7- DÂR’ÜL KÜFÜRDEN DÂR’ÜL İSLÂM’A HİCRET |
|
Hicret,
Dâr’ül küfürden Dâr’ül İslâm’a göç etmektir.
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمْ
الْمَلائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنتُمْ قَالُوا
كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأرْض قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ
اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
(97)
إِلا الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنْ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ
وَالْوِلْدَانِ لا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلا يَهْتَدُونَ
سَبِيلاً (98)
فَأُوْلَئِكَ عَسَى اللَّهُ أَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْ وَكَانَ
اللَّهُ عَفُوًّا غَفُورًا “Kendilerine
zulmedenlerin canlarını aldıklarında melekler onlara; Ne
yaptınız bakalım? Deyince; Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik,
diyecekler. Melekler de; Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret
etseydiniz ya? Diye cevap verecekler. Onların varacakları yer
cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir. Çaresiz kalan ve
yol bulamayan erkek, kadın ve çocuklar müstesnadır. İşte
Allah’ın bunları affetmesi umulur. Allah affedendir,
bağışlayandır.”
Ebu Davud, Cerir b.
Abdullah yoluyla Nebi
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
şöyle dediğini rivayet etti:
أَنَا بَرِيءٌ مِنْ كُلِّ مُسْلِمٍ يُقِيمُ بَيْنَ أَظْهُرِ
الْمُشْرِكِينَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ لِمَ قَالَ لا
تَرَاءَى نَارَاهُمَا
“Ben, iki müşrik
arasında ikame eden/oturan her Müslüman’dan uzağım.
Dediler ki; niçin ya
Rasulullah? Dedi ki: İkisinin ateşleri bağdaşmaz.”
Dolayısıyla Dâr’ül küfürden
Dâr’ül İslâm’a hicret etmek, durdurulmaksızın devam eden bir
hükümdür.
- Buhari’nin rivayet ettiği
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
şu sözlerine gelince: لا
هِجْرَةَ بَعْدَ فَتْحِ مَكَّةَ
“Mekke’nin
fethedilmesinden sonra hicret yoktur”
لا
هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ
“Fetihten sonra
hicret yoktur.”
قد انقطعت الهجرة ولكن جهاد ونية فإن
استنفرتم فانفروا “Hicret durdurulmuştur. Fakat cihad ve
niyet vardır.
Savaşa
çağrıldığınızda, acele edin.”
- Yine rivayet edildi ki:
“Safvân b. Umeyye Müslüman olduğunda kendisine denildi ki:
“Hicret etmeyenin dini yoktur.” O da bunun üzerine Medine’ye
geldi. Nebi
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
ona dedi ki:
ما جاء بك أبا وهب “Seni
getiren nedir, ey Ebu Veheb?” Dedi ki; Denildi ki,
hicret etmeyenin dini yoktur. Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
dedi ki; ارجع أبا وهب إلى أباطح
مكة فقروا على مسكنكم فقد انقطعت الهجرة ولكن جهاد ونية فإن
استنفرتم فانفروا “Ey
Ebu Veheb, Mekke’nin geniş yataklı vadilerine geri dön.
Evlerinizde oturun. Zira hicret artık durdurulmuştur. Fakat
cihad ve niyet süreklidir. Savaşa çağrıldığınızda, acele edin.”
Bunların tamamı, Mekke’nin
fethedilmesinden sonra hicreti nefyetmektir/kaldırmaktadır.
Ancak bu nefy hükmü, hadisin kendisinden çıkartılan Şer’i bir
illet ile illetlidir. Zira; بعد
فتح مكة “Mekke’nin fethinden sonra…”
demektedir. Bu söz, illeti içerir şekilde gelmiştir.
Bunun benzeri, Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in
şu sözüdür:
لا تَنْبِذُوا التَّمْرَ وَالْبُسْرَ
جَمِيعًا
“Kuru hurma ve
kuru üzümü tamamen şıra yapmayın.”
Zira
جميعا
–“tamamen” sözü illetlik içerir bir şekilde
gelmiştir, dolayısıyla şıra yapmanın yasaklanması hükmünün
illetidir.
Buna göre Mekke’nin
fethedilmesi, hicretin nefyedilmesinin illeti demektir. Bu
demektir ki; bu illet, var olması ve yok olması bakımından
illetlendirilen ile birlikte döner. Mekke’ye has kılınmaz.
Bilakis herhangi bir ülkenin fethi olur. Bunun delili de başka
rivayetteki; لا هجرة بعد الفتح
“Fetihten sonra hicret yoktur.” Sözüdür. Bunu, Buhari’nin
Aişe’den rivayet ettiği şu husus teyid etmektedir: “Ona
hicret hakkında sorulduğunda şöyle dedi: Bugün hicret yoktur.
Mü’min, fitneye düşmek korkusuyla diniyle birlikte Allah ve
Rasulü’ne kaçıyordu. Fakat bugün, Allah İslâm’ı hâkim kıldı.
Mü’min de Rabbisine istediği yerde ibadet etmektedir.”
Bu da, hicretin fetihten
önce Müslüman tarafından, fitneye düşmek korkusu ile dini ile
kaçmasına, fetihten sonra ise; dinini açığa vurmaya ve İslâm’ın
hükümlerini yapmaya güç yetirir hale geldiği için nefyedildiğine
delâlet etmektedir. Dolayısıyla fetihin doğurduğu
netice hicretin nefyinin illeti olmaktadır, sadece
Mekke’nin fethedilmesi değil.
Buna binaen,
لا هجرة بعد الفتح “Fetihten
sonra hicret yoktur.” Sözüyle kast olunan; ‘fethedilmiş bir
ülkeden hicret yoktur’ anlamındadır. Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
Safvân’a söylemiş olduğu, انقطعت
قد “durdurulmuştur”
sözü; ‘fethedilmesinden sonra Mekke’den hicret durdurulmuştur’
demektir. Çünkü hicret, kâfirlerin ülkesinden, Dâr’ül küfürden
göçtür. O ülke fethedildiğinde, Dâr’ül İslâm’a dönüşür,
kâfirlerin ülkesi ve Dâr’ül küfür konumu sona erer, dolayısıyla
da onda hicret kalmaz. Aynı şekilde, fethedilen her ülkede
hicret gereği kalmaz.
Bunu, Ahmed’in Muaviye
yoluyla rivayet ettiği husus da teyid etmektedir. “Dedi ki;
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i
şöyle derken işittim:
وَلا تَنْقَطِعُ الْهِجْرَةُ مَا تُقُبِّلَتِ التَّوْبَةُ وَلا
تَزَالُ التَّوْبَةُ مَقْبُولَةً حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنَ
الْمَغْرِبِ
“Tevbe kabul
edildiği sürece hicret durmaz. Güneş batıdan doğasıya kadar
tevbe makbul olacaktır.”
Yine Ahmed’in rivayetinde:
إن الهجرة لا تنقطع ما كان الجهاد
“Muhakkak ki cihad oldukca hicret durdurulmaz.”
2- Bir
başka rivayette ise; لا
تَنْقَطِعُ الْهِجْرَةُ مَا قُوتِلَ الْكُفَّارُ
“Kâfirler
savaştıkça hicret durdurulmaz.”
Bunlar da Dâr’ül küfürden
Dâr’ül İslâm’a hicretin, durdurulmaksızın devam eden bir hüküm
olduğuna delâlet etmektedir.
Hicretin hükmüne
gelince:
- Hicret yapmaya gücü yeten
bakımından bazı hallerde farz olur, bazı hallerde mendub olur.
- Hicret yapmaya gücü
yetmeyen kişiyi ise Allah Subhenehû ve Teala
affetmiştir, o hicretten sorumlu değildir. Bu onun; bir
hastalıktan, ikame etmeye zorlanmasından –hicret ayetinin
sonunda geçtiği gibi kadınlar ve çocuklar v.b. gibi- zayıflıktan
dolayı hicret etmekten aciz olduğu içindir.
- Hicret yapmaya gücü yetip
de dinini açığa vurmayan ve kendisinden talep edilen İslâm’ın
hükümlerini yerine getiremeyen kimseye hicret etmesi farzdır.
Bunun delili hicret
ayetinde geçen şu husustur:
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمْ
الْمَلائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنتُمْ قَالُوا
كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأرْضِ قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ
اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
“Kendilerine
zulmedenlerin canlarını aldıklarında melekler onlara; Ne
yaptınız bakalım? Deyince; Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik,
diyecekler. Melekler de; Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret
etseydiniz ya? Diye cevap verecekler. Onların varacakları yer
cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir.”
Bu ayetteki haber, emir
demektir. O da talep sığasındandır. Sanki “Allah’ın arzında
hicret edin!” dendi. Bu ayetteki talep, hicretin terk edilmesine
şiddetli tehditle birlikte te’kid ile gelmiştir. Bu, kesin talep
olmaktadır. Bu da, bu halde hicret etmenin Müslüman’a farz
olduğuna, hicret etmediğinde günahkâr olduğuna delâlet
etmektedir.
Hicret etmeye gücü yetip
de, dinini açığa vurabilen ve kendisinden talep edilen Şer’iatın
hükümlerini yapabilen kimseye ise, bu durumda farz değil,
menduptur. Mendub oluşu, şu delillerden dolayıdır:
- Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem,
fetihten önce Dâr’ül küfür iken Mekke’den hicrete teşvik
ediyordu.
- Bu hususta açık ayetler
gelmiştir. Şu ayetler gibi:
إِنَّ
الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ
اللَّهِ أُوْلَئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَةَ اللَّهِ وَاللَّهُ غَفُورٌ
رَحِيمٌ “İman edip
hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah’ın rahmetini
umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.”
الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ
بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللَّهِ
“İman edip hicret edenlere, Allah yolunda malları ve canlarıyla
cihad edenlere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.”
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوا وَنَصَرُوا
أُوْلَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ
“Doğrusu inanıp hicret edenler ve Allah yolunda malları ve
canları ile cihad edenler, muhacirleri barındırıp onlara yardım
edenler, işte bunlar birbirinin velisidirler.”
وَالَّذِينَ آمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ
فَأُوْلَئِكَ مِنْكُمْ
“Sonra iman edip hicret eden ve sizinle beraber cihad edenler,
işte onlar sizdendir.”
Bütün bunlar, hicretin
talep edilmesi hususunda açıktırlar.
Farz olmayışına gelince:
Çünkü Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
Müslümanlardan Mekke’de kalanlara rıza gösterdi. Nitekim rivayet
edilmiştir ki; Nu’min el-Nehhâm hicret etmek istediğinde, kavmi
Adiyoğulları ona gelip dediler ki; “Dinin üzere olsan da
yanımızda kal. Biz seni, sana eziyet etmek isteyenlerden
koruruz. Sen de bizi korumakta olduğun hususta bizi koru.” O,
Adiyoğullarının dul kadınları ve yetimlerini gözetip kolluyordu.
Bunun üzerine bir müddet hicretten vazgeçti, daha sonra hicret
etti. Bunun üzerine Nebi
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
ona şöyle dedi: قومك كانوا خيرا
لك من قومي لي . قومي أخرجوني وأرادوا قتلي وقومك حفظوك ومنعوك
“Kavmin sana, benim kavmimin bana yaptığından hayırlı
davranıyordu. Benim kavmim, beni öldürmek isteyerek sürgüne
yolladı. Senin kavmin seni korudu, himaye etti.”
Bunun üzerine o şöyle dedi: “Ya Rasulullah! Bilakis senin kavmin
seni Allah’a itaate ve düşmanı ile cihada sürdü. Benim kavmim
ise beni hicretten ve Allah’a itaatten alıkoydu.”
Bütün bunlar, sakinlerinin
Müslümanlar ya da kâfirler olmalarına bakmaksızın Dâr’ül küfür
yani Dâr’ül harp hakkındadır. Çünkü dârın hükmü,
sakinleriyle değişmemektedir, fakat yönetildiği nizam ile
ve halkının güvenliğinin kendisiyle sağlandığı eman ile
değişmektedir. Buna binaen, Endonezya ve Kafkasya arasında,
Somali ve Yunanistan arasında bir fark yoktur.
Ancak dinini açığa
vurabilen, istenilen Şer’i hükümleri yerine getirebilen kimse,
içinde ikamet ettiği Dâr’ül küfrü Dâr’ül İslâm’a dönüştürmeye
güç sahibi olan kimsenin, bu durumda Dâr’ül küfürden Dâr’ül
İslâm’a hicret etmesi haram olur. İster o kişi bu güce bizzat
kendisi sahip olsun, ister ülkesindeki Müslümanlarla
kitleleşerek sahip olsun, ister ülkesi dışındaki Müslümanlardan
yardım alarak sahip olsun, ister İslâm Devleti ile yardımlaşarak
ya da herhangi bir vesile ile sahip olsun fark etmez. Zira onun,
o Dâr’ül küfrü Dâr’ül İslâm yapmak için çalışması üzerine
vaciptir. O zaman oradan hicret etmesi ona haram olur.
Bunun delili şöyledir:
1-
Onun içinde yaşadığı ülke, sakinleri kâfir olup küfürle
yönetiliyorsa; o ülke halkı Müslüman olasıya ya da İslâm ile
yönetilerek cizye veresiye kadar, onlarla savaşmaları
Müslümanlara vacip olmuştur. Müslümanlardan bir Müslüman olması,
kâfirlere yakın ve düşmana en yakın kimselerden olması itibarı
ile savaşmak onun üzerine de vacip olur.
2-
Onun içinde yaşadığı ülke, eğer sakinleri Müslümanlar olup İslâm
dışı bir yönetimle yani küfür sistemi ile yönetiliyorsa, İslâm
ile yönetilesiye kadar ülkenin yöneticileri ile savaşmaları
Müslümanlara vacip olmuştur. Küfürle yönetilen o Müslümanlardan
birisi olması itibarı ile ona da vacip olmuştur.
Bu iki halden her birinde
de o Müslüman’a eğer gücü yetiyorsa, savaşması ve savaşa
hazırlıklı olması vacip olmuştur. Hali bu iki halin dışına
çıkmayan Dâr’ül küfürde yaşayan Müslüman, ya kendisine yakından
kâfirlerle cihad etmesi vacip olan kimselerdendir ya da küfür
ile yöneten yöneticiyle savaşması vacip olan kimselerdendir. Bu
iki halde; Müslüman’ın İslâm dışı sistemle yani küfürle
yönetilen Dâr’ül küfürden dışarı çıkması; ya içerisinde
kendisine cihadın vacip olduğu yerde cihadtan kaçış sayılır ya
da küfürle yönetenle savaştan kaçış sayılır. Her ikisi de Allah
Subhenehû ve Teala’nın
katında büyük günahtır.
Onun için Dâr’ül küfrü
Dâr’ül İslâm’a dönüştürmeye gücü yeten kimseye orayı Dâr’ül
İslâm’a çevirmeye güç sahibi olduğu sürece, o Dâr’ül küfürden
hicret etmesi caiz olmaz. Bu hususta, küfür nizamı ile
yönetildikleri sürece Türkiye, İspanya, Mısır ve Arnavutluk
arasında bir fark yoktur. Hepsi de aynı konumdadır.