KİTAP VE SÜNNETİN KISIMLARI |
|
Arapça dilinin incelenmesi sona erdikten, Arapça ve kısımlarının
bilinmesinden sonra, Kitap ve Sünnetle istidlalin kendisine
bağlı olduğu hususun tamamlanması için, Kitap ve Sünnetin
kısımlarını bilmek kaçınılmaz oldu. Zira Arapça lügatini bilmek
ve dilin kısımlarını bilmek, Şer’î hükümlere Kitap ve Sünnetle
delil getirmek için yeterli değildir. Çünkü Kitap ve Sünnetin
lafızları teşri ile ilgili nâsslardır. Onlarda şu hususlar
vardır:
- Fiilin yapılması, talep ve terk edilmesi talebi,
- Genel nâss ve özel nâss,
- Mutlak nâss ve mukayyed nâss,
- Beyana ihtiyaç duyan mücmel kelam
- Beyan ve mubeyyen/açıklanan,
- Hükmü nesh edilen ve nesh edilmeyen,
İşte bütün bunların, Kitap ve Sünnetle Şer’î hükme delil getirmek
için bilinmesi kaçınılmazdır. Çünkü Kitap ve Sünnetten bu
kısımları bilmeksizin dili ve dilin kısımlarını bilmek, hükme
delil getirmek için yeterli olmaz. Onun için dilin ve dilin
kısımlarının bilinmesi yanı sıra Kitap ve Sünnetin kısımlarının
bilinmesi de kaçınılmazdır.
Kitap ve Sünnetin incelenmesinden sonra açığa çıkmıştır ki, Kitap
ve Sünnetin kısımları şu beş kısımla sınırlandırılır:
1- Emir ve nehiy, 2- Genellik ve özellik, 3-
Mutlak ve mukayyed, 4- Mücmel, beyan, mübeyyen, 5-
Nasıh ve mensuh.
Bu beş hususun dışında kalanların özel bir kısım olarak itibarı
yoktur. O ancak ya beş husustan birine ait olur, ya dile ait olur
ya da manasının olmadığına yorulur.
● Mesela; Kitap ve Sünnetin kısımlarından olduğu söylenen bir
husus; “zahir ve tevil edilen”dir. Zahiri şöyle
tanımlıyorlar: “Aslî konuluş bakımdan ya da örfi bakımdan bir
manaya delâlet eden ve ondan başkası ise tercih edilebilir ihtimal
olan husustur.” Tevil edileni de şöyle tanımladılar: “Lafzı
kendisini destekleyen bir delil ile ihtimaliyle birlikte, zahir
delâlet edileninden başkasına hamledilmesidir.” Buna binaen
rasgele konuşmalara ve tevillere kalkıştılar.
Doğrusu ise; lafızda manaya delâleti bakımından sadece lügate
başvurulur. Zira ona ya konuluş bakımından ya örf bakımından ya da
Şeriat bakımından delâlet edilir. Bunlarda ise “zahir” ve “tevil
olunan” yoktur. Zira olsaydı, dilin kısımlarından olurdu, Kitap ve
Sünnetin kısımlarından değil.
● “Nâssın” da Kitap ve Sünnetin kısımlarından olduğu söylendi. “Nâssı”
da şöyle tanımladılar: “Sîganın kendisinde değil de sözün
kendisinde bir mananın zahirden daha açık olduğu husustur.”
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
فَانكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ
مَثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ “Size helâl olan
kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.”
Ayetin başı şöyledir: وَإِنْ
خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَى “Eğer
yetimlerin hakkına riayet edememekten korkarsanız...”
Yani yetimler hakkında şehvetlerinin yetersizliği, size karşı
istekleri nedeniyle adil olamamaktan korkarsanız, ondan başka size
helâl olan kadınlardan beğendiğinizi nikâhlayın, demektir. Dediler
ki; “Ayet kadınlardan helâl olanları nikâhlamanın caiz kılınması
hususunda “zahirdir.” Çünkü o sadece sîganın işitilmesi ile
anlaşılmaktadır. Ayrıca ayet, adedin açıklanması hususunda bir
“nâss”dır. Çünkü nikâhın caiz oluşu, bu ayetin gelmesinden önce
başka nâsslarla ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
fiili ile bilinmekteydi. Fakat adeti açıklanmamıştı, bu ayet ile
açıklanmış oldu. Böylece anlaşıldı ki; ayet, eşlerin sayısının
“nâsstan” dolayı anlaşılan kabul ederek dört olduğunu belirlemek
için gelmiştir. Yetimlerden başkası ile evlenmek ise “zahirden”
dolayı anlaşılmıştır.” Bunlar onların söyledikleridir.
Doğrusu ise; sayının anlaşılması, Allah’u Teâla’nın şu sözünün
mantukundan gelmiştir: مثنى
وثلاث ورباع “İkişer, üçer, dörder...”
Yetim olmayanlarla evlenmenin anlaşılması da, Allah’u Teâla’nın şu
sözünün mantukundan gelmiştir:
ما طاب لكم من النساء “Size helâl olan
kadınlardan.”
Bu iki ayet arasında mantuktan anlaşılmış olmak bakımından bir
fark yoktur. Bu zahirden gelmiş, bu nâsstan gelmiş diyerek bir
ayırım yapmaya da yer yoktur.
● “Nâssın ibaresinin” de Kitap ve Sünnetin kısımlarından
olduğunu söylediler. Zira şöyle dediler: “Nâssın ibaresi ile delil
getirmek, kelamın kendisi için ileri sürüldüğü hususun zahiri ile
amel etmektir. Nâss; Kur’an ve Hadisin ibaresidir, nâss
veya zahir veya müfesser veya hâs olmaktan daha geneldir. Yani
zihnin, Kur'an’ın ibaresinden hükme yönelmesi, kelamın kendisi
için ileri sürüldüğü hususun zahirinden müçtehidin istinbatıdır.”
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ
وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Onların örfe uygun
olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir.”
Bu nâssın ibaresi ile annelerin nafakasını temin etmenin
babaya vacib olduğu sabit olmuştur. Zira kelam onun için ileri
sürülmüştür.
Bu kısmın da varlığının bir anlamı yoktur. Çünkü hüküm, ayetin
mantukundan alınmıştır ki bu da mantuktur.
● “Nâssın işaretinin” de Kitap ve Sünnetin kısımlarından
olduğunu söylediler. Bunu da şöyle tanımladılar: “Dil bakımından
nazmını/tertibini tespit eden, fakat kast edilmeyen, nâssın
kendisi için ileri sürüldüğü, her yönüyle zahir olmayan husus ile
amel etmektir.”
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ
وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Onların örfe uygun
olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir.”
İşaret ile sabit olmuştur ki; bu nâss, çocuğu babaya nispet
etmiştir. Bu nâssta ayrıca babanın dışında, mirastaki hisselerine
göre akrabalara da nafakayı temin etmelerinin vacib olduğuna dair
işaret vardır. Öyle ki çocuğun nafakası, anne ve dedeye üçüncü
dereceye kadar vacib olur. Çünkü “varis”,
الإرث –“İrs”, kelimesinden
türemiş bir isimdir. Dolayısıyla hüküm binasının onun manası
üzerine alınması vacib olur.
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلاثُونَ شَهْرًا
“Hamilelik ve sütten ayrılması süreci 30 aydır.”
Nâssla sabit olmuştur ki, annenin çocuk üzerinde minneti/ihsanı
vardır.
Çünkü ayet şöyledir:
وَوَصَّيْنَا الإنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ
كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلاثُونَ
شَهْرًا “Biz insana, anne-babasına iyilik
etmesini tavsiye ettik, annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle
doğurdu. Taşınması ve sütten ayrılması süreci otuz aydır.”
Bu sözde en az hamilelik müddetinin altı ay olduğuna bir “işaret”
vardır. Abdurrezzâk, Müsnedinde ve Beyhakî, Mâlik b.Enes’den
rivayet etti ki; “bir adam bir kadınla evlendi. Kadın altı ay
sonra doğurdu. Osman, onun recm edilmesi gerektiğine dair bir
anlayışa vardı. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: “O kadın
sizinle tartışsaydı, sizi mağlup ederdi.
Allah’u Teâla şöyle dedi:
وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلاثُونَ شَهْرًا “Taşınması
ve sütten ayrılması süreci otuz aydır.”
وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ
“Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur.”
Sütten ayrılma süreci iki yıl çıktığında geriye hamilelik süreci
olarak ancak altı ay kalır.” Bunun üzerine Osman, ondan had
cezasını iptal etti.”
Bu kısmın da, Kitap ve Sünnetin kısımlarından sayılmasının bir
anlamı yoktur. Çünkü o, mefhumun kısımlarındandır. Zira o, işaret
delaletindendir ve lügat konularındandır, Kitap ve Sünnet
konularından değil.
● “Nâssın delâletinin” de Kitap ve Sünnetin kısımlarından
olduğunu söylediler. Onu da şöyle tanımladılar: “Nâssın manasının
içtihat olarak değil de dil bakımından tespit edilmesidir. “Öf”
demenin yasaklanması gibi. Bu yasaklama ile içtihat yapmaksızın
homurdanmanın haramlılığına karar verilir. Zira, nâssın delâleti
ile sabit olan dil bakımından nazmın manası ile sabit olandır.
Lafzın işitilmesi ile, derin düşünmeksizin bilinen, zahir mana
demektir.”
Doğrusu; bu kısımda açıkça görülen mantukun delaletinden
olmasıdır. Bu ise, dil konularındandır.
● “Nâssın iktizasının da Kitap ve Sünnetin kısımlarından olduğunu
söylediler. Şöyle dediler: Bu ise başında bir şart olmadıkça
nâssla amel edilmeyen husustur. Zira bu, kapsamına aldığı hususun
sıhati için nâssın gerektirmesine ait bir husustur. Dolayısıyla
bu, gereklilik vasıtasıyla nâssa eklenen oldu.
Buna örnek Allah’u Teâla’nın şu sözüdür: فَتَحْرِيرُ
رَقَبَةٍ “Mü’min bir köle azad etmesi.”
Bu söz, köleye sahip olmayı gerektirir. O ise zikredilmemiştir.
Zira söz sanki şöyledir: “Size ait mülk olan bir köle azad edin.”
Çünkü köle başkasına ait iken, hür olanın azad etmesi doğru olmaz.
Dolayısıyla فتحرير رقبة
“bir köle azad etmek” sözü, “size ait mülk” tabirini
gerektirir. İşte bu nâssın
iktizasındandır/gerektirdiğindendir.
Bu kısmın da aynı şekilde, Kitap ve Sünnetin kısımlarından
sayılması doğru olmaz. Zira bu, dil kısımlarındandır. Çünkü bu,
iltizam/gereklilik delâleti kabilindendir. Bu, kendisine delâlet
olunan mana için uygunlukta şart olması bakımından, müfred
lafızların manalarından elde edilen husustur. Bunu ya akıl gerekli
kılar, ارم “ok at” sözü
gibi. Yay ve ok elde etmeyi emretmeyi gerektirir. Çünkü akıl, bu
ikisi olmaksızın ok atışı olmaz der. Ya da Şeriat gerekli kılar.
أعتق عبدك عني “Benden
köle azad et” sözü gibi. Zira onun bu isteği, köleye sahip
olmasını gerektirir. Ta ki mülkiyetine girişi ile birlikte onu
azad etsin. Çünkü Şeriata göre azad etmek ancak sahip olunan
hususlarda olur. Bunun gibi:
تحرير رقبة “bir köle azad etmek” sözü, köleye sahip
olmayı gerektirmektedir. O ise, iltizam/gereklilik delaletindendir
ve mefhumun kısımlarındandır. O da iltizam delaletidir.
Dolayısıyla bu, dil konularındandır, Kitap ve Sünnet konularından
değil.
● “Hafinin” de Kitap ve Sünnetin kısımlarından olduğunu
söylediler. Şöyle dediler: “Sîgadan başka bir engelden dolayı,
kast olunanın gizli kaldığı, kast olunana ancak inceleme ile
ulaşılabildiği husustur.”
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا
أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan erkek ile
hırsızlık yapan kadının ellerini kesin.”
Bu söz, her hırsız için el kesmenin vacib olduğu hakkında
zahirdir. Aynı zamanda yankesici ve mezar soyguncusu hakkında
hafidir/gizlidir. Çünkü bu ikisi, lisan ehlinin örfünde
“hırsızdan” başka bir isimle ayırt edilmiştirler. Biz derin
düşünüp bulduk ki, “yankesicinin” başka bir isimle ayırt edilmesi,
hırsızlık manasının artırılması içindir. Zira hırsızlık gizlenmiş
olmak gibi, korunmuş saygın bir malın alınmasıdır. Yankesici ise
malını korumak kastı ile uyanık olan kimseden bir gafletlik ve
dalgınlık anında malı çalar. “Mezar soyguncusunun”, “hırsız”dan
başka bir isimle ayırt edilmesi ise, “hırsızlık” manasındaki
noksanlığı kast etmek içindir. Çünkü o, koruma kastı olmayan
ölüden çalmıştır. İşte bunların hepsi “hafidir”.
Bu kısım, anlamı olmayan kaçamak bir söz olarak itibar edilir.
Zira “hırsızlık” lafzının lügatteki manası, yankesici ve mezar
soyguncusuna uygun düşmemektedir. Ayrıca el kesmenin Sünnetle
gelen bir takım şartları vardır. Hırsızların hükmü bilinmektedir
ve o, yankesici ve mezar soyguncusunun hükmünden farklıdır,
yağmacının ve dolandırıcının hükmü farklıdır. Bunun “hafi” olarak
isimlendiriliş, Kitap ve Sünnetin kısımlarından sayılması anlamı
olmayan kaçamak bir sözdür.
● “Müşkilin” de Kitap ve Sünnetin kısımlarından olduğunu
söylediler. Şöyle dediler: O benzerleri kapsamındadır. Yani
benzerleri hakkında şüpheye düşülen kelamdır. Zira onda gizlilik
üzere kapalılık vardır. Dolayısıyla “nâssın” karşıtıdır. Zira
nâssda ise zahir üzere aşikârlık
vardır. Bunun için müşkil inceleme ve derin düşünme ile bakmaya
gereksinim duyar.
Buna örnek Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ
أَنَّى شِئْتُمْ “Kadınlarınız sizin için bir
tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın.”
أنى –kelimesi müşkildir.
O bazen, من اين
“nereden” manası ile gelir. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu
gibi: أني لك هذا –
Yani, “sana her gün bu rızık nereden geliyor”
demektir. Bazen de كيف
“nasıl” manasında oluyor. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu
gibi: أني يكون لي غلام
–
Yani “benim nasıl çocuğum olur” demektir. İşte
burada أني
–kelimesinin manaları birbirine karıştı. Bakara:
223’de أني
–kelimesinin manası “nereden” midir, yoksa “nasıl” mıdır?
حرث “tarla” lafzını derin
bir şekilde düşündüğümüzde öğreniriz ki;
أني –kelimesi bu ayette
“nasıl” manasındadır, “nereden” manasında değil. Çünkü dübür/arka,
“hars/ekim” yeri değildir, bilakis fers/yenilenin çıkarılması
yeridir. Zira kadına dübüründen yaklaşmak haram olur. Dolayısıyla
حرث –kelimesi
olmasaydı, livata kesin olarak haram olduğundan,
أني –lafzını “nereden”
manası ile tefsir etmek de mümkün olduğundan, bu da kadınla
livatanın helâl olmasına götüreceğinden dolayı
أني –lafzı müşkil olurdu.
حَرْثَكُمْ “tarlanız”
kelimesinin gelmesiyle birlikte “müşkil” izale oldu.
Bu kısmı da Kitap ve Sünnetin kısımlarından saymak doğru olmaz. O
ancak dil konularındandır. Zira
أني –lafzı, müşterek lafızlardandır ki, bu da delâlet
eden ve delâlet edilen olması bakımından lafzın kısımlarından bir
kısımdır. عين
–lafzının “göz” ve “cariye” anlamında olması gibi. Zira
أني –lafzı müşterek
lafızlardandır. Müşterek lafızlardaki kast edilen mana ancak
karine ile belirlenir. Zira onlardaki kast edilen mana ile
anlaşılır. Bu ayette; حَرْثَكُمْ
“harsınız” kelimesi, أني
–lafzı ile kast edilen mananın “nasıl” olduğuna delâlet eden bir
karinedir. Dolayısıyla herhangi bir belirsizlik yoktur. Onun için
Kitap ve Sünnetin kısımlarından birisinin “müşkil” olarak
isimlendirilmesine itibar edilmez.
● “Müfesser”in de Kitap ve Sünnetin kısımlarından olduğunu
söylediler. Şöyle dediler: O kendisiyle birlikte te’vil ve tahsis
ihtimalinin kalmadığı bir şekilde nâssın daha vazıh/açık
olmasıdır. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
فَسَجَدَ الْمَلائِكَةُ كُلُّهُمْ
أَجْمَعُونَ “Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.”
الملائكة “melekler”,
genel zahir bir isimdir. Fakat hususilik/özellik ihtimali taşır.
كلهم “hepsi” ile tefsir
edildiğinde, bu ihtimal düşer. Fakat birlik ve dağılma ihtimali
kalır. اجمعون “tümü,
bütünü” kelimesi ile “parçalanma” te’vili ihtimali de düşer.
Bu kısımda bir anlamı olmayan hileli/kaçamak sözüdür. Çünkü sözde
te’kid/pekiştirme kullanmak onu, o sözün kısımlarından bir kısım
yapmaz, Kur'an’ın kısımlarından özel bir kısım yapmaz. Onun Şer’î
hükümlerin istinbatı hususunda bahsine/incelenmesine bir yer
yoktur.
İşte böyle, Kitap ve Sünnetin kısımları
olarak zikrettikleri bütün hususlar, Kitap ve Sünnetin kısımları
değildir. Bilakis onlar, lügatin konularındandır veya manası
olmayan hileli, kaçamak sözlerdendir. İyice incelendiğinde açığa
çıkıyor ki; Kur'an ve Sünnetin kısımları şu beş kısımlarla
sınırlıdırlar: 1- Emir ve nehiy, 2- Genellik ve
özellik, 3- Mutlak ve mukayyed, 4- Mücmel ve
mübeyyin, 5- Nasıh ve mensuh. Bunların dışında kesinlikle
başka bir kısım yoktur.
 |