İNSAN ÖLDÜRME DIŞINDA İŞLENEN CİNAYETLER |
|
İnsan öldürme dışında işlenen
cinayetler; erkek yada kadın, hür veya köle, Müslüman ya da
zimmi ve müste’men olup olmamasına bakılmaksızın insan
bedenindeki organlara, kemiklere karşı saldırıda bulunmak,
kafasını yarmak, yaralamak veya vücudun herhangi bir yerini
yaralamak türünden saldırılardır. Bazı fakihler, insan
öldürme dışında işlenen cinayetlere kısas
uygulanmasının Maide suresi 45. ayeti kerimenin gereği
olduğu görüşündedirler:
"Biz (Tevrat’ta) onların
üzerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe diş (karşılıktır. Hülasa bütün)
yaralar birbirine kısastır."
*
Bu ayet gereğince cana yapılan saldırılar
dışında "dişe diş" kuralı
uygulanmalıdır ve kim birisinin gözünü oyarsa onun gözü
oyulmalıdır. Oysa bu ayet, İsrail oğulları hakkında inmiş
bir ayettir ve onların durumunu anlatmaktadır, bize hitap
etmemektedir. Çünkü bizden öncekilerin şeriatı bizim için
şeriat değildir. Bu nedenledir ki bu ayete dayanarak hüküm
çıkaranlar ve onu delil olarak alanlar yanılmaktadırlar;
çünkü biz, bu ayetle muhatap değiliz.
Gerçekte ise insan öldürme dışında
işlenen cinayetler hakkında bu ayetle istidlal yapılamaz.
Ancak bu konuda gelen hadislerle istidlal yapılabilir. Çünkü
bu ayeti kerime İsrail oğullarının durumlarını
anlatmaktadır, onların şeriatıdır. Bizler ise Yahudilerin
şeriatı ile muhatab değiliz, delil olmaya elverişli
değildir, muhatabı olmadığımız sürece de delil olarak alınması
doğru olmaz. Üstelik Kur'an'da insan canı dışında işlenen
cinayetler için de herhangi bir nass geçmemektedir.
"Artık kim size saldırırsa siz de
tıpkı onların saldırdıkları gibi ona saldırın."
*
ayeti ise, Müslümanların kafirlere nasıl bir muamelede
bulunacaklarını bildirmektedir, ayette insan öldürme dışında
işlenen cinayetler hakkında cezalara vurgu yoktur. Çünkü
ayetin tamamı şöyledir:
"Haram ay haram aya karşılıktır.
Hürmetler karşılıklıdır. Artık kim size saldırırsa siz
de tıpkı onların saldırdıkları gibi ona saldırın.
Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, şüphesiz takva sahipleri
ile beraberdir."
*
Bu ayet ininceye kadar Araplar arasında
haram aylarda savaş yapılmazdı. Bu ayette Allah (cc), haram
aylarda müşrikler, sizinle savaştıkları zaman haram aylarda
siz de onlarla savaşınız, haram aylarda kim size saldırırsa
onların saldırdığı gibi siz de onlara saldırınız,
diyerek konuya açıklık getirmektedir. Ayetten kasıt
kafirlere, onların yaptıkları gibi karşılık verilmesidir.
Allah Teâla, müşriklere karşı uygulanacak olan kuralın;
haram aya haram ayla karşılık verilmesi gerektiğini söylemektedir.
Ardından da hürmetlerin karşılıklı olduğunu
bildirmektedir. Yani hürmetler hususunda da misillemenin
geçerli olduğunu bildirmektedir. Ardından da bu kural
üzerine; size karşı yapılacak herhangi bir düşmanlığa
benzeri bir düşmanlıkla karşılık verilmesi gerektiği hükmünü
çıkarmaktadır. Ayetin konusu, Müslümanlarla kafirler arasında
yapılacak olan savaştır, insanın canı dışında bedenine
karşı işlenen cinayetlere uygulanacak olan ceza değildir.
Bunun delili bu ayetin öncesinde ve sonrasında yer alan
ifadelerin kıtala nass teşkil etmesidir: Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Size harb açanlarla Allah yolunda
siz de harb edin. Ancak haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah
haddi aşanları sevmez. Ve onları nerede bulursanız
öldürün. Onları sizi çıkardıkları yerden çıkarın.
Fitne, katilden beterdir. Onlar sizinle savaşmadıkça siz de
Mescidi Haram'da onlarla savaşmayın. Ancak, onlar sizinle
savaşırlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin
cezası böyledir. Eğer onlar vazgeçerlerse şüphesiz ki
Allah Ğafur'dur Rahimdir. Fitne kalmayıp din de yalnız Allah
için oluncaya kadar onlarla savaşın. Bununla beraber vazgeçerlerse,
artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Haram ay
haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Artık
kim size saldırırsa siz de tıpkı onların saldırdıkları
gibi ona saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, şüphesiz
takva sahipleri ile beraberdir."
*
Bu ayet, Müslümanlarla kafirler arasında
yapılacak olan bir savaşla ilgilidir. Ayet açık ve nettir ve
ayet böyle bir konuya has bir ayettir. Bu nedenle de cana karşı
yapılan saldırılar dışındaki saldırılara uygulanacak
cezalara delil olmaya elverişli değildir.
"Eğer ceza verecek olursanız size
reva görülen cezanın misliyle ceza verin."
* ayeti ise
şu ayet gibidir:
"Kötülüğün karşılığı ona
denk bir kötülüktür."
*
Ayetten kasıt nefisten ezayı gidermektir,
yapılan saldırıya benzeri bir saldırı ile karşılık
vermektir. Dolayısıyla bu ayet de insan öldürme dışında
işlenen cinayetlere uygulanacak cezayı açıklamamaktadır.
Tam tersine ayet, ezanın giderilmesi ile ilgilidir.
Karşılaşılan bir saldırının, benzeri bir saldırı ile
ortadan kaldırılması, bu miktarın aşılmasının doğru
olmaması ile ilgilidir. Ayetin devamında yer alan şu ifade de
bunu teyit etmektedir:
"Eğer sabrederseniz elbette ki bu,
sabredenler için daha iyidir."
*
Bu nedenle bu ayet, insan öldürme dışında
işlenen cinayetlere devlet tarafından uygulanacak cezalar için
delil olmaya elverişli değildir. Buraya kadar yapılan açıklamaların
tamamından, insan öldürme dışında işlenen cinayetlere
uygulanacak cezalar hakkında Kur'an'da herhangi bir delil
bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle sünnetten başka
delil yoktur.
İnsan öldürme dışında işlenen
cinayetlere uygulanacak cezalar hakkında sünnette var olanlar
dikkatlice incelendiği zaman, diş dışında vücudun herhangi
bir organı veya kemiği hakkında kesinlikle kısasın
bulunmadığını görür.
Konu ile ilgili şu hadislere gelince: Hasan’ın
Semüre'den rivayetinde Rasulullah (sav), şöyle buyurmaktadır:
"Kim kölesini öldürürse biz de
onu öldürürüz. Kim de kölesini (burnunu kulağını
keserek) sakatlarsa biz de onu (burnunu, kulağını keserek)
sakatlarız."
*
Ebu Davud, Nebi (sav)'nin şöyle dediğini
tahric etmektedir:
"Kim kölesini iğdiş ederse biz de
onu iğdiş ederiz."
*
Bu hadisler, kölesinden dolayı efendisinin
cezalandırılması ile ilgili olup genel değildir. Efendisinin
kölesine karşı yapacağı muamele hakkındadır, cezaları açıklama
hakkında değildir. Dolayısıyla, efendisi, kölesini cezalandırdığı
(sakatladığı veya öldürdüğü) zaman efendisine
uygulanacak cezayı ilgilendirmektedir, her insanı kapsamına
almamaktadır. Öyleyse tüm insanlara, bu türden fiillerden
dolayı tüm insanların aynı şekilde cezalandırılacağına
genelleştirilemez. Hatta kendi kölesi dışında bir başka kölenin
burnunu kesse, buna karşılık o adamın burnu kesilmez. Kendi
kölesi dışında bir başka köleyi iğdiş etse buna
karşılık kendisi iğdiş edilmez. Zira hadis, herhangai bir köleyi
sakatlayanın aynı şekilde cezalandırılacağına delalet
etmemektedir. Çünkü hadiste: "kölesini",
"kölesini sakatlarsa",
"kölesini
iğdiş ederse" ifadeleri yer almaktadır. Hadiste;
"köleyi" veya "birisini" gibi
ifadeler kullanılmamaktadır. Öyleyse "kölesini"
ifadesi kullanılarak lafza isnad yapılmaktadır ve hüküm
yalnızca ona hastır. Hiçbir şekilde başkalarına
genelleştirilemeyeceği gibi, hiçbir surette vücutta bulunan
organlara karşı kısas yapılacağına da delalet
etmemektedir.
Burada belki şöyle bir iddia ileri
sürülebilir: Kim, kölesini öldürürse biz de onu
öldürürüz -ki bu hadis de köle ile efendisi arasında
cereyan eden ilişkiler hakkındadır- hadisi ile istişhadda
bulunduk ve bu hadisi, köleye karşılık hür bir kimsenin
öldürülebileceğine delil olarak ele aldık. Bu iddiaya şu
şekilde cevap verilir: "Kim kölesini öldürürse
biz de onu öldürürüz" hadisi, köleye karşılık
olarak hür bir kimsenin öldürüleceğine mantukun delaleti
ile delalet edemez, tam tersine ancak mefhumun delaleti ile
delalet edebilir. Çünkü; "Kim kölesini
öldürürse" hadisinin mantuku, kölesini
öldürdüğü zaman kölesine karşılık olarak efendisinin de
öldürülebileceğine delalet etmektedir, bundan başkasına
kesinlikle delalet etmemektedir. Dolayısıyla herhangi bir köleye
karşılık efendinin öldürülebileceğine delil olamaz.
Yalnızca kölesini öldürdüğü zaman efendisinin
öldürülebileceğine delalet eder.
Ancak hitabın içeriği, efendisinin
dışında kalan birisinin köleye karşılık olarak
öldürülebileceğine öncelikle delalet etmektedir. Yani
kölenin sahibi olup, onun üzerinde tasarrufta bulunma hakkına
sahip olan efendisi, kölesine karşılık olarak
öldürülebiliyorsa, kendi kölesi dışındaki kölelerden
birisini öldürdüğü zaman ise öncelikle öldürülmesi
gerekir. Bu anlamı, mantukun delaleti açısından değil de
mefhumun delaleti açısından çıkarmak mümkündür. Fakat bu
tür bir delalet, ne; "Kim de kölesini (burnunu
kulağını keserek) sakatlarsa biz de onun (burnunu,
kulağını keserek) sakatlarız."
hadisinde ne de; "Kim kölesini iğdiş ederse biz de
onu iğdiş ederiz." hadisinde yer almaktadır.
Hitabın içeriği, bir kimsenin, kendi kölesinden başka bir köleyi
sakatladığı zaman sakatlanabileceğine, kendi kölesi dışında
bir köleyi iğdiş ettiği zaman iğdiş edilebileceğine
delalet etmemektedir. Kölesini terbiye etme hakkına sahip olan
efendi, bu terbiyeyi, kölenin organlarından birisinin yok
olması seviyesine ulaştırmaktan alıkonuluyorsa, kölesini
sakatlamaktan veya iğdişleştirmekten engelleniyorsa, bu türden
bir işlemi, kendi kölesi dışındaki bir köleye yaptığı
zaman sakatlanabileceği anlamına gelmez. Çünkü mefhumu
muvafaka, bazen alt seviyenin üst seviyeye olan sınırına
tenbihi açısından, bazen üst seviyenin alt seviyeye olan
tenbihi açısından bazen de eşitlik açısından yer
almaktadır. "Kim kölesini sakatlarsa"
hadisinde ve "kim kölesini iğdiş ederse"
hadislerinde ise böylesi bir durum yoktur, herhangi bir şeyin
bir başka şeye tenbihi söz konusu değildir. Ancak; "kim
kölesini öldürürse" hadisinde ise, üst sınırdan
alt sınıra doğru bir tenbih vardır. Efendisi, kölesini
öldürdüğü zaman öldürülüyorsa, kendi kölesi dışında
bir başka köleyi öldürdüğü zaman ise öncelikle
öldürülür. Bu nedenledir ki; "kim kölesini
öldürürse biz de onu öldürürüz" hadisinin,
hitabın içeriğinden dolayı köleye karşılık hür bir
kimsenin öldürülebileceğine delil olarak kullanılması
doğrudur. Fakat; "kim kölesini sakatlarsa"
ve "kim kölesini iğdiş ederse"
hadislerinin; kim, bir başka kimseyi sakatlarsa sakatlanır
veya iğdiş ederse iğdiş edilir şeklindeki bir anlayışa
delil olması doğru değildir.
Hadislerde yer alan "sakatlama"
ve "iğdiş etme" ile ilgili ifadeler
kısasa delil olmadığına göre, bu iki tür fiilin dışındaki
hususlarda kısasın yapılacağına da delil olamaz.
Dolayısıyla bu iki hadis, azalarda kısasın yapılmasına
delil olarak kullanılamaz. Üstelik hadisler incelendiği
zaman, azalardan herhangi birisine karşılık kısasın
uygulanabileceği ile ilgili tek bir tane bile sahih hadisin
bulunmadığı görülür. Öyleyse insan vücuduna ait
azalardan dolayı kesinlikle kısas yoktur. Kim, bir
başkasının gözünü çıkarırsa, onun da gözü çıkarılmaz,
bir başkasının kulağını kestiği için kulağı kesilmez,
dudağını kestiği için de dudağı kesilmez. Zira: "Biz
(Tevrat’ta) onların üzerine şunu da yazdık"
*
ayeti, Yahudiler hakkında olup bizim hakkımızda değildir,
biz, bu ayetin muhatabı da değiliz. Bizden öncekilerin
şeriatı bizim için şeriat sayılmaz. Ne Allah'ın
kitabından ne de Rasülün sünnetinden bu konuda bir nass
gelmemiştir. Ancak insan bedeninde bulunan organlardan her
birisi hakkında diyetin bulunduğunu bildiren sahih hadisler
vardır. Dolayısıyla insan vücudunda bulunan herhangi bir
organa karşı saldırıda bulunulduğu zaman, zarar gören
organ için ceza olarak diyet ödenmesi gerekir.
Buraya kadar anlatılanlar azalar açısından
yapılan açıklamaları içermekteydi. Kemikler hakkında ise
kısasın var olduğunu gösteren sünnetten delil vardır.
Buhari Enes'den şu hadisi tahric etmektedir:
"Halası Rübeyyi' (Ümmü Harise),
bir genç kızın ön dişini kırmıştı. Ondan affetmesini
talep ettilerse de kabul etmedi. Diyet teklif ettiler bunu da
kabul etmedi. Rasulullah (sav)'a gittilerse de kız tarafı kısas
yapılmasında direttiler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) de kısas
yapılmasını emretti. Enes b. Nadir: Ey Allah Rasülü!
Rübeyyi'nin dişi kırılır mı? Hayır! Seni hak ile gönderene
yemin olsun ki onun dişi kırılmaz, dedi. Bunun üzerine
Rasulullah (sav): Ey Enes! Kısas Allah'ın kitabıdır
(emridir) buyurdular. Bu konuşma üzerine kız tarafı
razı olup affettiler. Rasulullah (Enes b. Nadir'i takdir
ederek): Allah'ın öyle kulları var ki bir iş hususunda
Allah'a yemin etse Allah onu boş çevirmeyip yemininde onu
yalancı çıkarmaz."
*
Bu hadis, dişin kırılması durumunda
kısasın uygulanacağına yani dişi kıran kimsenin dişinin
kırılacağına delalet etmektedir. Ancak bu hadisle istidlalde
bulunurken dikkat edilmesi gereken birtakım hususlar vardır:
a- Hadiste, Allah Rasülü:"Kısas,
Allah'ın kitabıdır (emridir)"
* şeklinde bir
ifade kullanmış ve: "Biz (Tevrat’ta) onların
üzerine şunu da yazdık: Cana can..."
* ayetine işaret
etmemiştir. Fakat: "Sizin üzerinize kısas farz
kılındı"
* ayetine işarette bulunmuştur. Çünkü:
"Biz (Tevrat’ta) onların üzerine şunu da yazdık"
*
ayetinde "dişe diş" kuralına işaret vardır
ve bu kural da çok meşhur bir kuraldır. Hatta bu ayet içerisinde
yer alanlardan "dişe diş" kuralı en meşhur
kurallardan birisidir. Eğer Allah Rasülü buna işaret edecek
olsaydı şöyle derdi: Dişe diş, Allah'ın kitabının
gereğidir. Özellikle de olay dişin kırılması gibi bir olay
iken şöyle demiştir: "Kısas Allah'ın kitabıdır
(emridir)." İşte bu ifade, Allah'ın kitabıdır
sözünden kastın kısas ayeti olduğuna yani: "Sizin
üzerinize kısas farz kılındı" ayeti olduğuna
delalet etmektedir. Hadis, "Biz (Tevrat’ta) onların
üzerine şunu da yazdık" ayetini kastetmemektedir.
Üstelik, "Biz (Tevrat’ta) onların üzerine şunu da
yazdık" ayeti, azalar hakkında kısası ifade
etmemekte, dişe diş kuralının geçerli olduğu azaları
saymaktadır. Kısas ifadesi ise, dişe diş kuralının
uygulanacağı azalar tek tek sayıldıktan sonra "yaralar
birbirine kısastır."
* denilerek yaralamalar hakkında
verilecek cezaları ifade etmektedir. Buradaki olay ise,
yaralama olayı olmayıp bir kemiğin kırılması olayıdır.
Bu nedenledir ki hadiste, "dişe diş" ayetine
işaret edilmeyip, "Sizin üzerinize kısas farz
kılındı" ayetine işaret edilmektedir.
b- Ayrıca hadis, yalnızca dişe nass
teşkil etmesinden dolayı dişin kırılması olayında
kısasın uygulanması gerektiğine delildir. Bu hadise
dayanarak diğer kemikler hakkında da kısasın
uygulanabileceği yönünde bir istidlal yapılamaz. Çünkü
nass yalnızca dişlere hastır. Burada kıyas veya kıyas şüphesi
yoktur. Öyleyse hadis, vücutta bulunan kemiklerden herhangi
birisi hakkında kısasın uygulanabileceğine delil olamaz.
Hadis kemikler hakkında kısasın uygulanabileceğine delil
olmadığına göre, insan bedenine ait azalar hakkında ise
öncelikli olarak delil olamaz. Çünkü hadis, özelde dişler
hakkında genelde ise kemikler hakkında olup azalar hakkında
değildir.
Hadisle istidlal yapılırken bu hususlar
dikkate alındığında; kırıldığı zaman dişler hakkında
kısas uygulanması gerektiği ve dişlerin dışında kalan
kemiklere işaret eden bir delil bulunmaması nedeniyle de
diğerleri için kısasın söz konusu olmayacağı görülür.
Çünkü Enes hadisi ancak dişlerin kırılmasına işaret
etmektedir. Bu nedenledir ki dişler dışında kalan kemiklerin
ve insan azalarının hiçbirisi hakkında kısas yoktur. Ancak
haklarında var olan hadis nedeniyle her bir organ için ceza
olarak diyet vardır.
Ayrıca Rasul (sav), hadiste: "dişe
diş" ifadesini kullanmayıp, "kısas"
ifadesini kullanmıştır. Bu ise cezalandırma anında dişler
hakkında misillemenin uygulanacağı anlamına gelmektedir.
Eğer bir kimsenin dişi kırılırsa kıran kimsenin de dişi
kırılır, dişi yerinden sökülürse söken kimsenin de dişi
sökülür, yalnızca dişi yerinden oynatılırsa dişi kıran
kimseye yapıldığı gibi yapılır. İşte bu da kısastır.
Bununla birlikte dişler hakkında kısas
olduğu gibi diyetin olduğu da bilinmesi gerekir. Nebi (sav) Yemen'e gönderdiği zaman Amr b. el-Hazm'a yazdığı yazıda
şu ifade yer almaktadır:
"Dişte elli deve (diyet) vardır."
*
Öyleyse ne zaman diyet gerekir ne zaman da kısas
gerekir? Bu soruya cevaben bazı fakihler şöyle demektedirler:
Dişin kasıtlı kırılması durumunda kısas gerekir. Kimin
dişi kasten kırılırsa Enes hadisi gereğince kısas
uygulanması gereklidir. Ancak kasten olmayan diş
kırmalarında ise diyet vardır. Buna göre; eğer bir kimse,
genellikle dişi kıracak bir şeyle veya fiille vurursa veya
dişi kırmayacak bir şeyle -ki ancak beraberindeki bir başka
şeyle dişi kıracak özellikte olursa veya genelde dişi
kıracak bir fiilde bulunursa- kasten vurur ve de dişi
kırarsa, bu hallerin tümünde kasten kırmış sayılır ve
kısas geçerli olur. Ancak kasten vurmadığı halde dişi
kırarsa veya dişi kırmayacak bir şeyle dişi kırarsa kısas
uygulanmaz; ancak diyet ödenmesi gerekir ki bunun miktarı da
beş devedir.
İnsan vücudunda bulunan azalar ve kemikler
hakkındaki kısas hükmü bundur. İnsan bedeninde bulunan
organlardan hiçbirisi hakkında kesinlikle kısas yoktur. Diş
dışında kalan kemiklerin hiçbirisi hakkında da kısas
yoktur. Yaralamalar hakkında kısasın var olduğu ise sünnetle
sabittir. Sahihi Müslim'de Enes'den rivayet edilen şu hadis
yer almaktadır: "Rübeyyia'nın kız kardeşi -Ümmü
Harise- bir insanı yaraladı. Bu hususta anlaşmazlığa düştüler
ve olayı Nebi (sav)'ye götürdüler. Rasulullah (sav), "Kısas
gerekir. kısas gerekir" dedi. Bunun üzerine
Rübeyyia'nın annesi: Ey Allah Rasülü! Falan kişiden dolayı
kısas mı var?! Allah'a yemin olsun ki ona kısas uygulanamaz,
dedi. Nebi (sav): Sübhanellah! Ey Ümmü Rübeyyia! Kısas
Allah'ın kitabıdır (emridir), buyurdular. Ümmü
Rübeyyia': Hayır! Allah'a yemin olsun ki kesinlikle ona kısas
yapılamaz, dedi. Bu konuşma üzerinden çok geçmeden karşı
taraf diyeti kabul ettiler. Ve Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Allah'ın
öyle kulları var ki bir iş hususunda Allah'a yemin etse Allah
onu boş çevirmeyip yemininde onu yalancı çıkarmaz."
*
Bu hadis, yaralamalar hususunda kısasın bulunduğuna delalet
etmektedir. Rasül: "Kısas Allah'ın kitabıdır
(emridir)" sözüyle Allah (cc)'ın: "Sizin
üzerinize kısas farz kılındı" ayetine işaret
etmektedir. Hadiste, "Biz (Tevrat’ta) onların
üzerine şunu da yazdık" ayetine işaret yoktur.
Cabir'den: "Bir adam yaralandı ve kısas istedi. Nebi (sav)
ise, yaralanan kimsenin iyileşinceye kadar, yaralayandan
kısas istemesini nehyetti."
Amr b. Şuayb, babasından o da dedesinden
şunu rivayet etmektedir:
"Adamın birsi bir diğerinin diz
kapağına boynuz batırdı. Bu adam peygamber (sav)'in yanına
gelerek: Benim yaralanmama karşılık kısas uygula dedi.
Peygamber (sav) ona: İyileşinceye kadar bekle dedi. Ancak
adam bir müddet sonra tekrar gelerek: Benim için kısas
uygula, dedi. Bu sefer Nebi (sav), onun için kısas uyguladı.
Bir müddet sonra adam gelerek şöyle dedi: Ey Allah Rasülü!
Ben topallamaya başladım. Peygamber efendimiz ona: Ben,
acele etme vazgeç demiştim, sen bana karşı geldin. Allah da
seni uzak tuttu ve topallamanı iptal etti (karşılıksız ve
cezasız) bıraktı. Daha sonra Rasulullah (sav), yaralı
iyileşmedikçe yaradan dolayı kısas uygulanmasını
yasakladı."
*
Bu iki hadisin yaralanmalarda kısas
uygulanmasına delalet ediyorsa da bu kısasın; ancak yaranın
iyileşmesinden sonra şapılması gerekir. Ancak her iki hadis,
aynı zamanda işaretin delaleti ile, yaralamalarda kısasın
varlığına işaret etmektedir. Öyleyse bu iki hadis, yaralama
olaylarında kısasın bulunduğuna delil olmaya elverişlidir.
Ancak yaralama olaylarında kısasın
uygulanabilmesi için birtakım şartların bulunması
gereklidir. Bu şartlar şunlardır:
1- Yaralama fiilinin kasten işlenmiş
olmasıdır. Eğer kasten işlenmemiş ise yani hatayla
işlenmiş ise kısas yoktur, hükümeti adl vardır. Caife* veya
ayak altına alarak koparma değilse diyet vardır.
2- Kısasın uygulanması nedeniyle
kısas uygulanan kişinin ölmesinden korkulmamalıdır. Eğer
kısas uygulandığı takdirde ölmesinden korkuluyorsa; caife
veya ayak altına alarak koparma değilse hükümeti adl vardır.
3- Az ya da çok, vuran kişinin hatası
olmadıkça kısasa yol açıcı olmamalıdır Bu durumda kısas
yoktur. Caife veya ayak altına alarak koparma değilse hükümeti
adl vardır.
4- Aynı şekilde hak sahibi affetmişse
veya diyet almışsa veya hükümeti adl kısasın istenmesini
terk etmişse kısas yoktur. Kısas ancak mecniyünaleyhin
(kendisine karşı cinayet işlenen kimsenin) talep etmesi
durumunda uygulanır. Kısas istemezse uygulanmaz. Çünkü kısas,
kul hakkıdır.
İşte bu şartlar bulunursa kısas
uygulanır. Bu şartlardan birisi bulunmazsa kısas yoktur. Suçlu
kimseye şeriat tarafından tespit edilen para verilir. Yine
yukarıda yer alan Cabir hadisi nedeniyle yara iyileşmedikçe
de kısas uygulanmaz. Zira Amr b. Şuayb hadisinde kısas
uygulanmasını isteyen kimseye Rasül (sav), izin verdikten sonra
şöyle demiştir: "Daha sonra Rasulullah (sav), (kısas
uygulanmasını) yasakladı." İşte bu söz, yara
iyileşmeden önce kısaslaşmanın haram olduğuna delalet
etmektedir. Çünkü hadiste yer alan "sonra"
kelimesi belirli bir terbin, düzenin bulunmasını
gerektirmektedir. Dolayısıyla yasaklama, kendisinden önce
cereyan etmiş olan izni neshedici bir hüviyet kazanmıştır.
Öyleyse yaralamalarda, yara iyileşmedikçe kısas uygulanamaz.
Yaralamalarda -ki bu bedende gerçekleşmektedir-
durum budur. Ancak şeccde; yani baş ve yüzde yer alan
yaralamalarda ise kısas yoktur. Bunun nedeni şeccin,
hadislerin içeriğine girmemesidir, çünkü şecc, yaralama
değildir. Başta ve yüzde yer alan yaralamalar için
"cerah" kelimesi kullanılmamaktadır. "Şecc",
kelimesinin baştaki yaralamalar hakkında kullanıldığı,
"cerh"
kelimesinin ise bedendeki yaralamalar hakkında kullanıldığı
alimlerce bilinen bir şeydir. Öyleyse cerh lafzının yer
aldığı hadisler bu konuda delil olamazlar. Zira ne lügat ne
de şeriat açısından böyle bir anlama delalet
etmemektedirler. Üstelik ne Kitaptan ne de sünnetten, başta
ve yüzde yer alacak olan yaralanmalar için kısasın
varlığına delalet edecek herhangi bir nass da gelmemiştir.
Yalnızca bedende yer alan yaralanmalar için diyetin var olduğuna
delalet eden nasslar bulunmaktadır. Bu nedenledir ki başta ve
yüzde yer alan yaralanmaların cezası, sünnette yer aldığı
üzere diyettir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar da gösteriyor
ki insan öldürme dışında işlenen cinayetler hakkında birçok
detaylar vardır. İnsanın organlarının tamamı, diş
dışında kalan kemiklerinin tümü ve başta meydana gelen
yaralamaların tümü için kesinlikle mali cezalar vardır ve
bunlar da sünnette yer almaktadır. Bunların hiçbirisi hakkında
bedensel cezalar ve kısas yoktur. Şayet dişe karşı
kasıtlı bir saldırı olursa cezası kısastır. Ancak kasten
değil de hatalı bir saldırı olursa veya saldırıya uğrayan
kimse kısastan vazgeçer ve diyet isterse, her iki halde de
yalnızca diyet vardır. Yani yalnızca mali ceza vardır.
Bedene karşı işlenen saldırılarda gerekli olan tüm
şartlar varsa ve saldırıya uğrayan kimse de kısas
uygulanmasından vazgeçmemişse bu takdirde ceza, bedensel bir
cezadır yani kısastır. Şayet bu şartlardan birisi
bulunmazsa veya saldırıya uğrayan kimse kısastan vazgeçerse
bu takdirde de ceza parasal bir cezadır. Ancak bu ceza
miktarının ne olduğu hususunda ise nasslara bakılır. Eğer
nasslar, ceza olarak verilmesi gereken diyet miktarını
belirtmiş ise ceza, nasslarda belirtilen miktardır. Bunun
nedeni yaralamaların iki türden meydana gelmesinden dolayıdır:
1- Caife, yani (göğüs yahut karın,
yahut sırt veya böğürlerden yahut hayalar arasından veya dübürden
ya da boğazdan) karna kadar ulaşan yaralamalar.
2- Vat' (delme) yoluyla küçük açılmalar.
Bunlardan birincisi hakkında hadis vardır.
İkincisinin delili ise sukutu icmadır. Bedende meydana gelen
bu iki tür yaralanmalar dışındaki yaralanmaların diyetini açıklayan
bir nass gelmemiştir. Dolayısıyla bunların dışındakilerin
cezası hükümettir.
|