İCTİHAD VE TAKLİD


Allah Subhenehû ve Teala, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in risaleti ile bütün insanlara hitab etti. Buna işaret eden birtakım ayeti kerimelerde Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

 يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ "Ey insanlar! Rabbinizden size burhan/ kesin bir delil geldi."[1]

يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَكُمْ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ "Ey insanlar! Resul Rabbinizden size hak ile geldi."[2]

يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا "(Ya Muhammed! De ki; Ey insanlar doğrusu ben Allah’ın hepiniz için gönderdiği resulüyüm."[3]

Aynı zamanda Allahu Teâla müminlere ve insanlara hükümleri ile hitab etti:

يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ "Ey insanlar! Rabbinizden sakının; Doğrusu Kıyamet Gününün sarsıntısı büyük şeydir."[4]

يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ "Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan Rabbinizden sakının."[5]

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنْ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً "Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar."[6]

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَقْرَبُوا الصَّلاةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى "Ey inananlar! Sarhoşken namaza yaklaşmayın."[7]

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَتَبَيَّنُوا "Ey inananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz zaman iyice araştırın."[8]

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ "Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan şahidler olun."[9]

Hitabı duyan kimsenin onu anlaması ve iman etmesi, inanan kimsenin ise yine onu anlaması ve inandığı ile amel etmesi gerekir. Çünkü o Şer’î hükümdür. Bu nedenle, Müslüman için aslolan Şari’in hitabı olan Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü bizzat kendisinin anlamasıdır. Çünkü hitab, doğrudan doğruya Şari'den herkese yönelik bir hitaptır. Yalnızca müctehidlere veya âlimlere yönelik bir hitap değil, mükellef olan herkese yönelik bir hitaptır. Dolayısıyla hitabın gerektirdiği ameli yapabilmeleri için mükelleflerin bu hitabı anlamaları farzdır. Çünkü hitabı anlamadan hitabın gerektirdiği ameli yapmak mümkün değildir. Şer’î nasslardan Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü istinbat etmek/çıkarmak, yani ictihad mükelleflere genel olarak farzdır. İşte bundan dolayı, mükellefte asıl olan, Şari'in hitabından Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü bizzat kendisinin çıkarmasıdır. Çünkü mükellef bu hitabın muhatabıdır ki o da Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmüdür.

Ancak mükelleflerin vakıası, nassları anlamada ve kavramada, öğrenmede, ilim ve cehalet açısından farklılık arzetmektedir. Bu nedenle, herkes Şer’î delillerden Şer’î hükümlerin tamamını istinbat etme hususunda, yani mükellef olanların tamamı müctehid olmada mazeretli sayılırlar. Asıl maksat hitabı anlamak ve onunla amel etmektir. Hitabı anlamak yani ictihad bütün mükelleflerin üzerine farzdır. Bütün mükelleflerin eğitimde, idrakte ve anlamadaki farklı seviyelere sahip olmaları, bizzat kendilerinin hitabı anlamada da farklı olmalarına neden olduğu için mazeretli sayılmaları ictihadı farz-ı kifaye haline getirmektedir. İnsanlardan bir kısmı müctehid olduğu zaman diğerlerinden bu farziyet kalkar. Bu nedenle Şer’î hükümleri istinbat edecek müctehidleri içlerinde bulundurmaları, yetiştirmeleri Müslüman mükelleflere farzdır.

Bu açıklamalara binaen, mükelleflerin durumları ve Şer’î hükümlerin hakikati, Müslümanların müçtehitler ve mukallidler olmak üzere iki gruba ayrıldığını göstermektedir. Herhangi bir konudaki Şer’î hükmü doğrudan doğruya delillerden çıkarabilen kişi müctehid sayılır. Bir meseledeki Şer'i hükmü bir müctehide sorup öğrenen kimse ise mukalliddir.

Soru soran kişinin soruyu öğrenmek ve amel etmek için sorması, öğrenip başkalarına da öğretmek için sorması, yalnızca öğrenmek için sorması veya soran kimsenin mukallid olmasını değiştirmez. Şer’î hükmü bilip başkasına söyleyebilme imkânına sahip olan fakat müctehid olmayan bir kimse, kendine yöneltilen soruya cevap vermesine rağmen mukallid sayılır. Kendisine soru sorulan kimse ister âlim olsun, ister ammi olsun, bunların hepsi bu Şer'î hükümde başkasının mukallididir. Hatta o hükmü istinbat edeni bilmese dahi. Çünkü mükelleften şahsı taklit etmesi değil, Şer’î hükmü alması istenmektedir.

Kişinin mukallid olması demek, bizzat kendisi istinbatta bulunmadan başka bir kişi vasıtasıyla Şer’î hükmü alması demektir. Yoksa mukallid demek şahsı taklit eden kimse demek değildir. Çünkü söz konusu edilen şey şahıs değil Şer’î hükümdür. Dolayısıyla müctehid ile mukallid arasındaki fark şudur: Müctehid; Şer’î hükmü Şer’î delillerden bizzat kendisi istinbat eder. Mukallid ise; hükmü istinbat edeni bilsin bilmesin, Şer’î hüküm olduğuna güvendiği sürece, kendisi dışındaki bir kişiden istinbat edilen Şer’î hükmü alan kimsedir.

İnsanlardan herhangi bir şahsın kendisine ait bir görüşün alınması Şer’î taklidden sayılmaz. Veya falan âlimin, falan düşünürün, falan filozofun görüşü olması itibarı ile bir görüşün alınması gibi olayların hiçbiri Şer’î taklit sayılmaz. Böyle bir olay ancak İslam dışı bir şeyi almak demektir ki bu da Şer'an haramdır. Bir Müslüman’ın böyle yapması helal olmaz. Çünkü Allah Subhenehû ve Teala bize kim olursa olsun Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den başkasından hiçbir şeyi almamamızı emretmektedir. Bu nedenle Allahu Teâla ayette şöyle buyurmaktadır:

وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا   "Resul size ne verdiyse onu alın, sizi neden yasakladıysa ondan sakının."[10]

İnsanların kendilerine ait bir görüşün alınmasını yasaklayan nass vardır. Ubade b. es Samit'ten: Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'i şöyle söylerken işittim:

إِنَّ اللَّهَ لا يَنْزِعُ الْعِلْمَ بَعْدَ أَنْ أَعْطَاكُمُوهُ انْتِزَاعًا وَلَكِنْ يَنْتَزِعُهُ مِنْهُمْ مَعَ قَبْضِ الْعُلَمَاءِ بِعِلْمِهِمْ فَيَبْقَى نَاس جُهَّالٌ يُسْتَفْتَوْنَ فَيُفْتُونَ بِرَأْيِهِمْ فَيُضِلُّونَ وَيَضِلُّونَ   "Allahu Teâla size ilmi verdikten sonra onu sizden söke söke almaz. Fakat âlimleri bitirerek ilmi sizden söker. Bundan sonra öyle cahil insanlar kalır ki, onlardan fetva istenir, kendi görüşlerine göre fetva verirler. Böylece bunlar saparlar ve diğerlerini de saptırırlar."[11]

Yani bunlar şahsi görüş ve düşünceleri ile fetva verirler ve arkasındakileri yanıltırlar. İstinbat edilen bir görüş istinbat edenin/müctehidin kişisel görüşü değil Şer’î hükümdür. Kişinin kendi şahsi görüşü olarak itibar edilen bir görüşü Resul bid'at olarak isimlendirmiştir. Sahih bir hadiste Nebi şöyle demektedir:

خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللَّهِ وَخَيْرُ الْهُدَى هُدَى مُحَمَّدٍ وَشَرُّ الأمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلالَةٌ   "Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. Hidayetin en hayırlısı ise Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in hidayetidir. İşlerin en şerlisi ise sonradan ortaya çıkartılandır. Her bid'at ise sapıklıktır."[12]

Hadiste "sonradan ortaya çıkartılanlar" bid'at olarak nitelendirilmiştir. Bid'at, ister ameli olsun, isterse sözlü olsun, hükümlerden; İcmaya, Kitab’a ve Sünnete muhalif olan her şeydir.

Ancak hükümlerin dışında olan davranışlar ve eşyalar bid‘at kavramının kapsamına girmez. Yasaklanan ve kınanan görüşten maksat bunlar değildir. Kınanan yasaklanan şey bir insanın şahsi görüşünden kaynaklanan hükme göre amel etmektir. Çünkü Şer’î hükmün yalnızca Şer’î delillerden alınması gerekir. Şer’î hüküm Şer’î delillerin dışındakilerden alınamaz.

Bu açıklamalara göre Şeriatın mübah kıldığı taklit; bir meseledeki Şer’î hükmü çıkarmaya gücü yetmeyen kimsenin, karşılaştığı meseledeki Şer’î hükmü kendisine öğretmesi ve alması için konuyu Şer’î hükmü bilen bir kimseye sormasıdır. Şeriata göre mukallid işte budur.


[1] Nisa-: 174

[2] Nisa: 170

[3] Araf: 158

[4] Hacc: 1

[5] Nisa: 1

[6] Tevbe: 123

[7] Nisa: 43

[8] Nisa: 94

[9] Maide: 8

[10] Haşr: 7

[11] Buhari, el-I’tisâmi bi’l-Kitâb, 6763

[12] Müslim, Cema’ah, 1435