İSLÂM CEMAATI
Bazı kimseler şöyle bir
soru sorabilir: Kadın; devlet memurluğunu, anlaşmazlıkları
çözüme bağlayan yargıçlığı, yöneticilerin muhasebe edildiği
ve birtakım konuların tartışıldığı Ümmet Meclisi’nde üyelik
gibi şeriatın mübah kıldığı birtakım görevleri halvet yapmadan,
açılıp saçılmadan nasıl gerçekleştirebilir?
Bir başkası da şunu
sorabilir: Çarşı ve pazarları denetime çıkması, umumi hayat ve
toplumda birtakım işleri yapma görevi kadın için serbest olduğu
takdirde ahlak nasıl korunur ve fazilet nasıl muhafaza edilir?
Bu iki soru ve benzerleri;
İctimai Nizam konusundaki şer'î hükümler gündeme getirildiği
zaman, şu veya bu kişilerin çoğunlukla şüpheye düşürmek amacıyla
ileri sürdükleri sorulardandır. Çünkü bunlar; kapitalist sistemin
egemen olduğu bir ortamda hayatlarını sürdürmektedirler. Elbetteki
böylesi bir ortamda yaşayan kimselerin İslâm’ın tatbikini
tasavvur etmeleri oldukça zordur.
Bu suallere cevap şudur:
İslâm'daki İctimai Nizam çeşitli şer'i hükümlerden ibarettir. Bu
hükümlerden bir kısmına bağlı kalma talebi diğerlerine
bağlanmanın terk edilmesi demek değildir. Herhangi bir şahısta
çelişkili bir durumun ortaya çıkmaması ve hükümlerde çelişki görünümü
söz konusu olmaması için Müslüman erkek ve Müslüman kadının
şeriat'a ait bütün hükümlere bağlı kalması gerekir. İslâm; bir
hastanede hemşirelik gibi bir görev olsa bile kadına, süslenip
bütün zinetini takarak devlet dairelerinde çalışması hususunda
serbestiyet tanımaz. Gelin olacakmış bir kız gibi, takındığı
zinetlerle erkeklerin şehevi arzularını uyandıracak şekilde çalışmasına,
alış-verişe çıkmasına ve böyle yerlere gitmesine İslâm izin
vermez. Kadının çalışmasının mübah olması; dekolte
kıyafetlerle ziynet yerlerini ortaya dökerek müşteri celbetmek,
alış-verişi daha da fazlalaştırmak, istediği fiyata mal satmak,
malın fiyatını düşürmek veya yükseltmek için çağdaş üslubları
kullanarak konuşmasında cilveler yapabileceği anlamına gelmez. Yine
İslâm; bir avukatın veya bir iş sahibinin yanında sekreter olarak
çalışıp, istediği şekilde yabancılarla yalnız kalan, saçını,
göğsünü, sırtını ve bütün azalarını herkesin iştahını
çekecek şekilde açan kadına izin vermez..
Evet, İslâm, bunların hiçbirini
istemediği gibi, hayatta batı yaşam tarzının egemen olduğu İslâmi
olmayan bir toplumda da böyle şeylerin olmasını kabul etmez. İslâm;
Müslümandan kendi nefsinde İslâmi hükümlerin hepsini tatbik
etmesini ister. İslâm; kadının çarşıda, pazarda alış-veriş
yapmasını mübah kılarken, ziynetlerini açarak sokağa çıkmasını
yasaklamış, sokağa çıktığı andan itibaren başörtüsünü ve
mantosunu (dış elbisesini) üzerine almasını emretmiştir. İslâm'a
inanmak; Müslümanın, İslâm'ın bütün hükümlerini kendi nefsinde
kesinlikle tatbikini gerektirir. İslâm, olumlu ve olumsuz olmak üzere
birçok işlerin yapılmasını şümulüne alan hükümleri emretmiştir.
Bu hükümler, kadın olsun erkek olsun Müslümanın fazilet
caddesinden çıkmasına engel olduğu gibi onu, toplum içerisinde yaşarken
cinsi sapıklığa kaymaktan da korur.
Bu hükümler çoktur. Olumlu
birtakım işleri yapmayı kapsamına alan hükümleri aşağıda
belirtiyoruz:
1-
Allah (c.c.) gözlerini harama kapamayı ve namuslarını korumayı her
erkek ve kadına emretmiştir.
"Mü'min erkeklere
söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.
Bu, kendileri için daha temizdir. Allah, yaptıklarından şüphesiz
haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar
ve ırzlarını korusunlar."
Kadın veya erkeğin, harama
bakmaktan gözlerini sakındırmaları, her biri için hakiki bir
korumadır. Harama düşmede bu koruma, kişi ile haram arasında bir
engeldir. Çünk ü bakma, bu konuda faal bir
vesiledir; göz harama bakmaktan sakındırılınca
kötülük engellenmiş olur.
2-
Allah (c.c.), erkek ve kadına Allah'tan sakınmayı, takvayı
emretmiştir.
"Ey i man
edenler: Allah'tan sakının ve dosdoğru söz söyleyin."
"...Ve Allah'tan korkun.
Şüphesiz ki Allah her şeye şahid olandır."
"...Akibet takvaya
erenlerindir."
Müslüman, Allah (c.c.)'ın
takvasıyla vasıflanınca, O'nun azabından korkar, rızasına
kavuşmak ve cennetine girme yi arzu eder. Bu takva
onu kötülüklerden ve Allah
(c.c.)'a isyandan uzaklaştırır. İşte bu, kişinin bizzat içinde
bulunduğu engelleyici unsurdur. Müslüman, Allah (c.c.)'ın
takvasıyla sıfatlanınca, sıfatların en üstünüyle sıfatlanmış
olur.
3-
İslâm, kadın ve erkeğe şüpheli yerlerden uzaklaşmalarını
emretmiştir. Bu yerlerde ihtiyatlı davranmakla, Allah (c.c.)'a isyana
düşmemiş olurlar. Harama düşmemeleri için, şüpheli yerlerden
uzak durmaları, böylesi ortamlarda yaşamamaları, çalışmamaları
gerekir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Helal de, haram d a
açıkça bellidir. Bunların arasında birçok insanın bilmediği şüpheli
şeyler vardır. Kim şüpheli olan şeylerden kendini korursa, dinini
ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelere düşerse, harama düşmüş
olur. Koruluğun etrafında davar otlatan çoban gibi, bir gün davarı
koruluğa dalabilir. Dikkat edin, her padişahın bir koruluğu vardır.
Allah'ın koruluğu ise haramlardır."
Burada şüphe
üç kısma ayrılır:
A-
Haram veya mübah olduğu hususunda şüphe edilen şeyler. Veya farz
mı, haram mı, mekruh mu, mendub mu yoksa mübah mı olduğu bilinmeyen
fiiller. Bir şeyin vasfında veya bir fiilin hükmünde şüphe varsa;
Allah'ın ilgili fiil veya eşya hakkındaki hükmü açığa çıkmadan
bir Müslümanın onu yapması caiz olmaz. Zannı galibine göre Allah
(c.c.)'ın hükmü olduğu tebeyyün edince, gönül rahatlığı ile
onu yapar. Bunu bilmek; ya ictihad neticesi veya hükmü bilen bir
alimden veya müctehitten o iş hakkındaki Allah (c.c.)'ın hükmünü
öğrenmekle mümkündür. Allah (c.c.)'ın o iş hakkındaki hükmünü
öğrenmek isteyen kimse mutlak olarak mukallit veya cahil olsa da
olmasa da, o hüküm hakkındaki fetvayı ilmine ve takvasına güvendiği
bir alimden öğrenebilir.
B-
Harama komşu ve yakınlığı olan mübah bir fiili işleme hususunda Müslümanın
şüpheye düştüğü durum. Mübah olan fiil, harama yakın olduğu
zaman, harama götürme ihtimali vardır. Mesela; faizle işleyen bir
bankaya emanet olarak para koymak, içki fabrikasının sahibi olan bir
tüccara üzüm satmak, haftalık veya günlük olarak genç kızlara
ders okutmak ve benzeri işler aslında mübahtırlar; yapılması
caizdir. Ancak takva açısından evla olan, bu nevi fiilleri
yapmamaktır.
C-
Aslında mübah olan bir işin halk tarafından yasak zannedilmesi.
Kişi, halkın zannından korkarak mübah olan bir işten uzak durur.
Ahlaksızlığın yaygın olduğu mahallerde gezen kimseyi halk, kötü
bir insan zannedebilir. Halkın yapacağı dedikodu korkusundan dolayı
mübah olmasına rağmen böylesi yerlerden uzak kalır. Kadının yüzünün
mahrem olmadığını bildiği halde, hanımının veya kız kardeşinin
yüzü açıktır diyecekleri dedikodusundan kurtulmak için hanımının
veya diğer mahremlerinin yüzlerini örttürür. Bu durumun iki yönü
vardır:
a-
Halkın, haram veya mekruh olduğu hususunda, şüphe ettiği bir iş
şer'an, bilfiil haram veya mekruh olabilir. Aslında mübah olan işi
bir adam yapmaya kalkışırsa
halk, onun haram bir iş yaptığını zannedecektir. Bu durumda,
halkın zan ve dedikodusundan kurtulmak için aslında mübah olan o işten
uzak kalması gerekir. Ali b. Hüseyin'den rivayet edildiğine göre;
Nebi (s.a.v.)'in hanımı Huyey kızı Safiyye'nin verdiği habere göre;
kendisi, Ramazanın son on gününde itikafta bulunan Allah Rasulü’nün
yanına gelip, akşamleyin yanında bir saat kalarak konuştu. Kalkıp
geri döneceği zaman, Rasulullah onunla beraber onu yolcu etmeğe
kalkıştı. Safiyye, Ümm-ü Seleme'nin meskeninin bulunduğu mescid
kapısına ulaştığı bir sırada Ensardan iki kişi, onlara
rastladılar ve Allah Rasulü’ne selam vererek geçtiler. Allah'ın
Rasulü onlara:
“Biraz yavaş olun.
Yanımda bulunan kişi Huyey kızı Safiyye'dir,
dedi. Onlar: Sübhanallah! Ey
Allah'ın Rasulü dediler. Fakat
Rasulün söylediği onlara ağır geldi. Sonra Allah Rasulü: Şeytan,
ademoğlunun kan damarlarında yüzer. Kalblerinize bir vesvese atacağından
korktum, buyurdu."
Bu hadisi
şeriften anlaşılan, Allah'ın Rasulü iki arkadaşından, bulunması
muhtemel bir şüpheyi gidermiştir. Allah'ın Rasulü şüphelerden
uzak olduğu halde yine de böyle bir ihtiyacı hissetmiştir.
b-
Hakikatte yasaklanmış olmadığı halde halk; o işin yasaklanmış
olduğu kuşkusu içerisinde olabilir. İşte Müslüman,
yasaklanmış olduğu için değil, halkın kendisine haram iş yapıyor
demelerinden korkarak ve onların dedikodusundan çekinerek o işten
uzak kalmaya çalışır. İşte böylesi bir şüpheden dolayı Müslümanın
o işten uzak kalması caiz değildir. Müslüman, o işi şeriat'ın
emrettiği şekilde icra eder. Halk için herhangi bir hesaba girmez. Bu
yüzden Allah (c.c.), Peygamberini bile kınayarak, şöyle buyurmuştur:
"...İnsanlardan
korkuyordun. Halbuki Allah, korkmaya en layık olandır."
Bu ayetin
delalet ettiği mana şudur: Bir Müslüman, şeriat'ın
yasaklamadığı bir işi görürse; bütün insanlar yasak olduğunu söyleseler
bile onu yapmalıdır.
Erkek ve kadın şeriat'ın
yasakladığı şüpheli olan bu türden şeyleri yapmaktan
sakınırlarsa hem kendilerini günahtan korumuş olurlar hem de fazilet
sıfatıyla donatılmış olurlar.
4-
İslâm, erken evlenmeyi teşvik etmiştir. Böylece, erkek ve kadın
ile ilgili cinsi ilişkiler, erken yaşlarda evlenmekle korunmuş olur.
Cinsi duyguların kabardığı dönem başlar başlamaz onları
evlendirmekle, kötü yola düşmekten onları korumuş oluruz. Nitekim
Allah'ın Rasulü şöyle buyurmaktadır:
"Ey gençler topluluğu!
Sizden, kimin gücü yetiyorsa
evlensin."
Evlenme
işini tümüyle kolaylaştırmış ve mehir miktarının
azaltılmasını teşvik etmiş ve bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Sizden (kadınlardan) mehri az alan bereketli
olandır."
5- Evlenmek için imkan
bulamayan kimselere; iffetli ol malarını
ve nefislerini kontrol altına almalarını emretmiştir. Nitekim ayette
şöyle buyrulmaktadır:
"Evlenemeyenler de;
kendilerini Allah, lutfuyla zenginleştirinceye kadar iffetli
davransınlar."
Cinsi içgüdüyü
tedavi edebilmek için evlenmeye imkan bulumayan gençlerin oruç
tutmalarını emretmiştir. Ta ki oruç ibadeti ile cinsi arzuları
engelleyebilsinler. Nefis, daha üstün ve yüce olan, insanın Allah
ile olan bağlarını kuvvetlendiren itaat ile meşgul olsun. Bu hususu
vurgulamak üzere Allah Rasulü şöyle buyurmaktadır:
"Ey gençler topluluğu;
sizden kim evlenmeye güç yetirirse evlensin. Zira evlenmek, gözü ve
mahrem yeri en çok koruyandır. Kim de evlenmeye güç yetiremezse
oruç tutsun. Zira oruç şehvetten uzaklaştırır, şehveti kır ar."
Oruç
tutmak, cinsi içgüdüyü baskı altında tutmak için değildir. Oruç;
insanı nevi içgüdüsüne ait mefhumlardan uzaklaştırıp insanın
dindarlık içgüdüsü ile ilgili hususlarla meşgul olmasını
sağlamak ve böylece cinsi içgüdünün harekete geçip insana sıkıntı
ve rahatsızlık vermesini engellemek içindir. Yine oruç tutmaktan
maksat bedeni fiziki açıdan zayıf düşürmek de değildir. Çünkü
geceleyin yemek yemek ve yeterli miktarda gıdayı almak, gündüzün
yemek yemeye ihtiyaç duymamayı sağlar. Dolayısıyla oruç tutmakla
vucut zayıf düşmez. Oruç tutmakla aranan husus, nafile oruç ile
ruhi mefhumları insanda var etmektir.
6-
Umumi hayatta kadının vakarlı olarak tam bir şekilde örtünmesini
emretmiş, özel hayatını da sadece kadınlara ve mahrem olanlara
tahsis etmiştir. Vakar ve ciddiyetini takınarak topluma çıkan bir
kadının bu tavrı, Allah'tan korkmayanların şüpheci bakışlarına
engel olur. Kur'an-ı Kerim bu elbiseyi dakik, kapsamlı ve eksiksiz bir
şekilde anlatmıştır. Kadın baş örtüsünü boyun ve göğüslerinin
üzerine sarkıttığı, çarşafını veya mantosunu üzerine alarak
vücudunun tümünü örtecek bir şekilde ayaklarına kadar
sarkıttığı zaman, bu kamil elbiseyi giymiş olarak vakar ve ciddiyet
içerisinde toplumun huzuruna çıkmış olur. Kadın bu mükemmel
elbiseyi giydiği zaman genel hayattaki işlerini yapmak üzere dışarı
çıkabilir. Bu haliyle kadın; bütün vakarını ve saygınlığını
kuşanmış bir şekilde dışarı çıktığı zaman, kendisi ile
Allah'tan kormayanların, sakınmayanların şüpheli bakışları
arasına engel koymuş olur.
Kadının genel hayatta
yapması mübah olan işleri yerine getirebilmek için gerekli herşeyi
bünyesinde barındıran şer'i hükümler işte bunlardır.
Yapılmaması gereken hususları kapsayan şer'i hükümler ise
şunlardır:
1.
İslâm; kadın olsun erkek olsun kişinin. bir başkasıyla halvette
kalmasını yasaklar. Halvet, her ikisinin de izni olmaksızın
yanlarına girmenin yasak olduğu; bir evde ya da insanlardan ve yoldan
uzak bir yerde bir arada bulunmaları veya yalnız kalmalarıdır. Kamus
el-Muhit'te şöyle denilmektedir: Yani; “Kişinin
başkasıyla başbaşa görüşmeyi teklif etmesi üzerine o kişinin
bunu kabul etmesi” demektir. Halvet, kendileri
dışında başkasının olmadığından emin oldukları bir şekilde
kadın ve erkeğin başbaşa kalmalarıdır. Böylesi bir halvet fesat
olduğu için İslâm; başbaşa kalan erkek ve kadın kim olursa olsun
ve nerede başbaşa kalırlarsa kalsınlar, mahrem olmayan bir erkekle
bir kadının bir arada bulunmalarını kesinlikle yasaklamıştır.
Onlar için Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe
iman eden kims e; yanında mahremi
olmadıkça bir kadınla yalnız kalmasın. Zira onların üçüncüsü
şeytandır."
Halvete mani
olmakla şeriat, kadın ile erkek arasına koruma duvarı çekmektedir.
Halvet; erkeğe, kadının kadınlığından, kadına da erkeğin
erkekliğinden başka bir şeyi hatırlatmaz. Bu ferdi halvete engel
olmakla, fesada sebep olan şeylere engel olunmuş olur. Çünkü halvet
direkt olarak fesada açılan kapılardandır.
2.
Kadına ziynetini açmayı yasaklamıştır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle
buyurmaktadır:
"Evlenme ümidi kalmamış,
ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara süslerini açığa vurmamak
şartıyla dış elbiselerini çıkarmaktan ötürü bi r
sorumluluk yoktur."
Bu ayetin
mefhumunda yaşlı kadınların ziynetlerini açmaları nehyedilmiştir.
İhtiyarlamış olan kadınların ziynetlerini açmaları
yasaklandığına göre, ihtiyarların dışındaki
genç kadınların ziynetlerini açığa
vurmaları öncelikle yasaktır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Giydikleri ziynetlerinin bilinmesi için o kadınlar ayaklarını
yere vurmasınlar."
Bu türden bir
hareket "teberrüc" sayılır. Ayette geçen
kelimesi; ziynet ve güzelliklerin yabancılara gösterilmesidir ve
böylesi bir kadın için; "güzelliklerini gösterdi"
denilir. Teberrücü yasaklayan birçok hadisi şerif varid olmuştur.
Ebu Musa el-Eşari'den: Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"Kokusunu başkasına
hissettirmek için koku sürüp dışarı çıkan ve halkın arasına
giren kadın zina etmektedir."
Yani günaha
giren zani gibidir. Bir başka hadiste ise şöyle buyurmaktadır:
"Henüz benim görmediğim,
(cehennem ehli) insanlardan iki sınıf vardır. Yanlarında inek
kuyruğu gibi bir kırbaç taşıyıp da onunla insanlara vuran
kimseler; giyinmiş çıplak kadınlar ki bunlar Allah'a itaatteten
dışarı çıkmışlardır. Başları deve hörgücü gibidir. Bunlar
cennete giremeyecekleri gibi cennetin kokusunu dahi duyamayacaklardır.
Halbuki (cennetin) kokusu şu şu kadar uzaklıktan duyulur."
Bu
hadislerin tümü, açılıp saçılarak dışarı çıkmanın
yasaklandığı hususunda açık ve net delillerdir. Bu nedenle teberrüc
halinde, yani açılıp saçılarak dışarıya çıkmaları haramdır.
Buna göre kadın; normalin dışında erkeklerin dikkatini çeken her
ziynetle ve güzelliğini açığa çıkaran her kıyafetle sokağa çıktığında
ya da bu haliyle özel hayatta yabancı erkeklerin huzuruna çıktığında
"teberrüc" yapmış, yani açılıp saçılmış sayılır ki
bu haramdır. Kadının; koku sürmesi, yanaklarını boyaması, başörtüsü
olmaksızın peruk takması, manto veya benzeri bir kıyafet giymeden
pontalonla sokağa çıkması gibi davranışların tümü teberrüc
kapsamına giren hareketlerdir.
Teberrüc yani ziyneti açığa
çıkarmak, erkek ve kadının cinsel duygularını canlandırır ve
insanın cinsi içgüdüsünü tahrik eder. Erkek ve kadının, sadece
seksi düşünceler etrafında bir araya gelmelerine neden olur.
Aralarındaki ilişkiyi sadece seks ilişkisi haline getirir. Toplumsal
yapıyı yıkacak, bozacak şekilde erkek ve kadın arasındaki
yardımlaşmayı bozar. Bu açılıp saçılma, temeli temizlik ve
takvaya dayanan gerçek yakınlaşmaya engel olur. Hayatın her anını
cinsel arzuların doyurulması, içgüdünün tahrik edilmesi düşüncesi
ile doldurur. Hayat, çok büyük sıkıntıların, dertlerin
yoğunlukla yaşandığı bir alan haline gelir. Bedensel açlıkların
doyurulmasından kaynaklanan bu açılıp saçılma; erkek ve kadın Müslümanın
davayı taşıma ve Allah'ın kelime-i Tevhidini yüceltme yolunda cihad
yapmaktan oluşan risaleti taşıma görevini yerine getirmelerine engel
olur. Bu nedenle, kadının açılmasının İslâm cemaatine getireceği
tehlikeyi, erkeklik ve kadınlık duygularını ne kadar tahrik
edeceğini iyice takdir etmek lazımdır. İslâm’ın haram
kıldığı teberrücün vakıası ve İslâm toplumuna getirdiği
tehlikenin gerçeği işte budur. Ancak, evde ve özel hayatında
kadının ziynetini ve güzelliklerini açığa vurması teberrüc sayılmayacağı
gibi teberrüc kavramı da buna uygulanamaz.
3.
İslâm, ahlakı veya toplumu fesada sevk edecek tehlikeleri taşıyan
herhangi bir şeyi yapmaktan kadın ve erkeği men etmiştir. Kadın;
kadınının kullanılmasını amaçlayan her türlü işi yapmaktan
engellenir. Rafi b. Rifaa’dan rivayet edildiğine göre şöyle
demektedir:
"Nebi (s.a.v.),
cariyenin eliyle kazandığının dışındaki kazancını
yasaklamıştır. Dedi ki: Eliyle yün eğirmesi, ekmek pişirmesi ve
nakış yapması gibi işlerden kazanç elde edebilir."
Daha
çok müşteri çekmek amacıyla ticarethanelerde, dişiliğinin
kullanılarak siyasi hedeflere ulaşabilmek için elçiliklerde ve
konsolosluklarda, uçaklarda hostes olarak çalışması gibi
dişiliğin ön planda olduğu işlerde kadının çalışması
engellenir.
4.
İslâm, namuslu kadına zina iftirasını kesinlikle yasaklamıştır.
Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Namuslu hür
kadınlara iftira atan, sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen
değnek vurun. Ebediyyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte
onlar, fasıkların ta kendileridir."
"İffetli ve bir şeyden
habersiz mümin kadınlara iftira atanlar; dünyada da ahirette de
lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır."
Rasulullah
(s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır:
"Helak edici yedi büyük günahtan sakının.
Ey Allah'ın Rasulü; nedir bunlar? denildiğinde şöyle buyurdu: Allah'a
şirk koşmak, sihir, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir
insanı öldürmek, faiz yemek, yetimin malını yemek, savaş günü
savaştan kaçmak ve namuslu, iffetli bir kadına zina iftirasında
bulunmak."
Hadiste yer alan
kelimesinden kasıt iffetli, namuslu olmaktır. Dolayısıyla iffetli
yani namuslu olan her kadına zina iftirasında bulunmak büyük
günahlardandır. Şeriat, iffetli kadına iftira yapmayı yasaklamakla,
kötülükle meşgul olan ve kötülüğü kendisine adet edinmiş olan
dilleri susturmuş olmaktadır. Böylece bu diller, insanların ırz ve
namuslarını lekelemekten alıkonmuş, İslâmi toplumda kötülüğün
yayılmasına ve söylenmesine engel olunmuş olur. Bu hükümlerin
içeriğinde İslâm toplumunun korunması vardır.
İşte yapılmaması gereken
işleri kapsayan bu şer'i hükümler nerede ve nasıl olursa olsun,
İslâm toplumu arasında temizlik ve takva sınırları içerisinde
gerekli yardımlaşmayı hedef etmiştir.
Bütün bunlarla insan; İslâm
toplumunun ne olduğunu, Müslüman kadının nasıl bir kadın
olduğunu anlayabilir. Kadının; Şeriatın mübah kıldığı işleri
genel hayatta icra etmeğe kalkışmasının herhangi bir fesada ve bir
zarara sebep olmayacağını; bilakis genel hayat ve toplumun yükselmesi
için zorunlu olduğunu görmek mümkün olur. Bu nedenle müslümanlar
hangi ortamda yaşarsa yaşasınlar, mutlak suretle şer’i hükümlere
bağlı kalmak zorundadırlar. Yaşadıkları yerin; dar-ı İslâm ya
da günümüzde olduğu gibi müslümanlara ait toprak olmasına rağmen
dar-ı küfür olması ile halkının büyük çoğunluğunu müslümanların
oluşturmadığı (ABD ve Avrupa ülkeleri gibi) ülkeler olması durumu
değiştirmez. Müslümanların muhakkak surette şer'i hükümlere bağlı
kalmaları lazımdır. Şeriat tarafından kadına mübah kılınan
işleri kadının yapmasına müsaade etmeleri ve bu hususta herhangi
bir sakınca görmemeleri lazımdır. Çünkü, şer'i hükümlerle amel
etmekle hem kadın korunmuş, hem İslâm cemaatinin yükselmesi sağlanmış
ve hem de Allah'ın emir ve nehiylerine itaat edilmiş olur. Şeriat,
umumi ve hususi hayatta, fert ve cemaatin yararının nerede olduğunu
daha iyi bilir.
İşte, kadın ve erkek
birlikteliklerinden kaynaklanan problemleri tedavi eden İslâm'ın
ortaya koyduğu nizamın özü budur. Bu nizamın; kadın ve erkeğin
bir arada bulunmalarından dolayı ortaya çıkması muhtemel kötülükleri
engellemeğe yeterli olabilecek şer'i hükümleri bünyesinde taşıdığı
açıkça görülmektedir. Bu hükümler sebebiyle
iffetlilik, takva, ciddiyet ve çalışmanın
yer aldığı bir ortam meydana gelir. Bu hayat; insanoğlunun içinde
rahat edebileceği, sıkıntılardan uzak, özel bir hayatı garanti
etmektedir. Aynı zamanda cemaatın genel hayatında muhtaç olduğu
saadet ve refahı sağlayacağı ciddi bir ortamı da gerçekleştirir.
Bu hükümler, ictimai nizamın bir parçasıdır. Çünkü bu
hükümler, erkek ile kadın arasındaki ilişkileri düzenlemektedir
Kadın ve erkeğin bir arada bulunmasından doğan ilişkiler ve bu
ilişkilerden meydana gelen problemler ictimai nizamın bir parçasıdır.
Evlilik, boşanma, çocuk, nafaka ve benzeri meseleler, erkek ve kadının
bir araya gelmesinden doğan problemlerdir. Bunlar; aynı zamanda ferdin
fert ile arasındaki ilişkileri düzene koyduğu için toplum nizamından
sayılır. Ancak ictimai nizam, aslı itibariyle kadın ve erkek
arasında meydana gelen birleşmeden kaynaklanır. Bunun için onun
ictimai nizamdaki gelişmesinden ve usulünden bahsedilir. Detayları ve
teferruatı itibariyle toplum nizamının bir parçası olarak kabul
edilir ve İslâm fıkhının "muamelat" kısmında ele
alınır.
|