HÜKÜM VE HÜKÜMLE ÝLGÝLÝ HUSUSLAR


2-1: Hakim:

Hükümle ilgili konularýn en önemlisi, en önceliklisi, en gereklisi hüküm çýkarýrken kime müracaat edileceðini yani hakimin/hüküm koyucunun kim olduðunu açýkça bilmektir. Çünkü hükmü ve türünü bilmek bu bilgiye baðlýdýr. Burada “hakimden” kasýt, her konuda yetkili olan yürütme otoritesine sahip olan kiþi deðildir. Bilakis hakimden kast olunan, eþya ve fiiller konusunda hüküm koyma yetkisine sahip kimsedir. Çünkü bu varlýk âleminde hissedilen þeyler, insanýn fiilleri ve insan fiilleri dýþýndaki eþyadýr. Mademki insan bu kâinatta yaþamaktadýr, öyle ise bu hususta bahis konusu olan insandýr. Hüküm koymak da ancak insan için ve insanla alakalý olur. Þu halde insan fiilleri ve fiillerle alakalý eþya hakkýnda hüküm kaçýnýlmaz olmaktadýr. Öyle ise bu konuda hüküm koyma yetkisine sahip tek varlýk kimdir? Allah mý yoksa insan kendisi mi, baþka bir ifade ile Þeriat mý akýl mý? Çünkü ‘bu Allah’ýn hükmüdür’ diye bize bildiren Þeriattýr ve insaný da hüküm koyucu yapan akýldýr. O halde hüküm koyan, Þeriat mýdýr, akýl mýdýr?

Bu hükmün konusu; yani fiiller ve eþya hakkýnda hüküm olarak ortaya konulan þey ise, hüsn/güzellik ve kubuh/çirkinliktir. Çünkü hüküm koymaktan maksat þudur:

1-Ýnsanýn fiil karþýsýndaki tavrýný belirlemek; o fiili yapacak mý, yapmayacak mý ya da yapmakla yapmamak arasýnda serbest mi kalacaðýný tayin etmektir.

2-Ýnsanýn fiillerini ilgilendiren eþya karþýsýndaki tavrýný belirlemektir. O eþyayý alacak mý, terk mi edecek yoksa almakla terk etmek arasýnda serbest mi kalacaðýný tayin etmektir.

Ýþte, insanýn bu tavrýný tayin etmesi, karþý karþýya kaldýðý þeye bakýþýna baðlýdýr. O güzel midir, çirkin midir yoksa ne güzel, ne de çirkin midir? Bunun için istenilen hükmün konusu, hüsn ve kubuh meselesidir.

Güzellik ve çirkinlikle ilgili hüküm, akla mý yoksa Þeriata mý aittir? Zira hüküm koymakta bir üçüncü seçenek yoktur.

Buna cevap þöyledir: Fiiller ve eþya hakkýnda hüküm þu üç açýdan verilir:

1-Fiiller ve eþyanýn ne olduklarýna dair varlýklarý açýsýndan,

2-Fiiller ve eþyanýn insan tabiatýna ve fýtri/yaratýlýþ eðilimlerine uygunluklarý ve uygunsuzluklarý açýsýndan,

3-Yapýlmalarýnýn övülmesi, terk edilmelerinin yerilmesi ya da övülmeleri ve yerilmeleri -yani bunlar hakkýnda sevap ve cezanýn olmasý ya da sevap ve cezanýn olmamasý- açýsýndan.

Bunlar eþya hakkýnda hükmün üç yönüdür. Vakýa açýsýndan olan birinci yönden, insan tabiatýna uygun olmasý ve olmamasý açýsýndan olan ikinci yönden eþyalar hakkýnda hüküm vermek þüphesiz ki insanýn bizzat kendisine -yani akýla- býrakýlmýþtýr, Þeriata deðil. Bu iki açýdan eþya ve fiiller hakkýnda hüküm veren akýldýr. Þeriat bu ikisinden herhangi biri hakkýnda hüküm vermez. Zira Þeriatýn bu ikisine bir müdahalesi yoktur. Örneðin; ilmin güzel, cehaletin çirkin olmasý gibi. Çünkü bunlarýn vakýalarýnda kemal ve noksanlýk açýkça ortadadýr. Ayný þekilde zenginlik güzeldir ve fakirlik çirkindir. Boðulmakta olan kimseyi kurtarmanýn güzel, haksýz yere bir malý almanýn ise çirkin sayýlmasý örneðinde olduðu gibi insan tabiatý haksýzlýktan hoþlanmaz ve helak olmak üzere olan birisine yardým etmeye meyleder. Ayný þekilde tatlý ve hoþ þeylerin güzel, acý veren þeyin çirkin olmasý gibi. Örneklenen bütün bu hususlarda hüküm vermek için insanýn hissettiði ve aklýnýn kavradýðý þeylerin/nesnelerin vakýasýna veya hisseden ve aklý ile kavrayan insanýn fýtratýna uygunluðuna müracaat edilir. Onun için bu tür konularda güzelliðin ve çirkinliðin ne olduðuna Þeriat deðil akýl karar verir. Yani bu iki açýdan eþya ve fiiller hakkýnda hüküm koyma yetkisi insana aittir, hakim/hüküm koyucu insandýr.

Dünyada övülmeleri ve yerilmeleri, ahirette sevap ve ceza açýsýndan fiiller ve eþya hakkýnda hüküm vermek; þüphesiz ki sadece Allah’a aittir, insana deðil. Yani Þeriata aittir, akýla deðil. Bu; imanýn güzelliði, küfrün çirkinliði, itaatin güzelliði, isyanýn çirkinliði, savaþta yalanýn güzelliði, savaþ dýþýnda kâfir yönetici yanýnda da olsa yalanýn çirkinliði gibidir.

Bu açýdan fiiller ve eþya hakkýnda hüküm vermenin akla ait olmayýþýnýn sebebi, aklýn vakýasýndan dolayýdýr. Zira akýl; hiss, vakýa, öncül bilgiler ve dimað/beyinden oluþmaktadýr. Hissetmek, aklý oluþturan unsurlarýn en temel cüzüdür. Ýnsanýn hissetmediði bir þey hakkýnda aklýnýn hüküm vermesi mümkün deðildir. Çünkü aklýn eþyalar hakkýnda vereceði hüküm, eþyanýn hissedilir oluþuyla mukayyet olduðundan, hissedilemeyen hususlar hakkýnda hüküm vermesi de imkânsýzdýr. Zulmün övülür-yerilir oluþu, insanýn hissettiði hususlardan deðildir. Çünkü o hissedilir bir þey deðildir. Dolayýsýyla akýl onun hakkýnda hüküm veremez. Zulmün övülmesi ya da yerilmesi, ona karþý tabiatýnda nefret veya yakýnlýk duygularýnýn oluþmasýna sebep olsa da, sadece bu duygular aklýn o þey hakkýnda hüküm vermesinde yararlý olmaz. Bilakis hissetmek mutlaka gereklidir. Bundan dolayý aklýn, fiil ve eþya hakkýnda övmek ve yermek açýsýndan güzellik ve çirkinlik hükmü vermesi mümkün deðildir. Bu sebeple aklýn, eþya ya da fiiller hakkýnda övmek ve yermek hükmü vermesi caiz deðildir. Çünkü bu hükmü vermek onun için eriþilebilir deðildir. Bu ona imkânsýzdýr.

Övmek ve yermek hükmünü koymayý insanýn fýtri eðilimlerine terk etmek caiz deðildir. Çünkü bu eðilimler, kendisine uygun düþene, övgüyle, ters düþene ise yergi ile hükmederler. Hâlbuki eðilimlere uygun düþen hususlar bazen zina, livata, hür insanlarý köleleþtirmek gibi yerilen fiillerden olabilir. Ya da bazen de eðilimlere ters düþen hususlar, düþmanla savaþmak, sýkýntýlara karþý sabretmek, ciddi bir eziyeti tahakkuk ettiren durumlarda hak söz söylemek gibi övülen fiillerden olabilir.

Hükmü; eðilimlere ve arzulara terk etmek, onlarý övgü ve yergiye ölçü yapmak demektir. Bu kesinlikle hatalý bir ölçüdür. Çünkü hükmü; eðilimlere ve arzulara terk etmek apaçýk hatadýr. Zira bu iþ, hükmü vakýaya muhalif, hatalý kýlar, ayrýca övme ve yerme hükmünü olmasý gerektiði hususa göre deðil de þehvetlere ve arzulara göre verilir hale getirir. Bundan dolayý fýtri eðilimlerin övme ve yerme hükmü vermesi caiz deðildir.

Mademki; aklýn ve fýtri eðilimlerin övme ve yerme hükmü vermeleri caiz deðildir, öyleyse övme ve yerme hükmünün verilmesini insana terk etmek caiz deðildir. Buna göre övme ve yerme hükmünü veren Allah’týr insan deðil, Þeriattýr akýl deðil.

Diðer taraftan eþya ve fiiller hakkýnda övme ve yerme hükmü insana terk edilirse, þahýslarýn ve zamanýn farklýlýðýna baðlý olarak hüküm de farklýlaþýr. Zira eþya ve fiiller hakkýnda övme ve yerme yönünde sabit bir hüküm vermek insanýn gücü dâhilinde deðildir. Bundan dolayý eþya ve fiiller hakkýnda bu açýdan hüküm vermek Allah’a aittir insana deðil, Þeriata aittir akýla deðil. Zira bu açýdan hüküm vermekte aklýn yetkisi yoktur. Ýnsanýn bugün güzel diye hüküm verdiðine yarýn çirkin diye hüküm verdiði, dün çirkin diye hüküm verdiðine ayný gün güzel diye hüküm verdiði görülen, bilinen bir husustur. Bu nedenledir ki ayný þey hakkýndaki hüküm farklýlaþmaktadýr, sabit olmamaktadýr. Böylece hükümde hata oluþmaktadýr. Onun için övme ve yerme hükmünü akýla ve insana vermek caiz deðildir.

Buna binaen, kullarýn fiilleri ve bu fiillerle ilgili eþyalar hakkýnda övgü ve yergi bakýmýndan hakimin insan deðil Allah olmasý kaçýnýlmazdýr. Yani hüküm koyucunun akýl deðil Þeriat olmasý kaçýnýlmazdýr.

Bu açýklamalar güzellik ve çirkinlik hakkýnda aklî delil yönüyle yapýlan açýklamalardýr.

Þer’î delil açýsýndan ise; Þeriat, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e tabi olmayý emretmesine ve arzuyu yermesine istinaden güzel ve çirkin konusunda hüküm vermeyi tekeline almýþtýr. Bu nedenledir ki övgü ve yergi açýsýndan güzel, Þeriatýn güzel bulduðu, çirkin de Þeriatýn çirkin bulduðu þeydir. Þeriat açýsýndan bu kesinlikle böyledir.

Fiiller ve eþya hakkýnda övgü ve yergi hükmünün verilmesi, insanýn bunlar karþýsýndaki tavrýný belirlemek için olur.

-Eþya bakýmýndan hükmün verilmesi, insanýn o eþyayý almasýnýn caiz mi yoksa haram mý olduðunu açýklar. Zaten eþyanýn vakýasý açýsýndan bundan baþkasý da düþünülemez.

-Ýnsanýn fiilleri bakýmýndan hükmün verilmesi ise; insanýn o fiilleri yapmasý mý yoksa yapmamasý mý isteniyor, ya da yapýp yapmamakta serbest mi býrakýlýyor hususunu açýklar. Mademki; bu açýdan hüküm vermek sadece Þeriata aittir, öyle ise; insanýn fiilleri ve bu fiillerle alakalý eþyalar hakkýndaki hükümlerde akla deðil Þeriata müracaat edilmelidir. Kullarýn fiilleri ve bunlarla alakalý eþyada sadece Þeriatýn hükmü hakim olmalýdýr.

Eþyalarýn helal ve haram olmalarý; kullarýn fiilleri hakkýnda; vacib/farz, haram, Mendup, mekruh veya mubah olmalarý açýsýndan ayrýca bazý durumlarýn ve sözleþmelerin ise; sebep veya þart veya engel veya sahih, batýl, fasid veya azimet ve ruhsat olmalarý açýsýndan hüküm vermek gibi hususlarýn tamamýnda insanýn tabiatýna uyumluluðuna ya da uyumsuzluðuna ve vakýasýnýn ne olduðuna bakýlmaz. Bu hususlarda sadece dünyada övgüyü ve yergiyi, ahirette ise sevap ve cezayý gerektirmeleri bakýmýndan hüküm verilir. Bu nedenledir ki bu hususlarda hüküm vermek sadece Þeriata aittir, akla deðil. Dolayýsýyla fiiller ve onlarla alakalý eþya hakkýnda bir takým durumlar, iþler ve sözleþmeler hakkýnda gerçekten hüküm koyucu olan sadece Þeriat olmaktadýr. Bu hususta aklýn kesinlikle hüküm koyma yetkisi yoktur.

 

2-2: Þeriatýn Gelmesinden Önce Hüküm Yoktur:

 

Hükümle ilgili bir Þer’î delil olmaksýzýn fiiller ve eþyalar hakkýnda hüküm vermek caiz deðildir. Zira eþyalar ve fiiller hakkýnda Þeriatýn gelmesinden önce hüküm yoktur.

Allah’u Teâla þöyle demiþtir: وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً  “Biz Rasul göndermedikçe azap edici deðiliz.”[1] لألا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ  “Ki insanlarýn Rasullerden sonra Allah’a karþý bir bahaneleri olmasýn...”[2]

Hüküm þu iki þeyden birisiyle; ya Þeriatla ya da akýl ile tespit edilir. Aklýn ise bunda yeri yoktur. Çünkü mesele vacib ve haram kýlma meselesidir. Akýl farz veya haram kýlamaz. Farz ve haram kýlmak akýla baðlý deðil, ancak Þeriata aittir. Böylece hüküm Þeriata baðlý kalmaktadýr. Þeriat gelmeden önce Þeriat/kanun olmayacaðýna göre, hüküm de; Allah’tan Þeriatýnýn gelmesine baðlýdýr. Yani Þeriatýn tamamý açýsýndan Rasulü’n gelmesine, hakkýnda delil gösterilmesi istenen mesele açýsýndan ise Þer’î delile baðlýdýr.

Bu konu ile ilgili olarak Rasulü’n gelmesi hususuna gelince; bu ayetin manasýnda açýkça ortaya konulmaktadýr. Çünkü ayette Rasul gönderilmeden önce insanlarýn cezalandýrýlmayacaðý bildirilmiþtir. Bu ise onlarýn Þer’î hükümlerle ve inanýlmasý gereken hususlarla -yani herhangi bir þeyle- mükellef kýlýnmadýklarýný göstermektedir. Bunun, Allah kendilerine bir Rasul göndermeden önce insanlardan hükmün tamamen kaldýrýlmasýndan baþka bir manasý yoktur. Buradan hareketle; ‘fetret ehli azaptan kurtulmuþlardýr’ denilebilir. Fetret ehli, bir risaletin kaybolup bir risaletin gönderildiði dönem arasýnda yaþamýþlardýr. Fetret ehlinin hükmü, kendilerine bir risalet ulaþmayan kimseler için hüküm olur. Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in risaleti dikkat çekici bir þekilde kendilerine ulaþmamýþ kimseler de fetret ehli gibi azaptan kurtulmuþlardýr. Çünkü ayetteki durum onlara da uymaktadýr. Onlar da kendilerine bir Rasul gönderilmemiþ sayýlýrlar. Zira Rasul’ün risaleti onlara teblið edilmemiþtir. Teblið etmeme günahý, gücü yetip de yapmayanlarýn üzerine olur.

Binaenaleyh Rasul gönderilmeden önce eþyalar hakkýnda helaldir ya da haramdýr denilmez. Çünkü ortada eþyalar hakkýnda bir hüküm yoktur. Fiiller için de durum aynýdýr. Bilakis insan, herhangi bir hükümle kayýtlý olmaksýzýn dilediðini yapabilir. Kendisine bir Rasul gönderilinceye kadar da Allah katýnda sorumlu olmaz. Rasul geldiðinde ise, Rasul tarafýndan kendisine teblið edilen hükümlerle kayýtlý olur.

Rasul gönderilip, risaletini teblið ettikten sonraki duruma gelince; eðer getirdiði risalet Ýsa Aleyhisselam Efendimizde olduðu gibi belirli hususlarla gelmiþ, diðer hususlarda da kendisinden baþka bir Rasul’ün risaletine tâbi olunmasýný emretmiþ ise; onlar kendilerine teblið edilen hükümlere baðlý kalýrlar ve o hükümlere uymaya zorlanýrlar. Bu risalet neshedilinceye kadar baðlý kalmadýklarý hususlardan dolayý azaba müstahak olurlar. Rasul’ün risaleti bir takým þeyleri getirmiþ ve bazý hususlara da müdahale etmemiþse o zaman onlar sadece o risaletin getirdiði ile mukayyet olurlar. Risaletin getirmediðinden dolayý azap görmezler. Eðer Rasul’ün risaleti her þeye genel ve her hususu açýklayýcý nitelikte ise, bu takdirde her hususta bu risaletle kayýtlý olurlar. Týpký Efendimiz Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in durumunda olduðu gibi. Zira onun risaleti her þeyi kapsar ve her þeyi açýklayýcý bir þekilde gelmiþtir. Bunun için bu risalette bulunan hususlardan baþka hüküm yoktur. Çünkü;  وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً  “Biz Rasul göndermedikçe azap edici deðiliz.”[3] Ayeti; “Biz kendilerine Rasul gönderdiðimiz halde onun risaletine muhalif olanlara azap ederiz” anlamýna gelmektedir. Rasul’ün teblið ettiði risaletten ne olursa olsun tek bir hükme dahi muhalif olan kimse azaba müstahak olur. Bunun içindir ki hakkýnda delil olmadýkça hiçbir “fiil” ve “eþya” için hüküm yoktur.

Buna binaen þöyle denilemez: “Eþyada ve fiillerde asýl olan haramlýlýktýr. Zira haramlýlýk, Allah’ýn mülkünde O’nun izni olmaksýzýn tasarrufta bulunmak demektir. Dolayýsýyla mahlûkata kýyasla izinsiz davranýþ haram olur.”

Böyle denilmez. Çünkü; Allah’ýn, Rasul göndermedikçe azap etmeyeceðini bildiren ayetin manasý; hüküm açýklanmadýkça cezalandýrýlmayacaðý anlamýna gelmektedir. Üstelik mahlukatýn zarar görmesi söz konusu iken Allah Subhanehu Teâla fayda ve zarardan münezzehtir.

Ayný þekilde “Mubahlýðýn, mülk sahibini zarara uðratmaktan ve bozukluk belirtilerinden uzak bir þekilde faydalanma olduðunu gerekçe göstererek fiillerde ve eþyalarda asýl olan mubahlýktýr.” denilemez. Þu nedenlerden dolayý böyle söylenemez:

1-Ayetin mefhumuna göre insan, Rasul’ün getirdikleri ile mukayyettir. Buna muhalefet ettiðinde azaba müstahak olur. Dolayýsýyla asýl olan, Rasule tabi olmak ve risaletinin hükümlerine baðlanmaktýr. Asýl olan, mubahlýk yani kayýtlý olmamak deðildir.

2-Hüküm ayetlerinin geneli, Þeriata baþvurmanýn ve hükümlerine baðlanmanýn farziyetine delâlet etmektedir. Þu ayetlerde olduðu gibi.

Allah’u Teâla þöyle buyurmaktadýr: وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ   “Herhangi bir þey hakkýnda ihtilafa düþerseniz, onun hakkýnda hüküm vermek hakký Allah’ýndýr.”[4] فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ  “Herhangi bir þey hakkýnda anlaþmazlýða düþerseniz, onu Allah ve Rasule götürünüz.”[5] وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ    “Biz sana bu Kitabý, her þeyi açýklayýcý olarak kýsým kýsým indirdik.”[6]

3-Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’de þöyle buyurmuþtur: كل أمر لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ    “Emrimiz üzere olmayan her iþ reddedilir.”[7]

Bu hadis de asýl olanýn Þeriata uymak ve Þeriata baðlanmak olduðunu göstermektedir. 

4-Bozukluk belirtilerinden ve mülk sahibine zarardan uzak bir faydalanma da mubahlýða delil olamaz. Görmez misin ki; dul bir kadýnla zina etmek, bozukluk belirtilerinden ve mülk sahibine zarardan uzak bir faydalanma olduðu halde yine de haramdýr. Kiminle olursa olsun gülmek ve neþelenmek için þakayla da olsa, yalan söylemek; yalan söyleyen ve hakkýnda yalan söylenen her iki taraf için, bozukluk belirtilerinden ve mülk sahibine zarar vermekten uzak olduðu halde haramdýr.

5-Üstelik Þeriatýn gelmesinden sonra fiiller ve eþyalar için hükümler var olmuþtur. Dolayýsýyla asýl olan; fiiller ve eþyalar hakkýnda Þeriatta hüküm olup olmadýðýný araþtýrmaktadýr. Çünkü asýl olan; Þeriatýn varlýðýna raðmen, eþyalarý ve fiilleri mubah kabul ederek doðrudan akýl ile mubah hükmünü koymak deðildir.

Ayný þekilde, “Eþyalar ve fiiller hakkýnda asýl olan durmak ve hükümsüzlüktür.” de denilemez. Çünkü ‘durmak’, iþi veya Þer’î hükmü terk ve ihmal etmek demektir ki bu caiz deðildir. Kur'an ve Sünnet’te sabit olan; bilmemek halinde hükmü öðrenmek için sormaktýr, durmayý ve hükümsüzlüðü esas almak deðildir.

Allah’u Teâla þöyle buyurmuþtur:  فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لا تَعْلَمُونَ     “Eðer bilmiyorsanýz zikir ehline sorun.”[8]

Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in teyemmüm hadisindeki þu sözü de buna delildir: أَلا سَأَلُوا إِذْ لَمْ يَعْلَمُوا فَإِنَّمَا شِفَاءُ الْعِيِّ السُّؤَالُ   “Madem bilmiyorlardý niye sormadýlar? Þüphe yok ki, cehaletin þifasý sormaktýr.”[9]

Bunlar, durmak ve hükümsüzlüðün asýl olmadýðýna delâlet eder. Ayrýca Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in gönderilmesinden sonra hüküm Þeriata ait oldu ve Þeriat gelmeden önce hüküm yok sayýldý. Bu nedenledir ki hüküm Þeriatýn gelmesine yani tek bir mesele için bile Þer’î delilin varlýðýna baðlýdýr. Bundan dolayý, nasýl ki ancak Þeriat geldikten sonra hüküm verilebiliyorsa yine ancak Þer’î delile dayalý olarak hüküm verilebilir. Þu halde asýl olan, hüküm hakkýnda Þeriatta delil aramaktýr, yani hüküm için Þeriatta delil aramaktýr.

Geriye bir mesele kaldý o da; “Ýslâm Þeriatý; geçmiþte yaþanan vakýalarýn tamamý, halen var olan sorunlarýn tümü ve olmasý mümkün olaylarýn tamamý ile ilgili hükümleri kapsayýcý nitelikte midir?” sorusudur.

Buna þu þekilde cevap verilir: Yaþanan her vakýa, ortaya çýkan her sorun ve meydana gelen her olay için Ýslâm Þeriatýnda hüküm vardýr. Zira Ýslâm Þeriatý, insanýn fiillerinin tümünü kapsamlý bir þekilde eksiksiz olarak kuþatmaktadýr. Geçmiþte yaþanan, halen karþý karþýya kalýnan, gelecekte ortaya çýkan her þey için Þeriatta hüküm vardýr.

Allah’u Teâla þöyle buyurdu: وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْء ٍ    “Biz sana bu Kitabý, her þeyi açýklayýcý olarak kýsým kýsým indirdik.”[10] الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي   “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladým.”[11]

Þeriat, kullarýn fiillerinden her ne olursa olsun hiçbir hususu ihmal etmedi. Zira her husus için ya Kur'an’dan ve Sünnet’ten bir nâss delil getirmiþtir. Ya da Kur'an ve Sünnet’te hükümdeki Þeriatýn maksadýna ve hükmün konulmasý sebebine mükellefin dikkatini çeken iþaretler koymuþtur ki, mükellef o iþaret ve sebebin bulunduðu her hususa hükmü uygulayabilsin. Þeriata göre kula ait bir fiilin hükmünü gösteren bir delilin veya emarenin olmamasý mümkün deðildir. Çünkü تبيانا لكل شيء “her þey için bir açýklayýcý olarak” ayetinin genelliði ve Allah’ýn bu dini kemale erdirdiðine dair nâssýn açýklýðý bunu göstermektedir

Bazý vakýalara ait Þer’î hükmün olmadýðýnýn iddia edilmesi, Þeriatýn; ilgili fiil hakkýnda bir delil belirtmeyerek ya da Þeriatýn maksadýna mükellefin dikkatini çeken bir iþaret koymayarak kullarýn bazý fiillerini kesin bir þekilde ihmal ettiði anlamýna gelir. Bu tür bir iddia; ortada Kitabýn açýklama getirmediði bir þeyin var olduðuna, hükmünü zikretmediði bir fiil olduðuna göre, Allah’ýn bu dini kemale erdirmediði, dolayýsýyla bu dinin noksan bir din olduðu anlamýna gelir. Bu ise Kur'an’ýn nâssýna ters düþmektedir. Bu nedenle de bu iddia batýl bir iddiadýr. Hatta Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den sahih bir rivayetle gelen ve bu manayý içeren ahad hadisler olsa bile -yani kullara ait bir takým fiillerin hükmünün Þeriat tarafýndan belirtilmemiþ olduðunu vurgulayan ahad hadisler olsa bile- hem sübutu hem de delâleti katî olan Kur'an nâssý ile çeliþtiði için dirayeten reddedilir. Çünkü تبيانا لكل شيء  “her þey için bir açýklayýcý olarak…”,   اليوم اكملت لكم دينكم  “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim.”  ayetleri sübutu ve delâleti katî ayetlerdir. Dolayýsýyla bu iki ayetle çeliþen her ahad haber dirayeten reddedilir. Bu iki katî ayeti iyice anlayýp kavradýktan sonra Müslüman için, insan fiillerinden tek bir vakýa olsa da Þeriatýn hükmünü hiçbir þekilde açýklamadýðý bir vakýanýn olduðunu söylemesi helâl deðildir.

Tirmizi ve Ýbni Mace’nin Selman el-Farisi’den rivayet ettikleri þu hadise gelince: Dedi ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e eritilmiþ yað, peynir ve yapýþtýrýcý hakkýnda sorulduðunda þöyle dedi: الْحَلالُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ فِي كِتَابِهِ وَالْحَرَامُ مَا حَرَّمَ اللَّهُ فِي كِتَابِهِ وَمَا سَكَتَ عَنْهُ فَهُوَ مِمَّا عَفَا عَنْهُ “Helâl, Allah’ýn Kitabýnda helâl kýldýðý hususlardýr, haram da Allah’ýn Kitabýnda haram kýldýðý hususlardýr. Sükût ettiði ise sizin için affedilendir.”[12]

Ebu Derda, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den þöyle dediðini rivayet etti:

ما احل الله في كتابه فهو حلال وما حرم فهو حرام وما سكت عنه فهو عفو فاقبلوا من الله عافيته فإن الله لم يكن لينسى شيئا ثم تلا هذه الآية     “Allah’ýn Kitabýnda helâl kýldýðý helâl, haram kýldýðý ise haramdýr. Sükût ettiði ise affedilmiþtir. Öyle ise Allah’ýn lütfunu kabul ediniz. Çünkü Allah hiçbir þey unutmaz.” Dedi ve þu ayeti okudu:   وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا  “Rabbin unutkan deðildir.”[13]

Sa’lebe de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den þöyle dediðini rivayet etti:

إن الله فرض فرائض فلا تضيعوها وحد حدودا فلا تعتدوها ونهى عن إشياء فلا تنتهكوها وسكت عن أشياء             

رخصة لكم ليس بنسيان فلا تبحثوا عنها  “Muhakkak ki Allah bir takým hususlarý farz kýldý ki onlarý terk etmeyiniz. Bir takým konularda da sýnýrlar koymuþtur, onlarý aþmayýnýz. Bir takým þeyler hakkýnda ise unuttuðundan deðil, size rahmet olarak sükût etmiþtir. Onlarýn üzerinde araþtýrmayýn.”[14]

Bu hadisler ahad haberler olmalarýndan dolayý katî nâss ile karþý karþýya getirilmezler.

Ayrýca bu hadisler, Þeriatýn açýklýk getirmediði bir takým þeyler olduðuna delâlet etmez. Sadece Allah’ýn size rahmetinin sonucu olarak haram kýlmadýðý þeylerin var olduðuna delâlet eder. Zira Allah bunlarý haram kýlmaktan sükût ederek affetmiþtir. Bu hadislerin konusu, bir takým þeyler hakkýnda hükümler koymayarak sükût etmesi de deðildir. Bilakis onlarý haram kýlmayarak sükût etmesidir. Bir takým hususlarý haram kýlmayarak sükût etmesi, hükmü açýklanmayan her hususa mubah hükmünün konulmasý anlamýna gelmez. Bilakis bu sükût, Þâri’den gelen bir sükûttur. Þâri’nin haram kýlmayarak sükût etmesi ise; helal demektir. Buna; vacib, mendup, mübah ve mekruh dâhil olur. Ve yalnýzca hakkýnda sükût edilen hususlara uygulanýr, hükmü açýklanmayan her þeye uygulanmaz. Bu hadislerde geçen o þeyler hakkýnda yer alan, العفو “affedilmiþtir ibaresi hadislerin nâsslarýna ve siyaklarýna göre, عفا الله عنك “Allah seni affetti”[15] ayetindeki “affetme” ibaresi gibidir. Bu da haram kýlýnmayan þeyler hakkýnda soru sorulmasýnýn yasak olunmasýdýr, yoksa haram olur, demektir.

Ýbni Abbas RadýyAllah’u Anhuma da þöyle dediði rivayet edildi: “Kur'an’da zikredilmeyen hususlar, Allah’ýn affettiði hususlardandýr”[16] Ýbn Þeybe Müsnaf’ýnda rivayet etti ki; Ýbrahim b. Sa’ad. Ýbni Abbas’a, “Zimmîlerin mallarý hakkýnda ne dersin?” denildiðinde þöyle dedi: “العفو “affedilmiþtir.”  

Ubeyd b. Umeyr þöyle dedi: “Allah helaller ve haramlar kýldý. Helâl kýldýðý helaldir, haram kýldýðý ise haramdýr. Sükût ettiði ise العفو affedilmiþtir”[17]

Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem “beratü’l asliye”/“aslý itibariyle muaflýk” hükmüne binaen hüküm inmeyen hususlarda fazla soru sorulmasýndan hoþlanmazdý. Zira “beratü’l asliye” þu manaya gelir: Fiiller, beratü’l asliye hükmüyle birlikte af olunmuþlardýr.

Nitekim Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem þöyle demiþtir: إِنَّ أَعْظَمَ الْمُسْلِمِينَ فِي الْمُسْلِمِينَ جُرْمًا مَنْ سَأَلَ عَنْ شَيْءٍ لَمْ يُحَرَّمْ عَلَى الْمُسْلِمِينَ فَحُرِّمَ عَلَيْهِمْ مِنْ أَجْلِ مَسْأَلَتِهِ     “Müslümanlardan Müslümanlara karþý en büyük cürüm iþleyen kimse, onlara haram kýlýnmamýþ bir þey hakkýnda soru sorup da o þeyin sorusundan dolayý haram kýlýnmasýna sebep olan kimselerdir.”[18]   ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَثْرَةُ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلافُهُمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ وَلَكِنْ مَا نَهَيْتُكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَمَا أَمَرْتُكُمْ بِهِ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ    “Sizi serbest býraktýðým hususlarda beni serbest býrakýn. Çünkü sizden öncekiler çok soru sormalarý ve nebilerine muhalefet etmeleri nedeniyle helâk oldular. Size bir þeyi nehyedersem onu terk ediniz, size bir þeyi emredersem onu gücünüz nispetinde yerine getiriniz.”[19]             

Müslim ve Ahmed, Ebu Hureyre yoluyla þunu tahriç ettiler: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bize hitap ederken þöyle dedi:        أيها الناس قد فرض الله عليكم الحج فحجواEy insanlar Allah size haccý farz kýlmýþtýr. O halde haccedin.” Bunun üzerine adamýn birisi, “Ya Rasulullah her yýl mý?” diye sordu. Rasulullah sustu. Adam üç defa ayný soruyu sordu. Üçüncü defasýnda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem buyurdu ki:    وَلَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ ولما استطعتم ثم قال ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ “Eðer evet deseydim o þekilde farz olurdu ve yapamazdýnýz.” Sonra þöyle dedi: “Sizi serbest býraktýðým hususlarda siz de beni serbest býrakýn.”[20]

Bu rivayetlerin tamamý, وسكت عن أشاء “Bazý þeyler hakkýnda sükût geçti.” ifadesi ile o þeylerin haram kýlýnmadýðýnýn kast edildiðine delâlet etmektedir. Bu ifade Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in baþka bir hadisteki þu sözünün benzeridir. ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ “Sizi serbest býraktýðým hususlarda siz de beni serbest býrakýnýz.” Ayný hadisin baþka rivayetindeki þu ifade bunu desteklemektedir: عفا عن أشياء  “Bazý þeyleri affetti.”  Yani onlarý haram kýlmayarak serbest býraktý.

Buna göre; Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in; وسكت عن أشاء “Bazý þeyler hakkýnda sükût geçti.” Veya   وما سكت عنه فهو عفو   “Sükût ettiði þey affedilmiþtir.” sözü, kullarýn fiillerinden bir kýsmýnýn hükmü açýklanmamýþtýr anlamýna gelmez. Bilakis bu sözler, ‘size rahmetinden dolayý haram kýlmadý’ anlamýna gelir. Sükût hükmü kapsamýnda yer alan belirli þeyleri haram kýlmamýþsa onlar haram deðildir, hükmü helaldir. Öyle ise mesele; Þâri’nin bazý þeyleri haram kýlmayarak sükût etmesi ile alakalýdýr, bazý þeylerin hükümlerinin açýklanmamasý ile alakalý deðildir.

Bu açýklamalar, hadisin anlamý açýsýndan yapýldý.

Hadisin Þeriatýn hükmündeki konumu açýsýndan ise:

Mükelleflerin fiilleri –mükellef olmalarý bakýmýndan-; ya bütün olarak teklif hitabý kapsamýndadýr –ki bu fiilin yapýlmasýný ya da serbest olmasýný gerektirir-, ya da bir bütün halinde teklif hitabýnýn kapsamýnda deðildir.

Eðer teklif hitabýnýn kapsamýnda iseler, Þeriatta onlar için bir hüküm olmasý kaçýnýlmazdýr. Zira kullarýn fiilleri, teklif hitabýnýn kapsamýnda yer almýþlardýr. Eðer bir bütün olarak teklif hitabý kapsamýnda olmazlarsa, mükelleflerden bazýlarýnýn herhangi bir zaman ve durum bile olsa teklif hitabý hükmü dýþýnda kalmasý gerekir ki, bu esastan batýldýr. Zira onu mükellef olduðunu varsaydýðýmýzda kapsam dýþýnda kalamaz. Mükellef olmadýðýný varsaydýðýmýzda ise bu varsayýmýmýz batýldýr/geçersizdir. Çünkü teklif hitabýnýn genelliði nedeni ile teklif de geneldir, her durumu ve zamaný kapsar. Buna binaen Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in وسكت عن أشاء “Bazý þeyler hakkýnda sükût geçti.sözünün; ‘bazý hususlarýn hükmü açýklanmamýþtýr’, manasýna gelmesi mümkün deðildir. Çünkü hükmün açýklanmamasý, herhangi bir hal ve vakitte mükellef olmayan bir þahsýn varlýðýný gerekli kýlar. Þu halde Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’ in o sözü, bazý hususlarý haram kýlmayýp sükût etti anlamýndan baþka bir anlama gelmez. Buna binaen hadis, insan için Þeriatýn açýklýk getirmediði herhangi bir fiilin var olduðuna delâlet etmez. Dolayýsýyla bu hadisle böylesi bir delil getirme keyfiyeti devre dýþý kalýr.

Böylelikle “insanýn fiillerinde esas olan, Allah’ýn hükmüne baðlanmaktýr.” Þer’î kaidesi kesinlik kazanmaktadýr. Þu halde bir Müslüman’ýn, herhangi bir fiil hakkýnda Þâri’nin hitabýndan Allah’ýn hükmünü öðrenmeden adým atmasý caiz deðildir.

Mubahlýk, Þer’î hükümlerden bir hükümdür. Dolayýsýyla Þeriatta hakkýnda mutlaka bir delil vardýr. “Þeriatýn açýklýk getirmemesi”; bir hususun mubah oluþuna delil olmaz, bilakis Þeriatýn noksan olduðuna delil olur. Bir hususun mubah olduðunun delili, onu Þeriatýn serbest býraktýðýna dair nâssýn olmasýdýr.

Fiiller açýsýndan durum budur. Eþyalara gelince -ki onlar fiillerle alakalýdýr-: Haram kýlýcý bir delil olmadýkça eþyalar hakkýnda asýl olan mubahlýktýr. Bir þeyde asýl olan mubahlýk olunca onu haram kýlan bir delil olmadýkça haram kýlýnmaz. Çünkü Þer’î nâsslar eþyalarýn tamamýný mubah kýlmýþtýr. Bu nâsslar her þeyi kapsar þekilde genel olarak gelmiþtir.

Nitekim Allah’u Teâla þöyle buyurmuþtur: أَلَمْ تَرَى أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الأرْضِ     “Görmedin mi, Allah yerde onlarý da emrinize vermiþtir.”[21]

“Allah’ýn yerde olanlarýn tamamýný insanýn emrine vermesi” ifadesinin manasý; yeryüzünde olan her þeyin insana mubah kýlýnmasý demektir.

Allah’u Teâla þöyle dedi:   يَاأَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الأرْضِ حَلالاً طَيِّبًا  “Ey insanlar, yeryüzünde olanlardan temiz ve helâl olarak yiyin.”[22] يَابَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا   “Ey ademoðullarý, her mescidde ziynetlerinizi alýn,  yiyin, için.”[23] هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ الأرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ     “O, yeri size itaatkar ve yumuþak kýlandýr. O halde yerin omuzlarýnda (dört bir yanýnda) yürüyün ve O’nun rýzkýndan yiyin.”[24]

Ýþte, böylece eþyanýn mubahlýðý hakkýnda gelen bütün ayetler genel olarak gelmiþtir. Ve onlarýn genelliði eþyalarýn tamamýnýn mubahlýðýna delalettir. Dolayýsýyla eþyalarýn mubahlýðý Þâri’nin genel hitabý ile gelmiþ olur. Eþyalarýn tamamýnýn mubahlýðýnýn delili, her þeyi mubah kýlarak gelen Þer’î nâsslardýr.

Bir þey haram kýlýndýðý zaman, bu genelliði tahsis eden, o þeyi mubahlýk genelliðinden istisna olduðunu gösteren bir nâssýn olmasý kaçýnýlmazdýr. Bundan dolayý eþyada asýl olan mubahlýktýr.

Bundan dolayý Þeriatýn bir þeyi haram kýlarken bu eþyalarý nâssýn genelliðinden istisna ettiðini görürüz.

Nitekim Allah’u Teâla þöyle buyurdu: حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ        “Leþ, kan, domuz eti .... size haram kýlýndý.”[25]

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem þöyle buyurdu: حرمت الخمرة بعينها      “Þarap, þarap olduðu için haramdýr.”[26]

Böylece, Þeriatýn eþyadan haram kýldýðý bazý husus, mubah kýlan nâsslarýn genelliðinden istisna edilmiþ olur ki bu aslýn (mubahlýðýn) tersine bir durum olur. Asýl olan bütün eþyalarýn mubah olmasýdýr.

Þöyle denilmez: “Eþyayý kulun fiilinden ayýrmak mümkün deðildir. Eþyanýn hükmü ancak kulun fiilinin hükmünden gelir. Dolayýsýyla eþya fiilin hükmünü alýr.”denilmez. Çünkü her ne kadar eþyalarýn kullarýn fiilleri ile alakalarý kaçýnýlmaz ve eþyalara ait delil ayný zamanda kullarýn fiillerinin hükmünü açýklýða kavuþturma sadedinde gelmiþ olsa da ancak kulun fiiline ait delil, eþya ile iliþkilendirildiðinde eþyanýn fiille alakalý olduðu haldeki hükmünü açýklar. Bu,  ya mubahlýktýr ya da haramlýlýktýr. Fiilin delili, eþya bakýmýndan kesinlikle bu ikisinden baþkasýný açýklamaz. Onun için eþyanýn hükmü hakkýnda vacibtir veya menduptur denilmez. Dolayýsýyla eþyalarýn hükmü mubah veya haram hükmü ile sýnýrlýdýr. Bu yönüyle eþya, kulun fiilinden farklý bir konumdadýr. Her ne kadar eþyanýn delili, kulun fiilinin hükmünü açýklýða kavuþturma sadedinde gelmiþ olsa da eþya, fiilin hükmünü almaz. Diðer bir açýdan mubah kýlma delilinde genellik, haram kýlma delilinde ise belirli eþyayý tayin etmek hali vardýr. Bu durum, mubahlýðý bütün eþya için genel, haramlýðý ise, hakkýnda haram kýlmanýn geçtiði husus için özel hale getirmektedir.

Böylelikle asýl itibarý ile ve vasýflandýrýldýklarý hükümleri itibarýyla eþyalarýn hükmü, fiillerin hükmünden farklýdýr. Zira haram kýlýcý delil olmadýkça eþyalar için asýl olan mubah olmasýdýr. Fiillerde ise asýl olan Þer’î hükme baðlý olmaktýr. Eþyalar ancak helâl ve haram olarak vasýflandýrýlýrlar.

Fiiller ise bundan farklýdýr. Zira Þâri’n fiillerle ilgili hitabý, fiilleri iki bölüme ayýrmýþtýr. 1-Teklif hitabý, 2-Vaz’i hitabý.

Teklif hitabý beþ kýsma ayrýlýr: 1.Farz 2.Mendup 3.Haram 4.Mekruh 5.Mübah.

Vaz’i hitap da beþ kýsma ayrýlýr: 1-Sebep 2-Þart 3-Mani 4-Sýhat-batýllýk-fesad 5-Azimet-ruhsat.

Özetle, Efendimiz Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bütün insanlara gönderilmesinden sonra hükmü olmayan bir fiil ya da eþyanýn var olduðunu söylemek caiz deðildir. Yine Þeriattan bir delil olmaksýzýn herhangi fiil ya da eþyaya ait bir hükmün var olduðunu söylemek de caiz deðildir. Çünkü o hüküm Þâri’nin hitabýdýr. Ayrýca Þeriatýn hükmünü açýklamadýðý her þeyin mubah olduðunu söylemek de caiz deðildir. Çünkü mubah Þer’î bir hükümdür. Zira mubah, Þâri’nin kullarýn fiilleri ile ilgili serbest býraktýðý hitabýdýr.

Þâri tarafýndan hükmü açýklanmamýþ bir þeyin var olduðunu iddia etmek; Kur'an tarafýndan açýklýk getirilmemiþ bir þeyin var olduðu ve Þeriatýn eksik olduðu anlamýna gelir. Ki bu iddia; sübutu ve delâleti katî Kur'an nâsslarý ile çeliþtiði için caiz deðildir.

Buna binaen, insandan kaynaklanan hiçbir fiil ve insanýn fiili ile alakalý hiçbir þey yoktur ki Þeriatta hükmü bulunmasýn. Þâri’nin hitabýndan bizzat hükme delâlet eden bir delil olmadýkça hüküm yoktur. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem gönderilmeden, dolayýsýyla da Þeriat gelmeden önce hüküm yoktur. Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem geldikten sonra ise, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in getirdiði risaletten bizzat hükme delâlet eden bir delil bulunmadýkça da hüküm yoktur.


[1] Ýsra : 15

[2] Nisa: 165

[3] Ýsra : 15

[4] Þura: 10

[5] Nisa: 59

[6] Nahl: 89

[7] Dârektenî

[8] Nahl: 43, Enbiya: 7

[9] Ebu Davud K. Taharat, 284

[10] Nahl: 89

[11] Maide: 3

[12] Ýbni Mace K. Et’ameh, 3358

[13] Meryam: 64

[14] Beyhaki

[15] Tevbe: 43

[16] Þâtýbi, Muvafakat’da zikretti.

[17] Taberi tefsirinde rivayet etti.

[18] Müslim K. Fedail, 4349

[19] Ahmed b. Hanbel B. Müs. Mükessirîn, 9765

[20] Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâþim, 3330

[21] Hacc: 65

[22] Bakara: 168

[23] A’raf: 31

[24] Mülk: 15

[25] Maide: 3

[26] Mebsut, Ýbn Abbas yoluyla aktarmýþtýr