Şart Mefhumu
Şart mefhumu, hükmün bir şeye lügavi şartlardan
إن –kelimesi veya başkası ile bağımlı
kılınmasıdır. Zira bu, şartın gerçekleşmesi halinde hükmün yok sayılmasına
delâlet eder.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Süleyman b. Büreyde’nin
babasından rivayet ettiği şu hadisteki sözü gibi:
ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ
الْمُهَاجِرِينَ وَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا
لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ
“Sonra da onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göç etmelerine davet et.
Eğer onu yaparlarsa, muhacirlere ait hak ve sorumlulukların onlara da olacağını
onlara bildir.”
Bu söz, eğer onlar göç etmezlerse mücahitlere ait hak ve sorumlulukların onlara
olmayacağına delâlet etmektedir. Zira hüküm şarta bağımlı kılınmıştır.
Başka bir örnek; Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibidir:
وَإِنْ كُنَّ أُولاتِ حَمْلٍ فَأَنْفِقُوا عَلَيْهِنَّ حَتَّى
يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ “Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar
nafakalarını verin.”
Bu söz, hamilelik olmadığında nafaka vermenin vacib olmadığına delâlet
etmektedir. Zira hüküm şarta bağlı kılınmıştır.
Bağlı kılınmış hükümde mefhumu muhalefetin kendisi ile amel edilen olduğuna dair
delil şu iki husustur:
1-Şart koşulanın sabit oluşunun şartın sabit oluşu halinde olduğunda
ihtilaf yoktur. إن –lafzının buna
yani sabit oluşa delâlet ettiği hususunda da ihtilaf yoktur. Şartın olmadığında,
şart koşulanın olmadığı hususunda da ihtilaf yoktur. Bu tek başına şart mefhumu
ile amel etmeye delâlet hususunda yeterlidir. Zira şart koşulanın sabit oluşu,
şartın sabit olması ile birlikte olmayı gerektirmektedir.
إن –lafzının buna delâleti, hükmün
şartın varlığına bağlı olduğuna delâlet etmesi hususunda yeterlidir. Çünkü onun
manası şudur: Şart sabit olmadığında, şart koşulan sabit olmaz. O halde buna bir
de şart koşulanın olmamasının, şart olmaması ile birlikte olduğu halde ilave
edilince nasıl olur?! Zira o, bu manayı açıkça desteklemektedir.
إن –Lafzının yokluğa delâlet etmesine
gelince; onun buna delâlet ettiği doğrudur. Buna delil; nahiv/gramer âlimleri,
إن –lafzının delaletinin şart için
olduğunu belirlemiş olmalarıdır. Şart nefyedildiğinde şart koşulanın da yok
sayılması gerekmektedir.
“ إن –Lafzını “şart harfi” olarak
isimlendirmek ancak gramercilerin الرفع
– النصب daki ıstılahları gibi bir
ıstılahtır. Bu ise lügat bakımından delâlet edilen değildir.” Böyle denilmez.
Çünkü الرفع –
النصب lafızları, gramercilere ait iki
ıstılahtır. Bu iki ıstılaha الرفع –
النصب kelimelerini lügat manaları
dışında bir mana için naklettiler. Dolayısıyla onlar ıstılahtırlar. Bu,
إن –lafzının “şart harfi” olarak
isimlendirilmesinden farklıdır. Zira burada kelimeyi, lügavi manasından
başkasına nakletmek olmamıştır. Sadece kelimeyi Arapların kendisi için
kullandıkları bir hususla isimlendirilme vardır. Zira bu, Arapların o kelimeyi
kullandıkları hususta bir kullanımdır, nakledilen değildir. Biz o kelimenin şart
için kullanılmasından şimdi onun aynı şekilde dilde olduğu sonucunu
çıkartıyoruz. Zira öyle olmasaydı delâlet edileninden nakledilmiş olurdu. Asıl
olan ise naklin olmamasıdır.
Buna binaen şart koşulanın, şartın sabit olması durumunda sabit olmaması ve
إن –lafzının buna delâleti, şartın
olmaması durumunda şart koşulanın olması ve buna
إن –lafzının delâleti, şart mefhumunun
kendisi ile amel edilen olduğunu tespit etmektedir. Sabit oluşta şart olduğunda
olmamak/yok oluş, kendisi ile amel edilen olur. Yok oluşta şart olduğunda sabit
olmuş kendisi ile amel edilen olur. Böylece kendisi ile bağımlı hükümde mefhumu
muhalefet kendisi ile amel edilen olmaktadır. Zira
إن –lafzının başına geldiği husus
hükümde şarttır. Şart olduğunda onun yokluğu şartın yokluğunu, aynı şekilde onun
varlığı şartın varlığını gerekli kılar.
2- Sahabeler, إن –lafzının;
başına geldiği hususun hükümde şart olduğunu, şart olduğunda ise onun
yokluğundan şart koşulanın yokluğunun gerekliliğini anlamışlardı.
Buna örnek, rivayet edilen şu husustur: Ya’lâ b. Ümeyye, Ömer’e şöyle dedi: “Allah’u
Teâla şöyle demiştir: وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي
الأرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَقْصُرُوا مِنْ الصَّلاةِ إِنْ خِفْتُمْ
أَنْ يَفْتِنَكُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا “Yeryüzünde sefere çıktığınızda,
kâfirlerin size kötülük etmelerinden korkarsanız/endişe ederseniz, namazı
kısaltmanızda size bir günah yoktur.”
Biz de güvende olduğumuz halde, bize ne oluyor ki namazı kısıtlıyoruz?!”
Ya’lâ b. Ümeyye, Ömer’e bu soruyu şunu ileri sürerek yöneltti: Namazı
kısıtlamanın korku haliyle tahsis edildiğini, korku halinin olmadığında
kısaltmanın da olmadığını anlıyordu. Ömer, onun bu anlayışına itiraz etmedi,
hatta şöyle diyerek onu tasdik etti: “Senin garip bulduğun şeyi ben de garip
buldum ve Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e onun hakkında sordum. O
da dedi ki: صَدَقَةٌ تَصَدَّقَ اللَّهُ بِهَا
عَلَيْكُمْ فَاقْبَلُوا صَدَقَتَهُ “O, Allah’ın size verdiği bir
sadakadır, o sadakayı kabul edin.””
Ya’lâ b. Ümeyye ve Ömer, Araplardan fasih Arapçayı kullananlarındandır. İkisi de
öyle anlamışlar. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de onların
anlayışlarını tasdik etmiştir. Bu olmayış/yok oluş durumunda yok oluş olduğuna
dair açık bir delildir.
Bir başka örnek de, zekâtın farz oluşu için bir yılın geçmesinin şart olmasından
sahabelerin anladıkları husustur. Onlar, bir yılın geçmediğinde zekâtın vacib
oluşunun yok sayılmasına hükmetmişlerdir. Bu,
şartın gerektirdiği olmasaydı, öyle olmazdı.
Bundan anlaşılıyor ki, şart mefhumu, kendisi ile amel edilendir.
Gaye mefhumu, hükmün bir gayeye bağlanmasıdır. Hüküm bir gaye ile
sınırlandırıldığında, bu o gayeden sonraki
hususlarda hükmün nefyedilmesine delâlet eder.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu
gibi: ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى
اللَّيْلِ “Sonra akşama kadar orucu tamamlayın.”
Böylece orucu bir gaye ile –ki o akşamdır- sınırladı. Bu ise, akşam vaktinin
girmesinden sonra orucun olmadığına delâlet eder.
Gaye mefhumunun kendisi ile amel edilen olduğuna dair delil;
حتى ve
إلى harfleri ile gayelendirilmiş olarak
geçen, gayeden önce olduğunda sabit, gayeden sonra olduğunda nefyedilen
hükümlerin olmasıdır. Zira Allah’u Teâla’nın şu;
ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ
“Sonra akşama kadar orucu tamamlayın.”
Sözünün manası, akşam vaktinin girmesinden sonra orucun olmamasıdır.
Bunun delili Rasul’ün şu sözüdür: مَا
عَجَّلُوا الْفِطْرَ
لا يزال الناس بخير
“İnsanlar
iftarda acele ettikleri sürece hayır üzere devam ederler.”
Bir de Rasul’ün oruçta iftar etmeksizin ard arda oruç tutmaktan nefyetmesidir.
Allah’u Teala’nın şu; فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ
وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ “Yüzlerinizi, dirseklerinize
kadar ellerinizi, ... yıkayın.”
sözünün manası; dirseklerin sonrasının yıkanması vacib değildir demektir.
Allah’u Teâla’nın şu; وَلا تَقْرَبُوهُنَّ
حَتَّى يَطْهُرْنَ “Temizleninceye kadar kadınlara yaklaşmayın.”
Sözünün manası, temizlendikten sonra onlara yaklaşmanın mubah olduğudur.
Allah’u Teâla’nın şu; فَإِنْ طَلَّقَهَا فَلا
تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتَّى تَنكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ “Eğer erkek,
kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle
evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz.”
sözünün manası; kadın başkası ile evlendikten sonra, ona helâl olur, demektir.
Allah’u Teâla’nın şu; حَتَّى يُعْطُوا
الْجِزْيَةَ “Ta ki onlar cizye verinceye kadar.”
Sözünün manası, onlar cizye verdiklerinde onlarla savaşmak caiz olmaz, demektir.
İşte böyle حتى ve
إلى harfleri ile gayelendirilmiş olarak
geçen nâssların hepsinde hüküm gayeden sonraki, öncekine muhalif olarak
gelmiştir. Bu, gayeye muhalif mefhum ile amel edildiğine delâlet etmektedir.
Bunu hükmün gaye ile sınırlandırılması desteklemektedir. Onun mefhumu muhalefeti
olmasaydı, hükmün gaye ile sınırlandırılması hüküm için gayeden sonrası hakkında
nefyedici olmazdı ve o gayenin zikredilmesinin bir faydası olmazdı. Bu ise, hem
vakıaya hem de Kur'an’ın üzerinde bulunduğu hususa ters düşer. Zira vakıada
hükmün nefyedilmesi ise, gaye nedeni ile mefhumu muhalefetten çıkartılmıştır.
Kur'an’ın üzerinde bulunduğu husus ise şudur: Kur'an’da zikredilen her kelime
veya harf ancak bir faydasından dolayı zikredilmiştir. Kesinlikle Kur’an’da
fazla olan bir şey yoktur. Mefhumu muhalefet ile amel etmemek ise, gayenin
zikredilmesini abes, faydasız kılar. Bu ise, caiz olmaz. Onun için gaye mefhumu,
kendisi ile amel edilendir.
Adet mefhumu. Hükmün bir adede bağlı kılınmasıdır. Zira hükmün belirli
bir sayıyla sınırlandırılması, o sayının dışında kalanların hükme muhalif
olduğuna delâlet eder.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ
“Zina eden kadın ve erkeğe her birisine yüz sopa vurun.”
Burada sopa belirli bir sayı ile sınırlandırılmıştır –ki o sayı 100’dür-. Bu yüz
sopadan fazlasının haram kılındığına delâlet eder.
Hükmün bir sayı ile birlikte olduğunda mefhumu muhalefete de delâlet ettiğine
dair delil, Katâ’den rivayet edilen şu husustur: “Dedi ki; Allah’u Teâla’nın
şu; اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لا تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْ إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ
“Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş kez af dilesen de
Allah onları asla affetmeyecek.”
Sözü indirildiğinde Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
قد خيرني ربي فوالله لأزيد عَلَى السَّبْعِينَ
“Rabbim beni serbest bıraktı. (Allah’a yemin olsun ki) ben
yetmişten fazlasını yapacağım.”
Böylece yetmişten fazlası olanı onun muhalifi yaptı. Bu da adetten dolayı
mefhumu muhalefetin kendisi ile amel olunan olduğuna dair bir delildir.
Ayrıca içerisinde adedin zikredildiği nâsslardaki adede muhalif olanın hükmü,
adedin hükmünden başkadır.
Buna örnek Allah’u Teâla’nın şu sözleridir:
فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ “Onların her
birine de yüz sopa vurun.”
فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً
“Onlara seksen sopa vurun.”
Böylece zina edene yüzden aşağı sopa vurmak da caiz olmaz. Zina iftiracısına
seksenden aşağı sopa vurmak da, fazla vurmak da caiz olmaz.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözüdür: إِذَا بَلَغَ الْمَاءُ قُلَّتَيْنِ لم
يحمل الخبث “Su iki kulleye
ulaştığında habis sayılmaz.”
Bunun mefhumu, iki kulleye ulaşmadığında habis sayılır.
Bütün nâsslar işte böyledir. Ancak şu bilinmelidir ki; burada adet hakkında
mefhumu muhalefetle sadece bir tek halde amel edilir. O hal ise; hükmün belirli
bir adet ile sınırlandırıldığı haldir. Zira bu, o hükmün adette sabit olduğuna,
onun dışındakinde nefyedildiğine delâlet eder. Ya da kelamın
siyakından/akışından o adede o hükmün nefyettiğine, onun dışındaki hususlarda
ise sabit olduğuna delâlet eder. Bu hitabın manasındaki hal gibidir. Yani
kelamın siyakından hükmün kendisi ile kayıtlı kılındığı belirli bir adet ile
kayıtlı olduğunun bilindiği haldir. Yani iltizam delaletinin illetle ilgili
hususun uygun düştüğü haldir. Zira o mana, kelam işitildiğinde zihin kendisine
yönelir, yani o zihni gerekliliktendir. Öyle olmasaydı, yani zihni gereklilikten
olmasaydı, itibar edilmezdi. Çünkü adet mefhumu iltizam delaletindendir,
gereklilikte muteber olan ise zihni gerekliliktir.
Dolayısıyla belirli bir adet ile kayıtlı kılınmış her hükmün, o sayıda o hükmün
sübutuna ve onun dışındakilerde nefyine delâleti ya da o sayıda o hükmün nefyine
ve onun dışındakilerde sübutuna delâleti, lafız işitildiğinde zihnin kendisine
yönelmesinden dolayı kelamın siyakından alınmıştır. Bu halde adet mefhumu,
kendisi ile amel edilendir.
Buna örnek, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünde
olduğu gibidir: إِذَا كنتم ثَلاثَثة فِي سَفَرٍ
فَأَمِّرُوا عليكم أَحَدَكمْ “Üç kişi
yolculuğa çıktığında, birisini emir yapsınlar.”
Buradaki emir tayin etme hükmü, bir adet ile sınırlandırılmıştır ki o da “birdir.”
Kelamın siyakı, kast edilenin iki kişinin değil de bir kişinin emir tayin
edilmesi olduğuna delâlet etmektedir. Bunun mefhumu ise birden fazla kişinin
emirliğinin caiz olmadığıdır. Zira kelamın siyakı, hükmün bu sayı ile
sınırlandırıldığına delâlet etmiştir. Böylece mefhumu muhalefe, kendisi ile amel
edilen olur. Onun için Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem,
mü’minlerin emirliği yani Hilâfet konusunda şöyle dedi:
إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الإخَرَ
مِنْهُمَا “İki halifeye biat
edildiğinde onlardan sonra geleni öldürün.”
Kelamın siyakı, ona delâlet etmediğinde ise, bir kimsenin kendisine borcu olan
kimseye şöyle demesi gibi: “Bana borcun olan iki kuruşu ver.” Böyle olduğunda o
sözün mefhumu muhalefeti olmaz. Zira “iki kuruş”, hükmü sayı ile sınırlandırır
bir şekilde geçmedi, sadece sayı mutlak bir şekilde söylendi. Ondaki borç
yüzlerce dinar olabilir. Bu demektir ki, sayıda mefhumu muhalefet sadece şu iki
şart tamamlandığında kendisi ile amel edilen olur:
-Birincisi; hükmün adet ile sınırlandırılması,
-İkincisi; kelamın siyakının o sayıdan başkasında o hükmün nefyine delâlet
etmesi.
Sıfat, şart, gaye, adet; bu dört sınıf kendilerinde mefhumu muhalefetle amel
edilenlerdir. Bunların dışında kalanlarda mefhumu muhalefetle amel edilmez.
Dolayısıyla isim mefhumu ile kesinlikle amel edilmez. İster “Zeyd ayaktadır”
gibi özel isim olsun, ister ise “koyunda zekât vardır” gibi cins isim olsun fark
etmez. Zira bu, isme bağlı hükmün bu ismin delâlet edileninden başkasından
nefyedilmesine delâlet etmez. Buna örnek “Zeyd ayaktadır” sözü, ayakta olmayı
Zeyd’den başkasından nefyetmeye delâlet etmez. Mesela; “koyunlarda zekât vardır”
sözü, koyun dışındakilerden zekâtın nefyedilmesine delâlet etmez. Böylece hükmü
isme ve aynı manada olan lakaba, künyeye bağlı kılınması onlardan başkasından
hükmün nefyedilmesine delâlet etmez.
Altı şeyden her bir sınıfta faizin haram kılınmasının nâssla belirlenmiş
olmasının, bu sınıfın dışında kalanda faizin mubahlığına delâlet etmemesi gibi.
Bir başka örnek de; on şeyden her bir sınıfta zekâtın vacib oluşunun
belirlenmesinin, bu sınıftan başkasında zekâtın vacib olmadığına delâlet
etmemesidir.
Şu örnekte olduğu gibi; “Zeyd ayaktadır” ya da “Zeyd ayağa kalktı” sözü ayakta
durmanın Zeyd’den hâsıl olmuş olduğuna delâlet etmektedir, başkasından hâsıl
olmadığına delâlet etmemektedir. Bu örnekte hüküm isme bağlı kılınmıştır.
Dolayısıyla isim mefhumu ile kesinlikle amel edilmez.
*Aynı şekilde anlaşılmayan vasıf mefhumu ile de amel edilmez. Ömer b. Hattab’ın
şu sözünde olduğu gibi: “Araziyi taşla çeviren için üç yıldan fazla hak
yoktur.”
Bu söz, kendisine ikta yoluyla arazi verilen kimse gibi, ölü araziyi taşla
çevirerek sahiplenen kimseden başkası için araziyi üç yıldan fazla atıl bırakma
hakkı olduğuna delâlet etmez.
Buna bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözüdür: للسائل حق وإن جاء على فرس
“Bir atın üzerinde gelse de, dilencinin hakkı
vardır.”
Bu söz, dilenci olmayanın zekâtta hakkı olmadığına delâlet etmez. Bilakis
dilenciye de, dilenci olmayana da zekât verilir. Zira anlaşılmayan yani uygun
olmayan vasfa ait mefhumu muhalefet ile amel edilmez ve ona delil olarak itibar
edilmez. Çünkü lafzı, işitildiğinde zihin ona yönelmiyor ve illet ile ilgili
durum ifade etmiyor.
*Aynı şekilde إنما “ancak, sadece”
lafzının mefhumu ile de amel edilmez.
Şu hadisde olduğu gibi: “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ancak
her taksim edilmeyende Şufa hakkı kıldı.”
إنما الأعمال بالنيات
“Ameller ancak niyetlere göredir.”
إنما الولاء لمن أعتق
“Velayet hakkı ancak (köleyi) serbest bırakana aittir.”
إنما الربا في النسيئة “Riba ancak
nesiededir.”
Bu sözler, sınırlandırmaya delâlet etmezler. Bu sözlerin mefhumu muhalefeti ile
amel edilmez. Zira إنما –lafzı
lügatte, lügat ehli nezdinde kesin olarak hasra/sınırlandırmaya delâlet etmez
ki, mefhumu muhalefet ile amel edilsin. إنما
–lafzı bazen, kendisi ile sınırlama kast edilerek geçer, bazen de kendisinde
sınırlama olmaksızın geçer. Nitekim şu ayet ve hadislerde olduğu gibi:
Allah’u Teâla şöyle dedi: إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ “Ben ancak sizin gibi bir beşerim.”
إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ
“Sadakalar ... ancak yoksullara ... aittir.”
Bu iki ayette إنما –lafzı ile kast
edilen hasr/sınırlama değildir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu;
إنما الربا في النسيئة “Riba ancak
nesiededir.”
Sözünde de hasr kast edilmemiştir. Zira sahabelerin faizin haram kılınışının
fazlalık üzerine olduğuna dair icmâsın oluşmasından dolayı, faiz nesiede
hasredilmemiştir. Çünkü fazlalığın haramlığı hususunda sahabelerden İbn
Abbas’tan başka muhalif olan olmamıştır. Sonra İbn Abbas da muhalif görüşten
vazgeçmiştir.
Aynı şekilde; “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ancak her
taksim edilmeyende Şufa hakkı kıldı.”
Bu hadisle de hasretmek kast edilmemiştir. Zira şufa hakkı, ortakla
sınırlandırılmamıştır, bilakis komşu için de sabittir.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir:
جَارُ الدَّارِ أَحَقُّ بِالدَّارِ مِنْ غَيْرِهِ
“Evin komşusu, o evde başkasından daha çok hak sahibidir.”
الْجَارُ أَحَقُّ بِسَقَبِهِ مَا كَانَ
“Komşusu ne olursa olsun, sulamada en hak sahibidir.”
إذا كان طريقهما واحدا
الْجَارُ أَحَقُّ بِشُفْعَةِ جَارِهِ
يَنْتَظِرُ بِهَا وَإِنْ كَانَ غَائِبًا
“Komşusunun şufa hakkını bekleyen komşu, orada mevcut olmasa da şufa hakkına
en hak sahibidir. Zira ikisinin yolu birdir.”
إنما –lafzı hasretmeye kesin olarak
delâlet etmediği sürece, bilakis bazen hasr için olabildiği gibi bazen de
başkası için olabileceğinden dolayı ondaki mefhumu muhalefet ile amel edilmez.
Aynı şekilde telaffuz mahallinde, en çoğunluk ve en genellik çıkış yerinden
çıkması nedeniyle zikredilenle sınırlandırılmış her hitabın mefhumu olmaz.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَرَبَائِبُكُمْ اللَّاتِي فِي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَائِكُمْ اللَّاتِي دَخَلْتُمْ
بِهِنَّ “Kendileriyle birleştiğiniz
eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız...”
وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا
حَكَمًا مِنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِنْ أَهْلِهَا “Eğer karı-kocanın
aralarında açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının
ailesinden bir hakem gönderin.”
Ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözleri:
أَيُّمَا امْرَأَةٍ نَكَحَتْ بِغَيْرِ إِذْنِ
وَلِيِّهَا فَنِكَاحُهَا بَاطِلٌ “Bir
kadın, velisinin izni olmadan kendisini nikâhlarsa, onun nikâhı batıldır.”
ذَهَبَ أَحَدُكُمْ
لِحَاجَتِهِ فَلْيَسْتَطِبْ بِثَلَاثَةِ أَحْجَارٍ فَإِنَّهَا تُجْزِئُهُ
“Sizden birisi ihtiyaç gidermeye gittiğinde üç taşla temizlensin. Bunlar ona
yeterlidir.”
Bütün bu şekillerde telaffuzun zikredilmesi ile tahsisi sadece çoğunluk olduğu
içindir. Zira genellikle; üvey kız ancak evde olur, bağın kesilmesi ancak
ayrılık ile beraber olur, kadın velisi evlenmesini kabul etmediği haldeyken ve
velisinin kendisine izni olmadan kendisini evlendirmez. İstinca/temizlenmek
sadece taşla olur. Bunun için bütün bu örneklerde ve benzerlerinde hitap için
mefhum olmaz.
Aynı şekilde Kitap ve Sünnetten bir nâss ihmal edilerek geldiğinde mefhumu
muhalefet ile amel edilmez. Zira o zaman nâssın hilafıyla gelen de ihmal edilir.
Allah’u Teâla’nın şu sözlerinde olduğu gibi: لا
تَأْكُلُوا الرِّبَا أَضْعَافًا مُضَاعَفَةً “Kat kat artırılmış
olarak faiz yemeyin.”
وَلا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ
إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا “Namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhuşa
zorlamayın.”
Burada geçen ayetin mefhumu delil gösterilerek faiz kat kat olmadığında helaldir
denilmez. Çünkü bu mefhumu ihmal eden başka bir nâss gelmiştir.
O nâss da Allah’u Teâla’nın şu sözüdür: وَإِنْ
تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ “Eğer tevbe edip
vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir.”
Buna göre faizin hepsi haramdır. اضعاف مضعافة
“kat kat” sözünün mefhumu ile amel edilmez.
Aynı şekilde yukarıda geçen ayetin mefhumu delil gösterilerek, cariyeler namuslu
olmak istemezlerse, fuhuşa zorlanırlar denilmez. Zira bu mefhumu geçersiz kılan
başka bir nâss gelmiştir.
O nâss da Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَلا تَقْرَبُوا الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً
“Zinaya yaklaşmayın. Zira o bir hayâsızlıktır.”
Dolayısıyla o cariyeleri fuhuşa zorlamak –ister namuslu kalmak isteyenler ister
istemeyenler- haramdır.
Böylece mefhumu muhalefet, başkasında değil şu dört sınıfta
sınırlandırılmıştır: Sıfat mefhumu, şart mefhumu, gaye mefhumu,
adet mefhumu. Bunların dışında kalanlara ait bir mefhum yoktur, onlarda
mefhumu muhalefet ile kesinlikle amel edilmez.