“Asıl” kelimesinin sözlük manası; ‘üzerine bina
olunan, dayandırılan kurulan’ demektir. Bu dayandırma, bina
ediş, duvarın temel üzerine kurulması gibi hissî/hissedilir
olabileceği gibi, sonucun sebebe, ispat edilenin/işaret
edilenin delile dayandırılması gibi aklî de olabilir.
Fıkıh usulü ise; fıkhın üzerine kurulu olduğu
kurallardır.
Fıkıh ise; sözlükte ‘anlamak, anlayış’ demektir.
Şu ayette olduğu gibi: مَا
نَفْقَهُ كَثِيرًا مِمَّا تَقُولُ “Senin
söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz.”
İslâm
fakihlerinin/usulcülerin
örfünde/kullanımında
fıkıh;
“Tafsili delillerden istinbat edilmiş amelle ilgili Şer’î
hükümleri bilmektir.”
Hükümleri bilen/âlim
bakımından hükümleri bilmekten kasıt; yalnızca bu hükümleri
bilmek değil, bilakis Şer’î hükümler hususunda
melekenin/yeteneğin oluşmasıdır. Yani bu bilginin ve ondaki
derinliğin, hükümleri bilen kişide o hükümlerle ilgili bir
melekeyi oluşturan boyuta ulaşmasıdır. Sadece melekenin
oluşması, hükümlerin tamamını bilmiyor olsa da kendisinde
meleke oluşan kimsenin
fakih
sayılması için yeterlidir. Ancak inceleme ve istidlal/delil
getirmek için furuatla ilgili Şer’î hükümlerden detaylı
olmasa da bir miktar bilmek kaçınılmazdır. Bir ya da iki
hükmü bilmek,
fıkıh
olarak isimlendirilemeyeceği gibi delil çeşitlerinin hüccet
olduğunu bilmeye de
fıkıh
denilmez.
“Fıkıh”
kelimesi ile tafsili delillerden çıkartılmış furuatla ilgili
amelî hükümler topluluğu kastedilir. ‘Bu bir fıkıh
kitabıdır’ denilirken, furuatla ilgili amelî hükümleri
içeren bir kitap olduğu kastedilir. “Fıkıh
ilmi”
denilirken de furuatla ilgili amelî hükümler topluluğu
kastedilir. Ancak bu kavram, amelî hükümlere hastır. Istılah
bakımından, itikad ile ilgili hükümler fıkıhtan değildir.
Çünkü fıkıh,
feri-ameli hükümlere yani itikad edilen değil, amel edilen
hükümlere hastır.
Bu durumda “fıkıh
usulünün”
manası: Tafsili delillerden elde edilen amelî hükümlerle
ilgili yeteneğin oluşumunda esas alınan kurallardır. Onun
için fıkıh
usulü;
‘aracılığı ile tafsili delillerden Şer’î hükümleri istinbat
etmeye ulaşılan kaideleri bilmektir’ şeklinde tarif edildi.
Bu kuralların kendisine de “fıkıh
usulü”
denir. “Fıkıh Usulü Kitabı” dediğimizde bu kuralları içeren
kitabı kastederiz. ‘Bu fıkıh usulü ilmidir’ derken de;
aracılığı ile tafsili delillerden Şer’î hükümleri istinbat
etmeye ulaşılan kuralları kastederiz.
Fıkıh usulü bahsi,
kurallar ve deliller hakkında inceleme yapmaktır. Yani
hüküm, hükmün kaynakları ve bu kaynaklardan hükmü istinbat
etme keyfiyetini inceler.
Fıkıh usulü;
icmâli delilleri ve bunların Şer’î hükümlere delâlet
yönlerini kapsadığı gibi, istidlalde bulunulanın durumunu
-tafsili açıdan değil de genel açıdan- yani içtihad
bilgisini de kapsar. Aynı şekilde
istidlal keyfiyetini –ki o, deliller içerisindeki
teadül/eş değerlilik ve
tercih durumudur- kapsar. Fakat içtihat ve deliller arasında
tercih; delilleri ve delâlet yönlerini bilmeye bağlıdır.
Onun için bu iki konu yani deliller ve delillerin delâlet
yönleri, hüküm ve hükümlerle ilgili hususlar konusu ile
beraber fıkıh usulünün esasını teşkil eder.
Şu halde
fıkıh usulü;
fıkhın mutlak emir, mutlak nehiy, Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in fiili, sahabenin icmâsı ve kıyas
gibi tayin edilmemiş haldeki icmâli delilleridir. İşte
bunlardan (icmâli delillerden);
أقيموا الصلاة
“namaz kılınız”,
ولا تقربوا الزنا
“zinaya yaklaşmayınız”,
Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in Kâbe içinde namaz kılması, mahcura
veli tayin edilmesi, ücretliye kıyas yapılarak vekilin ücret
almaya hak kazanması gibi tafsili deliller çıkartılır. İşte
örneklenen bu hususların hiç birisi fıkıh usulünden
değildir. Çünkü bunlar belirli tafsili delillerdir.
Bunlardan birer örnek olarak fıkıh usulü konusunda yer
alması, bunların fıkıh usulünden olduğu anlamına gelmez.
Bilakis usul;
icmâli deliller, delillerin delâlet yönleri, delil getirenin
durumu, delil getirme keyfiyetidir.
Fıkıh usulü,
fıkıh ilminden farklılık arz eder. Zira
fıkhın konusunu;
helalliği, haramlılığı, sahihliği, batıllığı, fasitliği
bakımından mükelleflerin fiilleri oluşturur.
Fıkıh usulüne
gelince; onun
konusunu,
kendilerinden Şer’î hükümlerin istinbat edilmeleri yani
Şer’î hükümleri ispat etmeleri bakımından sem’î/vahyi
deliller oluşturur.
Bu durumda;
hüküm
ve hükümle
ilgili hususlarda
şu üç noktanın açıklanması kaçınılmazdır:
1-Hükmün
kaynağı kimdir, yani hüküm koyma yetkisine kim sahiptir,
hâkim kimdir?
2-Hüküm
kim için çıkartılır yani bu hükmü uygulamakla mükellef olan
kimdir?
3-Hükmün
kendisi nedir, hakikati nedir?
Bunlar açıklandıktan sonra da deliller ve delillerin delâlet
yönleri açıklanmalıdır.
|