümanlara helal olduğunu ayet açıkça
ortaya koymaktadır. Ayet gereğince müslüman bir erkek, kitap ehli
bir kadınla evlenebilir. Çünkü ayete göre kitap ehlinden iffetli
kadınlarla evlenmek, Müslüman erkeklere helaldir. Müslüman bir kadının,
ehli kitabtan bir erkekle evlenmesi ise şer'an haramdır; mutlak olarak
caiz değildir. Böyle bir şey vuku bulursa, bu nikâh batıl olduğu için
gerçekleşmiş olmaz. Müslüman bir kadının ehli kitaptan bir
erkekle evlenmesinin haram olduğu Kur'an'ın sarahatı ile sabittir.
Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Mü’min
kadınlar size muhacir olarak gelirlerse, onları imtihan edin. Allah
onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onları mü’mine olarak
görürseniz, onları kafirlerle geri döndürmeyin. Onlar, kafirlere
helal olmadığı gibi, onlar da o kadınlara helal olmazlar."
Bu ayet yalnızca tek bir manayı
ihtiva eder, bu da; Müslüman kadının kafire helal olmadığı ve
kafirlerin de Müslüman kadınlara helal olmadıklarıdır. Kocanın
kafir oluşu, kafir koca ile Müslüman kadın arasında nikâhın
tahakkuk etmeyeceğini sonuçlandırır. Zira bu husus, ayetteki şu
ifade ile açıkça vurgulanmaktadır:
"Eğer onların mü’min
olduklarını bilirseniz, tekrar o kadınları kafirlere geri göndermeyin.
O kadınlar onlara helal olmadığı gibi, o erkekler de o kadınlara
helal olmaz."
Hükmün;
müşrik olsun, ehli kitaptan olsun tüm kafirleri kapsamına alması için
ayette Allah (c.c.) müşrik kelimesi yerine "kafirler"
tabirini kullanmıştır. Kitap ehlinden Hıristiyan ve Yahudilerin
kafir oldukları ise Kur'an'ın kati nassıyla sabittir. Nitekim Allah
(c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Ne ehli
kitabtan olan kafirler ve ne de müşrikler, Rabbinizden size bir
hayırın indirilmesini istemezler."
Bu
ayette geçen kelimesi tabîz
için değil, beyan içindir. Yine Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ı ve
peygamberini inkar ederek kafir olan, iman etme hususunda Allah ile
peygamberi arasında fark gözetip; bir kısmına inanır bir kısmını
inkar ederiz diyarek küfürle iman arasında bir yol tutmak isteyenler,
işte onlar gerçekten kafir olanlardır. Kafirlere ağır bir azap
hazırlamışızdır."
Kitap
ehli, Muhammed (s.a.v.)'in risaletine inanmadıkları için kafirdirler.
Cenab-ı Allah (c.c.) bu hususta muhtelif ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
"Allah, Meryem oğlu
Mesih'dir diyenler kafir olmuşlardır."
"Şüphesiz, Allah
üçün üçüncüsüdür diyenler kafir olmuşlardır."
"Kitap ehlinden kafir olanlarla müşrikler."
Buradaki
edatı tabîz için değil, beyan içindir.
"Şüphesiz ehli kitabtan kafir olanlar ile müşrikler."
Yine burada ki
edatı da tabîz değil beyan içindir.
"O' dur
ehli kitaptan küfretmiş olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkarmış
olan..."
"Münafıklık etmiş
olanlara bakmadın mı ki, ehl-i kitap'tan küfretmiş olan
kardeşlerine..."
Bu
ayetler; kitap ehlinin kafir olduklarını ve "küffar"
kelimesinin onları da kapsamına aldığını gösteren Kur'an'ın
sarih ifadeleridir. Mümtehine suresinde yer alan aşağıdaki ayet bu
ayetlerle birlikte ele alındığı zaman; müslüman bir kadının ehli
kitaptan bir adam ile evlenmesinin mutlak surette caiz olmadığı
hususunda açık ve net bir anlam taşıdığı ortaya çıkar. Çünkü
ehl-i kitap, yukarıdaki ayetler gereğince kesinlikle kafirler grubuna
giren insanlardandır.
"Eğer onların mü’min
kadınlar olduklarını öğrenirseniz; artık onları kafirlere geri göndermeyin.
Bunlar onlara helal değildir, onlar da
bunlara helal değildir..."
Müşrikler ise ehl-i
kitab'tan başka bir sınıftır. Mecusiler, yıldızlara tapanlar,
Budistler, putperestler ve benzeri kimselerdir. Bunlarla evlenmek mutlak
olarak caiz olmaz. Müslüman bir erkeğin müşrik bir kadınla evlenmesi
kesinlikle caiz değildir. Aynı
şekilde müslüman bir kadının müşrik bir erkekle evlenmesi de
kesinlikle caiz değildir. Bu husus, Kur'an'ın kat'î nassıyla
sarahatan açıklanmıştır:
"İman edinceye kadar müşrike
kadınlarla evlenmeyin; hoşunuza gitse de, müşrike bir kadından, mü'mine
bir kadın kesinlikle daha hayırlıdır. İman etmedikçe müşrik bir
erkekle kesinlikle evlenmeyin. Hoşunuza gitse de, müşrik bir
erkekten, mü'min bir köle daha hayırlıdır..."
Bu ayet, müşrike olan bir
kadının Müslüman erkek ile, müşrik olan bir erkeğin de Müslüman
olan bir kadın ile evlenmesinin haram olduğunu ifade eder. Şayet bu
nevi bir nikâh vuku bulursa batıl olduğu için gerçekleşmiş olmaz.
Hasan b. Muhammed'den: Dedi ki: "Rasulullah
(s.a.v.) Hecr Mecusilerine
yazdığı bir mektupta, onları İslâm'a davet ederek şöyle diyordu:
“Kim Müslüman olursa, onun Müslümanlığı kabul edilir. Kim kabul
etmezse ona cizye vergisi vurulur, kestiği yenilmez ve hiçbir
(müslüman) kadın onunla evlenemez."
Böylece İslâm, sadece
evlenmeği teşvik etmekle iktifa etmeyerek, Müslüman erkeğin ve
kadının kiminle evlenebileceğini, kimlerle de evlenmesinin haram
olduğunu beyan etmiştir. Evlenmek isteyen kimsenin, evleneceği
kimsede bulunması güzel olan sıfatları da anlatmıştır. Ancak,
kendisiyle evlenilecek kadının, başkasının hanımı ve iddet
bekleyen birisi olmamasını şart koşmuştur. Çünkü evliliğin
şartı, kadının evli ve iddet halinde olmamasıdır.
Ancak henüz nikâh akdinin
icra edilmediği, sözlü olan kadına gelince; eğer kadın veya onun
velisi, evlenme teklifinde bulunan kimseye açık veya dolaylı yolla müsbet
cevap vermişlerse bir başkasının onu istemesi haram olur. Ukbe b.
Amir Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Mü’min, mü’minin
kardeşidir. Mü’min için, kardeşinin alış verişi üzerine fiyat
kırması helal olmaz. Mü’minin kardeşinin sözlüsüne evlenme
teklifi yapması helal olmaz; meğer ki o kardeşi, o kadını
terketmiş olsun."
Ebu
Hureyre ise Nebi (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet etmektedir:
"Kişi, kardeşinin sözlüsüne
evlenme teklifi yapmasın; taki evleninceye veya tamamen vazgeçinceye
kadar."
Fakat,
evlenme teklifi yapılan kızın, teklifi
reddetmesi veya henüz müsbet bir
cevap vermemesi veya meseleyi soruşturmaya bırakmış olması durmunda
bir başka erkek isteyebilir,
bu caizdir. Çünkü henüz o, bir başkasının sözlüsü değildir.
Kays kızı Fatıma bir gün Nebi (s.a.v.)'e gelerek, Ebu Cehm ve
Muaviye'nin, kendisine evlenme teklifi yaptıklarını söyledi.
Rasulullah (s.a.v.):
"Muaviye, malı olmayan
bir fakirdir. Ebu Cehm ise sopasını omuzundan indirmez (daima
dışarıda gezer). Sen, Zeyd'in oğlu Üsame ile evlen."
dedi. Muaviye ve Ebu Cehm'in
kendisini istediklerini haber verdiği halde Peygamber (s.a.v.) ona,
Usameyi istemiştir.
Kadına evlenme teklifi
yapıldığında ,
bu evlenme teklifini kabul edip etmeme hakkı kadına aittir. Onun izni
olmadan, velisinin onu bir başkasıyla evlendirmeye veya bunu
engellemeye hakkı yoktur. İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre,
Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Dul kadın, velisinden
daha bir hak sahibidir. Bakire ise, evlenmek için kendisinden izin
istenir. Onun izni susmasıdır."
Yine Ebu Hureyre’den
rivayet edilen bir başka hadiste şöyle denilmektedir:
"Dul kadın, kendisine
danışılmadan nikahlanamaz, Kendisinden izin istenmedikçe, izni
olmadan bakire kız da nikâh edilemez.
Bakirenin izni nasıl olur? Dediler,
Peygamber (s.a.v.): Onun izni sükut etmesidir"
buyurdu.”
İbni Abbas'tan rivayet
edildiğine göre; "Bakire bir cariye
Peygamber (s.a.v.)’e
geldi. İstemediği halde, babasının kendisini evlendirmek istediğini
söyledi. Bunun üzerine, Peygamber (s.a.v.),
onu muhayyer kıldı.”
Ensarlı
Hizam kızı Hunesa'dan rivayet edildiğine göre: "Kendisi dul
olduğu ve evlenmek istemediği halde babasının onu evlendirmek
istediğini Peygamber (s.a.v.)’e gelip söyledi.
Peygamber (s.a.v.) de onun
nikâhını geri çevirdi."
Bu hadislerin hepsi, kadının
izni olmadıkça evlenme muamelesinin tamam olamayacağını ifade
ederler. Kadın, bu evliliği kabul etmez veya zorla evlendirilirse, bu
akid fesh olur. Ancak kadın sonradan razı olur ve dönerse nikâh
geçerli olur.
Kadın ile evlenmek isteyen
ve istemeye gelen kimselerle kadının evlenmesine mani olmak Kur'an-ı
Kerim'de belirtildiği gibi yasaklanmıştır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle
buyurmuştur:
"Eğer maruf bir
şekilde, aralarında razı olurlarsa, evlenmelerine engel
olmayın."
Makil b. Yesar'dan
rivayet edilen sahih bir hadis ile sabit olduğuna göre Makil, şöyle
demiştir: "Ben, kız kardeşimi birisiyle evlendirmiştim, daha
sonra adam onu boşadı. İddeti bitince adam, tekrar onu istemeğe
geldi. Ben: Kız kardeşimi sana verdim, evini döşedim ve sonra
ikramda bulundum, fakat sen onu boşadın. Şimdi de gelip onu
istiyorsun. Vallahi kız kardeşim bir daha sana dönmeyecektir. Adam,
fena bir kimse değildi. Kız kardeşim de ona dönmek istiyordu. Allah (c.c.);
"Eğer maruf bir
şekilde, aralarında razı olurlarsa, evlenmelerine engel
olmayın."
ayetini indirince ben: Ya
Rasulullah ben şimdi ne yapacağım
dedim. Allah Resulü: “Kardeşini
onunla evlendir" buyurdu.”
Başka
bir rivayette ise:
"Ben yaptığım
yeminin kefaretini ödedim ve kız kardeşimi ona verdim"
cümlesi vardır. Ayette geçen:
kelimesinin anlamı, kadın istediği takdirde onu evlenmekten
menetmektir ki bu, haramdır ve böyle bir işe teşebbüs eden kimse
fasıktır. Bir kadını evlenmekten alıkoyan kimse, yaptığı bu
ameli ile fasık sayılır. Fakihler, böyle bir engellemede bulunan
kimsenin fasık olacağında görüş birliği etmişlerdir. Evlenmek için
kadına görücü giderse veya kendisi evlenmek isterse, bu konuda tek
yetki kadına aittir; ister kabul eder, ister reddeder.
Evlenmek üzere kadın ve
erkek arasında ittifak tamamlanınca, evlenme akdini yapmaları
lazımdır. Evlenme ancak şer'i akitle tamamlanır. Birinin diğerinden
yararlanmalarını helal kılacak tek şey şer'i hükümlere uygun
olarak yapılan şer'i akittir. Bu akde göre evliliğe terettüp eden
hükümler gerçekleşir. Kadın ve erkek, uzun bir zaman bir arada
bulunsalar bile şer'i bir şekilde akit yapılmadıkça evlilik
gerçekleşmiş sayılmaz. İki eşin bir araya geldikleri gibi iki
dostun bir araya gelmeleri evlilik sayılmaz. Bu tür birliktelik zina
sayılır. Aynı şekilde iki erkeğin aralarında muaşeret yapmak
üzere bir araya gelmede ittifak etmeleri de evlilik sayılmaz, ancak
livata sayılır.
Medeni evliliğe gelince;
bu, bir arada yaşamak ve boşanmak üzere kadın ile erkek arasında
yapılan bir anlaşmadır. Bu anlaşma gereğince nafaka tasarrufu,
evden çıkma, erkeğin kadına, kadının da erkeğe itaatı ve benzeri
bir takım görevler, evlat sahibi olma, oğlan veya kız çocuğun kime
ait olacağı gibi hususlar, irs ve neseb gibi bir arada yaşamaktan
veya terkinden kaynaklanan birtakım haklar doğar. Burada sıralanan tüm
bu hususlar, üzerinde ittifak ettikleri ve kabullendikleri şartlara göre
uygulanır. Medeni evlilik, sadece bir evlilik ittifakı olmayıp, hem
evliliğe hem de evlilikten doğan neseb, nafaka, miras ve diğer
birtakım hususları, her ikisinin veya birinin diğerini terk etmesi
yani boşanma durumlarını da kapsar. Üstelik, erkeği dilediği
kadınla, kadını da dilediği erkekle, aralarındaki anlaşmaya göre
evlenebilmeleri hususunda tamamıyla serbest bırakır. Bundan dolayı
medeni evlilik şerân caiz değildir. Bu akde, olarak bir evlilik
ittifakı nazarıyla bakılamayacağı gibi, nikâh akti nazarıyla da
bakılamaz. Şerân, bunun herhangi bir kıymeti yoktur.
Müslüman bir erkekle
Müslüman bir kadın veya Müslüman bir erkekle evli, ehli kitaptan
bir kadın arasında medeni kanuna göre herhangi bir evlilik akdi
meydana gelse, kadın ile erkek arasında akid sırasında şifahen veya
yazı ile kullanılan sözlere bakılır. Şayet aralarındaki akitte
"evlendirmek" ve "nikâh etmek" gibi lafızlar
kullanılmış her ikisinden de kabul ve icab meydana gelmişse, şerân
kabul ve icaba gerekli hususlar bulunmuş demektir. İcab ve kabulun
yanında kızın velisi ve evlendiklerine dair iki de şahid bulunmuş
ise, bu lafızlar ve şekil ile yapılan anlaşma, evlilik akdi
sayılır. Çünkü bu, hem şer'i aktin sıfatlarını hem de medeni
evliliğin şartlarını tamamlamaktadır. Bu, medeni ittifak değil
şer'i akid ile evliliktir. Şer'i evlilik akdinde bulunması gerekli
olan şartların hepsi bulunmazsa bu işlem evlilik sayılmaz. Medeni
evlilik ittifakının kapsadığı şartlar şeriata uygun olsalar da
mutlak olarak herhangi bir değer taşımaz. Çünkü, şeriatın
getirdiği hükümlerle amel etmenin vacib oluşu, kadın ile erkeğin
kendi aralarında yaptıkları ittifaktan alınamaz. Bilakis evlilik
akdinden ve şeriatın beyan ettiği hükümden kaynaklanır. Bu nedenle
medeni ittifakın taşıdığı şartların evlilikte hiçbir değeri
yoktur. Bunlar, şeriata muhalif olurlarsa akdin batıl oluşu açıktır.
Eğer bu şartlar her iki taraf için de akdin gereğine ters düşmeyen,
şeriata muhalif olmayan, şeriatın caiz gördüğü şartlar ise,
bunlar arasındaki evlilik akdi muteber kabul edilir. Eğer aralarında
herhangi bir evlilik söz konusu olmayacak ise bu şartların mutlak
olarak herhangi bir kıymeti yoktur. Eğer medeni evlilik akdi, Müslüman
bir erkek ile müslüman kadın veya Müslüman bir erkekle ehli
kitaptan bir kadın arasında olursa durum böyledir. Eğer Müslüman
bir erkek ile müşrike bir kadın veya müşriklerin muamelesine göre
yürütülürse veya müslüman bir kadın ile müslüman olmayan bir
erkek arasında olursa, bu türden evlilik batıl olduğu için akit
gerçekleşmiş olmaz. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere evliliğin
şerân sahih bir nikah akti ile tamamlanabilmesi için, bütün şer'î
şartları bünyesinde taşıması lazımdır. Bu şartlarla
tamamlanmayan herhangi bir evlilik akdi, mutlak olarak evlilik
sayılmaz.
Evlilik, şer'i olarak icab
ve kabul ile gerçekleşir. İcab,
akit yapan iki kişinin birinden ilk olarak sudur eden sözdür. Kabul
ise akdi yapan diğer kimseden ikinci olarak sudur eden sözdür.
Mesela, kız erkeğe, "ben kendimi sana eş olarak verdim”,
erkek de “ben kabul ettim” dese ya da bunun tam tersi
bir işlem yapılsa (önce erkek sonra da kadın konuşsa),
konuşanlardan birincinin teklifi "icab",
ikincisinin cevabı da "kabul"dür.
İcab ve kabul direkt olarak evlenenlerin her ikisi tarafından
olabileceği gibi, onların vekilleri tarafından da icra edilebilir
veya biriyle diğerinin vekili arasında da gerçekleşebilir. İcabta
"evlenmek" ve "nikâh etmek" lafızlarının olması
lazımdır. Bu ifadenin kabulde yer alması şart değildir. Şart olan;
bu icaba diğerinin razı olmasıdır. Evlenmeyi kabul ve razı
olduğunu ifade eden herhangi bir lafız, bunu ifade eder. Ancak, icab
ve kabulü ifade eden lafızların, mazi sigasıyla olması lazımdır. “Seni
zevceliğe aldım” ve “kabul ettim” gibi lafızlarla
olmalıdır. Bu lafızlardan biri mazi, diğeri müstakbel lafızlar ile
olabilir. Çünkü, evlilik bir akittir. Evliliğin subut bulduğunu
ifade eden bir lafızla olması lazımdır. O da, mazi sigasıdır.
Evlilik akdinin gerçekleşmesi için dört şart gereklidir:
1-
“Kabul” ve “icab”ın cereyan ettiği mecliste birlik
olmalıdır. Yani, icabın sudur ettiği yer aynı zamanda kabulün
sudur ettiği yer olmalıdır. Bu husus, akid yapan iki kişinin hazır
bulunmaları halinde böyledir. Akid yapanlardan biri bir beldede, diğeri
ise bir başka beldede olursa ve biri diğerine evlenme teklifi yapan
bir icab mektubu yazsa, kendisine mektup gönderilen kimse de kabul etse
evlilik gerçekleşmiş olur. Fakat bu durumda kendisi veya başkası
iki şahid huzurunda mektubu okuyup onun ibaresini şahidlerin işitmesi
lazımdır veya mektubu alan kimse, bulundurduğu şahidler huzurunda,
"Falan kimse, bana
evlenme teklifi yapmış bulunuyor" diyerek, mecliste onları
şahid tutar ve kendini onunla evlendirdiğini söyler.
2-
Akdi yapan her iki tarafın, birbirinin sözlerini işitmeleri ve
anlamaları şarttır. Bu ifade ile evlilik akdinin kastedildiğini her
iki tarafı da bilmelidir. Eğer işitmediği ve anlamadığı için
bunu bilmezse, mesela; bir erkek bir kadına anlamadığı Fransızca
ile "seni zevceliğe kabul ettim" cümlesini telkin
ettikten sonra kadın, manasını anlamadığı lafızların aynısını
tekrarlarsa ve bundan maksadın evlilik akdi olduğunu bilmezse, evlilik
akdi gerçekleşmiş olmaz. Eğer kadın, bu sözlerin evlilik akdinden
dolayı söylenen lafızlar olduğunu bilirse akid sahih olur.
3-
İcabın hepsine veya bir kısmına ait olsa da kabul, icaba muhalefet
etmemelidir.
4-
Akid yapanlardan birinin diğeriyle evlenmesini şeriat mübah kılmış
olmalıdır. Mesela,
kadının Müslüman veya ehli kitap olması,
erkeğin de sadece Müslüman olması lazımdır.
Bu dört şart tekamül ettiği
zaman evlilik akdi gerçekleşmiş olur. Bu dört şarttan herhangi bir
tanesi bulunmadığı takdirde, evlilik akdi gerçekleşmiş olmaz ve bu
akid temelde batıl olur. Evlilik akdi gerçekleştiği takdirde
evliliğin sıhhatı için üç tane sıhhat şartı lazımdır:
1-
Kadın, evlilik akdinin “mahalli” olmalıdır.
2-
Nikah ancak velinin varlığı ile sahih olur. Kadın kendi kendini
evlendiremez veya velisi dışında bir başkası tarafından
evlendirilemez. Evlendirme hususunda, velisinin dışında birisini
vekil tayin edemez. Velisinin dışında birisini vekil tayin ederse
nikah sahih olmaz.
3-
Baliğ ve akıllı iki Müslüman şahidin bulunması lazımdır. Bu iki
şahidin, evlilik akdiyle ilgili kabul ve icabı meydana getiren sözün
gayesini anlamaları lazımdır. Bu iki şartı havi olduğu zaman, bu
akid sahih olur. Bunlardan biri eksik olursa bu nikâh fasid olur.
Ancak, evlilik akdinde akdin yazılmış olması veya bir vesika ile
tescil edilmesi şart değildir. Kadın ve erkek tarafından, şifahi
veya yazı ile bütün şartları havi şekilde cari olan kabul ve icab,
evlilik akdini sahih kılar. İster bu yazılsın ister yazılmasın
evlilik iki kişi arasında bir akid olduğu için ancak icab ve kabul
ile tamamlanır.
Gerçekten akid ancak icab ve
kabul ile tamamlanır ve oluşur. İcabta evlenmek ve nikâh lafızlarının
şart kılınmış olması, nassta varid olduğu husustan dolayıdır.
Nitekim Cenabı Allah:
"Onu seninle
evlendirdik."
"Babalarınızın nikâhlandığı
kimselerle nikahlanmayınız."
buyurmaktadır.
Sahabe icmaı'da bu hususta tahakkuk etmiştir. İcab ve kabul
meclisinin bir olması şartına gelince; meclisin hükmü, akd halinin
hükmüdür. Eğer kabulden önce akit tarafları ayrılırlarsa icab
batıl olur. Çünkü o zaman kabulün anlamı olmaz. Zira ondan yüz
çevirip ayrılmak, kabulü ortadan kaldırır. Yine o sırada akit
yapan her iki kişinin başka şeylerle meşgul olmaları kabulden
imtina anlamına gelebilir. Akid yapanlardan her birinin, diğerinin sözünü
işitip onu anlaması şartına gelince; bu ifade ve ibare ile evlilik
akdi kastediliyor; yine bu söz icaba, kabul cevabı olduğu için neyi
ifade ettiği bilinmelidir. Çünkü icab;
akid yapanlardan birinin diğerine hitabıdır. Eğer hitab edilen kimse
söylenen şeyleri bilmezse hitab yapılmış sayılmaz. Dolayısıyla
hitaba karşı herhangi bir kabul de söz konusu edilemez. icabın,
kabule muhalif olmaması, icabın
bütün gereklerine teslim olduğuna delalet etmediği müddetçe kabul
sayılmaz. Eğer anlaşmazlık olursa, icaba dair varid olan hususlara
teslim olunmamış olur ki kabul
gerçekleşmiş olmaz. Şeriat'ın, akid yapan iki kişiden birinin,
diğeri ile evlenmesini mübah kılmış olması şartına gelince;
bilindiği gibi şeriat, caiz olmayan herhangi bir akdin yapılmasını
yasaklamıştır.
Buraya kadar anlatılanlar
akdin gerçekleşmesiyle ilgiliydi. Akdin sıhhatına gelince; akdi
nehyeden herhangi bir husus varid olmazsa, şeriat o akdi tamam olarak görür.
Fakat belli bir şey üzerinde yapılan akdin icrasını nehyeden bir
husus mevcud olursa bu akid fasid olur. Ancak böylesi bir akid batıl
olmaz. Kadının evlenme akdinde akid mahalli olarak şart
kılınmasına gelince; şeriat bazı kadınlar ile evlenmeyi, bazı
kadınları da nikah altında bir arada bulundurmayı yasaklamıştır.
Eğer yapılan akid, akdin icrasının haram kılındığı kimseler
üzerinde gerçekleşmişse bu akid sahih olmaz. Velinin izni olmadan
nikahın sahih olmamasına gelince; Ebu Musa Nebi (s.a.v.)'den şu
hadisi rivayet etmektedir:
"Velinin izni olmadan
nikah yoktur."
Kadının,
kendi kendisini veya başkasını evlendirme hakkına ve velisi
dışındaki bir kimseyi vekil kılma hakkına sahip olmamasının
delili Aişe (r.anha)'nın Nebi (s.a.v.)'den rivayet ettiği şu
hadistir:
"Hangi kadın velisinin
izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı batıldır. Onun nikahı
batıldır. Onun nikahı batıldır."
Ebu Hureyre ise Nebi
(s.a.v.)'den şu hadisi rivayet eder:
"Kadın kadını
evlendiremez. Kadın kendi başına da evlenemez. Zani kadın; kendi
kendine evlenendir."
İki Müslüman şahidin
bulunmasına gelince; Kur'an-ı Kerim ric'î talak ile boşanmış bir
kadına, tekrar kocasına dönmesi halinde, iki Müslüman şahidi şart
koşmaktadır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"O kadınlar müddetlerini
tamamlayınca, onları ya güzelce tutun veya güzelce onlardan ayrılın.
Ve sizden olan, iki adil kimseyi şahid kılın."
Hasan (r.a.),
"ayette geçen
"sizden" tabiri iki Müslüman anlamına gelmektedir"
diyor. Nikâh akdini devam ettirme anlamında olan "ric'î"
de, iki Müslüman şahid şart kılındığına göre,
evlilik binasını kurma sırasında
yani nikâh akdi yapılırken iki şahidin bulunması şartı öncelikle
aranır. Kaldı ki, nikâh akdi ve nikâh akdinin devamını istemek
aynı konudur, her ikisinin de hükmü aynıdır.
|