SAHABELERİN İCMASINDAN BAŞKA HİÇBİR İCMA ŞER’Î DELİL DEĞİLDİR


Sahabelerin icmâsından başka hiçbir icmâ Şer’î delil değildir. Çünkü onun Şer’î delil olduğuna dair katî delil getirilmedi. Bu hususta delil olarak ileri sürdüklerinin hepsi zannî delildir. Katî delil değil de zannî delil oldukları halde, onları delil olarak ileri sürmelerinden dolayı, iddia ettikleri icmânın Şer’î delil olduğuna dair o delillerle delil getirmelerinin bir anlamı yoktur.

“Ümmetin icmâsı”, “hal ve akd ehlinin icmâsı”, “müçtehitlerin icmâsı” hususlarında şöyle diyorlar:

* İcmâ’i Ümmet, Şer’î hüccettir, deyip buna Allah’u Teâla’nın şu sözünü delil getiriyorlar: وَمَنْ يُشَاقِقْ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا    “Kendisi için hidayet belli olduktan sonra, kim Rasule karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir.”[1]

Bu ayeti şu şekilde delillendiriyorlar: “Allah’u Teâla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmayı tehdit etti. Eğer o haram kılınmış olmasaydı, o fiili azap ile tehdit etmezdi. Onunla Rasul’e karşı gelmenin haram oluşu azap ile tehditte birleşmesi uygun olmazdı. Aynen küfür ile mubah olan ekmek yemenin azap ile tehditte birleştirilmenin uygun düşmemesi gibi. Dolayısıyla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmak haram olmaktadır. Onların yolundan başkasına tabi olmak haram kılındığında onların yoluna tabi olmak farz olur. Çünkü o iki yoldan başkası yoktur. Yani o iki yolun ortası da yoktur. Onların yoluna tabi olmanın vacib oluşundan ümmetin icmâsının hüccet olması gerekmektedir. Çünkü bir şahsın yolu, onun söz, fiil ya da itikattan seçtiğidir.”

Buna üç yönden cevap verilir:

1-Ayet her ne kadar sübutu katî ise de delâleti zannidir. Dolayısıyla ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun değildir. Çünkü o usulden olduğu için Şer’î delil olduğu katî delil ile ispatlanmalıdır. Dolayısıyla bu hususta zannî delil yeterli olmaz.

2-Ayette geçen الهدي “hidayet”, Allah’ın vahdaniyetine ve Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in nübüvvetine dair delil demektir, Şer’î hüküm demek değildir. Çünkü usulde “hidayet”, “dalâletin” karşıtıdır. Feri hususlara tabi olmaya “hidayet” denilmez. Onlara tabi olmamak ise fısk sayılır, “dalâlet” değil. Mü’minlerin kendisine uymaları vacib olan “mü’minlerin yolu” tabiri ise o, onların kendisi ile mü’min oldukları yoldur. O da “tevhittir”. Mubahta onların yoluna tabi olmak vacib olmaz. Onların yoluna farklı olan her hususu haram kılmak da vacib olmaz. Bilakis o bir tek şekle uygun düşmektedir. O da küfür ve benzerleridir, ki o da ihtilafsız usuldendir. Mü’minlerin yoluna tabi olmanın, onların kendisi ile mü’min oldukları hususa tabi olmayı gerektirdiğine delâlet eden, ayetin irtad eden bir adam hakkında inmiş olmasıdır. Ayetin nüzul sebebi ise indiği konuyu tayin eder, her ne kadar bu konuya uygun düşen her hususu kapsasa da. Dolayısıyla ayet, irtidât mevzuu hakkında hastır. Mü’minlerin yolunun hepsini kapsamaz.

3-Bir şeyin nehyedilmesi, zıddının emredilmesi demek değildir. Bir şeyin haram kılınması, zıddını yapmanın vacib olması demek değildir. Çünkü emrin ve nehyin delâleti, lügat delaletidir, akli ve mantıki delâlet değildir. Dolayısıyla Şeriat bir şey emrettiğinde, onun zıddını nehyetti demek değildir. Bir şey nehyettiğinde de onun zıddını emretti demek değildir. Dolayısıyla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmanın nehyedilmesi, onların yoluna tabi olmanın emredilmesi demek değildir. Bilakis onların yoluna tabi olmanın emredilmesi, o emre delâlet eden başka bir nâssın olmasına gereksinim duyar. Böylece mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olmanın haram kılınması, onların yoluna tabi olmayı vacib kılmaz.

Bu üç yön ile ayetin ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun düşmediği gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla onunla delil getirmek düşmektedir.

Şunu da dediler: “Ümmetin icmâsının hüccet olduğunun delili sünnettir. Zira ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bir çok Hadis geçmiştir. Onlara şunlar örnektir:

* Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mes’ut, Ebu Sa’d el-Hudri, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Ebu Hureyre, Huzeyfe b. el-Yemân gibi sahabelerin büyüklerinin bu ümmetin hata ve dalâletten korunduğuna delâlette mana birliği içinde lafız farklılığı ile yapılan rivayetlerdir. Bu rivayetlerden bir kısmı Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözleridir:أمتي لا تجتمع على الخطإ     “Ümmetim hata üzere icmâ etmez.”[2] إِنَّ أُمَّتِي لا تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلالَةٍ   “Ümmetim dalâlet üzere icmâ etmez/birleşmez.”[3] وإن الله عز وجل لم ييكن ليجمع أمة محمد على ضلالة  “Muhakkak ki, Allah Muhammed ümmetini dalâlet üzere icmâ ettirmez.”[4] لم يكن الله ليجمع أمتي على الخطإ “Allah ümmetimi hata üzere icmâ ettirmez/birleştirmez.”[5] سـألت الله عز وجل أن لايجمع أمتي على ضلالة فأعطانيها “Allah’tan ümmetimi dalâlette birleştirmemesini istedim. O da bu isteğimi bana verdi.”[6] فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ   “Müslümanların güzel/iyi gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.”[7] يد الله مع الجماعة ومن شذ شذ إلى النار   “Allah’ın eli cemaat üzerindedir. Kendisini soyutlayan ateşle başbaşa kalır.”[8] فمن سره بحبوحة الجنة فليلزم الجماعة فإن يد الله على الجماعة  وإن الشيطان مع الواحد وهو من الاثنين أبعد  “Kimi cennetin ortası sevindiriyorsa, o cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kalan kimse ile beraber olup iki kişiden uzaktır.”[9] مَنْ خَرَجَ مِنَ الْجَمَاعَةِ قِيدَ شِبْرٍ فَقَدْ خَلَعَ رِبْقَةَ الْإِسْلامِ مِنْ عُنُقِهِ    “Kim cemaatten bir karış ayrılarak dışarı çıkarsa, İslâm ilmiğini/bağını boynundan çıkartmış olur.”[10] من فارق الجماعة شبرا فمات ميتة جاهلية      “Kim cemaatten ayrılıp ölürse, ölümü cahiliyye ölümü olur.”[11] الجماعة رحمة والفرقة عزاب  “Cemaat rahmettir. Bölünmüşlük ise azaptır.”[12] وإن أمتي  ستفترق على ثنتين وسبعين فرقة كلها غي النار إلا واحدة وهي الجماعة   “Ümmetim yetmiş iki  gruba ayrılacaktır. Bir tek grup hariç hepsi de cehennemdedir. O grup cemaattir.”[13] تبارك وتعالى لا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ على ناوأهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ   “Allah’ın dini hakim olasıya kadar, ümmetimden hak üzere bir grup daima olacaktır. Onlar kendilerine karşı koyanlara üstün geleceklerdir.”[14] لا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ لا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ  “Ümmetimden hak üzere bir grup daima olacaktır. Onlar üstün konumda olup, kendilerine muhalif olanların muhalefeti onlara bir zarar vermeyecektir.”[15]

Bunlar gibi daha birçok hadis vardır. Bunların sahabeler arasında kendileri ile amel edilen oldukları halen meşhur ve bilinen bir husustur. Bunları kimse inkâr da etmedi, red de etmedi. Dolayısıyla bunlar ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna delildirler.”

Buna üç yönden cevap verilir:

1-Bunların hepsi de mütevatir derecesine ulaşmamış ahad haberlerdir. Yakin/kesin ifade etmezler. Dolayısıyla ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair söz hüccet olmaya uygun değildir. Çünkü Şer’î delil olma meselesi usuldendir. Dolayısıyla ona delâlet eden katî delilin olması kaçınılmazdır. Bunun için bu hadislerle bu hususta delil getirmek red edilir ve bu hadisler bu hususta delil getirme derecesinden düşerler.

Şu denilebilir: “Bu hadisler, her ne kadar her biri tevatür derecesine ulaşmamış olsa da aralarındaki “ümmetin ismeti/korunmuşluğu” ortak teması,  birçok haberde varlığından dolayı mütevatirdir.”

Buna cevap şöyledir: Ahad hadisler arasında ortak temanın olması onları mütevatir yapmaz. Dolayısıyla o hadisler, ahad haberin herhangi bir hali üzere kalmaya devam ederler, mütevatir derecesine yükselmezler. Böylece de usulden bir asıl hakkında katî hüccet olmaya uygun olmayışları devam eder.

2-Bu hadisler, şu dört kısma ayrılırlar:

a-Bir kısmı, ümmetin dalâlet üzere icmâ etmeyeceğini belirten hadislerdir. Bunlarda icmânın Şer’î delil olduğuna dair bir hüccet yoktur. Çünkü dalâlet üzere birleşmemelerinin manası, İslâm’ı terk etmek üzere birleşmemeleridir. Yani ümmet İslâm’dan dönmek üzere birleşmez. Çünkü dalâlet, dini terk etmektir. Yani Allah bu ümmeti, İslâm dinini terk etmek üzere birleşmekten ve onları dönmekten korudu. Allah’ın ümmeti, dinden dönmekten korumuş olması, onların icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bir delil değildir.

b-Bir kısmı da, cemaate bağlı kalmaya ve ondan ayrılmamaya teşviki belirten hadislerdir. Bunlarda, bu hususta delil getirmek için bir yer yoktur. Çünkü ümmetin cemaat olarak varlığını devam ettirmesini, parçalanmamasını, onda dışarı çıkmamayı korumak, ümmetin icmâsının Şer’î delil olması demek değildir. Bunun bu konu ile bir alakası yoktur. Zira ümmetin icmâsının Şer’î delil olması konusu ile ümmetin cemaat olarak varlığı ve birliğinin korunması konusu birbirinden tamamen kopuk iki ayrı konudur. Ümmetin sözünün birleşmesi, hakkında geçen ayet ve hadislerde olduğu gibidir. Allah’u Teâla’nın, ولا تفرقوا “parçalanmayın”[16] demesi gibi. Bu birleşmeye ve parçalanmamaya teşvik, ümmetin icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmez. Onun için ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bu hadislerle delil getirmeye bir yer yoktur.

c-Bir kısmı da, ümmetten hak üzere varlığını devam ettiren bir grubun olduğunu belirten hadislerdir. Hak, batılın zıttı dır, hatanın zıttı değil. Hakka bağlı olmak, hatanın olmaması demek değildir, bilakis batılın olmaması demektir. Dolayısıyla ümmetin batıl üzere icmâsının nefyedilmesinin manası, dalâlet üzere icmânın nefyedilmesinin benzeri olmaktadır. Böylece bu hadisler, ümmetin hatada birleşmeyeceğine dair delil olmaya uygun olmaz.

Ayrıca sevap/hayır üzerinde bir cemaatin varlığı, doğru üzerinde ümmetin icmâsı demek değildir. Zira delil getiriş, ümmetin bir şey üzere icmâsının hüccet olduğuna dair olmalıdır, ümmetin bir şey üzere icmâ etmemelerinin hüccet olmasına dair bir delil değil. Zira delil olan, olumluluktur, olumsuzluk değil. Dolayısıyla bir cemaatin doğru üzerinde varlığını devam ettiriyor olması, icmâlarının doğru olmasını gerektirmiyor. Bu açıdan da, ümmetten hak üzere bir grubun varlığını belirten bu hadisler, ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun değildirler.

d-Bir kısmı da, ümmetin “hata” üzere icmâ etmediğini belirten hadislerdir. Bu hadisler, zayıf rivayetlerdir. Zira hadisin aslı şöyledir:     إِنَّ أُمَّتِي لا تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلالَةٍ  “Ümmetim dalâlet üzere icmâ etmez/birleşmez.”[17]    Başka bir hadisin aslı şöyledir:   لم يكن الله ليجمع أمتي على ضلال “Allah ümmetimi dalalet üzere icmâ ettirmez/birleştirmez.”[18]     Bir rivayette de;   ولا على خطأ “bir hatada birleşmez” denilmektedir. على خطأ  “hata üzere” kelimesi zayıf rivayettir. Onun için bu hadislerle delil getirmeyi İmam El-Fahru El-Râzî şöyle diyerek zayıf buldu:

“Manevi tevatür iddiası, gerçekten uzaktır. Biz bu haberlerin toplamının tevatür derecesine ulaştığını kabul etmiyoruz. Zira bunun hakkında delil yoktur. Bunun öyle takdir edilmesi ise, ancak gösteriş ifade eder. Çünkü kesin olarak sabit olan ortak tema sadece ümmete övgüdür. Bundan dolayı onlardan hatayı imkânsız kılmayı gerektirmez. Zira hadislerin tamamında, hatanın onlar için imkânsız olduğu açıkça geçmemiştir.”

3-Bu hadisler, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, içerisinde sonraki asırları zemmettiği başka hadislerle çelişmektedirler. Bunlara örnekler şunlardır:

İmran b. Husayn RadıyAllah’u Anhuma Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediğini rivayet etti:    خَيْرُ أُمَّتِي قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ قَالَ عِمْرَانُ فَلا أَدْرِي أَذَكَرَ بَعْدَ قَرْنِهِ قَرْنَيْنِ أَوْ ثَلاثًا ثُمَّ إِنَّ بَعْدَكُمْ قَوْمًا يَشْهَدُونَ وَلا يُسْتَشْهَدُونَ وَيَخُونُونَ وَلا يُؤْتَمَنُونَ وَيَنْذُرُونَ وَلا يَفُونَ وَيَظْهَرُ فِيهِمُ السِّمَنُ  “Ümmetimin en hayırlısı, benim dönemimde yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenlerdir. -İmran dedi ki: Rasulullah kendi döneminden sonra iki mi yoksa üç dönem mi zikretti bilemiyorum.- Sonra sizin ardınızdan şahitlik etmesi istenmeden şahitlik yapan, kendisine güvenilmeyen, ihanet eden, adakta bulunup yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık yaygınlaşan bir toplum gelecektir.”[19]

İbrahim’den, o da Ubeyde’den, o da Abdullah’tan Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi: خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَجِيءُ أَقْوَامٌ تَسْبِقُ شَهَادَةُ أَحَدِهِمْ يَمِينَهُ وَيَمِينُهُ شَهَادَتَهُ  “İnsanların en hayırlısı, benim çağımda yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra yemin etmeden önce şahitlikte bulunacak, şahitlikte bulunmadan önce yemin edecek bir topluluk gelecek.”[20] 

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki:  ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ حَتَّى يَحْلِفَ الرَّجُلُ وَلَا يُسْتَحْلَفُ وَيَشْهَدَ الشَّاهِدُ وَلَا يُسْتَشْهَدُ    “Daha sonra yalan yaygınlaşacak. Onlardan birisi yemin etmesi istenmeden yemin eder. Şahitlik yapması istenmeden şahitlik yapar.”[21]

Bunun gibi hadislerin tamamı ümmetin hata üzere birleşmeyeceğine dair hadislerle çelişmektedir. Bilakis bu hadisler, sonraki dönemlerin zemmine delâlet etmektedirler. Bu demektir ki, o dönemlerde ümmette hata var olur. Zira onda yalan, ihanet v.b. var olur. Bu da onların arasında sözü kabul edilmeyen kimselerin var olmasından dolayı, icmâlarının Şeriata göre bir değerinin olmadığına delâlet eder. Bu, önceki hadislerle çelişkidir. Çünkü önceki hadisler, ümmeti methetmişlerdi. Bu, ümmete her asırda meth/övgü demektir. Bu sonraki hadisler ise, sonraki asırları zemmetmiştir. Bu, fesadın ve yalanın yaygınlaşması nedeni ile sonraki asırlarda ümmeti zemmetmek demektir. Bunun için o hadislerle, ümmetin her asırdaki icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil getirilemez. Çünkü fesad ve yalanın yaygınlaşması sebebi ile sonraki asırlarda ümmetin icmâsının sıhhati yoktur. Bunun için önceki hadisler sadece Rasul’ün ve sahabelerin asrı olan ilk döneme hamledilirler. Böylece Rasul’ün ve sahabelerin dönemindeki ümmetin icmâsına dair delil olmaya uygun olurlar. Daha sonraki dönemler hakkında delil olmaya uygun olmazlar.

Bu üç yönden cevap, bu hadislerin tamamının, ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun olmadıklarını tespit etmektedir. Böylece bu hususta onlarla delil getirmek düşer. Ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek düşünce; hal ve akd ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek de, müçtehitlerin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek de evla babından düşer. Zira onların Şer’î delil olduğunu söyleyenler, o hadisleri delil getirdiler. “Ümmet” ve “mü’minler” tabirleri, o hadislerin metinlerinde geçtiği halde, o hadisler, ümmetin icmâsına delil olmaya uygun olmayınca, elbette ki hal ve akd ehlinin icmâsına ve müçtehitlerin delil olmaya uygun olmamaları evla babından olur. Zira bu tabirler o hadislerin metinlerinde geçmiyor, onlar ancak “mü’minler” kelimesinden ve “ümmet” kelimesinden alınmışlardır. Böylece “ümmetin icmâsı, hal ve akd ehlinin icmâsı ve müçtehitlerin icmâsı Şer’î delildir” sözü reddolunur. Onlardan her icmânın Şer’î delil olmadığı açığa çıkmaktadır.

* Rasul’ün ailesinin icmâsı ile ilgili olarak da; Ehl-i Beyt ile Ali, Fatıma ve onların çocuklarını kast ederek “Ehli Beytin icmâsı Şer’î delildir” dediler. Buna da Allah’u Teâla’nın şu sözünü delil getirdiler:         إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا     “(Ey Ehl-i Beyt!) Allah, sizden ricsi/günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[22] Böylece Ehl-i Beyt’ten ricsin giderilmesini, onlara hasrı ifade eden إنما -edatı ile bildirmiştir. Ayette geçen Ehl-i Beyt tabiri ile kast edilenin Ali, Fatıma ve onların çocukları olduğunu şu rivayetle delillendirilmiş oldu: “Bu ayet indirilince, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem elbisesini onlara döndürüp onu onların üzerine attı ve şöyle dedi:  هَؤُلاءِ أَهْلُ بَيْتِي  اللهم  “Allah’ım! İşte onlar ehli beytimdir.”[23]   

Rasul’ün ailesinin icmâsının delil olduğuna ve onların da Ali, Fatıma ve onların çocukları olduğuna dair Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözlerini de aynı şekilde delil getirdiler:  إِنِّي تَارِكٌ فِيكُمْ مَا إِنْ تَمَسَّكْتُمْ بِهِ لَنْ تَضِلُّوا بَعْدِي أَحَدُهُمَا أَعْظَمُ مِنَ الْآخَرِ كِتَابُ اللَّهِ حَبْلٌ مَمْدُودٌ مِنَ السَّمَاءِ إِلَى الْأَرْضِ وَعِتْرَتِي أَهْلُ بَيْتِي       “Muhakkak ki, ben size iki şey bırakıyorum.  Onlara sıkı bir şekilde bağlı kalırsanız benden sonra asla sapıtmazsınız. Onlardan birisi diğerinden daha büyüktür. O da; semadan yere uzatılmış bir ip (kulp) olan Allah’ın Kitabı’dır. Ve (diğeri ise) ailem ehli beytimdir.”[24] إِنِّي قَدْ تَرَكْتُ فِيكُمْ مَا إِنْ أَخَذْتُمْ بِهِ لَنْ تَضِلُّوا كِتَابَ اللَّهِ وَعِتْرَتِي أَهْلُ بَيْتِي      “Muhakkak ki ben size, kendisine sıkı bağlı kaldığınızda asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve ailem ehli beytimdir.”[25] إني تارك فيكم الثقلين كتاب الله وعترتي   “Muhakkak ki ben size iki çok önemli husus bırakıyorum; Allah’ın Kitabı ve ailem.”[26] Bir başka rivayette de;     وَأَهْلُ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي      “Ehl-i Beytim! Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım.”[27]

Böylece Allah’u Teâla Ehl-i Beytten ricsi giderdi. Hata ise ricsdir. Dolayısıyla hata da onlardan giderilmiş olur. Hata onlardan giderilince icmâları hüccet olur...”   demektedirler.

Buna cevap iki yöndendir:

1-Bu delil zannidir. Zira ayet her ne kadar sübutu katî olsa da delâleti zannidir. Çünkü onun tefsirinde ihtilaf edilmiştir, dolayısıyla zannî olmaktadır. Hadis ise ahad haberdir. Ahad haber zannidir. Buna binaen bütün delilleri zannî olmaktadır. Usulden bir asıl hakkında delil getirmek katî olmalıdır, zannî olması doğru olmaz. Böylelikle bu delilin, Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olması uygun olmaz. Çünkü bu husus, kesin delile gereksinim duymaktadır, bu delil ise zannidir.

2-“Ricsin” manası, “pislik” demektir. “Ricsin giderilmesi” pisliğin giderilmesidir. Burada “pislikten” kast edilen ise; Bu ayetin bu cümlesinden önceki cümle ve önceki ayetin cümlelerinde açıkça görüldüğü gibi, “şüphe” ve “töhmet” olan manevi pisliktir. Nitekim “rics” kelimesi, “manevi pislik” anlamıyla birkaç ayette geçmiştir. Onlar, Allah’u Teâla’nın şu sözleridir: فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنْ الآوْثَانِ   “O halde putlardan (oluşan) pislikten kaçının.”[28] كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللَّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ    “Allah inanmayanların üzerine böyle pislik indirir.”[29] وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ    “O, akıllarını kullanmayanların üzerine pislik indirir.”[30] إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالآنصَابُ وَالآزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ     “Şarap, kumar, dikili taşlar (heykeller/putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir.”[31]

Bunların hepsi de “manevi pislik” manasındadır. Dolayısıyla Allah’u Teâla’nın;    لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ     “O halde Allah sizden pisliği gidermek istiyor”[32]   sözü,   “sizden manevi pislik olan töhmeti gidermek istiyor” demektir.

Buna binaen, onlardan “pisliğin giderilmesi”; onlardan “hatanın nefyedilmesi” olmaz. İçtihatta “hata” pislik değil, bilakis sahibine sevap verilen bir husustur. Bunun delili de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:    إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ “Hakim (kadı ya da yönetici) hüküm verdiğinde içtihat edip isabet ederse ona iki ecir/sevap vardır, hata ederse bir ecir/sevap vardır.”[33] 

Bu da, Ehl-i Beytten “pisliğin giderilmesinin”, hatanın giderilmesi demek olmadığına, çünkü “hatanın” pislikten olmadığına delâlet etmektedir.

Ayrıca Allah’u Teâla’nın; إنما يريد الله  “Allah ... istiyor”  sözü, pisliğin nefyini Ehl-i Beyte hasretmek için değildir. Bilakis Allah, onlardan nefyettiği gibi onlardan başkalarından da nefyetmektedir.  إنما  -edatı için mefhumu muhalefet yoktur. Zira bu edat, hasr için kullanılır, te’kid için kullanılır. Dolayısıyla ona ait mefhumu muhalefet ile amel edilmez. Böylelikle Ehl-i Beytten pisliğin giderilmesi, başkalarından giderilmemesi demek değildir.

Ayrıca ayet, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in eşleri hakkında inmiştir. Bunun delili de ayetin öncesinde ve sonrasında var olan sözlerdir. Zira bu ayet üç ayetin bir cüzüdür.

Nitekim Allah’u Teâla şöyle demiştir: يَانِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنْ النِّسَاءِ إِنْ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا (32) وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الآولَى وَأَقِمْنَ الصَّلاَةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا (33) وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا “Ey Nebi hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz, çekici bir eda ile konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Maruf söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliyye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah ve Rasulü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin içyüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”[34]

Bu ayetlerin, يا نساء النبي “Ey Nebi hanımları!” diye başlamasından da açıkça görüldüğü gibi, Rasul’ün hanımları hakkında inmiştir. Dolayısıyla bu ayetler Ehl-i Beyt hakkında inmemiştir, sadece Rasul’ün eşleri hakkında inmiştir.

Bu ayet indiğinde Rasul’ün elbisesini Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in üzerine örtüp   هَؤُلاءِ أَهْلُ بَيْتِي  اللهم    “Allah’ım! İşte onlar ehli beytimdir.”[35] dediğine dair rivayet edilen hadis ise, eşlerinin Ehl-i Beytten oluşunu nefyetmez. O hadis, ayetin her ne kadar Rasul’ün eşleri hakkında inmiş olsa da genel olduğuna delâlet eder. Zira o hadis, ayette geçen  الاهل  “ehl” kelimesinin genelliğine delâlet eder, Ali, Fatıma ve iki oğullarına özel olarak delâlet etmez. Bunu Zeyd b. Erkam’a Sakaleyn Hadisi ile ilgili soru hakkındaki rivayette geçenler teyid etmektedir. Zira ona Hüseyin sordu: Rasulullah’ın Ehl-i Beyti kim ya Zeyd? Hanımları Ehl-i Beytten değil mi?” Dedi ki; “Hanımları, Ehl-i Beyttendir. Fakat onun Ehl-i Beyti, ondan sonra kendilerine zekât almanın haram kılındığı kimselerdir.” O; “Onlar kimlerdir?” dedi. O da dedi ki; “Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Cafer’in ailesi, Abbas’ın ailesi.” Dedi ki; “Onların hepsine de zekât almak haram mı kılındı?” O da; “Evet.” dedi.[36]

Bunlara binaen Ahzab suresi 33. ayeti, Rasul’ün ailesinin icmâsının hüccet olduğuna dair delil olmaz. Hadis ise; الثقلين  “sakaleyn”den kast edilen; العترة  “aile” değil, sadece Kitap ve Sünnettir. Nitekim bu Hadis hakkında Nebi’nin şöyle dediği de rivayet edilmiştir: كتاب الله وسنتي    “Allah’ın Kitabı ve Sünnetim.”[37] Üstelik o hadis;  كتاب الله وعترني  “Allah’ın Kitabı ve ailem.”  şeklinde rivayet edilmiş olsa da, ailenin icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmez. Çünkü “aile”; sadece Ali, Fatıma ve onların iki oğlu değildir, bilakis onlar ve ehli beytin tamamıdır. Onlar ise; Zeyd b. Erkam’ın Sakaleyn hadisi için yaptığı rivayet ile Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’ın bir hadisine göre; zekât almanın kendilerine haram kılındığı kimselerdir. O hadis de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا تَحِلُّ لِآلِ مُحَمَّدٍ  أما علمت إن الصدقة “Muhammed ailesine sadaka helâl değildir.”[38] Dolayısıyla  العترة  “aile”, Rasul’ün ailesinin tamamıdır.

Ayrıca hadis, “aile”den kastedilen ne olursa olsun sadece Ehl-i Beyte sıkı bağlanmaya delâlet etmektedir, onların icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmemektedir. Onlara sıkı bağlanmak, başkalarına sıkı bağlanmamak demek değildir. Zira Rasul,  sahabeyi örnek almayı talep etmişti. Şöyle demiştir: اهتديتم  أصحابي كالنجوم بأيهم  اقتديتم  “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”[39]

Raşid halifelerin sünnetine bağlanmayı talep etmiştir. Şöyle demiştir: فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ     “Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”[40]

Ebu Bekir ve Ömer’i örnek edinmeyi talep etmiştir. Şöyle demiştir: اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ     “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”[41]

Raşid halifelerin sözü, Şer’î delil değildir. Aynı şekilde Ebu Bekir’in ve Ömer’in sözü de Şer’î delil değildir. Zira tek başına övgü, sıkı bağlı olmak talebi, izlemek ve örnek almak talebi, onu Şer’î delil olduğuna dair bir hüccet değildir. Dolayısıyla Rasul’ün, Ehl-i Beyte sıkı bağlı olmak talebi de ayni şekilde, onların icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet değildir.

Bütün bunlardan yukarıda geçen Sakaleyn hadisinin, Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun olmadığı açığa çıkmaktadır. Böylelikle Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna yukarıdaki ayet ve hadisle delil getirmek, düşer. Dolayısıyla Rasul’ün ailesinin icmâsının ve Ehl-i Beytin icmâsının Şer’î delil olmadığı açığa çıkmaktadır. Böylelikle onlar Şer’î delillerden sayılmazlar.

* Medine ehlinin icmâsı ile ilgili olarak da; “Medine ehlinin icmâsı hüccettir.” dediler ve buna Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil getirdiler:  وينصع طيبها إِنَّمَا الْمَدِينَةُ كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا  “Muhakkak ki Medine, körük gibidir. Habisini/kötüsünü atar ve tayyibini/iyisini arıtır.”[42]

Buna şöyle delil getirdiler: “Hadis kötülerin Medine’den nefyedildiğine delâlet etmiştir. Hata ise kötüdür. Dolayısıyla onun da ehlinden nefyedilmiş olması gerekir. Zira hata ehlinde olsaydı, Medine’de de olmuş olurdu. Ehlinden hata nefyedilince, onların icmâsı da hüccet olur.”

Buna cevap şudur: Hadis, Buhari ve Müslim’de sabittir. Buhari’deki metni şöyledir: Cabir İbn Abdullah RadıyAllah’u Anhuma’dan rivayet edildiğine göre bir bedevi Arap Medine’ye geldi. İslâm’a girmek üzere Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e biat etti. Biraz sonra rahatsızlandı. Bunun üzerine Rasulullah’a gelip; “Benim biatımı kaldır.” dedi. Rasulullah bunu reddetti. Sonra tekrar “Benim biatımı kaldır” dedi. Rasulullah yine reddetti. Sonra Medine’den çıkıp gitti. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki: الْمَدِينَةُ كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا وَيَنْصَعُ طِيبُهَا “Medine körük gibidir. Kötülerini atar. İyilerini arındırır.”[43]

Bu hadis, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun değildir. Zira bu hadis ahad haberdir, yani zannidir. Dolayısıyla Şeriatın usulünden bir asıl hakkında hüccet olmaya uygun olmaz. Filanca hususun Şer’î delil olduğuna dair hüccetin katî olması kaçınılmazdır. Çünkü o, Şeriatın asıllarından bir asıldır. Bundan dolayı bu hususta bu hadis ile delil getirmek, düşer.

Ayrıca içtihatta hata, habis/kötü değildir, habis olması da doğru olmaz. Aksi halde hatalı müçtehide sevap verilmezdi. Ayrıca hatadan günah affedilmiştir. Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir: رفعَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ... إن الله “Allah ümmetimden hatayı... kaldırdı/affetti.”[44]

Habis ise nefyedilmiştir. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir:  ثَمَنُ الْكَلْبِ خَبِيثٌ وَمَهْرُ الْبَغِيِّ خَبِيثٌ وَكَسْبُ الْحَجَّامِ خَبِيثٌ    “Köpeğin pahası habistir. Fahişenin mehri/fuhuş ücreti habistir. Hacamat edenin kazancı habistir.”[45]  Bunun gibi. hadisler vardır. Dolayısıyla “hata” ve “habis” birbirinden farklı şeyler olmaktadır. Buna binaen yukarıdaki hadis, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaz. Dolayısıyla o hadisle bu hususta delil getirmek, düşer. Bundan, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delillerden olmadığı açığa çıkmaktadır.

* Raşid halifelerin icmâsı ile ilgili olarak da bazıları onun Şer’î delil olduğunu söyleyip buna Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil getirdiler: فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ    “Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”[46]

Buna şu şekilde delil getirdiler: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, kendi sünnetine tabi olmayı vacib/farz kıldığı gibi onların sünnetine tabi olmayı da vacib kıldı. Onun sünneti için muhalif olmak düşünülmez. Onların sünneti için muhalif olmak da aynı şekildedir. Dolayısıyla onların icmâsı hüccet olmaktadır.

Raşid halifeler şu dört halifedir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali RadıyAllah’u Anhum. Raşid halifelerden kast edilenlerin onlar olduğuna dair delil Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:   الْخِلافَةُ فِي أُمَّتِي  ثَلاثُونَ سَنَةً ثُمَّ مُلْكٌ بَعْدَ ذَلِكَ    (Benden sonra) ümmetimde Hilâfet otuz sene olacaktır. Sonra eziyet verici yönetim olacaktır.”[47] Onların Hilâfet süreleri otuz yıldır. Böylece hadisle kastedilenlerin onlar olduğu sabit olmuştur. Ayrıca bu hadisi, zikredilen dört imamla örf tahsis etti. Öyle ki sanki o, onlara özel isim oldu. Dolayısıyla o halifelerin icmâları Şer’î delil olmaktadır.”

Buna cevap şudur: Bu hadis, ahad haberdir, yani zannidir. Dolayısıyla raşid halifelerin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun olmaz. Çünkü o, usulden bir asıldır. Dolayısıyla onunla ilgili ona delâlet eden katî delil olması kaçınılmazdır.

Ayrıca, hadiste onların icmâsının hüccet olduğuna dair bir delâlet de yoktur. Zira hadiste olanın hepsi, onlara uymayı emretmektir. Onlara uymayı emretmek, onların sözlerinin Şer’î delil olması demek değildir. Buna delil; Rasul’ün, sadece Raşid halifeler değil, sahabelerden her sahabeye uymayı emretmesidir. Zira şöyle demiştir: أصحابي كالنجوم  بأيهم  اقتديتم ا هتديتم “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”[48]

Şu halde bu sahabeye uymayı emretmiştir, sadece onlara uymayı değil. Zira;   فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ  “Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra Raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”[49]   hadisinde tahsis edilmeleri, أصحابي كالنجوم   “Ashabım yıldızlar gibidir.” hadisindeki genelliğin yanında, o hadisin, uymayı sadece onlara tahsis edici değil de onların faziletlerini beyan oluşundan dışarı çıkarmaz. Böylelikle hadiste, Raşid halifelerin icmâsının hüccet olduğuna dair bir delâlet yoktur.

Üstelik “Raşid halifeler” tabiri ile kast edilen her Raşid halifedir, sadece o dört halife değildir. Hilafetin otuz sene olduğuna dair hadiste ise, sadece onların Raşid halife olduğuna dair bir delâlet yoktur. Zira her Raşid halife bu hadisin kapsamına girer. Mesela; Ömer b. Abdulaziz bu hadis kapsamına girer.

Ayrıca, “hadisi dört imamla örf tahsis etti” sözlerinin bir kıymeti yoktur. Çünkü kelimelerin delaletinde muteber örf ya da “örfi hakikat” diye isimlendirilen halkın örfü değil, lügat ehlinin örfüdür. Lügat ehlinin örfü ise “Raşid halifeler” kelimesine dört kişiyi isim olarak vermemiştir ki, “örfi hakikat” denilsin. Bu, ancak lügat ehli olmayanlar nezdinde âni/garip örf olarak isimlendirilir. Bunun ise, bir kıymeti yoktur. Onun için “Raşid halifeler” kelimesinin manası, her Raşid halifeyi kapsayan genel olarak kalmaya devam eder.

Böylelikle bu hadisle bu hususta delil getirmek, düşer. Dolayısıyla Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin icmâları Şer’î delillerden bir delil olmaz.

* Ebu Bekir ve Ömer’in icmâsı ile ilgili olarak da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil getirdiler: اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ    “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”[50]

Bu hadis, bu hususta hüccet olmaya uygun değildir. Çünkü ahad haberdir, yani zannidir. Ayrıca hadisin o ikisine uymayı talep etmesi, o ikisinin faziletine delaletten başka bir şeye delâlet etmez. Zira bu hadis de sahabenin tamamına uymayı talep eden;  أصحابي كالنجوم     “Ashabım yıldızlar gibidir.” hadisi gibidir. Dolayısıyla hadis, Ebu Bekir ve Ömer’in faziletine ve onlara uymaya delâlet etmektedir. Hadiste, o ikisinin sözlerinin Şer’î delil olduğuna dair bir delâlet yoktur. Dolayısıyla bu hadisle bu hususta delil getirmek düşer.

Bütün bunlardan sahabenin icmâsından başka her icmânın Şer’î delil olmadığı, kesinlikle Şer’i delillerden sayılmadığı açığa çıkmaktadır.

Asıl olan; mucize ile teyid edilmiş Sadık’tan (Rasul’den) başka birisinin sözüne başvurmamaktır. Çünkü ondan başkası için hata ve yalanın yolu açıktır. Yani hata ve yalana düşebilir.

Fakat sahabeler Rıdvanullahı Aleyhim’in icmâsına dinin sıhhati ve Kur'an’ın hıfzı/korunması bağlı kılınmıştır. Dolayısıyla bu, dinde hatanın imkânsız oluşu ve Kur'an’da hatanın imkânsız oluşu nedeni ile onların icmâlarında hatanın imkânsız olmasını gerektirmektedir.

Sahabelerin icmâsının hatadan korunması, onların sahabe oluşlarından kaynaklanmamaktadır. Zira nebilerin dışında masum kimse yoktur. İcmalarının hatadan korunması ancak dinin hatadan korunmasından, Kur'an’ın kendisine batılın gelmesinden korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu tebliğde hatadan korunmanın nebilerin hatadan korunmalarını gerektirmesi gibidir. Aynı şekilde; kendilerinden aldığımız dinin hatadan korunması, onların icmâlarının hatadan korunmasını gerektirmektedir. Bunun için, icmâlarının hatanın imkânsız oluşundan dolayı, sahabelerin icmâları hüccet olmaktadır. Zira, sahabelerin icmâlarında hata imkânsız olmasaydı, onların Kur'an’dan bir şeyi gizlemek üzerinde ya da Kur'an’a ondan olmayan bir şey katmak üzerinde icmâ etmeleri mümkün olurdu. Yani Kur'an’ı artırmaları veya eksiltmeleri mümkün olurdu. Rasul’e yalan isnadında icmâ etmeleri mümkün olurdu. Kur'an’da olmayan bir şeyin Kur'an’dandır diye nakledilmesi hatasına düşmeleri mümkün olurdu. Dinden bir şeyi gizlemeleri ya da dinden olmayan bir şeyi dine katmaları mümkün olurdu.

Bunların hepsi de; dinin sıhhatinin katî delil ile kesinleşmiş olmasından dolayı imkânsızdır. Kur'an’a, öncesinden ve sonrasından batılın gelmemesinin kesinleşmiş olmasından dolayı imkânsızdır.

Dolayısıyla, sahabelerin dinden ve Kur'an’dan bize naklettikleri hususta icmâlarında hatanın imkânsız olması kaçınılmazdır. Bundan dolayı onların icmâsı Şer’î delildir. Onlardan başkaları böyle değildir. Bunun için sadece sahabelerin icmâları Şer’î delildir. Ondan başkası Şer’î delil değildir.


[1] Nisa: 115

[2] İbni Mâce,

[3] İbni Mâce, K. Fitne, 3940

[4] Taberânî, El-Kebîr’de rivayet etti.

[5] Ahmed b. Hanbel

[6] Ahmed b. Hanbel

[7] Ahmed b. Hanbel, Müs. Mükessirîn min es’Sahâbe, 3418

[8] Tirmizi

[9] Taberânî, El-Evsat’ta rivayet etti

[10] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 17132

[11] Buhari

[12] Ahmed b.Hanbel

[13] İbn Mâce

[14] Ahmed b. Hanbel

[15]  İbn Mâce

[16] Ali İmran: 103

[17] İbni Mâce, K. Fitne, 3940

[18] Taberânî

[19] Buhari, K. Menâkıb, 3377

[20] Buhari, K. Şehâdât, 2458

[21] Tirmizi

[22] Ahzab: 33

[23] Tirmizi, K. Menâkıb, 3719

[24] Tirmizi

[25] Tirmizi, K. Menâkıb, 3718

[26] İbn  Esîr’in El-Nihaye’deki rivayeti

[27] Müslim, K. Fedâil es’Sahâbe, 4425

[28] Hacc: 30

[29] En’am: 125

[30] Yunus: 100

[31] Maide: 90

[32] Ahzab: 33

[33] Buhari- K. I’tisâm bi’l Kitâbi ve’s-Sünne 6805,   Müslim

[34] Ahzab: 32-34

[35] Tirmizi, K. Menâkıb, 3719

[36] Müslim

[37] El-Hâkim, El-Beyhakî

[38] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. 7431

[39] Razîn tahriç etti

[40] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 16521

[41] Tirmizi, K. Menâkıb, 3595

[42] Buhari, K. Ahkâm, 6671

[43] Buhari, K. Ahkâm, 6669

[44] İbni Mace, K. Talâk, 2035

[45] Müslim

[46] Ahmed b. Hanbel, Müs., 16521

[47] Tirmizi, K. Fitne, 2152

[48] Razîn tahriç etti

[49] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 16521

[50] Tirmizi, K. Menâkıb, 3595