Müslümanlar
düşmanlarından esirler elde ettiklerinde, o esirlerin durumu
doğrudan halifenin emrine terk edilmiştir. Onları esir
edenin, çatışma komutanın ya da ordu emirinin bu hususta
herhangi bir görüş sahibi olması hakkı yoktur. Çünkü savaşçı
esir olduğunda onun hakkındaki durum halifenin görüşüne
aittir. Halife bu hususta esirler hakkındaki Şer’î hükme
tâbi olur.
Esirler hakkındaki
hüküm, Kur’an’ın kati nâssı ile sabittir. O da; halifenin
esirleri, ya fidye karşılığı serbest bırakması, ya da
karşılıksız serbest bırakması hususunda serbest olmasıdır.
Esirler ile ilgili ya karşılıksız, ya da fidye karşılığı
serbest bırakma hükmü Allah’u Teâlâ’nın şu sözünden
dolayıdır:
فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ
كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ
فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً
حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا
“Kâfirlerle
karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara
iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın
(esir alın).
Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye
karşılığı salıverin.”
Bu ayet, esirlerle
ilgili hüküm hakkında gayet açıktır. Bu, şu birkaç yönden
dolayı belirlenmiş hükümdür:
- Bu sarih nâs Muhammed
sûresinde geçmektedir. Bu sûre ise savaş hakkında indirilen
ilk sûredir. Bu sûrenin indirilmesi. Rasul’ün Mekke’den
Medine’ye varışından sonra olmuştur. “Kıtal sûresi” olarak
da isimlendirilmiştir. Bu sûre Hadid süresinden sonra Bedir
savaşından önce indirilmiştir. Dolayısıyla bu sûre, herhangi
bir çarpışma olmadan ve esirler olmadan önce esirlerin
hükmünü açıklamıştır. Buna ilaveten denilebilir ki; bu ayet,
esirlerin ne yapılacağı hususunda gayet açık bir şekilde
açıklanan tek ayettir. Bu da onun, esirlerin hakkında bir
nâs olduğunu ve bu nâssın bu hususta asıl olduğunu, esirler
hakkındaki diğer bir nâssın ona döndürüldüğünü
açıklamaktadır.
- Bu hükmün esirler
hakkında olduğunu belirleyen yönlerden birisi de şudur:
Esirlerin hükmünün içinde geçtiği ayet,
إما –“Ya”
sigasıyla gelmiştir. Bu da üçüncüsü olmayan iki şey
arasındaki seçeneğe delâlet eder. Zira diyor ki;
الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا
بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا
“Bağı sıkıca bağlayın
(esir alın).
Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye
karşılığı salıverin.”
إما -edatı
iki şey arasında geçtiğinde, ikisinde seçeneğe hasredilir,
ikisinden başkasının olması men edilir. Böylece, iki şey
arasındaki
إما “Ya”
edatı ile seçeneğin sınırlandırılmasından, esirlerin
hükmünde Kur’an’ın serbest bıraktığı husustan başkasının
caiz olmadığı açığa çıkmıştır.
Bunu Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
Yemâme halkının lideri Sumâme b. Usâl’ı, Ebu İzzet Eşşâir,
Ebu el-Âs b. Rebi’i karşılıksız serbest bırakması ve Bedir
esirleri hakkındaki şu sözü teyit etmektedir:
كَانَ الْمُطْعِمُ بْنُ عَدِيٍّ
حَيًّا ثُمَّ كَلَّمَنِي فِي هَؤُلاءِ النَّتْنَى
لَتَرَكْتُهُمْ لَهُ
لو
“Mut’im b. Adiy
sağ olup o pis kokulu kişiler hakkında benimle konuşsaydı,
onları onun için serbest bırakırdım.”
Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem,
yetmiş üç kişi olan Bedir esirlerini bir adama iki adam
karşılığı serbest bıraktı.
- Aişe’den şöyle dediği
rivayet edildi: “Mekke yöneticileri, esirlerinin fidye
karşılığı bırakılması için haber gönderdiğinde, Zeyneb Ebu
el-Âs’ın fidye karşılığı serbest bırakılması hakkında bir
mal ile gönderildi. Bu hususta Zeyneb, Hatice’nin yanında
olan kendisine ait bir kolye ile gönderildi. Ebu el-Âs’a
karşılık o kolye de Zeyneb ile dâhil edildi. Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
Zeyneb’i gördüğünde ona çok nazik davrandı. Ve şöyle dedi:
إِنْ رَأَيْتُمْ أَنْ
تُطْلِقُوا لَهَا أَسِيرَهَا وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا الَّذِي
لَهَا فَقَالُوا نَعَمْ
“Siz ona
ait olanı ona geri vererek onun için esirini kurtarmayı mı
uygun gördünüz?
Onlar; ‘Evet’ dediler.”
- Umran b. Husayn’dan
şöyle dediği rivayet edildi: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem,
Benu Akil müşriklerinden bir adam karşılığı iki Müslümanı
fidye karşılığı kurtardı.”
- İbn Abbas’tan şöyle
dediği rivayet edildi: “Bedir günü, fidyeleri olmayan bir
takım esirler vardı. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
onları Ensar’ın çocuklarına yazmayı öğretmelerine karşılık
serbest bıraktı.”
Ayet ile birlikte bu
Hadisler, esirlerle ilgili hükmün ya karşılıksız serbest
bırakmak ya da fidye karşılığı serbest bırakmak olduğuna
açık bir şekilde delâlet etmektedirler.
Hassan, Atâ ve Said b.
Cebir’den esirlerin öldürülmesinin mekruh olduğu
anlatılmıştır. Dediler ki; Keşke, onu Bedir esirlerine
yapıldığı gibi ya karşılıksız bıraksaydı ya da fidye
karşılığı bıraksaydı.
Çünkü Allah’u Teâlâ
şöyle dedi:
فَإِمَّا
مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ
أَوْزَارَهَا
الْوَثَاقَ
“Bağı
sıkıca bağlayın
(esir alın).
Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye
karşılığı salıverin.”
Böylece esir aldıktan
sonra bu iki seçenek arasında serbest bırakılmıştır.
Bunların hepsi de,
halifenin esirler hakkında -başkası değil-, iki husus
arasında serbest bırakıldığına dair izahatlardır. O iki
husus; ya karşılıksız serbest bırakmak, ya da fidye
karşılığı serbest bırakmaktır.
- Nebi
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
Benu Kureyza erkeklerini öldürdüğü rivayetine gelince: Bu,
tahkim/hakem tayini yoluyla karar veren hakemin hükmüne
binaen olmuştur. Onlar harp esirleri oldukları için değil.
- Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
Bedir günü, en-Nazra b. el-Hâris, Ukbe b. Mu’it’i hapsederek
öldürtmesi, Ebu İzzet’i Uhud günü öldürtmesi rivayetleri,
bunun esirlerle ilgili hüküm olduğuna delâlet etmez. Çünkü
bunu bütün esirler hakkında yapmadı, her savaşta da yapmadı.
Sadece bazı savaşlarda, bazı şahıslara yaptı. Karşılıksız
serbest bırakmak böyle değildir. Zira onu her savaşta, bütün
esirler hakkında yaptı. O şahısların özel olarak
öldürülmelerinin sebebi şudur: Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem,
onlarda kişilikleriyle Müslümanlara kesin tehlike teşkil
ettiklerini gördü. Dolayısıyla belirli şahısları onlara has
özel bir sebepten dolayı öldürmüş olmaktadır, esir
olduklarından dolayı öldürülmüş değildirler. Böylece,
halifenin tesbit ettiği belirli şahısların öldürülmesi
Şer’iata göre caiz bir husus olmaktadır.
- Nitekim Ahmed ve
Buhari, Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet ettiler:
“Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
bizi bir heyet ile birlikte gitmekle görevlendirip şöyle
dedi: إِنِّي كُنْتُ
أَمَرْتُكُمْ أَنْ تُحْرِقُوا فُلانًا وَفُلانًا بِالنَّارِ
وَإِنَّ النَّارَ لا يُعَذِّبُ بِهَا إِلا اللَّهُ عَزَّ
وَجَلَّ فَإِنْ وَجَدْتُمُوهُمَا فَاقْتُلُوهُمَا
“Kureyş’ten iki adam için filan ve filanı bulursanız, o
ikisini ateşle yakınız.”
Sonra biz hareket ederken şöyle dedi: “Ben size filan ve
filanı yakmanızı emretmiştim. Ancak Allah Azze ve Celle ateş
ile azap eder. O ikisini bulursanız öldürün.”
Böylelikle anlaşılıyor
ki; öldürmek, esirler hakkındaki Şer’iatın hükümlerinden
değildir. Ancak öldürmek, halifenin kendilerinde tehlike
gördüğü belirli şahıslar hakkında Şer’iatın hükmüdür.
Dolayısıyla esir olsalar da halife onların öldürülmesini
emreder.
Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
bu ayetin indirilmesinden sonra köleleştirme yaptığına dair
rivayete gelince: Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem,
tutsakları köleleştiriyordu, esirleri değil.
Yani savaş alanında ordu ile birlikte olan kadınlar ve
çocukları köleleştiriyordu, savaşçı erkekleri değil. Savaşan
erkeklerin köleleştirilmesi sabit olsa idi bu, Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’den
vukuu bulurdu. Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
zamanında Araplardan birçok esir olmasına rağmen, bunun
vukuu bulduğuna dair bir şey geçmedi.
Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
Kureyş’ten Benu Naciye’nin dişi ve erkeklerini köleleştirip
sattığına dair bazı tarih kitaplarında rivayet edilen hususa
gelince; bunu Hadis kitapları ve hatta İbn Hişam Sireti gibi
bazı siyer kitapları dahi rivayet etmemiştir. Dolayısıyla bu
rivayet ile delil getirilmez. Rivayet şu lafızla gelmiştir:
“O, Benu Naciye’yi erkekleri ve dişileriyle
köleleştirmiştir.” Rivayet, “erkekleri ve kadınları” demeyip
“erkekleri ve dişileri” demiştir. Bu da
السبي “sebî”
“tutsaklara” yani dişi ve erkek çocuklara yorumlanır.
Ki, bu ise caizdir.
Buna binaen Rasul
SallAllah’u
Aleyhi Vesellem
esir erkekleri köleleştirmemiştir. Sadece erkek ve dişi
tutsakları köleleştirmiştir. Delil sayılan hadislerdeki
sabit vakıalar bunu teyit etmektedir. Zira Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
fiillerini inceleyen, onun ne Araplardan ne de başkalarından
esir erkekleri kesinlikle köleleştirmediğini görür. Bilakis
ondan rivayet olunan, onun tutsakları köleleştirdiğidir.
- Bedir savaşında
düşmanlarla birlikte kadınlar yoktu. Onun için bu savaşta
tutsak edinme hasıl olmadı, sadece esir edinme hasıl oldu.
Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
onlar hakkındaki hükmü fidye karşılığı serbest bırakılmaları
idi.
- Huneyn gününde,
Havâzin kabilesi Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
ile savaştı. Beraberlerinde kadınları da getirmişlerdi.
Müslümanlar zafer elde edince Havâzin kabilesi arkalarında
kadınları bırakıp kaçtılar. Dolayısıyla tutsak edinmeleri
hâsıl oldu. Ganimet olarak malların yanına konuldular.
- Benu Mustalık
savaşında da düşman, arkasında kadınları bıraktı.
Dolayısıyla tutsak edinme hasıl oldu.
- Hayber’de savaştılar.
Kale fethedildi, savaşçılar ile beraber olan kadınlar tutsak
olarak alındılar. Erkeklerin terk edilmeleri gibi diğer
insanlar da terk edildi.
Bu olayların hepsi,
Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
savaşan erkekleri esir edindiğine, savaşçılarla beraber olan
kadınları ve çocukları da tutsak edindiğine delâlet
etmektedirler. Savaş meydanında olmayan erkek ve kadınların
ne esir edinmeleri ne de tutsak edinmeleri söz konusudur. Bu
da Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
esirleri köleleştirmediğine delâlet etmektedir.
Böylece açığa çıkıyor
ki, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
esirlerle ilgili ameli, ayetin mantuğuna göre olmuştur. Zira
o, bazen esirleri karşılıksız serbest bırakmıştır, bazen de
fidye alıp serbest bırakmıştır. Esirleri ne köleleştirmiştir
ne de öldürmüştür. O sadece savaşçılarla beraber olan
kadınları ve çocukları tutsak edinmiştir. Müslümanlara karşı
tehlike unsuru açığa çıkan, bazı şahısları da öldürmüştür.
İnsanların “esir
alma” ile karıştırdıkları “tutsak edinme” meselesine
gelince: O
dönemde insanlar savaşçılarla birlikte çıkan kadınları ve
çocukları harp ıstılahında mallar gibi
değerlendiriyorlardı. Bunda Araplar ile Arap olmayanlar
arasında bir fark yoktu. Harp ıstılahına göre mallar ve
tutsaklar ganimet sayılmakta idi. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
gelip bu ıstılahı kabul edip savaşçılarla birlikte çıkan
kadınları ve çocukları mallar gibi ganimetlerden saydı.
Dolayısıyla bunlar köleleştirilir ve onlara ganimetler
hükmü uygulanır, esirler hükmü değil. Bunun için
tutsakların köleleştirilmeleri, esirlerin
köleleştirilmeleri olmaz, bilakis Müslümanlar için savaş
ganimetlerinden ganimet olurlar.
Böylece esirlerin
hükmü; halifenin onları karşılıksız veya fidye karşılığı
salıvermek arasında serbest olması şeklindedir, başkası
değil. Bu hüküm kıyamet gününe kadar geçerlidir. Dolayısıyla
İslâm Devleti, düşmanları ile savaştığında esirlere,
karşılıksız serbest bırakma veya fidye karşılığı serbest
bırakma tercihinden birisini seçerek muamele eder. Düşmanlar
beraberlerinde savaş alanına kadınları çıkardıklarında,
savaş alanı boşaltılırken o kadınlar tutsak edilip
köleleştirilirler, mallar gibi ganimetlerden olurlar.
Esirler ve tutsaklar
hakkındaki bu hüküm Arap ile Arap olmayan arasında fark
olmaksızın bütün insanlar için geneldir, sadece Araplara has
değildir. Zira ayet ve Hadisler geneldir. Bunları Arap
olmayana tahsis eden ya da Arapları istisna eden bir husus
geçmemiştir.
Şâfi’nin ve Beyhaki’nin
tahriç ettiği Muâz Hadisine gelince: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
Huneyn günü şöyle demiştir:
لو كان الإسترقاق جائزا على العرب لكان اليوم
“Arapları köleleştirmek caiz olsaydı bugün olurdu.”
Bu zayıf bir Hadistir. Zira onun isnadında el-Vâkıdî
vardır ki, o çok zayıftır. Taberâni de onu başka bir yoldan
rivayet etmiştir, onda da Yezid İbn Iyâd vardır. O da el-Vâkıdîden
daha çok zayıftır. Böylesi bir Hadis ile delil getirilmez.
Zira böylesi bir Hadisin Şer’i delil olması caiz olmaz.
Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
Arapların kadınlarını ve çocuklarını köleleştirip
erkeklerini köleleştirmemesine dair rivayetlere gelince, bu
doğrudur. Fakat bu, Arapların erkeklerinin
köleleştirilmesinin caiz olmayıp başkaların
köleleştirilmesinin caiz olduğuna delâlet etmez. Bilakis
Arap olanı da olmayanı da kapsayan genel bir hükümdür.
Araplarla meydana gelen olayın oluşumuna gelince; Bu bir
halin vakıasıdır, olayın mefhumu değil. Yani meydana gelen
durumun Araplardan olması, onun başkasına değil de Araplara
has olması demek değildir. Ayrıca Şer’i kaidelerden birisi
şudur: “Sebebin özelliğine değil, lafzın genelliğine
bakılır.” Dolayısıyla bir olay bir şahıs ya da topluluk
ile birlikte meydana gelse de, o şahıs ya da topluluğa has
kılınmaz. Bilakis hükmü genel olur. Aynı şekilde erkeklerin
köleleştirilmesinin Araplarda meydana gelmiş olması, Rasul
SallAllah’u
Aleyhi Vesellem’in
Araplar ile savaşıyor olması vakıasından dolayıdır.
Dolayısıyla hüküm onlara has olmaz. Bilakis bütün insanlar
için genel olur. Bu, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
mesela Kureyş gibi belirli bir kabile ile savaşıyor
olmasının hükmü o kabileye has kılmaması gibidir.
Ancak bütün bunlar
-yani esirler ile tutsaklar hükmü- Arap müşrikleri dışında
tüm insanlara geneldir. Bu genel hükümden Arap müşrikleri,
Hicri 9. senenin Zilhicce ayının 9. gününden dört ay
sonrasından itibaren Kıyamet gününe kadar istisna edilirler.
Zira onlardan ya Müslüman olmaları ya da savaşmaları dışında
bir şey kabul edilmez. Bu tarihten önceki Arap müşrikler ise
bu hükmün kapsamına girerler. Aynı şekilde Arap müşrikleri
dışındaki Yahudiler ve Hıristiyanlar da bu ayetin inişinden
itibaren Kıyamet gününe kadar bu hükmün kapsamında olurlar.
Zira istisna, Ali RadıyAllah’u Anh’un Arap
müşriklerine aşağıda geçen ayetleri tebliğ ettiği günden
beri, Arap müşriklerine hastır. Bugün ise Zilhicce’nin 9.
günü ve ondan 4 ay sonrasıdır. Bu istisnaya, onlardan
başkası ve bu tarihten önceki müşrik Araplar dâhil olmazlar.
Araplardan o
müşriklerin, zikredilen tarihten itibaren istisna edilmeleri
Kur’an nâssı ile sabittir.
Allah’u Teâlâ şöyle
dedi:
سَتُدْعَوْنَ
إِلَى قَوْمٍ أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ
يُسْلِمُونَ
“Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya
çağrılacaksınız yada Müslüman olacaksınız.”
فَإِذَا انسَلَخَ
الأشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ
وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا
لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلاةَ
وَآتَوْا الزَّكَاةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللَّهَ
غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün,
onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme
yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru
kılar ve zekatı verirlerse, artık yollarını serbest
bırakın.”
فَسِيحُوا فِي
الأرْضِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ غَيْرُ
مُعْجِزِي اللَّهِ
“Yeryüzünde dört ay dolaşın. İyi bilin ki, siz Allah’ı aciz
bırakacak değilsiniz.”
Bu, Arap müşriklerinin
ayetlerin genelliğinden istisna edildikleri hususunda gayet
açık delildir. Zira bu ayetler indirildikten ve dört aylık
süre geçtikten sonra, Arap müşriklerden Müslüman olmaları ya
da savaşmaları dışında bir şey kabul edilmedi.
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
Araplardan köleleştirme yaptığına dair rivayete gelince: O,
Arap Yahudi ve Hıristiyanlardan köleleştirmedir ve bu
ayetler indirilmeden önce Arap müşriklerden köleleştirmedir.
Bu ayetlerden sonra ise, Arap müşriklerden Müslüman olmaları
veya savaşmaları dışında bir şey kabul edilmedi.
|