Esirler


Müslümanlar düşmanlarından esirler elde ettiklerinde, o esirlerin durumu doğrudan halifenin emrine terk edilmiştir. Onları esir edenin, çatışma komutanın ya da ordu emirinin bu hususta herhangi bir görüş sahibi olması hakkı yoktur. Çünkü savaşçı esir olduğunda onun hakkındaki durum halifenin görüşüne aittir. Halife bu hususta esirler hakkındaki Şer’î hükme tâbi olur.

Esirler hakkındaki hüküm, Kur’an’ın kati nâssı ile sabittir. O da; halifenin esirleri, ya fidye karşılığı serbest bırakması, ya da karşılıksız serbest bırakması hususunda serbest olmasıdır. Esirler ile ilgili ya karşılıksız, ya da fidye karşılığı serbest bırakma hükmü Allah’u Teâlâ’nın şu sözünden dolayıdır:

فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.”[1]

Bu ayet, esirlerle ilgili hüküm hakkında gayet açıktır. Bu, şu birkaç yönden dolayı belirlenmiş hükümdür:

- Bu sarih nâs Muhammed sûresinde geçmektedir. Bu sûre ise savaş hakkında indirilen ilk sûredir. Bu sûrenin indirilmesi. Rasul’ün Mekke’den Medine’ye varışından sonra olmuştur. “Kıtal sûresi” olarak da isimlendirilmiştir. Bu sûre Hadid süresinden sonra Bedir savaşından önce indirilmiştir. Dolayısıyla bu sûre, herhangi bir çarpışma olmadan ve esirler olmadan önce esirlerin hükmünü açıklamıştır. Buna ilaveten denilebilir ki; bu ayet, esirlerin ne yapılacağı hususunda gayet açık bir şekilde açıklanan tek ayettir. Bu da onun, esirlerin hakkında bir nâs olduğunu ve bu nâssın bu hususta asıl olduğunu, esirler hakkındaki diğer bir nâssın ona döndürüldüğünü açıklamaktadır.

- Bu hükmün esirler hakkında olduğunu belirleyen yönlerden birisi de şudur: Esirlerin hükmünün içinde geçtiği ayet,  إما –“Ya” sigasıyla gelmiştir. Bu da üçüncüsü olmayan iki şey arasındaki seçeneğe delâlet eder. Zira diyor ki; الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.”[2]   إما  -edatı iki şey arasında geçtiğinde, ikisinde seçeneğe hasredilir, ikisinden başkasının olması men edilir. Böylece, iki şey arasındaki إماYa” edatı ile seçeneğin sınırlandırılmasından, esirlerin hükmünde Kur’an’ın serbest bıraktığı husustan başkasının caiz olmadığı açığa çıkmıştır.

Bunu Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Yemâme halkının lideri Sumâme b. Usâl’ı, Ebu İzzet Eşşâir, Ebu el-Âs b. Rebi’i karşılıksız serbest bırakması ve Bedir esirleri hakkındaki şu sözü teyit etmektedir: كَانَ الْمُطْعِمُ بْنُ عَدِيٍّ حَيًّا ثُمَّ كَلَّمَنِي فِي هَؤُلاءِ النَّتْنَى لَتَرَكْتُهُمْ لَهُ لو “Mut’im b. Adiy sağ olup o pis kokulu kişiler hakkında benimle konuşsaydı, onları onun için serbest bırakırdım.”[3] Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, yetmiş üç kişi olan Bedir esirlerini bir adama iki adam karşılığı serbest bıraktı.

- Aişe’den şöyle dediği rivayet edildi: “Mekke yöneticileri, esirlerinin fidye karşılığı bırakılması için haber gönderdiğinde, Zeyneb Ebu el-Âs’ın fidye karşılığı serbest bırakılması hakkında bir mal ile gönderildi. Bu hususta Zeyneb, Hatice’nin yanında olan kendisine ait bir kolye ile gönderildi. Ebu el-Âs’a karşılık o kolye de Zeyneb ile dâhil edildi. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Zeyneb’i gördüğünde ona çok nazik davrandı. Ve şöyle dedi: إِنْ رَأَيْتُمْ أَنْ تُطْلِقُوا لَهَا أَسِيرَهَا وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا الَّذِي لَهَا فَقَالُوا نَعَمْ   “Siz ona ait olanı ona geri vererek onun için esirini kurtarmayı mı uygun gördünüz? Onlar; ‘Evet’ dediler.[4]

- Umran b. Husayn’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Benu Akil müşriklerinden bir adam karşılığı iki Müslümanı fidye karşılığı kurtardı.”[5]

- İbn Abbas’tan şöyle dediği rivayet edildi: “Bedir günü, fidyeleri olmayan bir takım esirler vardı. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem onları Ensar’ın çocuklarına yazmayı öğretmelerine karşılık serbest bıraktı.” [6]

Ayet ile birlikte bu Hadisler, esirlerle ilgili hükmün ya karşılıksız serbest bırakmak ya da fidye karşılığı serbest bırakmak olduğuna açık bir şekilde delâlet etmektedirler.

Hassan, Atâ ve Said b. Cebir’den esirlerin öldürülmesinin mekruh olduğu anlatılmıştır. Dediler ki; Keşke, onu Bedir esirlerine yapıldığı gibi ya karşılıksız bıraksaydı ya da fidye karşılığı bıraksaydı.

Çünkü Allah’u Teâlâ şöyle dedi:

 فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا الْوَثَاقَ    “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.”[7]

Böylece esir aldıktan sonra bu iki seçenek arasında serbest bırakılmıştır.

Bunların hepsi de, halifenin esirler hakkında -başkası değil-, iki husus arasında serbest bırakıldığına dair izahatlardır. O iki husus; ya karşılıksız serbest bırakmak, ya da fidye karşılığı serbest bırakmaktır.

- Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Benu Kureyza erkeklerini öldürdüğü rivayetine gelince: Bu, tahkim/hakem tayini yoluyla karar veren hakemin hükmüne binaen olmuştur. Onlar harp esirleri oldukları için değil.

- Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Bedir günü, en-Nazra b. el-Hâris, Ukbe b. Mu’it’i hapsederek öldürtmesi, Ebu İzzet’i Uhud günü öldürtmesi rivayetleri, bunun esirlerle ilgili hüküm olduğuna delâlet etmez. Çünkü bunu bütün esirler hakkında yapmadı, her savaşta da yapmadı. Sadece bazı savaşlarda, bazı şahıslara yaptı. Karşılıksız serbest bırakmak böyle değildir. Zira onu her savaşta, bütün esirler hakkında yaptı. O şahısların özel olarak öldürülmelerinin sebebi şudur: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem, onlarda kişilikleriyle Müslümanlara kesin tehlike teşkil ettiklerini gördü. Dolayısıyla belirli şahısları onlara has özel bir sebepten dolayı öldürmüş olmaktadır, esir olduklarından dolayı öldürülmüş değildirler. Böylece, halifenin tesbit ettiği belirli şahısların öldürülmesi Şer’iata göre caiz bir husus olmaktadır.

- Nitekim Ahmed ve Buhari, Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet ettiler: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem bizi bir heyet ile birlikte gitmekle görevlendirip şöyle dedi: إِنِّي كُنْتُ أَمَرْتُكُمْ أَنْ تُحْرِقُوا فُلانًا وَفُلانًا بِالنَّارِ وَإِنَّ النَّارَ لا يُعَذِّبُ بِهَا إِلا اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فَإِنْ وَجَدْتُمُوهُمَا فَاقْتُلُوهُمَا    “Kureyş’ten iki adam için filan ve filanı bulursanız, o ikisini ateşle yakınız.” Sonra biz hareket ederken şöyle dedi: “Ben size filan ve filanı yakmanızı emretmiştim. Ancak Allah Azze ve Celle ateş ile azap eder. O ikisini bulursanız öldürün.”[8]

Böylelikle anlaşılıyor ki; öldürmek, esirler hakkındaki Şer’iatın hükümlerinden değildir. Ancak öldürmek, halifenin kendilerinde tehlike gördüğü belirli şahıslar hakkında Şer’iatın hükmüdür. Dolayısıyla esir olsalar da halife onların öldürülmesini emreder.

Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in bu ayetin indirilmesinden sonra köleleştirme yaptığına dair rivayete gelince: Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, tutsakları köleleştiriyordu, esirleri değil. Yani savaş alanında ordu ile birlikte olan kadınlar ve çocukları köleleştiriyordu, savaşçı erkekleri değil. Savaşan erkeklerin köleleştirilmesi sabit olsa idi bu, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den vukuu bulurdu. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem zamanında Araplardan birçok esir olmasına rağmen, bunun vukuu bulduğuna dair bir şey geçmedi.

Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Kureyş’ten Benu Naciye’nin dişi ve erkeklerini köleleştirip sattığına dair bazı tarih kitaplarında rivayet edilen hususa gelince; bunu Hadis kitapları ve hatta İbn Hişam Sireti gibi bazı siyer kitapları dahi rivayet etmemiştir. Dolayısıyla bu rivayet ile delil getirilmez. Rivayet şu lafızla gelmiştir: “O, Benu Naciye’yi erkekleri ve dişileriyle köleleştirmiştir.” Rivayet, “erkekleri ve kadınları” demeyip “erkekleri ve dişileri” demiştir. Bu da السبيsebîtutsaklara” yani dişi ve erkek çocuklara yorumlanır. Ki, bu ise caizdir.

Buna binaen Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem esir erkekleri köleleştirmemiştir. Sadece erkek ve dişi tutsakları köleleştirmiştir. Delil sayılan hadislerdeki sabit vakıalar bunu teyit etmektedir. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in fiillerini inceleyen, onun ne Araplardan ne de başkalarından esir erkekleri kesinlikle köleleştirmediğini görür. Bilakis ondan rivayet olunan, onun tutsakları köleleştirdiğidir.

- Bedir savaşında düşmanlarla birlikte kadınlar yoktu. Onun için bu savaşta tutsak edinme hasıl olmadı, sadece esir edinme hasıl oldu. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in onlar hakkındaki hükmü fidye karşılığı serbest bırakılmaları idi.

- Huneyn gününde, Havâzin kabilesi Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem ile savaştı. Beraberlerinde kadınları da getirmişlerdi. Müslümanlar zafer elde edince Havâzin kabilesi arkalarında kadınları bırakıp kaçtılar. Dolayısıyla tutsak edinmeleri hâsıl oldu. Ganimet olarak malların yanına konuldular.

- Benu Mustalık savaşında da düşman, arkasında kadınları bıraktı. Dolayısıyla tutsak edinme hasıl oldu.

- Hayber’de savaştılar. Kale fethedildi, savaşçılar ile beraber olan kadınlar tutsak olarak alındılar. Erkeklerin terk edilmeleri gibi diğer insanlar da terk edildi.

Bu olayların hepsi, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in savaşan erkekleri esir edindiğine, savaşçılarla beraber olan kadınları ve çocukları da tutsak edindiğine delâlet etmektedirler. Savaş meydanında olmayan erkek ve kadınların ne esir edinmeleri ne de tutsak edinmeleri söz konusudur. Bu da Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in esirleri köleleştirmediğine delâlet etmektedir.

Böylece açığa çıkıyor ki, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in esirlerle ilgili ameli, ayetin mantuğuna göre olmuştur. Zira o, bazen esirleri karşılıksız serbest bırakmıştır, bazen de fidye alıp serbest bırakmıştır. Esirleri ne köleleştirmiştir ne de öldürmüştür. O sadece savaşçılarla beraber olan kadınları ve çocukları tutsak edinmiştir. Müslümanlara karşı tehlike unsuru açığa çıkan, bazı şahısları da öldürmüştür.

İnsanların “esir alma” ile karıştırdıkları “tutsak edinme” meselesine gelince: O dönemde insanlar savaşçılarla birlikte çıkan kadınları ve çocukları harp ıstılahında mallar gibi değerlendiriyorlardı. Bunda Araplar ile Arap olmayanlar arasında bir fark yoktu. Harp ıstılahına göre mallar ve tutsaklar ganimet sayılmakta idi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem gelip bu ıstılahı kabul edip savaşçılarla birlikte çıkan kadınları ve çocukları mallar gibi ganimetlerden saydı. Dolayısıyla bunlar köleleştirilir ve onlara ganimetler hükmü uygulanır, esirler hükmü değil. Bunun için tutsakların köleleştirilmeleri, esirlerin köleleştirilmeleri olmaz, bilakis Müslümanlar için savaş ganimetlerinden ganimet olurlar.

Böylece esirlerin hükmü; halifenin onları karşılıksız veya fidye karşılığı salıvermek arasında serbest olması şeklindedir, başkası değil. Bu hüküm kıyamet gününe kadar geçerlidir. Dolayısıyla İslâm Devleti, düşmanları ile savaştığında esirlere, karşılıksız serbest bırakma veya fidye karşılığı serbest bırakma tercihinden birisini seçerek muamele eder. Düşmanlar beraberlerinde savaş alanına kadınları çıkardıklarında, savaş alanı boşaltılırken o kadınlar tutsak edilip köleleştirilirler, mallar gibi ganimetlerden olurlar.

Esirler ve tutsaklar hakkındaki bu hüküm Arap ile Arap olmayan arasında fark olmaksızın bütün insanlar için geneldir, sadece Araplara has değildir. Zira ayet ve Hadisler geneldir. Bunları Arap olmayana tahsis eden ya da Arapları istisna eden bir husus geçmemiştir.

Şâfi’nin ve Beyhaki’nin tahriç ettiği Muâz Hadisine gelince: “Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem Huneyn günü şöyle demiştir:  لو كان الإسترقاق جائزا على العرب لكان اليوم  “Arapları köleleştirmek caiz olsaydı bugün olurdu.”  Bu zayıf bir Hadistir. Zira onun isnadında el-Vâkıdî vardır ki, o çok zayıftır. Taberâni de onu başka bir yoldan rivayet etmiştir, onda da Yezid İbn Iyâd vardır. O da el-Vâkıdîden daha çok zayıftır. Böylesi bir Hadis ile delil getirilmez. Zira böylesi bir Hadisin Şer’i delil olması caiz olmaz.

Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Arapların kadınlarını ve çocuklarını köleleştirip erkeklerini köleleştirmemesine dair rivayetlere gelince, bu doğrudur. Fakat bu, Arapların erkeklerinin köleleştirilmesinin caiz olmayıp başkaların köleleştirilmesinin caiz olduğuna delâlet etmez. Bilakis Arap olanı da olmayanı da kapsayan genel bir hükümdür. Araplarla meydana gelen olayın oluşumuna gelince; Bu bir halin vakıasıdır, olayın mefhumu değil. Yani meydana gelen durumun Araplardan olması, onun başkasına değil de Araplara has olması demek değildir. Ayrıca Şer’i kaidelerden birisi şudur: “Sebebin özelliğine değil, lafzın genelliğine bakılır.” Dolayısıyla bir olay bir şahıs ya da topluluk ile birlikte meydana gelse de, o şahıs ya da topluluğa has kılınmaz. Bilakis hükmü genel olur. Aynı şekilde erkeklerin köleleştirilmesinin Araplarda meydana gelmiş olması, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Araplar ile savaşıyor olması vakıasından dolayıdır. Dolayısıyla hüküm onlara has olmaz. Bilakis bütün insanlar için genel olur. Bu, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in mesela Kureyş gibi belirli bir kabile ile savaşıyor olmasının hükmü o kabileye has kılmaması gibidir.

Ancak bütün bunlar -yani esirler ile tutsaklar hükmü- Arap müşrikleri dışında tüm insanlara geneldir. Bu genel hükümden Arap müşrikleri, Hicri 9. senenin Zilhicce ayının 9. gününden dört ay sonrasından itibaren Kıyamet gününe kadar istisna edilirler. Zira onlardan ya Müslüman olmaları ya da savaşmaları dışında bir şey kabul edilmez. Bu tarihten önceki Arap müşrikler ise bu hükmün kapsamına girerler. Aynı şekilde Arap müşrikleri dışındaki Yahudiler ve Hıristiyanlar da bu ayetin inişinden itibaren Kıyamet gününe kadar bu hükmün kapsamında olurlar. Zira istisna, Ali RadıyAllah’u Anh’un Arap müşriklerine aşağıda geçen ayetleri tebliğ ettiği günden beri, Arap müşriklerine hastır. Bugün ise Zilhicce’nin 9. günü ve ondan 4 ay sonrasıdır. Bu istisnaya, onlardan başkası ve bu tarihten önceki müşrik Araplar dâhil olmazlar.

Araplardan o müşriklerin, zikredilen tarihten itibaren istisna edilmeleri Kur’an nâssı ile sabittir.

Allah’u Teâlâ şöyle dedi:

 سَتُدْعَوْنَ إِلَى قَوْمٍ أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ   “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız yada Müslüman olacaksınız.”[9] فَإِذَا انسَلَخَ الأشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلاةَ وَآتَوْا الزَّكَاةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ    “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse, artık yollarını serbest bırakın.”[10] فَسِيحُوا فِي الأرْضِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللَّهِ    “Yeryüzünde dört ay dolaşın. İyi bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz.”[11]

Bu, Arap müşriklerinin ayetlerin genelliğinden istisna edildikleri hususunda gayet açık delildir. Zira bu ayetler indirildikten ve dört aylık süre geçtikten sonra, Arap müşriklerden Müslüman olmaları ya da savaşmaları dışında bir şey kabul edilmedi.

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Araplardan köleleştirme yaptığına dair rivayete gelince: O, Arap Yahudi ve Hıristiyanlardan köleleştirmedir ve bu ayetler indirilmeden önce Arap müşriklerden köleleştirmedir. Bu ayetlerden sonra ise, Arap müşriklerden Müslüman olmaları veya savaşmaları dışında bir şey kabul edilmedi.


[1] Muhammed: 4

[2] Muhammed: 4

[3] Buhari, K. Fardu’l Hamse, 2906

[4] Ebu Davud, K. Cihâd, 2317

[5] Müslim

[6] Ahmed

[7] Muhammed: 4

[8] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Müskessirîn, 7723

[9] Feth: 16

[10] Tevbe: 5

[11] Tevbe: 2