Nebiler ve Resuller


Nebi” ve “Resul” birbirinden farklı iki kelimedir. Ancak her iki kelimenin içeriğinde de Şeriatın kendilerine vahyedilmesi vardır. Nebi ile Resul arasındaki fark şudur: Resul; kendisine Şeriat vahyedilen ve bu Şeriatı tebliğ etmekle emrolunmuş kimsedir. Nebi ise, kendisinden başka resullerin Şeriatı kendisine vahyolunan ve bu Şeriatı tebliğ etmekle emrolunan kimsedir. Resul bizzat kendisine vahyedilen Şeriatı tebliğ etmekle emrolunan kimsedir. Nebi ise kendi dışındaki bir resule emredilen Şeriatı tebliğ etmekle emrolunan kimsedir. Kadı el-Baydavi;

 وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلا نَبِيٍّ "Senden önce gönderdiğimiz hiç bir Resul ve hiçbir Nebi yoktur ki"[1] ayetinin tefsiri hakkında şöyle demektedir.

"Resul; Allah Subhenehû ve Teala’nın yeni bir Şeriatla gönderdiği ve bu Şeriata insanları davet eden kimsedir. Nebi ise kendinden önceki Şeriatı doğrulamak için Allah Subhenehû ve Teala’nın gönderdiği kimsedir."

Efendimiz Musa Aleyhisselam nebidir. Çünkü ona Şeriat vahyedilmiştir. Aynı zamanda resuldür, çünkü kendisine vahyedilen Şeriat ona ait bir risalettir. Efendimiz Harun Aleyhisselam nebidir. Çünkü kendisine bir Şeriat vahyedilmiştir. Fakat Harun resul değildir. Çünkü tebliğ etmekle emrolunduğu Şeriat kendi Şeriatı değil Musa Aleyhisselam’ın Şeriatıdır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem nebidir. Çünkü ona Şeriat vahyedildi. Aynı zamanda da resuldür. Çünkü ona vahyedilen Şeriat ona ait risalettir.

Risalet”, kulların ihtiyacı olan dünya ve ahiret işleri ile ilgili çözümlerin açıklanması için kullar ile Allah Subhenehû ve Teala arasında kulun elçilik yapmasıdır. Hikmet de, maslahatların ve hükümlerin açıklanmasına ihtiyaç duyulmasından dolayı bir resulün gönderilmesini gerektirmektedir ve resullerin gönderilmesi de fiilen gerçekleşmiştir. Allahu Teâla, iman ve taat ehlini Cennet ve sevap ile müjdelemesi, isyan ve küfür ehlini de ateş ve azap ile uyarması, dünya ve ahiret işlerinden ihtiyaç duydukları hususları açıklaması için insanlar içinden insanlara elçiler göndermiştir. Çünkü akılın insanı ve insanın ihtiyaçlarını kuşatmaktan/tespit etmekten aciz olmasından dolayı nebi ya da resul gönderilmesinden başka yol yoktur.

Allah Subhenehû ve Teala nebilerini ve resullerini olağanüstü mucizelerle desteklemiştir. Çünkü mucize, nebi olduğunu iddia eden kişinin elinde, nübüvvetini inkâr edenlere karşı göstereceği ve inkâr edenleri benzerini getirmekten aciz bırakacağı olağanüstü bir iştir. Nebi olan kimse mucize ile desteklenmeseydi sözünü kabul etmek gerekmezdi ve risalet davasında doğru olan ile yalancı olan birbirinden ayırt edilemezdi. Mucize görüldüğünde, normalde insandan böyle bir şey görülemeyeceği için bu mucizeyi görerek ikna olan kimsenin mucizeyi gösteren kimseyi kesinlikle tasdik etmesi gerekir.

Nebilerin ilki Adem Aleyhisselam sonuncusu da Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'dir. Adem Aleyhisselam'ın nübüvveti Kitap ile sabittir. Zira Allahu Teâla şöyle demiştir:

وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى (121) ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى    "Adem Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. Rabbi yine de onu seçip tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi."[2]

Yine Kur'an Adem'e emredenin ve onu yasaklayanın Allah olduğuna delalet etmektedir.

وَقُلْنَا يَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا    "Ey Adem sen ve eşin cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın"[3]

Bu nedenle kesinlikle Adem zamanında ondan başka nebi yoktur. Başkası değil, o vahiy ile nebi'dir. Çünkü “nebi” kendisine bir Şeriat vahyedilen kimsedir. Her emir ve yasak Şeriattır. Adem’e de vahyedildiğine göre öyleyse Adem de nebidir. Aynı zamanda nebiliği, Tirmizi'nin Ebu Said el Hudri yoluyla rivayet ettiği şu hadisle de sabittir:

أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ آدَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلا فَخْرَ وَبِيَدِي لِوَاءُ الْحَمْدِ وَلا فَخْرَ وَمَا مِنْ نَبِيٍّ يَوْمَئِذٍ آدَمُ فَمَنْ سِوَاهُ إِلا تَحْتَ لِوَائِي     "Ben kıyamet gününde Adem'in çocuklarının efendisiyim. Hamd sancağının elimde olmasından, Adem ve dışındaki bütün nebilerin benim sancağımın altında olmasından başka övünme yoktur."[4]

Sahabeler de Adem'in nebi olduğu hususunda icma etmişlerdir.

Nebi olduğunu iddia eden ve mucize gösteren Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in nebiliğine gelince: Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in risaleti, nübüvvet çağrısı kesin bir şekilde tevatüren bilinmektedir. Mucize göstermesi ise; belağatlarının zirvesinde olan bütün Arap edebiyatçılarına Kur'an ile meydan okuması ve onların da Kur'an'daki sûreler gibi en kısa bir sûre getirmekten bile aciz oluşları ile Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamı ile açıkça ortadadır. Hatta onlar belağat ve fesahat bakımından zirvede olmalarına rağmen sözle cevap vermekten yüz çevirerek kuvvetle ve kılıçla karşı koydular. Nakil vasıtalarının çokluğuna rağmen hiçbirinin Kur'an'ın en kısa sûresine yaklaşabilecek bir şeyi getirdiği hiç kimseden nakil edilmemiştir. Bu da Kur'an'ın Allah Subhenehû ve Teala katından indirilmiş bir kitap olduğuna ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in nübüvvet davasının doğru olduğuna delalet etmektedir.

Nebilerin sayıları ise kesin olarak bilinmemektedir. Çünkü Allahu Teâla Kur'an-ı Kerimde Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e şöyle demektedir:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ    "And olsun ki, senden önce de resüller gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık kimini anlatmadık."[5]

Her ne kadar bazı hadislerde nebiler ve resullerin sayıları hakkında rakamlar veriliyorsa da bu hadislerin tamamı ahad haber olduğundan bunların akide açısından değeri yoktur. Ahad haberler fıkıh usulünde belirtilen şartların tamamını bünyesinde toplamakla beraber ancak zann ifade ederler. İtikatta ise zanna itibar edilmez. Bu nedenle kesin olması nedeniyle Kur'an-ı Kerim'de geçen haberlerle yetinilir. Ayrıca resullerin sayılarını belirten mütevatir hadislere de rastlanmamıştır. Allahu Teâla Kur'an-ı Kerim'de nebiler ve resuller hakkında şöyle buyurmaktadır:

وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ (83) وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ كُلًّا هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَى وَهَارُونَ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (84) وَزَكَرِيَّا وَيَحْيَى وَعِيسَى وَإِلْيَاسَ كُلٌّ مِنْ الصَّالِحِينَ (85) وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ (86) وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَإِخْوَانِهِمْ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (87) ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَلَوْ أَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (88) أُوْلَئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمْ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ   "İşte bu, Bizim hüccetimizdir. Onu kavmine karşı İbrahim'e verdik. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve muhakkak ki Rabbin hâkimdir, âlimdir. Ve Biz, ona İshak'ı ve Yakub'u ihsan ettik. Her birini hidayete erirdik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete erdirdik. İşte böyle mükâfatlandırırız ihsan edenleri. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da. Hepsi salihlerdendir. İsmail'i, El-Yesa'ı, Yunus'u ve Lut'u da. Her birini alemlerden üstün kıldık. Onların babalarından, zürriyetlerinden, kardeşlerinden kimini de. Onları seçtik ve onları dosdoğru bir yola ilettik. İşte bu, Allah’ın hidayetidir ki; kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Eğer onlar da şirk koşsalardı yapageldikleri şeyler boşa çıkardı. Onlar; kendilerine kitap, hikmet ve nübüvvet verdiklerimizdir."[6]

وَإِسْمَاعِيلَ وَإِدْرِيسَ وَذَا الْكِفْلِ كُلٌّ مِنْ الصَّابِرِينَ (85) وَأَدْخَلْنَاهُمْ فِي رَحْمَتِنَا إِنَّهُمْ مِنْ الصَّالِحِينَ "İsmail, İdris ve Zülkifl de. Onların her biri sabredenlerdendi. Ve onları rahmetimize kattık. Doğrusu onlar doğru kimselerdi."[7]

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا    "Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı…"[8]

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا   "Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik."[9]

 وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا    "Ad'a da kardeşleri Hud'u gönderdik."[10]

 وَقُلْنَا يَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ    "Ve demiştik ki; Ey Adem, sen eşinle birlikte cennette otur."[11]

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ    "Muhammed, Allah’ın resulüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı zorlu kendi aralarında merhametlidirler."[12]

Bütün nebiler ve resuller Allah Subhenehû ve Teala'dan aldıkları haberleri getirmektedirler. İnsanlara öğüt verici olmaları ve doğru sözlü olmaları, onların risaletlerinin ve nebi oluşlarının manası içerisindedir. Aksi takdirde risaletlerinin ve gönderilişlerinin bir anlamı olmazdı. Onlar günah olan bir işi yapmaktan tamamen uzak oldukları gibi tebliğlerinde yalandan ve hatadan tamamıyla uzaktırlar. Fakat bazı nebilerin günah işlediklerine ve yalan söylediklerine işaret eden hadisler ya sübutu zannidirler, ya da delaleti zannidirler. Zanni delil ise, nebilerin ismeti/hatadan korunmuşluğu hakkındaki akli delilin karşısında duramaz. Ancak kat'i bir yolla Kur'an-ı Kerim'de bazı nebiler ve resuller hakkında geçen olaylara gelince; bunların hepsi onlara risalet gelmeden önce gerçekleşen olaylardır.   

Kur’an’da Adem Aleyhisselam hakkında geçen olaya gelince; Adem Aleyhisselam’ın Allah Subhenehû ve Teala’nın kendisine yasakladığı ağaçtan yemesi, dünyada insanlara risaleti tebliğden kaynaklanan ismetle çelişmez. Çünkü Adem Aleyhisselam’dan meydana gelen olay, Allah Subhenehû ve Teala’nın bildiği bir hikmetten dolayı cennette meydana gelmiştir. Bu ise başka bir konudur. Çünkü ismet, dünyada yeryüzünde insanlara risaletle alakalıdır.


[1] Hacc: 52

[2] Ta Ha: 121,122

[3] Bakara: 35

[4] Tirmizi, Tefsiri’l-Kur’an, 3073, Menâkıb, 3548; Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâşim, 2415, 2560

[5] Mü'min:78

[6] En'am: 83,89

[7] Enbiya: 85,86

[8] Araf: 85

[9] Araf: 73

[10] Araf: 65

[11] Bakara: 35

[12] Feth: 29