Ýslâm Dýþý Kültürler Karþýsýnda Müslümanlarýn Tavrý


Müslümanlar Ýran'ý, Irak'ý, Þam'ý, Mýsýr'ý, Kuzey Afrika'yý ve Ýspanya'yý fethettiler. Bu ülkelerin hepsi farklý dillere, ýrklara, medeniyetlere, kanunlara ve adetlere sahiptiler. Üstelik kültürleri de farklý idi. Müslümanlar bu ülkeleri fethettikleri zaman Ýslâm Davetini oralara taþýdýlar ve oralarda Ýslâm nizamýný uyguladýlar.

Ayrýca oralarda yaþayan insanlar iman edinceye kadar Müslüman olmalarý için onlarý zorlamýyorlardý. Ancak Ýslâm ideolojisinin gücü ve doðruluðu, akidesinin kolay anlaþýlmasý ve fýtrata uygunluðu onlarý etkiledi ve onlar grup grup Allah Subhânehû ve Teala’nýn dinine girdiler. Bunlara ilave olarak Ýslâm'ýn anlaþýlmasý herkes için kolaydý.

Harp halinde âlimler orduyla beraber hareket ediyorlar ve insanlara Ýslâm dinini öðretmek için çeþitli ülkelere göçüyorlardý. Bu nedenle bu ülkelerde güçlü bir Ýslâmî kültür hareketi meydana geldi. Bunun, insanlara dinin hakikatini ve kültürünü anlatmada çok büyük etkisi oldu. Böylece Ýslâm, fethedilen ülkelerdeki kültürleri ve düþünceleri etkiledi. Bütün akliyetler Ýslâm akliyetinin potasýnda eridi.

Ancak Ýslâm, dünyanýn fikri liderlik merkezini ele almakla, insanlýðý karanlýktan kurtarmak için çalýþýyor ve davetini korumak ve insanlara taþýma için kuvvet hazýrlasa da asla kendini kabul ettirmek için insanlarý zorlamýyordu. Bunlara ilave olarak ise, Ýslâm'ýn hakikatini idrak etmeleri için akýllarý ve zihinleri Ýslâm kültürü ile donatmaya çalýþýyordu. Bu nedenle Ýslâm, insanlarýn Ýslâm kültürüne uymalarýnda çok düzgün bir üslûb kullandý.

Müslümanlar Arap yarýmadasýndan çýktýklarý zaman fetih yolu ile Ýslâm'ý yayacaklarýný anlýyorlardý. Ülkelere girdiler ve oralara Ýslâm'ý götürdüler. Kur'an’ý, Sünneti Nebeviyeyi ve Arapça lisanýný götürdüler. Ýnsanlara Kur'an’ý, Hadisi ve din hükümlerini öðrettikleri gibi ayný zamanda onlara Arapça lisanýný da öðretiyorlar ve Ýslâm kültürünün iyice yerleþmesine çok fazla önem veriyorlardý.

Bu nedenle Müslümanlarýn yönetimleri altýnda çok fazla zaman geçmeden fethedilen ülkelerdeki eski kültürler iyice azalarak yok oldu. Ýslâm kültürü ülkelerin tek kültürü halini aldý. Ýslâm'ýn dili olan Arapça lisaný o ülkelerdeki tek lisan oldu. Zira Ýslâm Devleti’nin kullandýðý resmi dil yalnýzca Arapça idi. Bu nedenle halklarýnýn, dillerinin ve kültürlerinin farklýlýðýna raðmen bütün Ýslâm beldelerindeki kültür tek kültür olan Ýslâm kültüründen meydana geldi. Ýran kültürü Þam kültüründen, Afrika kültürü Irak kültüründen ve Yemen kültürü de Mýsýr kültüründen farklý iken bütün akliyetler tek akliyette Ýslâm akliyetinde odaklaþtý. Bu nedenle fethedilen topraklarýn tamamý daha önce farklý ülkelerden oluþmakta iken, Arap beldeleriyle beraber tek bir ülke olarak Ýslâm ülkesini meydana getirdi. Bu topraklarda yaþayan insanlarýn tamamý da daha önce farklý halklardan ve ýrklardan müteþekkil iken tek bir ümmet olarak Ýslâm ümmetini oluþturdu.

Müsteþriklerin/oryantalistlerin kasten yaptýklarý ve bazý Müslüman âlimlerin de içine düþtükleri fahiþ bir hata vardýr. Müsteþrikler; Ýran, Rum, Yunan, Hind ve diðer kültürlerin Ýslâm kültürünü etkilediðini iddia etmektedirler ve kasten de bunlarý yaymaktadýrlar. Birçok yabancý kültürün Ýslâm kültürüne girdiðini söyleyenlerin sözlerindeki saptýrma ne kadar da açýktýr. Oysa gerçekte Ýslâm kültürü fethedilen ülkelere girdiði zaman bu ülkelerdeki kültürleri tamamen etkiledi, hatta neredeyse eski kültürler tamamen yok oldu. Daha önce bu ülkelerin kültürleri olarak niteledikleri kültürlerin yerini Ýslâm kültürü alarak bu topraklardaki tek kültür haline geldi.

Ýslâm dýþý kültürlerin Ýslâm kültürünü etkilediði þüphesine gelince: Bu þüphe, Müslüman olmayanlarýn eþya hakkýndaki mefhumlarý deðiþtirmek için yaptýklarý kasýtlý hareketler ve bir takým araþtýrýcýlarýn dar görüþlülüklerinden dolayý kasýtlý olarak yapýlan bir kargaþa ile gelmiþtir. Evet, Ýslâm kültürünün, geliþmesi, yeþerip gürleþmesi için yabancý kültürlerden faydalandýðý ve istifade ettiði doðrudur. Fakat bu, etkilenmek deðil, sadece yararlanmaktýr. Bu ise; bütün kültürler için gereklidir.

Bir kültürden etkilenme ile faydalanma arasýnda fark þudur:

Bir kültürden etkilenmek; o kültürü inceleyip araþtýrmak ve içerdiði düþünceleri kendilerinde daha önceden var olan kültüre soyut bir þekilde benzemesi veya bu fikirlerin hoþlarýna gitmesi nedeniyle alarak kendi fikirlerine katmalarý demektir. Bir kültürden etkilenmek, kiþiyi etkilenilen kültürde var olan fikirlere inanmaya sevk eder. Eðer ilk fetihte Müslümanlar yabancý kültürden etkilenmiþ olsaydýlar Roma hukukunu naklederler ve Ýslâm'dan bir parça sayarak Roma hukukunu tercüme eder ve Ýslâm hukukuna ilave ederlerdi. Yunan felsefesini akidelerinden bir parça yapabilirlerdi. Hayatlarýný Ýran ve Roma hukukuna göre yönlendirebilirler ve devlet iþlerinde de onlarýn maslahatýna göre hareket edebilirlerdi. Eðer böyle yapmýþ olsalardý, Arap yarýmadasýndan ilk çýkýþta Ýslâm, istikrarsýz bir tarafa yönlendirilmiþ, fikirleri karmakarýþýk bir hale getirilerek, “Ýslâm” özelliðini kaybetmiþ olurdu. Eðer etkilenme olsaydý böyle bir sonuç ortaya çýkardý.

Faydalanmaya gelince; faydalanma ise kültürü derinlemesine incelemek, araþtýrmak, Ýslâm kültürü ile araþtýrýlan kültür arasýndaki farký bilmek sonra da Ýslâmî fikirlere herhangi bir çeliþkinin sýzmasýna yer vermeden, hayat hakkýnda, teþri ve akide hakkýnda diðer kültürlerden her hangi bir fikri de almadan bu kültürdeki manalarý, teþbihleri, edebi kültür ürünlerini, mana ve teþbihlerdeki eda güzelliklerini almaktýr. Özetle Ýslâm dýþý kültürden etkilenmeden, hayata bakýþ açýsý üzerinde bir etki meydana getirmeden bilgilenmek için incelemektir.

Müslümanlar Ýslâmî fetihlerin baþlangýcýndan kültürel ve misyoner saldýrýlarýn yoðun bir þekilde yapýldýðý miladi on sekizinci asrýn ortalarýna kadar yani çöküþ dönemine kadar Ýslâm akidesini kültürlerine esas olarak alýyorlardý. Ýslâm dýþý kültürleri, içerisinde var olan fikirlere inanmak için deðil, içerisinde hayattaki eþyalar hakkýnda var olan manalardan faydalanmak için inceliyorlardý. Bu nedenle Ýslâm dýþý kültürlerden etkilenmediler ancak faydalandýlar.

Fakat Batýlýlarýn kültürel saldýrýlarýndan sonra Müslümanlar, bunun tam tersini yaptýlar. Batý kültürünü incelediler ve Batý kültürüne ait fikirlerden hoþlandýlar. Hatta onlardan bir kýsmý Batý fikirlerine inanarak Ýslâm kültürünü tamamen býraktý. Bir kýsmý ise batý kültürüne ait fikirlerden hoþlanarak onlarý Ýslâm kültüründen sayýp Ýslâm kültürüne ilave etti. Böylece Ýslâm kültürü ile çeliþmesine raðmen Batý kültürüne ait bazý fikirler Ýslâmî fikirlerden sayýldý.

Onlardan birçoðu "Egemenliðin kaynaðý halktýr" þeklinde bilinen demokratik kuralý Ýslâmî kural olarak kabul ettiler. Hâlbuki bu kural hâkimiyetin halka ait olduðu, kanunlarý koyanýn halk olduðu anlamýna gelmektedir. Bu ise Ýslâm'la tamamen  çeliþmektedir. Çünkü Ýslâm'da egemenlik halkýn deðil Þeriatýndýr. Kanunlar ise insanlar tarafýndan yapýlmaz Allah Subhanehû ve Teala katýndan gelir.

Yine onlardan birçoðu Ýslâm'ýn, demokrasi, sosyalizm ve komünizm gibi bir sistem olduðunu söylediler. Oysa;

- Ýslâm demokrasi ile çeliþmektedir. Çünkü Ýslâm, devlet baþkanýný, Þeriatý uygulayýcý ayný zamanda da Þeriatla kayýtlý kýlmýþtýr. Yönetici, halk tarafýndan ücretle tutulmuþ bir kiþi olmadýðý gibi kendi iradesine göre hareket eden bir kiþi de deðildir. Bilakis o, Þeriata göre ümmetin maslahatýný gözetir.

- Ýslâm, sosyalizm ile de çeliþmektedir. Çünkü Ýslâm'a göre mülkiyet, keyfiyet açýsýndan sýnýrlýdýr. Azlýk-çokluk bakýmýndan mülkiyetin sýnýrlandýrýlmasý caiz deðildir.

- Ýslâm, komünizmle de çeliþmektedir. Çünkü Ýslâm, Allah Subhenehû ve Teala’nýn varlýðýna imaný hayatýn esasý kýlmakta, ferdi mülkiyeti kabul etmekte ve onu korumak için çalýþmaktadýr.

Fikirlerinden hoþlanýlarak demokrasiyi veya sosyalizmi veya komünizmi Ýslâm'dan saymak yabancý kültürden faydalanmak deðil ondan etkilenmek demektir.

Bundan daha kötüsü Batýnýn fikri liderliði, Ýslâm akidesi ile çeliþen bir akidedir. Onlardan bir kýsmý Batý kültüründen etkilendi ve bazý öðreticiler “dini devletten ayýrmak” gerekir demeye baþladýlar. Bazýlarý ise “din siyasetten baþka þeydir” dedi! “Din siyasete karýþmaz” diyenler oldu!

Bütün bunlar kültürel saldýrýlardan sonra çöküþ asrýnda Müslümanlarýn Ýslâm dýþý kültürleri inceleyip araþtýrdýklarýna ve ondan etkilendiklerine delalet etmektedir. Oysa daha önceki dönemlerde Müslümanlar da Ýslâm dýþý fikirleri incelediler, araþtýrdýlar. Ancak onlardan etkilenmeden istifade ettiler/faydalandýlar.

Böylece Müslümanlarýn Ýslâm dýþý kültürleri inceleme ve araþtýrma keyfiyetinin ve Ýslâm dýþý kültürleri alýþ keyfiyetinin ortaya konulmasý ile diðer kültürlerden Müslümanlarýn nasýl faydalandýklarý ve nasýl etkilenmedikleri açýkça görülmüþtür.

Ýslâm kültürünü inceleyen kimse bu kültürün içerisinde tefsir, hadis, fýkýh ve benzeri Þer’î bilgilerin, sarf, nahv, edebiyat belaðat ve benzeri Arapça lisanýna ait bilgilerin, mantýk ve tevhid gibi de akli bilgilerin var olduðunu görür. Ýslâm kültürü bu üç grup bilgi dalýnýn dýþýna çýkmaz.

Þer'î bilgiler kesinlikle Ýslâm dýþý kültürlerden etkilenmemiþtir. Kesinlikle faydalanmamýþtýr da. Çünkü Þer’î bilgilerin esasý Kitap ve Sünnet ile kayýtlýdýr.

-Fýkýh; Fakihler Ýslâm dýþý kültürlerden kesinlikle faydalanmadýlar, inceleyip araþtýrmadýlar da. Çünkü Ýslâm Þeriatý eski Þeriatlarýn tamamýný neshetmiþtir. Ýslâm'dan önceki Þeriatlara göre yaþayan kimseler, Ýslâm geldikten sonra onlarý tamamen býrakmakla emrolunmuþlar ve býrakmayanlar da kâfir sayýlmýþlardýr. Bu nedenle Þeriata göre; Müslümanlarýn Ýslâm dýþý Þeriatlarý almalarý ve etkilenmeleri caiz deðildir. Müslümanlar, yalnýzca Ýslâm hükümlerini almakla kayýtlýdýrlar. Çünkü Ýslâm hükümlerinin dýþýndakiler küfür hükümleridir ve alýnmalarý haramdýr.

Buna binaen hükümlerin alýnmasýnda Ýslâm'ýn yalnýzca bir metodu vardýr. Bu metot; var olan sorunu anlamak ve Þer’î delillerden bu sorunla ilgili hükmü çýkarmaktadýr.

Bu nedenle Müslümanlar, Roma hukukundan veya diðer hukuklardan kesinlikle etkilenmediler, herhangi bir þey almadýlar. Ne incelediler ne de araþtýrdýlar. Müslümanlar felsefi eserleri ve bazý ilim dallarý ile ilgili eserleri tercüme etmelerine raðmen Ýslâm hukukunun dýþýndaki ne Roma hukuk ve kanunlarýndan, ne de Roma hukuk ve kanunlarýnýn dýþýndakilerden asla herhangi bir þeyi tercüme etmediler.

Bütün bunlar fakihlerde, ne faydalanmak amacýyla ne de incelemek ve araþtýrmak amacýyla Ýslâm fýkhýnýn dýþýndaki hukuktan herhangi bir þeyin bulunmadýðýna kesinlikle delalet etmektedir.

Ýslâm fýkhýnda var olan geliþme ve büyüme fethedilen topraklarda yaþayan Müslümanlarýn karþýlaþtýklarý olaylara çözümler aranmasýnýn sonucudur. Ýslâm Devleti'nin karþýlaþtýðý çok geniþ çaplý ekonomik sorunlar ve bu devletle ilgili muhtelif iþlerde ortaya çýkan meseleler, Müslümanlarý, Ýslâmî kaidelere göre Kitap'tan ve Sünnetten veya Kitap ve Sünnetin iþaret ettiði Þer’î delilerden bu meseleleri çözecek hükümler çýkarmaya ve karþýlaþýlan sorunlar hakkýnda dinlerinin hükümlerini öðrenmeye sevk etmiþtir. Zira hükümler, sorunlarý çözmek için vardýr. Dinlerinin emrettiði ve Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in açýkladýklarý da budur. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Muaz'ý Yemen'e vali olarak gönderdiðinde ona þöyle söylediði rivayet edilir:

بم تحكم؟ قال بكتاب الله قال: فإن لم تجد. قال بسنة رسول الله. قال: فإن لم تجد. قال: اجتهد رأيي. فقال: الحمد لله الذي وفق رسول رسول الله لما يحبه الله ورسوله    "Ne ile hükmedeceksin? Muaz; Allah’ýn Kitabý ile. Kitap'ta bulamazsan? Allah‘ýn Resulü'nün Sünneti ile. Allah’ýn Resulü'nün Sünnetinde de bulamazsan? Görüþümle ictihad ederim, deyince Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem þöyle dedi: Allah’ýn Resulü'nün elçisini, Allah ve Resulü'nün sevdiði þeyde muvaffak kýlan Allah’a hamd olsun."[1]

Bu nedenle ortaya çýkan her mesele karþýsýnda Þer’î hüküm istinbat ederek ictihad yapmak Müslümanlara farzdýr. Ýstinbat edilen bu hükümler Kitap'tan ve Sünnetten veya Kitap ve Sünnetin iþaret ettiði Þer’î delillerden çýkartýlmýþ Ýslâm'a ait Þer’î hükümlerdir.

Tefsire gelince; Müslümanlar;  ya kelimelerin ve cümlelerin sözlük veya Þer’î anlamlarýna göre ya da ortaya çýkan olaylarý bu kelimelerin ve cümlelerin delalet ettiði anlamlarýn kapsamýna dahil ederek ayetlerin anlamlarýný açýklamaya çalýþýyorlar ve Kur'an-ý tefsir ediyorlardý. Her ne kadar ayetlerin anlamlarýný açýklamada ve tefsirde geniþleme olduysa da, Ýslâm dýþý kültürden sayýlmasý itibarý ile hayata bakýþ açýsý ile ilgili olarak Roma veya Yunan fikirlerinden ve kanunlarýndan tefsire hiçbir þey girmemiþtir. Evet, Kur'an dýþý anlamlar olmalarýna raðmen bazý müfessirlerin uydurma ve zayýf hadislere tefsirlerinde yer verdikleri ve bunlarýn Kur'an tefsirindeki anlamlara karýþtýðý doðrudur.  Fakat bunlar Ýslâm dýþý kültürlerin etkisi sayýlmaz. Bilakis, söylemediði halde Resulün hadislerine sokulan þeylerin Ýslâm kültürüne de sokulmasý sayýlýr. Hadislere iftira edilerek Ýslâm'a bir þeyin sokulmasýyla, Ýslâm'dan bir parça sayýlarak Ýslâm dýþý fikirlerin Ýslâm'a sokulup Ýslâm dýþý kültürden etkilenme arasýnda fark vardýr.

Özetle; Þer’î bilgiler, Ýslâm dýþý kültürden kesinlikle etkilenmemiþtir.

Edebiyat, lisan ve benzeri bilgilere gelince: Arapça lisanýnýn fethedilen ülkelerdeki lisanlar üzerinde, hayat iþlerinde genel olarak kullanýmdan kaldýracak derecede çok güçlü bir etkisi olmuþtur. Kur'an'ýn dili olmasý ve Ýslâm'ýn anlaþýlmasýnda temel bir parça olmasýndan dolayý hayattaki iþlerin hemen hemen tamamýnda tek egemen dil Arapça idi. Bu nedenle Ýslâm'a tamamen inandýktan sonra fethedilen bölgelerde yaþayan halklarýn bu etkinin güçlenmesinde ortak olduklarý görülmüþtür. Çünkü Arapça, inandýðý ve baðlandýðý Ýslâm dininin bir gereðidir. Bu nedenle Arapça lisaný fethedilen bölgelerdeki dilden ve kültürden etkilenmemiþtir. Tam tersine Arapça, fethedilen topraklarda kullanýlan ana dili etkileyerek zayýflattý hatta bazýlarýnda ana dil tamamen yok oldu bir kýsmýnda ise yok olmaya yüz tuttu ve Ýslâm'ýn tek dili olan Arapça lisaný hayatta hakim olarak kaldý. Arapça, Ýslâm Devleti'nin tek resmi dili ve yaygýn olan dildir. Arapça; kültür, ilim ve siyaset lisanýdýr.

Ancak Arap edebiyatý fethedilen bölgelerde medeni þekillerle (bina vb) bað bahçe ile köþklerle, denizler ve nehirlerle çeþitli manzaralarla vb karþýlaþýnca anlamlarýný, hayal gücünü, benzetmelerini ve konularýný artýrdý, geliþtirdi ve bunlardan istifade etti. Ancak Ýslâm ile çeliþen fikirlerden etkilenmedi. Bu nedenle Ýslâm akidesi ile ilgili konularda ve Ýslâm'la çeliþen meselelerde Müslüman edebiyatçýlarýn hiçbirinin etkilenmediði ve onlardan tamamen yüz çevirdiði görülür. Yunan felsefesinin tercüme edilmesine ve Yunan felsefesine önem verilmesine, Yunan edebiyatçýlarýnýn birçok ilahý kabul etmelerine, onlara beþeri sýfatlar vermeleri ile ilgili yazýlar yazmalarýna raðmen bunlarýn hiçbiri, Müslümanlarca hiçbir þekilde revaç bulmadý ve kabul görmedi. Hatta onlara kesinlikle dönüp bakmadýlar bile.

Evet, bazý þahýslarýn Ýslâm kültürüne uymayan bir takým davranýþlarda bulunduðu, birtakým edebiyatçý, þair ve erotik konularý iþleyenlerin Ýslâm'ýn kabul etmediði anlamlarý kullandýklarý doðrudur. Ancak bunlar Ýslâm toplumu içerisinde anýlmayacak kadar azýnlýkta kalmýþ kimselerdir. Bunlarýn ortaya koyduklarý edebi eserlerde Ýslâm'ýn yasakladýðý þeylerin etkisi görülse de bu etki, Ýslâm kültürünü etkileyebilecek bir durumda olmamýþtýr. Bilakis Ýslâm kültürü, Arap edebiyatý ve Arapça lisaný þaibelerden arýnmýþ bir halde devam etti.

Akli bilgilere gelince; Müslümanlar, hayattaki aslî vazifeleri olan Ýslâm’a Davetin doðasý gereði diðer dinlere ve kültürlere mensup kiþilerle karþýlaþýyorlardý. Diðer din ve kültür sahipleri Yunan felsefesi ile silahlanmýþlardý. Bu nedenle de elbette ki onlarýn akidelerini çürütmek, bozukluðunu ve yanlýþlýðýný açýklamak gerekiyordu. Yine bu kimselerin anlayabileceði bir üslûbla Ýslâm akidesinin açýklanmasý da gerekmekteydi. Bundan dolayý Ýslâm akidesinin insanlara anlayacaklarý bir üslûbla açýklanmasý ve öðretilmesi için Müslümanlar, tevhid ilmini oluþturdular. Tevhid ilminin konusunu her ne kadar Ýslâm akidesi oluþturuyorsa da, þekil ve eda açýsýndan akli bilgiler kapsamýna giren Tevhid ilminde Müslümanlar mantýktan faydalandýlar. Bu nedenle de mantýðý Arapçaya tercüme ettiler.

Buradan da açýkça anlaþýlmaktadýr ki yabancý kültür ne Þer’î bilgilerde ne Arap dili ile ilgili konularda ne de akli bilgilerde Ýslâm kültürünü etkilememiþtir. Çöküþ asrýnýn sonlarýna kadar Ýslâmî kültür sadece Ýslâmî kültür olarak kalmýþtýr.

Ayný þekilde düþünme metotlarý açýsýndan da Ýslâm'ý anlamalarý açýsýndan da Müslümanlar, Ýslâm dýþý kültürden etkilenmediler. Yalnýzca Ýslâmî akideye sahip Müslümanlar olarak hayatlarýný sürdürdüler.

Ancak bazý fertler akli bilgilerde yabancýlardan etkilendiler ve onlarda yepyeni fikirler ortaya çýktý. Yine, yabancý felsefelerin beyinlerini bulandýrmasý nedeniyle bazý fertler bir takým Ýslâmî fikirleri anlamada hataya düþtüler veya akli konularý araþtýrýrken onlarý sapýklýða düþmeye sevk etti. Bazý fikirleri ve Ýslâmî fikirleri Ýslâm akidesinden kopuk bir þekilde anladýlar. Bunlar iki gruptur:

1. Anlayýþlarýndaki hata onlarý içerisinde bulunduklarý yanlýþ bir ortama düþürmekle birlikte onlar, Ýslâmî zihniyeti ve Ýslâmî nefsiyeti taþýmaya devam ettiler. Bu nedenle hatalý fikirleri içerse de onlarýn akli ürünleri Ýslâm kültüründen sayýldý. Ancak onlardaki hata anlayýþtan kaynaklanan bir hataydý.

2. Ýdraktaki sapýklýk onlarý içerisinde bulunduklarý hale düþürdü. Ýslâm akidesinden tamamen uzaklaþtýlar ve Ýslâm dýþý bir akliyet taþýr oldular. Bu nedenle onlarýn akli ürünleri Ýslâm kültüründen sayýlmadý.

Birinci gruptakilere gelince; Onlarýn anlayýþta hataya düþmelerinin sebebi Hind felsefesidir. Hind felsefesi, dünyadan el etek çekmeyi ve bedene azap etmeyi öngörmektedir. Bazý Müslümanlar zühd ile Hind çilekeþliðini birbirine karýþtýrarak, dünyadan el etek çekmenin, vücuda iþkence yapmanýn bazý hadislerde bahsedilen “zühd” olduðunu sandýlar. Ýþte, bu anlayýþtan tasavvufçular denilen grup ortaya çýktý. Bu ise; “dünyadan almak” ya da “dünyadan yüz çevirmek” manasýnýn anlaþýlmasý üzerinde etki yaptý. Oysa “zühdün” manasý, dünyayý bir gaye edinmemek, uðruna mal kazanýlacak yüce deðer haline getirmemek anlamýna gelmektedir. Yoksa “zühdden” kasýt; temiz olan þeylerden faydalanmamak deðildir. Hint felsefesinde var olan dünyadan el etek çekmek ise; Ýslâm fikrinin tam tersine gücü yettiði halde hayatýn lezzetlerinden ve temizlerinden tamamen yüz çevirmek anlamýna gelmektedir. Ki bu anlayýþ, Ýslâm'la tamamen çeliþir. Ýþte bu hatalý anlayýþ; Hint felsefesinin birtakým Müslümanlar tarafýndan incelenip araþtýrýlmasýnýn uzantýsý olarak onlarýn zihinlerini bulandýrmasýnýn sonucunda ortaya çýktý.

Ýkinci gruba gelince; Onlarýn anlayýþlarýndaki sapýklýða Yunan felsefesi sebep olmuþtur. Yunan felsefesi; metafizik konularý inceleyen, araþtýran fikirleri gündeme getirdi. Ýlahýn varlýðý ve sýfatlarý ile ilgili konularýn araþtýrýlmasýný saðladý.

Fethedilen bölgelerde Yunan felsefesi ile kültürlenmiþ olan gayri müslimler Ýslâm'a hücum ettiler. Onlarýn bu saldýrýlarý; Ýslâm'a saldýranlarýn hücumlarýný reddetmek, geri püskürtmek için bir takým Müslümanlarý Yunan felsefesini tercüme etmeye, inceleyip araþtýrmaya sevk etti. Ýslâm'ýn getirdikleri ile Yunan felsefesinden gelenler arasýnda bir uyum saðlamaya çalýþtýlar. Bu çaba ise Yunan felsefesi ile        haþýr-neþir olanlarý etkileyerek Kur'an yaratýlmýþ mýdýr deðil midir? Sýfat mevsufun/vasýflanan hususun ayný mýdýr yoksa deðil midir? vb. gibi konularýn araþtýrýlmasýna sevk etti. Ancak bu araþtýrmalar Ýslâm zihniyeti sýnýrýnda durdu. Ve bu kiþiler Ýslâm akidesine ait fikirlere baðlý kaldýlar. Onlarýn araþtýrma yapmalarýnýn sebebi kendilerinde var olan Ýslâm akidesi idi. Bu nedenle Ýslâm akidesinden çýkmadýlar. Ýslâm akidesine uygun olmayan felsefi konulara sürüklenmediler. Onlarýn fikirleri Ýslâmî fikirlerdi ve araþtýrmalarý da Ýslâm kültürüne ait araþtýrmalardan sayýldý. Bu nedenle sapýtmadýlar ve Ýslâm akidesinden çýkmadýlar. Ýslâm akidesine baðlýlýklarý onlarý dalalete düþmekten korudu. Bunlarý, Mutezile ve benzeri tevhid ilmiyle uðraþan âlimler oluþturmaktadýr.

Ancak bunlarýn yanýnda Ýslâm akidesine baðlanmadan Yunan felsefesine dalan, sürüklenen çok az sayýda þahýslar da vardý. Bunlar Ýslâm'la herhangi bir baðlantý kurmadan yalnýzca akli esasa göre Yunan felsefesini araþtýrdýlar. Yunan felsefesini araþtýrmada derinleþtiler. Felsefeyi olduðu gibi almaya çalýþtýklarý gibi, Yunan felsefesini taklit etmeye ve onun gereðini yerine getirmeye çaba harcadýlar. Araþtýrmalarýna Ýslâm akidesinin herhangi bir etki göstermesine yer býrakmadýlar, Ýslâm akidesinin var olup olmadýðýna hiç önem vermediler. Sýrf felsefi bir araþtýrma yaptýlar. Onlarýn Müslüman sayýlmalarý, araþtýrmalarýnýn Ýslâmî alanlarda görülmesinden dolayýdýr. Ancak buna neden Ýslâm akidesine olan baðlýlýklarý deðil Yahudi felsefecilerde olduðu gibi içlerinde eskiden kalma mefhumlar olarak Ýslâm'dan birtakým kýrpýntýlarýn bulunmasýydý. Bu ise onlarýn felsefelerini hiçbir þekilde Ýslâm'a yaklaþtýrmaz. Tam tersine Yunan felsefesi metodunda kullanýlan akli bir felsefedir. Bunlar Ýbni Sina, Farabi, Ýbni Rüþd gibi Müslüman filozoflardýr. Felsefeleri Ýslâmî bir felsefe deðildir. Ýslâm'ýn hayat hakkýndaki felsefesi de deðildir. Ýslâm'la uzaktan veya yakýndan kesinlikle alakasý yoktur. Araþtýrmada Ýslâm akidesinin yeri olmadýðý için Ýslâm kültüründen de sayýlmaz. Çünkü araþtýrmada Ýslâm akidesine hiç önem verilmemiþtir. Araþtýrmada söz konusu olan þey, Ýslâm'la ve Ýslâm akidesiyle herhangi bir ilgisi olmaksýzýn yalnýzca Yunan felsefesi idi.

Müslümanlarýn Ýslâm dýþý kültürler karþýsýndaki tavýrlarýnýn özeti iþte budur. Onlar fýkhi hükümlerle ilgili konularda kesinlikle yabancý kültürleri incelemediler, araþtýrmadýlar, yabancý kültürden ne faydalandýlar ne de etkilendiler. Þer’î bilgilerde Ýslâm dýþý kültürlerle alakalý hiçbir þey yoktur.

Bazý anlamlarda, benzetmelerde ve hayal gücünün artýrýlmasýnda yabancý kültürde var olan þeylerden faydalandýlar. Ancak bu faydalanma Arapça dilini ve Arap edebiyatýný etkilemedi. Ýslâm dýþý kültürleri incelemeleri bu açýdan etkilenmeye yönelik bir inceleme deðil faydalanmaya yönelik bir inceleme idi.

Akli ilimlere gelince; Müslümanlar, mantýk ve tevhid ilminde eda üslûbu açýsýndan akli ilimleri incelediler ve ondan faydalandýlar. Ancak Ýslâm ve Ýslâm fikirleri kesinlikle etkilenmedi. Fakat bazý Müslümanlar sadece Ýslâm anlayýþlarýnda etkilendiler ve bu etkilenme onlarýn davranýþlarýnda ve yazdýklarý eserlerde açýkça görüldü. Ýslâmî kültürde ve Ýslâmî fikirlerde bu etki olmadý. Tasavvuf ehli ve felsefeciler bunlardandýr.

Kültür açýsýndan durum budur. Tabiat, matematik, astronomi, týp ve benzeri ilimlere gelince; Müslümanlar bu ilimleri evrensel bir þekilde incelediler, araþtýrdýlar ve aldýlar. Bunlar hayata bakýþ açýsýna göre þekillenen ve etkilenen kültür kapsamýna giren konulardan deðildir. Bunlar ancak deneye dayalý ilimlerdir. Bütün insanlar için geneldir. Herhangi bir halka ait olmayýp evrenseldir. Bu nedenle Müslümanlar bunlarý aldýlar ve istifade ettiler.

Ýlmi ve Ýslâm kültürüne ait konularda takip edilen telif/kitap yazma üslûbuna gelince; Bunlar belli bir düzene ulaþýncaya kadar doðal olarak geliþti. Ýslâm kültürü, insanlarýn iþittiklerini aðýzdan aðza birbirlerine nakletmeleri ile baþladý. Ýslâm devletinin sýnýrlarýnýn geniþlemesi sonucunda ilimlerin ve bilgilerin yazýlmasýna þiddetle ihtiyaç duyuluncaya kadar Kur'an'ýn dýþýnda tedvini/kayda geçirilmesi yapýlmýþ hiçbir þey yoktu. Ýhtiyacýn ortaya çýkmasýndan sonra yavaþ yavaþ tedvin iþi çoðalmaya baþladý. Ancak baþlangýçta düzensiz bir þekilde idi. Tefsirde, hadiste, fýkýhta, edebiyatta vs. bir meseleyi olduðu gibi yazýyorlardý. Bunlarýn tamamý düzensiz ve bölümlerine ayrýlmamýþ bir þekilde tek kitapta toplanmýþtý. Çünkü onlarýn nazarýnda bunlarýn tamamý ilimdir. Onlara göre þu ilim ile þu ilim arasýnda veya þu bilgi ile þu bilgi arasýnda herhangi bir fark yoktur. Ýlmin hepsi ayný þeydir. Dünya belirli bir ilimle ayrýlmýþ deðildir. Fakat daha sonralarý bilgi akýmlarý geniþleyince ve âlimlerin birçoðu bu bilgilerin tamamýna ayný anda sahip olabilme gücünden yoksun kalýnca, telif eserlerde yoðunlaþtýlar. Her grup, ilimlerden ve bilgilerden kendilerine aðýr basan özel bir alana yöneldi. Böylece birbirine benzeyen konular bir arada toplanmaya baþlandý. Ýlim ve bilgi kapsamýna giren konular birbirinden ayrýldý. Âlimler bunlarý yavaþ yavaþ bir düzene koymaya baþladýlar. Böylece fikirler belli bir düzenlemeye ve telife yönlendirilmiþ oldu.

Örneðin; Hadiste "Muvatta", edebiyatta "Kelile ve Dimne", usulde "er-Risale", fýkýhta imam Muhammedin kitaplarý, Dilbilgisinde "Kitabu'l Ayn", Nahivde "Sibeveyh"'in kitabý, siyrette "Ýbni Hiþam" ve tarihte "Taberi" gibi telif eserler yazýldý. Hatta fýkhýn yalnýzca bir bölümünde bile kitaplar yazýldý. Ekonomide Ebu Yusuf'un "Kitabu'l Harac"ý, yönetim konusunda Maverdi'nin "el-Ahkamu's Sultaniy"esi bunlara örnektir. Daha sonra ise ilimler ve bilgiler telif eserlerin her dalýný kapladý. Bu durum ilim ve bilgi kapsamýna giren konularýn hemen hemen her dalýnda mükemmel telif eserlerin yapýlmasýna ve eser içindeki konularýn bölümlere ayrýlmasýna, aþama aþama belirli bir düzenlemenin yapýlmasýna yol açtý. Daha sonralarý ise üniversitelerde yüksek tahsildeki sýnýflarda ve telifte ilim ve kültür konularý birbirlerinden ayrýldý.

Burada Müslümanlarýn baþkalarýndan telif üslûbu ile ilgili þeyleri aldýklarýný da zikretmek gerekir. Çünkü telif üslûbu ilim gibidir. Herhangi bir halka ait özel bir kültür deðil geneldir.


 

[1] Ebu Davud