Harp siyaseti; 
                Müslümanlar için nusretin, düşmanları için başarısızlığın 
                sağlanmasını hazırlayacak harp işlerinin güdülüp gözetilmesidir. 
                Bu siyasette amelî/pratik yön açığa çıkmaktadır.
                
                Nitekim bu siyasette 
                Şer’iat, başka durumlarda haram kıldığı bazı şeyleri caiz 
                kılmıştır, başka durumlarda caiz kıldığı bazı şeyleri de haram 
                kılmıştır. Zira bu siyasette, düşmana yalan söylemek caiz 
                kılınmıştır. Hâlbuki harp dışında yalan söylemek haramdır. 
                Orduda esnek, yumuşak davranışı haram kılmıştır. Hâlbuki harp 
                dışında esnek, yumuşak davranış menduptur.
                
                İşte böylece, harp siyaseti 
                harpte hükümlere özel bir itibar kazandırmıştır. Bu itibardan 
                bir kısmı düşmanla muamele ile ilgilidir, bir kısmı da bunlardan 
                başkası ile alakalıdır.
                
                Düşmanla muamele ile 
                ilgili olan hususa gelince: 
                İslâm halifeye ve Müslümanlara, düşmana, onun kendisine 
                yaptığının misli ile muamele etmeleri hakkını vermiştir. 
                Düşmanın Müslümanlardan zorla aldığının aynısını -harp dışında 
                haram kılınmışlardan da olsa- düşmandan zorla almaları hakkını 
                vermiştir. 
                
                Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
                
                
                وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا 
                بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهِ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ 
                لِلصَّابِرِينَ  
                “Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misli ile ceza 
                verin. Ama sabrederseniz, elbette o sabredenler için daha 
                hayırlıdır.”
                
                
                Bu ayetin indiriliş sebebi 
                hakkında şu rivayet edilmiştir: 
                
                “Uhud günü müşrikler 
                Müslümanlara bazı işkencelerle kötü davrandılar: Karınlarını 
                yardılar, cinsi organlarını kestiler, burunlarını yardılar. 
                Hanzala b. Rehâb dışında bu şekilde işkence yapmadıkları bir 
                kişi bırakmadılar. Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                Hamza RadıyAllah’u Anh’un başında durdu. Ona da böyle 
                işkence etmişlerdi. Onu çok kötü bir şekilde gördü. Karnı 
                yarılmış, burnu koparılmış durumda idi. Bunun üzerine dedi ki;  
                
                   أما 
                والذي أحلف به إن أظفرني الله بهم لأمثلن بسبعين مكانك 
                “Kendisine yemin 
                ettiğime and olsun ki,  eğer Allah bana onlara karşı zafer 
                verirse, senin yerine onlardan yetmiş kişiye işkence edeceğim.”  
                Bunun üzerine bu ayet indirildi.”
                
                
                Böylece bu ayet harpte 
                indirilmiş oldu. Her ne kadar yapılan işkenceden fazlası 
                yasaklanmış olsa da, kâfirlerin Müslümanlara yaptığının aynısını 
                Müslümanların onlara yapmasının mübah olduğu hususunda bu ayet 
                gayet açıktır. Hatta ayetten, Müslümanlara işkence yapan 
                kâfirlerin öldürülenlerine kesmek, koparmak gibi ibret olsun 
                diye muamele yapmanın, onların yaptığından fazlasına kaçmamak 
                kaydı ile mübah olduğu anlaşılmaktadır. Hâlbuki bu tür işler 
                haramdır. Zira bunun yasaklandığına dair Nebi 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den 
                haberler geçmiştir. Ancak bu yasak, düşmanın Müslümanların 
                ölülerine o şekilde muamele etmedikleri durumla ilgilidir. Aksi 
                halde, düşmanlar Müslümanların ölülerine kötü muamelede 
                bulunduklarında Müslümanların da onların ölülerine onların 
                yaptıklarının mislini yapma hakları vardır.
                
                İhanet etmek ve ahdi bozmak 
                da aynı şekildedir. Düşman bunu yaptığında ya da yapmasından 
                endişe edildiğinde bizim de onu yapmamız bize caiz olur. Aksi 
                halde bizim onu yapmamız caiz olmaz. Onun nehyinin geçmesine 
                rağmen, onu yapmamızın caiz olması ancak harp siyaseti 
                ile amel etmek olduğu içindir. Zira onun nehyedilmesi ancak 
                düşmanın onu yapmadığı durumlarda olur. Onu yaparlarsa, 
                Müslümanlara da onu yapmaları caiz olur. 
                
                Zira Allah’u Teâlâ şöyle 
                dedi: 
                
                وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ 
                خِيَانَةً فَانْبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ 
                “Bir topluluğun ihanetinden korkarsan, sen de aynı şekilde ahdi 
                bozduğunu onlara bildir.”
                
                
                Buna binaen, düşmanla 
                savaşlarında nükleer silahları kullanmaları Müslümanlara caiz 
                olmaktadır. Düşman Müslümanlara karşı o silahları kullanmadan 
                önce de olsa caizdir. Çünkü devletlerin tamamı da savaşta o 
                silahları kullanmayı yasal görmektedir. Dolayısıyla o silahları 
                kullanmak caiz olmaktadır. Hâlbuki nükleer silahları kullanmak, 
                beşeri helak ettiğinden dolayı haram kılınmıştır. Cihad ise, 
                beşeri İslâm ile ihya etmek içindir, insanlığı yok etmek için 
                değil!
                
                Harp işleriyle ilgili 
                hususlara gelince: 
                Müslümanların kâfirlerin ağaçlarını, yiyeceklerini, ekimlerini 
                yakmaları ve evlerini yıkmaları hakkı vardır. 
                
                Zira Allah’u Teâlâ şöyle 
                dedi: 
                
                مَا قَطَعْتُمْ مِنْ لِينَةٍ أَوْ 
                تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَى أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ 
                وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِقِينَ  
                “Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi 
                bırakmanız hep Allah’ın izni iledir ve O’nun fasıkları rezil 
                etmesi içindir.”
                
                
                İleride açıklanacağı üzere 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                Nadir oğullarının hurma ağaçlarını yaktırmıştır.
                
                Yahya b. Sa’id el-Ensâri’den 
                rivayet edilen hususa gelince: “Ebu Bekir Sıddîk 
                RadıyAllah’u Anh, 
                Şam’a gönderdiği ordunun komutanına şöyle demiştir: “Yemek 
                maksadı dışında bir koyun ve deve dahi kesmeyin. Hurmalıkları 
                yakmayın ve onların içine dalmayın.”
                Sahabelerin tamamı ona itiraz etmeyerek, bu emrini 
                ikrar etmiştir. Zira harpte asıl olan, ekime elverişli 
                arazilerin tahrip edilmemesi ve ağaçların kesilmemesidir. Fakat 
                halife ya da ordu komutanı savaşın kazanılması için arazilerin 
                tahrip edilmesinin ve ağaçların kesilmesinin zorunlu olduğunu 
                gördüğünde ya da savaşın kazanılmasını hızlandırmak bunu 
                gerektirdiğinde, harp siyasetinde ağaçları kesmek ve ekim 
                arazilerini tahrip etmek Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                yaptığı gibi caizdir. Hayvanları öldürmek, düşmanın sahip olduğu 
                her şeyi yakmak, harp siyaseti gerektirdiğinde,    -haram 
                kılınmış olsa da- caizdir. 
                
                Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
                
                
                وَلا يَطَئُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ 
                الْكُفَّارَ وَلا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلاً إِلا كُتِبَ 
                لَهُمْ بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ   
                “Kâfirleri öfkelendirecek bir yere 
                (ayak) 
                basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak 
                bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması 
                içindir.”
                
                
                Bu söz her şey hakkında 
                geneldir. Bizzat bu ayeti tahsis eden ne başka bir ayet ne de 
                bir Hadis geçmedi. Dolayısıyla bu ayet genelliği üzere kalır. 
                Nitekim evlerin yakılmasının, ağaçların kesilmesi ve 
                yakılmasının caiz olduğuna dair bir takım sahih Hadisler 
                geçmiştir.
                
                - İbn Ömer’den şöyle dediği 
                rivayet edilmiştir: “Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem, 
                Nadir oğullarının hurma ağaçlarını kestirdi ve yaktırdı.”
                
                
                Bunun hakkında da şu ayet 
                indirilmiştir: 
                
                مَا قَطَعْتُمْ مِنْ لِينَةٍ أَوْ 
                تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَى أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ 
                وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِقِينَ 
                “Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi 
                bırakmanız hep Allah’ın izni iledir ve O’nun fasıkları rezil 
                etmesi içindir.”
                
                
                - Cerir b. Abdullah’tan, 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                kendisine şöyle dediği rivayet edilmiştir:
                   ألا 
                تريحني من ذي الخلصة 
                 “Zûlhalasa’dan 
                bana haber vererek beni sevindirmeyecek misin?” 
                Dedi ki; Ben, Ahmus’dan 150 süvariyle yola devam ettim. Onlar at 
                yetiştirici bir halktır. Zûlhalasa ise, Yemen’de Hase’m’a ve 
                Becîtün’e ait içinde kendisine tapılan bir putun olduğu ve 
                kendisine “Kâ’bet’ül Yemâni/Yemenlilerin Kâbesi” denilen bir 
                evdir. Dedi ki; Ona gitti, onu ateşle yaktı ve parçaladı. Sonra 
                Ahmus’tan kendisine lakap olarak Ebu Erta’na denilen bir adamı 
                Nebi SallAllah’u 
                Aleyhi Vesellem’e, 
                bunu ona müjdelemesi için gönderdi. O, Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e 
                geldiğinde Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e 
                dedi ki; Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, o yeri ancak pis 
                bir deveye dönüşmüş halde terk ettim. Dedi ki; Nebi 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem, 
                Ahmus atlarına ve adamlarına beş defa hayır duada bulundu.” 
                 
                
                - Ahmed, Ebu Davud ve İbni 
                Mâce Esâme b. Zeyd’den şöyle dediğini rivayet ettiler: “Rasulullah
                SallAllah’u 
                Aleyhi Vesellem, 
                beni kendisine “Übnâ” denilen bir yerleşim birimine gönderirken 
                şöyle dedi: 
                   ثم 
                حرق ائتها 
                “Oraya git ve yak.”   Daha sonra Übnâ’ya Filistin 
                bina oldu.
                
                Malik’in Muvatta’da rivayet 
                ettiği Ömer’in vasiyetinden ve bu Hadislerin işaretlerinden 
                açığa çıkıyor ki; ağaçların kesilmeleri ve yakılmaları, evlerin 
                yıkılmaları ancak savaşın ya da harbin kazanılması 
                gerektirdiğinde olmaktadır. Dolayısıyla harp siyasetine 
                dâhildir.
                
                İslâm ordusu ile ilgili 
                hususa gelince: 
                İmamın ya da ordu komutanının; münafıkların, ya da fasıkların, 
                ya da savaş esnasında orduyu terk edenlerin ve terk edilmesine 
                teşvik edenlerin, bozguncu haber yayanların v.b. savaşa 
                katılmalarını engelleme hakkı vardır. 
                
                Bunun delili de Allah’u 
                Teâlâ’nın şu sözüdür: 
                
                وَلَكِنْ كَرِهَ اللَّهُ 
                انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَقِيلَ اقْعُدُوا مَعَ 
                الْقَاعِدِينَ (46) 
                لَوْ خَرَجُوا فِيكُمْ مَا زَادُوكُمْ إِلا خَبَالاً وَلاوْضَعُوا 
                خِلالَكُمْ يَبْغُونَكُمْ الْفِتْنَةَ   
                “Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri 
                koydu. Oturanlarla beraber oturun! denildi. Eğer içinizde onlar 
                da savaşa çıksalardı size bozgunculuktan başka bir katkıları 
                olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranıza koşarlardı.”
                
                
                Hâlbuki İslâm ordusu 
                kendisine fasık ve münafığın katılmasını engellemez. Fakat 
                harp siyaseti onun savaşa katılmasına veya belirli bir işi 
                üstlenmesine engel olunmasını gerektirdiğinde halifenin ve ordu 
                komutanının bunu yapması caiz olur.
                
                Düşmanla muamelenin 
                dışında, harp işlerinin dışında ve İslâm ordusuyla alakalı 
                hususların dışındaki durumlara gelince: 
                Rasul SallAllah’u 
                Aleyhi Vesellem’in 
                Beni Mustalik gazvesi dönüşünde meydana gelen husus buna 
                örnektir. Zira Rasul 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                Müslümanlara anormal bir süratle döndü. O Medine’ye varasıya 
                kadar gece gündüz gücünün yettiğince çok çaba sarf ederek 
                yürüyordu. Ordu yorgunluktan bitkin düşmüştü. Hâlbuki hüküm, 
                orduya nazik davranmaktı. Zira Câbir’den şöyle dediği rivayet 
                edilmiştir: “Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                yolculukta geriden gelirdi. Zayıfların ardından gelir, onları 
                terekesine alır ve onlara dua ederdi.” Ancak Abdullah b. Ubeyye 
                b. Selül’ün Müslümanlar arasında fitne çıkarması ile ilgili 
                olarak harp siyaseti, ordunun zayıflarının yürüyüşü ile 
                yürümesini değil de, kuvvetlilerin yürüyüşü ile yürümesini 
                gerektiriyordu. Ta ki; meydan o fitne konusunu konuşmaya ve 
                tartışmaya terk edilmesin.
                
                İşte harp siyaseti 
                savaştaki çatışmayı ya da savaşı kazanmak, düşmanı bozguna 
                uğratıp ona galip gelmek için harp işlerinin gözetilmesinin 
                gerektirdiği işleri imamın yapmasını gerektirmektedir. Ancak 
                bunların tamamı belirli bir amel hakkında bir nâssın geçmemesi 
                ya da harpte ve dışında tahsis olmaksızın genel olarak haram 
                kılan bir nâssın geçmesi ile kayıtlıdır. Zinada olduğu gibi.
                
                
                Allah’u Teala şöyle dedi:
                
                  
                ولا 
                تقربوا الزنى  إنه كان فاحشة وساء سبيلا 
                “Zinaya 
                yaklaşmayın. Zira o, bir fuhuştur ve çok kötü bir yoldur.”
                
                Özel bir nâs geçtiğinde, 
                harp siyaseti bahanesiyle o ameli yapmak caiz olmaz. Bilakis 
                hakkında geldiği konuma göre nâs ile kayıtlı olmak vacip olur. 
                Nâs, illetsiz kesin olarak geçmişse, o zaman o fiili yapmak caiz 
                olmaz. Nâs bir illetle illetli olduğunda, o zaman da illetin 
                gereği olan hükme tabi olunur. Nâs yasaklamayı getirmişse, Rasul
                SallAllah’u 
                Aleyhi Vesellem 
                de belirli hallerde onu yapmışsa, o hallerin dışında o fiil 
                yapılmaz.
                
                Şer’iatın yasakladığı bir 
                takım fiiller hakkında bir takım nâslar geçmiştir. O fiillerde 
                yasağa tabi olunur. Bunlarda harp siyaseti var denilmez. Çünkü 
                harp siyaseti, genel oluştan istisna edilmiş bir husus hakkında 
                bir nâs geçmedikçe geneldir. Tahsis edilen hususta o nâsa tabi 
                olunur.
                
                - Buhari, İbn Ömer’den 
                şöyle dediğini rivayet etti: “Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                bazı gazvelerinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Bunun üzerine 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                kadınların ve çocukların öldürülmesini yasakladı.”
                
                - Ahmed, el-Esved b. 
                Seri’den Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                şöyle dediğini rivayet etti: 
                مَا بَالُ أَقْوَامٍ جَاوَزَهُمُ 
                الْقَتْلُ الْيَوْمَ حَتَّى قَتَلُوا الذُّرِّيَّةَ فَقَالَ رَجُلٌ 
                يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا هُمْ أَوْلادُ الْمُشْرِكِينَ 
                فَقَالَ أَلا إِنَّ خِيَارَكُمْ أَبْنَاءُ الْمُشْرِكِينَ
                    “Bazı 
                gruplara ne oluyor ki, bugün soykırımı yapacak kadar savaşta 
                taşkınlık yaptılar.” 
                Bir adam dedi ki; Ya Rasulullah, onlar sadece müşriklerin 
                çocuklarıdır. Bunun üzerine dedi ki; “Dikkat edin! Sizin 
                seçkinleriniz de müşriklerin çocuklarıdır.”
                
                
                - Ebu Davud, Enes’ten 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                şöyle dediğini rivayet etti: 
                انْطَلِقُوا بِاسْمِ اللَّهِ 
                وَبِاللَّهِ وَعَلَى مِلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ وَلا تَقْتُلُوا 
                شَيْخًا فَانِيًا وَلا طِفْلاً وَلا صَغِيرًا وَلا امْرَأَةً وَلا 
                تَغُلُّوا وَضُمُّوا غَنَائِمَكُمْ وَأَصْلِحُوا وَأَحْسِنُوا 
                إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ 
                “Allah’ın 
                adıyla, Allah’ın yardımını dileyerek ve Rasulullah’ın milleti/dini 
                üzerine gidin. İhtiyarları, küçük çocukları, kadınları 
                öldürmeyin. İhanet etmeyin. Ganimetlerinizi toplayın, ıslah edin 
                ve her şeyi ihsan ile yapın. Allah ihsan edenleri sever.”
                
                
                Bu Hadisler, harpte belirli 
                fiilleri yasakladı. Bunların harp siyaseti bahanesiyle harpte 
                yapılması doğru olmaz. Ancak o fiiller nâsların getirdiği 
                biçimde yapılırlar. Nitekim bu hususların tamamının; top, bomba 
                darbeleriyle ve uzaktan ağır bir şey ile vurarak yapılmasının 
                caiz olduğuna, aralarına karışmalarından dolayı öldürülmedikleri 
                sürece düşman kâfirlere ulaşmanın mümkün olmadığında çocukların 
                ve kadınların öldürülmesinin caiz olduğuna dair nâslar 
                geçmiştir.
                
                - Buhari, el-Sa’ab b. 
                Cesâme’den şunu rivayet etti: “Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e, 
                müşriklerden bazılarını evinde barındıran bu sebeple kadın ve 
                çocukların öldürüldüğü ev halkı hakkında soruldu. Bunun üzerine 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                dedi ki: 
                هم 
                منهم
                  “Onlar 
                onlardandır”.”
                
                 
                - Bin Hıbbân’ın 
                sahihinde el-Sa’ab’dan şöyle dediği rivayet edilmaktedir: 
                “Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e 
                müşriklerin çocuklarını onlarla birlikte öldürelim mi? diye 
                sordum. Bunun üzerine dedi ki; 
                 نعم 
                فانهم معهم 
                “Evet, zira onlar 
                onlarla beraberdirler.”
                
                
                - Tilmizi, Sevr b. 
                Yezidi’den şunu tahrif etti: “Nebi 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem, 
                Taife halkına mancınık ile ateş attırdı.”
                
                
                Mancınık ile atılan şey 
                düştüğü yerde, çocuk, kadın, ağaç ve başkası arasında bir ayırım 
                yapmaz. Böylece top ve bombalar gibi ağır silahlar harpte 
                kullanıldığında, onunla öldürmek, her şeyin yıkılması ve tahrip 
                edilmesi caiz olur. Aynı şekilde kadınlar ve çocuklar 
                öldürülmeden kâfirlere ulaşmak mümkün olmadığında birbirlerine 
                karışmış olduklarından dolayı, onların öldürülmeleri caiz olur.
                
                Bu hususlardan her bir 
                hususun bu iki halin dışında -yani mancınıkla ateş hali ve 
                kendileriyle savaştığımız kâfirler ile kadın ve çocuklar 
                arasında ayırım yapma imkânının olmaması hali dışında - tek 
                başına yapılmasına gelince; nâslarda geçen hususa göre ayrıntı 
                vardır: 
                
                - Küçük çocuklara 
                gelince: Bu halin dışında öldürülmeleri kesinlikle haram 
                kılınmıştır. Irgatlar da aynı şekildedir. Yani mustazaf/zayıf 
                kılınmış olanlardan olması nedeni ile zorunlu olarak o toplumda 
                ücretle çalışanlar da aynı şekildedir. Zira bu ikisinin 
                öldürülmesi, herhangi bir illet ile illetlendirilmeksizin kesin 
                olarak nehyedildi.
                
                - Kadınlara gelince: 
                Onlara bakılır: Savaşıyorlarsa, öldürülmeleri caizdir. 
                Savaşmıyorlarsa, öldürülmeleri caiz olmaz. Bunun delili de; 
                Ahmed ve Ebu Davud’un; Ribâh b. Rebi’den yaptıkları şu 
                rivayettir: 
                
                “O, 
                Nebi SallAllah’u 
                Aleyhi Vesellem 
                ile Halid b. Velid’in öncülüğünde bir gazveye katılmış. Ribâh ve 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                ashabı önceden öldürülmüş bir kadının önünden geçtiler. Durup 
                ona bakıyorlar ve onun durumunu garipsiyorlardı. Öyle ki; 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem, 
                dişi binek devesi üzerinde onlara yetişti. Bunun üzerine onlar 
                oradan ayrıldılar. Rasul 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                o kadının yanında durup şöyle dedi: 
                مَا كَانَتْ هَذِهِ لِتُقَاتِلَ 
                فَقَالَ لأحَدِهِمُ الْحَقْ خَالِدًا فَقُلْ لَهُ لا تَقْتُلُونَ 
                ذُرِّيَّةً وَلا عَسِيفًا
                  “Bu kadın 
                savaşmıyordu. 
                Sonra onlardan birisine dedi ki; Halid’e yetiş ve 
                ona deki; 
                soy kırımı katliamı ve rastgele katliamlar yapmasınlar.”
                
                
                Rasul 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                “Bu kadın savaşmıyordu” sözü, eğer savaşsaydı 
                öldürülmesinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Böylece Hadis, 
                kadını öldürmekten nehyi savaşmaması illeti ile illetlendirmiş 
                olmaktadır.
                
                - Bunu, Ebu Davud’un 
                İkrime’den yaptığı şu rivayet desteklemektedir: “Nebi 
                SallAllah’u Aleyhi 
                Vesellem, 
                Huneyn günü öldürülmüş bir kadının önünden geçerken;  
                من 
                قتل هذه  “Bunu 
                kim öldürdü?” dedi. Bir adam dedi ki; Ben ya Rasulullah, onu 
                ganimet aldım. Terkeme yerleştirdim. Bizdeki bozgunu görünce, 
                beni öldürmek için kılıcıma el uzattı. Ben de onu öldürdüm. 
                Rasulullah 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem 
                onu kınamadı.”
                
                Böylelikle açığa çıkıyor 
                ki; kadın savaşırsa öldürülmesi caiz olur. Savaşmıyorsa 
                öldürülmesi caiz olmaz.
                
                - İhtiyar kişilere 
                gelince: Eğer o, kendisinde kâfirler için bir fayda Müslümanlar 
                için bir zarar olmayan fâni/çok yaşlı ise, öldürülmesinin 
                yasaklanmasından dolayı onun öldürülmesi caiz olmaz. Eğer onda 
                kâfirler için bir fayda Müslümanlar için bir zarar varsa, 
                öldürülmesi caiz olur. Bunun delili de Ahmed ve Tirmizi’nin, 
                Samra’dan Nebi 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in 
                şöyle dediğine dair rivayettir: 
                اقْتُلُوا شُيُوخَ الْمُشْرِكِينَ وَاسْتَحْيُوا شَرْخَهُمْ
                “Müşriklerin 
                yaşlılarını öldürün, gençliğin baharında olanlarını sağ 
                bırakın.”
                
                
                - Buhari de, Ebu Musa 
                Hadisinden şunu rivayet etti: “Huneyn’de işi bittiğinde 
                Ebu Âmir’i döğüşken bir ordunun başında gördü. Sonra Derid b. 
                el-Samme ile karşılaştı. Onun yaşı yüzün üzerindeydi. Onu onlar 
                için bir savaş tertip etmesi için getirmişlerdi. Ebu Âmir onu 
                öldürdü. Nebi 
                SallAllah’u Aleyhi Vesellem
                onu bu 
                fiilinden dolayı kınamadı.”
                
                
                Buna binaen Enes Hadisi, 
                kendisinden bir fayda ve zararın beklenmediği Hadiste geçtiği 
                gibi çok yaşlı olan ihtiyara yorumlanır.
                
                Yapılmalarının nehyedildiği 
                bu hususlar, ancak nâsta geçtiği şekilde yapılırlar. Harp 
                dışında ister helal olsun ister haram olsun, harp halinde 
                meydana gelen herhangi bir ameli Müslümanların düşmanlarına 
                yapması kötü bulunmaz. Bundan, hakkında savaşta ve savaş dışında 
                genel olarak haram kılan nâssın geldiği  -zina gibi- fiil 
                olmadıkça istisna olmaz.