MASLAHATLARIN
SAĞLANMASI ZARARLARIN ENGELLENMESİ
[ Bölüm 1 ] |
|
Maslahatların Sağlanması-Zararların
Engellenmesi Hem Şeriatın Bütünlüğü İçin İllet Değildir. Hem de
Bizzat Herhangi Bir Hüküm İçin İllet Değildir.
Bazı fıkıh usulü âlimleri
diyorlar ki; “Hükmün konulmasındaki maksat; Rabbın zarar ve
faydadan uzak/yüce olmasından dolayı kul bakımından ya bir
maslahatı sağlamaktır, ya bir zararı gidermektir ya da her iki
hususun toplamıdır.
Bazen o, kendisine
meyletmesi ve nefsine hoş gelmesinden dolayı kula ait bir maksat
olur. Onun için amel eden, o maksadın varlığı ile yokluğu
arasında serbest bırakıldığında, varlığını yokluğuna tercih
eder.
Hükmün konulmasındaki
maksadın, sadece maslahatın sağlanması ve zararın giderilmesi
olduğu bilinince o, ya dünyada olur ya da ahirette olur. O, yani
hükmün konulmasındaki maksat, ya zaruri maksatlar cinsindendir
ya da zaruri maksatlar cinsinden değildir.
Zaruri maksatlar cinsinden
ise, ya asıl olur ya da asıl olmaz. Asıl ise, beş maksada
aittir. Bu beş maksadı hiçbir millet ve Şeriat gözetmezlik
edemez. Bunlar: 1-
Dinin korunması,
2- Canın
korunması, 3-
Aklın korunması,
4- Neslin
korunması, 5-
Malın korunması. Bu maksatları korumak zaruriyettendir. Asıl
değilse; zaruri maksatların kemale ulaşmasına aittir. Aklın
korunmasındaki şu mübalağa gibidir; sarhoş yapmasa da sarhoşluk
veren şeyden, -çoğuna sevk edici oluşundan dolayı- azıcık
içmenin dahi haram kılınması.
Zaruri maksatlardan değilse;
ya ihtiyaç duyduğu şeyler kabilindendir ya da ihtiyaç duyulan
şeylerden değildir. Kendisine ihtiyaç duyulan hususlar cinsinden
ise; ya asıl olur ya da olmaz. Asıl ise, o ilave ihtiyaçlara
tâbi olan ikinci kısımdır. Zira o, kız çocuğunun
evlendirilmesinde velinin yetkili kılınması gibidir. Asıl
değilse, ikinci kısma ait ilave mecrasında deveran eder. Zira o,
küçük kız çocuğunun evlendirilmesinde, denklik ve emsal mehir
gözetilmesi gibidir.
Maksat, ekstra ihtiyaçlar
cinsinden olmadığında ki bu üçüncü kısımdır. Bu ise, tahsinat/tezyinat,
adetler ve muamelelerde en güzel olan menfaati gözetme alanına
girer. Bu, kölelere şahitlik yetkisinin verilmemesi gibidir.”
Bunların özeti: Fıkıh usulü
âlimlerinin bu kesimine göre; maslahatlar beş kısımdır:
1-Zaruri
maksatlar. Bunlar yukarıda zikredilen beş maksat gibi
asıldırlar.
2-Zaruri
olmayan maksatlar. Bunlar, sarhoşluk veren içkilerden az da olsa
içmenin haram kılınması gibi, asıl değildirler.
3-
Kendisine ihtiyaç duyulan
cinsten olan, zaruri olmayan maksatlar. Küçük kız çocuğunun
evlendirilmesinde velinin yetkili kılınması gibi asıl olurlar.
4-Kendisine
ihtiyaç duyulmayan cinsten olan, zaruri olan maksatlardır.
Evlendirmede denklik gözetilmesi gibi, asıl değildirler.
5-Kendisine
ihtiyaç duyulan cinsten olan zaruri olmayan maksatlar. Bunlar
asıl değildirler, bilakis ekstra ihtiyaçlar cinsindendirler.
Bunlar, tahsin, tezyin/güzelleştirme, adetler ve muamelelerde en
güzel olan menfaati gözetme alanına girer. Kadına yönetim
yetkisini vermemek gibi.
Onlar diyorlar ki; “Hükümler,
kuralların maksatları için konulmuştur.” Buna, nâss ve icmâdan
delil getiriyorlar.
İcmâdan delilleri şöyle:
“Fıkıh imamları, Allah’u Teala’nın hükümlerinin hikmet ve
maksattan yoksun olmadığında görüş birliğine varmışlardır. Her
ne kadar, onun, Mutezilenin dediği gibi, vacib kılma yoluyla
olduğunda ihtilaf etmişlerse de, Ehli Sünnetin dediği gibi vacib
olmayandan vukuu bulmasında ve ittifak hükmüyle olduğunda
ihtilaf etseler de, bu gerçeği değiştirmez.”
Nâsstan delilleri de şöyle:
“Şer’î hükümler, Rasulün
getirdiklerindendir. Dolayısıyla, onlar Allah’u Teala’nın şu
sözünden dolayı, âlemlere rahmettiler:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً
لِلْعَالَمِينَ
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
Hükümler, âlemlere ait hikmetten yoksun olsalardı, rahmet değil
afet olurlardı. Ayrıca Allah’u Teala’nın şu sözü:
وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ
“Rahmetim her şeyi
kuşatır.”
Hükümler, kullar
hakkında bir hikmet için konulmuş olmasalardı rahmet değil afet
olurlardı. Ayrıca Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü:
لاضرر
ولا ضرار في الاسلا م
“İslâm’da zarar görmek de zarar vermek de yoktur.” Hükümlerin teklifi
kullara ait bir hikmet için olmazsa, onların konulması düpedüz
zarar veren olurdu, bu da İslâm nedeniyle olurdu. Hâlbuki bu
nâssa ters düşmektedir.
Hükümlerin sadece kulların
maslahatları için konulduğu sabit olunca, biz bir hükmün
maslahatla ilgili bir husus için gerekli olarak konulmuş
olduğunu gördüğümüzde; o ya hükmün konuluş maksadı olur yada
hükmün konuluş maksadı bize gözükmez. Hükmün konuluş maksadının
bize gözükmemesi/belli olmaması ise, hükmün konulmasını ibadet
etmekle ilgili yapar. Bu ise, asıl olana terstir. Çünkü hükmün
konulmasında asıl olan, onun bir hikmet için olmasıdır.
Dolayısıyla geride sadece hükmün, konuluş maksadının belli
olması için konulmuş olması kalmaktadır. Buna binaen hükümler
sadece kulların maslahatları için konulmuştur.
İşte, Şeriatın bir maslahat
sağlamak ya da bir zararı gidermek için gelmiş olduğu hakkında
bazı usulcülerin söylediklerinin özeti budur. Fakat onlar
şunları da söylüyorlar:
- Bir maslahatın
hükme illet sayılabilmesi için ona delilin delâlet etmesi
kaçınılmazdır. Ona bir delil delâlet etmezse itibar edilmez.
- Şeriat, maslahatların
sağlanması, zararların giderilmesi için gelmiştir. Maslahatın
itibar edilmesi için, her belirli Şer’î hüküm hakkında maslahata
delâlet eden bir delilin olması kaçınılmazdır.
- Onun için vasfa “sebep” ve
“illet” atfetmek Şeriat Koyucudandır. Bunun delilinin Şer’î
olması kaçınılmazdır.
- Maslahatların sağlanması ve
zararların giderilmesi’ ikisi Şer’î hükümlerin hepsinin
illetidirler. İkisi bizzat her Şer’î hükmün illetidir.
- Bizzat her hüküm hakkında
illeti belirlemek, maslahatın sağlanması ve zararın giderilmesi
olsa da Şeriat Koyucudan nâss olarak almak kaçınılmazdır.
Böylece onlar, bir maslahatın
sağlanması ve bir zararın giderilmesini Şeriat koyucunun
açıkladığı illet yapıyorlar. Meselâ; altın ve gümüşte faizin
haram kılınmasının illeti, o ikisinin kıymetli maden
olmalarıdır. Yolculukta ruhsatın illeti, meşakkattir. Katilin
mirastan mahrum bırakılmasının illeti, katil olmasıdır v.b.
Onlara göre, bunlar Şeriat Koyucunun nâssının kendilerine
delâlet ettiği maslahattırlar, dolayısıyla Şer’î illet
sayılırlar.
Fıkıh usulü âlimlerinden bir
başka grup da şöyle diyorlar:
“- Hükmün konulmasından
maksat ya bir maslahatın sağlanmasıdır, ya bir zararın
giderilmesidir ya da iki hususun birlikte toplamıdır. Zira
Şeriatların konulması ancak, kulların şimdi ve gelecekteki
maslahatları içindir.
- Kelam ilminde, o
maslahatlar hakkında ihtilaf çıkmıştır. Razi şöyle iddia
etmiştir. Allah’ın hükümleri, kesinlikle bir illet ile
illetlenmiş değildir, fiilleri de aynı şekildedir. Mutezile,
Allah’ın hükümlerinin kulların maslahatlarını gözetmekle
illetlenmiş olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
- Şeriatı incelemekle
vardığımız netice şudur: Şeriat, kulların maslahatları için
konulmuştur. Bu incelemeyle vardığımız neticede Râzi ve başkası
bizimle çelişmemektedir.
•
Rasullerin gönderilmesi
hakkında -ki o asıl olandır- Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
رُسُلاً مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لألا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى
اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ
“Müjdeleyici ve uyarıcı olarak Rasuller gönderdi ki; insanların,
Rasullerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın.”
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
•
Yaratılışın aslı hakkında:
فِي
سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ
أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً
“O, hanginizin ameli daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan
etmek için, arşı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde
yaratandır.”
وَمَا
خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالآنسَ إِلاَ لِيَعْبُدُونِي
“Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye
yarattım.”
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ
أَحْسَنُ عَمَلاً
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve
hayatı yaratmıştır.”
•
Kitap ve Sünnette ayrıntılı
hükümlerin illetlendirilmesine gelince, bunlar birçoktur. Bazı
örnekler şunlardır:
- Abdest ayetinden sonra
Allah’u Teala şöyle dedi:
مَا
يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ
يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmaz, fakat sizi tertemiz
kılmak/arındırmak size nimetini tamamlamak ister."
- Oruç hakkında şöyle dedi:
كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ
عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de
far kılındı. Umulur ki muttaki olursunuz.”
- Namaz hakkında şöyle dedi:
إِنَّ الصَّلاَةَ تَنْهَى عَنْ الْفَحْشَاءِ
وَالْمُنْكَرِ
“Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
- Kıble hakkında şöyle dedi:
وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ
شَطْرَهُ لِئَلاَ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ “Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin, ki insanların
aleyhinizde bir delili bulunmasın.”
- Cihad hakkında şöyle dedi:
أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا
“Kendileriyle savaşanlara
(mü’minlere),
zulme uğramaları
sebebiyle, (savaş
konusunda) izin
verildi.”
Kısas hakkında şöyle dedi:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاأُوْلِي الألْبَابِ “Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayır vardır.”
- Tevhidi kabul ve tasdik
hakkında şöyle dedi:
أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا
أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا
غَافِلِينَ
“Dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da. Evet, şahit
olduk dediler. Kıyamet günü, biz bundan gafildik/habersizdik
demeyesiniz diye.”
Maksat uyarmaktır.
İstikra/kapsamlı inceleme,
buna delâlet ettiğine ve bunun gibi meselede ilim ifade ettiğine
göre; biz şu kesin neticeye varıyoruz: Hükümlerin belli bir
illete bağlı oluşu, Şeriatın bütün tafsili/detay hükümleri için
geçerliliğini devam ettirmektedir.”
Dediler ki: “Şer’î
yükümlülükler, yaratılış konusunda gözetilen maksatların
korunmasına yöneliktirler. Bu maksatlar üç kısımda toplanır ve
dördüncüsü de yoktur.
1-
Zaruri olanlar, 2- Hâci olanlar, 3-
Tahsini olanlar.
1-
Zaruri olanlar: Onsuz
olmayan, din ve dünya işlerinin yerine getirilmesi kendilerine
bağlı bulunan hususlardır. Eğer bunlar bulunmayacak olursa,
dünya işleri yolundan çıkar, hatta fesat doğar. Zaruriyâtın
tamamı beş konuda toplanır:
a-
Dinin korunması, b-
Nefsin korunması,
c-
Neslin korunması,
d-
Malın korunması,
e-
Aklın korunması.
2-
Hâci olanlar/günlük
ihtiyaçlar: Bir genişlik ve kolaylık sağladığı için kendisine
ihtiyaç duyulan, bulunmadığı zaman genelde güçlüklere ve
sıkıntılara sebep olan hususlardır. Bunlar; ibadetler, yeme içme
âdetleri gibi, beşeri davranışlar, muamelât ve cezai hükümler
konularında geçerli bulunmaktadırlar. İbadetler için ruhsatları
örnek verebiliriz. Zira ruhsatlar hastalık ve yolculuk sebebiyle
oluşabilecek meşakkatin ortadan kaldırılmasını amaçlar. Beşeri
davranışlarda; avın helal kılınması, helal olan şeylerden
faydalanılması örnek gösterilebilir. Muamelât konusunda;
mudarebe, müsâkât, selem gibi akidler örnek gösterilebilir.
Cezai hükümler ise, öldürme töhmetinden dolayı, ölünün bulunduğu
meskûn bölge ahalisine verdirilen yeminler hükmü, diyeti âkile
üzerine yüklemek hükmü gibi hükümler örnek gösterilebilir.
3-
Tahsinât ise; Üstün ahlak
anlayışına uygun bir davranış göstermeyi, sağduyu sahibi
kişilerin hoş karşılamadığı nahoş hallerden uzaklaşmayı temine
yönelik şeylerdir. Bunlar üstün ahlak anlayışının gerektirdiği
şeylerdir. İbadetlerde; necasetin giderilmesi, bütün taharet
konuları, avret yerlerinin örtülmesi, nafile ibadetlerle,
gönüllü yapılan sadaka ve benzeri şeylerle Allah’a yaklaşmaya
çalışılması gibi hususlar tahsiniyata örneklerdendir. Beşeri
davranışlarda tahsiniyata örnekler ise; yeme-içme adabı, pis ve
iğrenç şeyleri yeme-içmeden uzak durma, israf ve pintilikten
kaçınma gibi hususlardır. Muamelât konusunda ise; kazurât gibi
pis şeylerin, su ve ot atıklarının satılmasının yasaklanması,
kadına imamet makamının verilmemesi örnek gösterilebilir. Cezai
konularla ilgili olarak da; cihat esnasında kadınların,
çocukların ve ruhbânların öldürülmesinin yasaklanması örnek
gösterilebilir.”
Dediler ki: “Şeriat
koyucunun, üç esasın yani, zaruriyat, haciyât ve tahsiniyatın
korunmasını amaçladığı fikrinin mutlaka bir delile
dayandırılması gerekir. Bunun delili, içtihat ehlinden hiçbir
kimsenin bu üç esasın, Şer’an muteber olduğunda onları dikkate
almanın Şeriat koyucunun maksadı olduğunda şüphe etmemesidir.
Bunun delili, Şeriatın incelemeye tâbi tutulması küllî-cüzî
bütün delillere bakılması, bu genel esasların kapsamlarında
hususların etüt edilmesi ile olmaktadır. Manevî istikra da
denilebilecek bu netice, belli bir delille sabit olmamakta,
aksine birbirini destekleyen pek çok sayıda ve amaçları farklı
olan delillerin tümünden çıkmakta ve hepsinin üzerinde
birleştiği ortak nokta olmaktadır. Meselâ; Hâtemi’nin
cömertliğinin, Ali’nin RadıyAllah’u Anhu şecaatinin
bu yolla herkesçe bilinmesi gibi. İnsanlar, bu esaslarda
gözetilen Şeriat Koyucunun kastını ispat için ne belli bir
delile ne de özel bir yola başvurmuşlardır. Aksine, bu netice
onlarda, fıkhın her bölümünde ve dalında, tafsili konularda, pek
çok çeşitli olaylar ve farklı durumlar hakkında vârid olan
zâhir, umum, mutlak, mukayyet... gibi verilerin tümünden hâsıl
olmaktadır.”
Şöyle dediler: “Adetler
konusunda asıl olan, taşıdıkları manalardır. Biz, Şeriat
Koyucunun koymuş olduğu hükümlerde kulların maslahatlarını
gözetmiş olduğunu, adetlerle ilgili bütün hükümlerin maslahat
etrafında dönüp dolaştıklarını görmekteyiz. Zira, aynı şey,
maslahat bulunmayan bir ortamda yasak olurken, maslahat
bulunduğu zaman caiz olmaktadır. Örneğin; karşılıklı
mübadelelerde dirhemi, dirhem karşılığında veresiye olarak
vermek yasaklanmış iken, aynı şey karzda/ödünç akdinde caiz
olmaktadır. Yaş hurmanın kuru hurma karşılığında satılması
sadece yanıltma ve faiz olması bakımından yasaklanırken, ağır
basan bir maslahattan dolayı caiz olmaktadır.
Allah’u Teala şöyle buyurdu:
وَلَكُمْ
فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاأُوْلِي الألْبَابِ
“Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayır vardır.”
Hadiste de şöyle geçmektedir:
لا يَقْضِي الْقَاضِي بين اثنين وَهُوَ
غَضْبَانُ
“Kadı gadaplı
iken iki kişi arasında hüküm vermez.”
Bunlar gibi sayılamayacak
kadar çok nâss bulunmaktadır ve hepsi de kulların
maslahatlarının itibara alındığına ve onların bulunduğu her
yerde Şeriat Koyucunun izninin de bulunduğuna işaret
etmektedirler, hatta açıkça belirtmektedirler. Bütün bunlar,
Şeriat Koyucunun adetlerde taşıdıkları manayı dikkate aldığına
delâlet etmektedir. Bunlardan da, Şeriat Koyucunun manalara tâbi
olunmasını amaçladığını, nasların getirdiği sınırlarda
durulmasını amaçlamadığını anlamaktayız.”
Bazıları bu kısımda daha da
geniş davranıp şöyle demişlerdir:
“Şeriattan ilga edildiğine
yada itibar edildiğine dair kendisi hakkında özel bir asıl/delil
getirilmeyen, aklın güzel/hoş bulduğu her maslahat (onlara göre)
muteberdir. Çünkü Şeriat her zaman ve mekâna uyar. Zira eğer
maslahata cüzî bir delil delâlet ederse o Şer’î illettir ve
Şer’î delildir. Eğer ona cüzî bir delil delâlet etmezse, ona
Şer’î nâsslar küllî yönüyle, ya da küllî delille ya da
delillerin toplamı ile delâlet etmişlerdir.”
Bunlara cevap şöyledir:
·
Birinci grup:
maslahatları sağlamayı ve zararları gidermeyi, bir bütün olarak
İslâm Şeriatı için Şer’î illet ve bizzat her Şer’î hüküm için
Şer’î illet sayıyorlar. Bizzat her hüküm için Şer’î illet olması
hususunda Şer’î delilin maslahata delâlet etmesini şart
koşuyorlar.
Bu gruba cevap şöyledir:
Maslahatların sağlanması ve zararların giderilmesinin illet
sayılması hususuna ya aklın ya da Şeriatın delâlet etmesi
gerekiyor. Eğer ona akıl delâlet ediyorsa, bunun bir kıymeti
yoktur ve bu delalete itibar edilmez. Çünkü konu Allah’ın adil
olması, adaletinin de bir bütün halinde Şeriatının ve her hükmün
kulların maslahatlarını sağlamak ve onlardan zararları gidermek
için gelmesini gerektirmesi konusu değildir. Bilakis konu, Şer’î
hükümler ve onların illetlendirilmesidir. Bu ise, hükümlerin
konulması ile ilgilidir, Şeriata imanla ilgili değil.
Zira iman konusu bir şeydir,
teşrii konulması konusu başka bir şeydir. Çünkü iman, kesin
tasdiktir, sadece yakinden alınır. Şer’î hükümler öyle değildir.
Zira onların istinbatı yani Şer’î nâsslardan anlaşılmaları,
tasdik ve tekzib/yalanlamak değildir, fakat o anlamak ve
istinbattır. Bunun yakinden alınması zaruri değildir. Bilakis,
zandan alınması ve yakinden alınması caizdir.
Tevhid âlimlerinin bu konu
ile ilgili araştırmalarında zikrettikleri hususa burada;
hükümlerin istinbatı, delilleri ve illetleri konularında yer
yoktur. Doğrudur, Tevhid âlimleri bu konuyu incelemişlerdir.
Tevhid âlimlerinden bir kısmı
şöyle demişlerdir:
“Allah adildir:
وَلا
يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا
“Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”
Allah, hikmet sahibidir, bir
hikmet ve amaç olmaksızın bir fiil yapmaz.
وَمَا
خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالأرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لاعِبِينَ
“Biz göğü, yeri ve bunlar arasındakileri oyuncular olarak
yaratmadık.”
Dolayısıyla Allah’ın
fiilleri, Allah’ın zarar görmek ve yararlanmaktan yüce
olmasından dolayı insanların yararına olmaları ile illetlidir.
Zira Allah’u Teala amellerinde, kulların yararı olan bir gayeyi
hedefliyor. Çünkü Allah kulların iyiliğini hedefliyor.
Dolayısıyla Allah’ın Şeriatı, dini, bütün emirleri ve nehiyleri
kullar için maslahatları sağlamak ve onlardan zararları gidermek
için olmaktadır.”
Allah’ın fiilleri illetlidir
ve Allah kulların iyiliğini/yararını kast eder diyen o Tevhid
âlimleri iki kısma ayrılmışlardır. Bir kısmı; ‘Allah, daha
uygun/yararlı olanı gözetmek zorundadır.’ diyor. Bir kısmı da;
‘Allah buna zorunlu değildir, zira Allah kulları için yararlı
olanı yapmak zorunda değildir. Bu ancak Allah’ın amelinde kast
ettiği nizam ve kanundur.’ diyor. Bu âlimlerin hepsi de,
Allah’ın amellerinin illetli olduğunu, Allah’ın o amellerinde
kulların yararı olan belirli bir gayeyi kast ettiğini
düşünüyorlar. Onların ihtilaf ettikleri husus sadece bunun
Allah’a zorunlu mu olduğu yoksa Allah’ın sünneti ve kanunu mu
olduğu hususunda odaklaşarak, Allah’ın sünnetinde bir değişiklik
olmadığına atıfta bulunuyorlar.
Tevhid âlimlerinden bir başka
grup da; Allah’ın fiillerinin bir gaye ve amaçla illeti
olmadığını, Allah’ı amele sevk edenin o gaye olmadığını düşünüp
şuna atıfta bulunuyorlar:
لا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ
“Allah yaptığından sorumlu tutulmaz.”
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ
فَيَكُونُ “Bir
şeyi istediği zaman O’nun işi “ol” demekten ibarettir, hemen
oluverir.”
Tevhid âlimlerinin bahsettiği
bu konuların tamamı inanç konuları ile alakalıdır, hükümlerle
değil. Allah’ın sıfatları ile alakalıdır, indirdiği Şeriatla
değil. Onun için bu konuların fıkıh usulü ilminde ve fıkıhta
yeri yoktur. Bu konuların Şer’î illetle ve Şer’î hükümlerle bir
alakası yoktur. Dolayısıyla bu konularla; maslahatların
sağlanması ve zararların giderilmesinin Şeriat için ve Şer’î
hükümler için illet olduğuna dair delil getirmek, esası
itibariyle bâtıl bir delil getiriş olmaktadır. Çünkü bu delil
getiriş hem konuya uygun düşmemektedir hem de Allah’ın sıfatları
konusu ile Şer’î illet ve Şer’î hükümler konusu birbirinden ayrı
konulardır.
Buna binaen, maslahatları
sağlamanın ve zararları gidermenin illet olduğuna aklın delâlet
etmesine itibar bâtıl bir itibardır, bir kıymeti yoktur. Bir
şeyin illet olduğuna itibarın akıldan değil Şeriattan
kaynaklanması kaçınılmazdır. Özellikle de illetin mutlak bir
illet değil de Şer’î illet olması söz konusu olduğunda bu
kaçınılmaz olur.
Maslahatları sağlamanın ve
zararları gidermenin illet olduğuna dair Kur'an’dan, Hadisten ve
icmâdan delil getirmelerine gelince, bu delil getiriş de bâtıl
delil getiriştir.
Kur'an ve Hadisten
getirdikleri delillere gelince; bu konuya şahit gösterdikleri
ayetler, hem sîga bakımından hem de vakıa bakımından illetliğe
delâlet etmektedirler.
Şu ayetleri şahit
göstermişlerdi:
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ
“Rahmetim her şeyi kuşatır.”
Ve Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü:
لا
ضرر ولا ضرار
“Zarar
görmek de zarar vermek de yoktur.”
”
Bu delillerde iddialarına
dair bir delâlet yoktur.
- Birinci ayet; “Rasulü’n
rahmet olması”, “maslahatın sağlanması ve zararın giderilmesi”
için bir nâss demek değildir, sadece ona dair iltizam delâletine
delâlet eder. Zira Rasulü’n gönderilmesinin rahmet olması,
risaletinin maslahatların sağlanması ve kullardan zararların
giderilmesi için olmasını gerektirir. Böylece ayetin manası:
Rasulü’n gönderilmesindeki gayenin, risaletinin kullar için
rahmet olması demektir. Rahmet olması da, risaletin kullar için
maslahatları sağlamak ve onlardan zararları gidermek için
olmasını gerektirmektedir. Maslahatların sağlaması, bir bütün
olarak İslâm Şeriatı için illet değildir, Şer’î hükümlerden
bizzat her hükmün konulmasındaki gaye değildir, bizzat her hüküm
için illet değildir. Çünkü nâss, İslâm Şeriatının gayesinin
maslahatların sağlanması ve zararların giderilmesi olduğuna
delâlet etmektedir, başkasına delâlet etmemektedir. Bu demektir
ki, Şeriattan kaynaklanan netice, maslahatların sağlanması ve
zararların giderilmesidir. Maslahatların sağlanması, zararların
giderilmesi, Şeriatın konulmasına “sevk eden” değildir. Zira bu
ikisi, Şeriat Koyucunun Şeriatın konulmasında hedeflediği,
Şeriatın neticesidir, Şeriatın kendisinden dolayı konulduğu
sebep değildir.
Netice ile sebep arasında
fark vardır. Çünkü netice, Şeriatın uygulanmasından hâsıl olur,
dolayısıyla Şeriatın uygulanmasından kaynaklanır. Sebep ise,
Şeriatın konulmasından önce hâsıl olup, vücut bulmasından sonra
da ona eşlik eder, Şeriatın uygulanmasından kaynaklanmaz.
Dolayısıyla konu orada “gayedir”, burada “sevk edendir.” “Sevk
eden”, “gayeden” başkadır. Onun için, Şeriatın bir bütün olarak
konulmasındaki gayenin, maslahatların sağlanması ve zararların
giderilmesi olması, onun kesinlikle Şeriatın konulmasına iten ve
sevk eden olması demek değildir. Onun için bu ikisi
(maslahatların sağlanması ve zararların giderilmesi) Şeriatın
konulmasına illet değildirler.
Ayrıca ayetin nâssı, sîgası
illetlendirmeye delâlet etmiyor, ondan kesinlikle illetlikle
ilgili bir durum algılanmıyor. Zira diyor ki:
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
“Biz seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
Bu, illetlik ifade etmiyor.
Zira bu, Allah’u Teala’nın
Firavun ailesinin Musa ile ilgili konumu hakkındaki şu ayet
gibidir:
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ
عَدُوًّا وَحَزَنًا
“Nihayet Firavun’un ailesi onu kendileri için bir düşman ve tasa
olsun diye yitik çocuk olarak aldı.”
Allah’u Teala’nın
Müslümanlara meleklerle yardım etmesi hakkındaki şu sözü
gibidir:
وَمَا
جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ “Allah bunu, sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye
yapmıştır.”
Kur'an hakkındaki şu sözleri
gibidir:
وَنَزَّلْنَا
عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ
“Bu Kitabı da
sana, her şey için bir açıklama, mü’mimler için hidayet, rahmet
ve müjde olarak indirdik.”
فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللَّهِ مُصَدِّقًا
لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“O (Cebrail),
Allah’ın izni ile Kur’an’ı senin kalbine önceki kitapları
doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde olarak
indirmiştir.”
Bu ayetler ve benzerleri
illetlendirmeyi ifade etmiyorlar, sadece gayeyi ifade ediyorlar.
Zira,
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
Ayetinde illetlendirmeye dair herhangi bir delâlet yoktur. Zira
nâssın illetlendirmeye delâlet etmesi; dilde kendisi için
konulmuş bir lafızla, münasip bir vasıf olarak vasıfla
illetlendirme şeklinde olur. Bu da, bu uygun vasfın başına
illetlendirme harflerinden bir harf getirmekle olur. Mesela şu
ayette olduğu gibi:
كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ
مِنْكُمْ
“Mallar sadece içinizde zenginler arasında dolaşan bir devlet
olmasın.”
Ya da, illetlik anlaşılacak
şekilde vasfın cümle içine yerleştirilmesi ile olur. Şu
Hadislerde olduğu gibi:
شيئا
لا
يَرِث الْقَاتِل ُُ
“Katil
bir şeye varis olamaz.”
لا
يَقْضِي الْقَاضِي بين اثنين وَهُوَ غَضْبَانُ
“Kadı öfkeli
iken iki kişi arasında hüküm vermez.”
...َفِي صدقة الْغَنَمِ في سائمتها...
“Saime/otlayan koyunlarda
zekât vardır.”
v.b.
İşte bunlardan illetlik
anlaşılır, onda geçen hükme illet olur.
Lafzın vasıf olmadığı yada
uygun vasıf olmadığı durum böyle değildir. Zira o, illetlik
ifade etmez ve ondan illetlendirme anlaşılmaz. Onun için illet
olmaz.
Allah’u Teala’nın şu
sözlerinde olduğu gibi:
وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا
بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ “Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur.”
وَمَا
خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالآنسَ إِلاَ لِيَعْبُدُونِي
“Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye
yarattım.”
Bunlar illetlik ifade
etmiyorlar, dolayısıyla onlarda geçen husus illet olmaz. İşte;
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
ayeti de tamamen bu ayetler gibidir. Zira bu ayet de illetlik
ifade etmiyor, dolayısıyla Şeriatın konuluşuna illet olmaz,
tabii ki, Şer’î hükümlerden bizzat her hüküm için de evlâ
bâbından illet olmaz. Onun için buna binaen o hükme kesinlikle
kıyas yapılmaz. Zira bu ayette, kesinlikle illetliğe delâlet
yoktur.
Allah’u Teala’nın şu sözüne
gelince;
وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ
“Rahmetim her şeyi kuşatır.”
Bu ayet de bu konuyla alakalı değildir. Zira ayet, Allah’ın rahmetinin
genişliğinden bahsediyor, Rasulün gönderilmesinden ve
Şeriatından bahsetmiyor. Dolayısıyla bu ayette bu konuya dair
delâlet yoktur.
Rasulullah’ın şu sözüne
gelince:
في
الاسلام
لا
ضرر ولا ضرار
“İslam’da zarar
görmek de zarar vermek de yoktur.”
Bu söz İslâm dininden zarar vermeyi nehyediyor. Ondan zarar vermenin
nefyedilmesi, onda bir yararın olmasını gerektiremez. Çünkü
zararın olmaması, menfaatin olmasını gerektirmez. Dolayısıyla bu
hadiste, Şeriatta menfaat olduğuna dair bir delâlet yoktur.
Fakat bu hadis, zarar vermenin İslâm’dan nefyedilmiş olduğuna
delâlet etmektedir. Dolayısıyla İslâm’dan zarar vermek hâsıl
olmaz. Bunun mefhumu; kendisinden zarar vermenin hâsıl olduğu
husus, bir bütün olarak İslâm Şeriatından zarar vermenin
nefyedilmesidir.
Her halükarda bu, mantuk
olarak da mefhum olarak da İslam’da menfaate delalet
etmemektedir. Dolayısıyla bu, menfaati elde etmenin ve zararı
defetmenin Şer’i hükümler için illet olduğuna da delalet
etmemektedir. Bunun en çok delalet edebildiği husus, zarar
vermenin bir bütün olarak İslam Şeriatından nefyedilmesidir. Bu
ise, hem Şeriat için hem de ondan bizzat herhangi bir hüküm için
illetlik demek değildir. Çünkü bu, sadece zararın
nefyedilmesinde illetlendirmeye dair ifade yoktur. Dolayısıyla
bu, bir bütün olarak Şeriatın konulmasının illeti ve Şeriatın
hükümlerinden bizzat herhangi bir hükmün illeti olmaz.
Buna binaen, Kur'an ve Hadis
nâssları her ne kadar, Şeriattan hâsıl olan neticenin,
maslahatların sağlanması ve zararların giderilmesi olduğuna
delâlet etseler de, maslahatların sağlanması ve zararların
giderilmesinin Şeriatın konulması için illet ve bizzat her Şer’î
hüküm için illet olduğuna delâlet etmemektedirler. Dolayısıyla
bu konuda bu nâsslarla istidlal/delil getirmek düşmektedir.
Onların iddia ettikleri
icmâya gelince; onlar diyorlar ki, icmâdan kasıt, fıkıh
imamlarının icmâsıdır. Bunun bir kıymeti yoktur. Çünkü Şer’î
delil olarak itibar edilen icmâ, Sahabelerin İcmasıdır, başkası
değil. Onun için onların delil olarak getirdikleri icmâya itibar
edilmez.
Ayrıca onlar; Allah’ın
hükümlerinin kastedilen bir hikmetten yoksun olmadığı hususunda
icmâ hâsıl olmuştur, diyorlar. Maslahatların sağlanması ve
zararların giderilmesinin illet olduğuna dair icmâ etmişlerdir,
demiyorlar. Çünkü Şeriatın bir hikmetten yoksun olmadığına dair
icmâ, Şeriat bir gaye ve amaçtan yoksun değildir, demektir. Bu
ise, onun illet olması demek değildir. Bilakis o, gayedir yani
Şeriatın tatbikinin neticesidir. Zira gaye, illet değildir.
Onların şu sözlerine gelince:
‘Biz bir hükmün maslahatla ilgili bir husus için gerekli olarak
konulmuş olduğunu gördüğümüzde bu, Şer’î hükümlerin sadece
kulların maslahatları için konulmuş olduğunu tespit eder.
Dolayısıyla bu husus ya bize görünen bir maslahat olur ya da
bize görünmez. Bize görünmemesi batıldır. Çünkü bu hükmün
konulmasını ibadet yapmakla ilgili yapar. Bu ise, asıl olana
aykırıdır. Dolayısıyla geride sadece hükmün kendisindeki
maslahatla ilgili hususun belli olması kalıyor.”
Onların bu sözü,
maslahatların sağlanması ve zararların giderilmesinin Şeriat
için illet ve bizzat her Şer’î hüküm için illet olduğuna delâlet
etmiyor. Zira sabit olmuştur ki; Şeriatın kulların maslahatları
için konulmuş olması, Şeriattan güdülen gayedir, Şeriatın illeti
değildir. Onun, Şeriatın konulmasının illeti olduğu hiçbir
şekilde sabit olmamıştır.
Ayrıca, Şeriatın tamamının
neticesinin kulların maslahatları olması, onun Şeriattan bizzat
her hükmün neticesi olması demek değildir. Çünkü bir bütün
olarak Şeriatın tatbik edilmesinin neticesi olan, bizzat her
hükmün neticesi değildir. Bir bütün olarak Şeriatın konulmasının
neticesi olmak, bizzat her hükmün neticesi olmayı gerektirmez.
Görmüyor musun? Meselâ cezâ
kanunu gibi beşerin koyduğu kanun, sadece insanların
maslahatı/yararı için konulur. Zira kanunda asıl olan ve
konulmasındaki gaye, insanların maslahatıdır. Fakat kanun
hükümlerinden bizzat her hüküm ve kanun maddelerinden bizzat her
maddenin konulması, sadece kanunun kendisinin gerektirdiğine
göre olur, insanların maslahatlarına göre değil. Yani kanunun
fikirlerinin, esaslarının ve ondaki teşri yönünün gerektirdiği
teşri yöne göre cereyan eder, bizzat bu hükümdeki insanlar için
olan maslahatlara göre değil. Bu örnek ile de açığa çıkıyor ki,
Şeriatın, kendisinden kulların maslahatlarının netice olarak
çıkması için gelmiş olması, Şeriatın hükümlerinden belirli her
hüküm kulların maslahatı içindir demek değildir. Çünkü Şeriatın
şeriat olarak konulması ile hükümlerinden belirli her hüküm ya
da nâsslardan belirli her nâssın arasında fark vardır. Zira bir
bütün olarak Şeriatın neticesi, hükümlerinden her hüküm için
oluşmaz. Çünkü Şeriat, bir bütün olarak bir gaye için konuldu.
Onun hükümlerinden belirli her hüküm böyle değildir. Zira hüküm,
bu Şeriattaki teşriin gerektirdiği hususa göre konulur, Allah’ın
Şeriatın konulmasındaki gayesi olan neticeye göre değil.
İslâm Şeriatındaki gaye olan
maslahatların sağlanması ve zararların giderilmesi ancak bir
bütün olarak Şeriattan gerçekleşir. Bizzat her hükme göre ise,
bazen gerçekleşir bazen gerçekleşmez. Sadece o hükme bağlanmak,
bazen Müslüman’a zararı gerçekleştirir. Bu ayan beyan görülen
bir husustur. Meselâ, günümüzde İslâm beldelerindeki toplum gibi
kapitalist bir toplumda şahit olunmaktadır ki, kati nâssla haram
olduğu halde faiz, ülkenin ekonomi, ticari, mali hayatının bir
parçası olmuştur. Dolayısıyla işlemlerinde faizle işlem yapmayan
herhangi bir sanayici ve tüccar, ekonomi ve ticaretinde zarar
görür. Böylece dinine bağlı olma yolunda çok ağır zararlara
katlanır, kor ateşi avucunda tutmak gibi. Buna göre, bu durumda
o Şer’î hüküm olduğu halde insanlar için maslahat nerededir.
Hâlbuki ihtilaf yoktur ki, Şeriatın neticesi maslahatları
sağlamak ve zararları gidermektir. Fakat bu, Şeriatın
hükümlerinden her hükmün neticesidir demek değildir.
Bu izahat, bir bütün olarak
Şeriata ait olanın, bizzat her hüküm için olmasının nefyedilmesi
yönünden idi. ‘Hüküm, kendisinde bir maslahat açığa çıkmasından
dolayı konulmuş olur’ sözleri açısından izaha gelince; bu
maslahat nereden açığa çıkmıştır? Akla göre mi açığa çıkmıştır?
O maslahata delâlette aklın bir kıymeti yoktur. Çünkü o, akide
ile alakalı değil, Şer’î hükümlerle alakalıdır. Yoksa nâsstan mı
açığa çıktı? Nâss ise buna delâlet etmiyor. Yoksa nâss ona
delâlet etmeyince, akıl delâlet edilen olarak onun peşine düşüp
‘bu hükümden maslahat bumudur’ dedi? Bu, vakıadan uzak zorlama
niçin? Kendisi için herhangi bir illetlendirme geçmediğinde
hüküm niçin Allah’a kullukla ilgili olmasın? Hükme delâlet eden
nâss değil midir, o nâss illetlendirmediği halde illeti nereden
getireceğiz?
Gerçek olan şudur: Biz bir
hükmün konulduğunu gördüğümüzde o, Şeriatın kulların
maslahatları için gelmiş olmasından dolayı maslahatı
gerektirmez. Zira, ondan dolayı bu gerekmez. Onun için, ister
açığa çıksın ister çıkmasın, bu hüküm için bir maslahat peşine
düşmek zorunlu değildir. Böylece, maslahatları sağlamak ve
zararları gidermek, bizzat her hüküm için bir netice değildir ki
her hükümde peşine düşülsün. Doğal olarak o, bir bütün olarak
Şeriat için illet olmadığı gibi, bizzat her hüküm için bir illet
değildir.
Bizzat her hüküm için
gösterdikleri ve onlardan her birisi için bir takım deliller
getirdikleri maslahatlar meselesine gelince; bu maslahatlar,
Şer’î hüküm için bir neticedirler, ondan bir cüz değildirler ve
onun illeti değildirler. Şer’î hüküm, onlar hakkında bir delil
sayılmaz. Çünkü Şer’î hüküm bir yönden bir Şer’î delil değildir.
Bir yönden de bu maslahat, Şer’î hüküm için bir netice olarak
meydana gelebilir de gelmeyebilir de. Zira bu maslahat, ne Şer’î
hükmün delâlet edilenindendir ne de Şer’î hükmün delilinin
delâlet edilenindendir, doğal olarak onun illeti de değildir.
Dolayısıyla mesele; kendisine
Şer’î delilin delâlet ettiği bir Şer’î hüküm meselesidir. Bunda,
bu hüküm için, bir maslahatın sağlanması veya bir zararın
giderilmesi veya bundan bir şeyin olmamasına bakılmaz. Buna
binaen mesele, Şer’î delillerden istinbat edilmiş Şer’î hükümler
meselesidir, kullar için bir takım maslahatlar meselesi
değildir. Dolayısıyla bu meseledeki husus; Şer’î hüküm ve Şer’î
delildir, Şer’î maslahat ya da Şer’î olmayan maslahat değil.
Bu hükmün tatbik edilmesinin
neticesi ya da bu hükmün kendisine delâlet ettiği husus ise; bu,
istinbat ile alakası olmayan başka bir şeydir. Zira,
maslahatları, Şer’î illetlere katıp hükümlerin istinbatında
bahis konusu yaparak fıkıh usulü ilmine sokuşturmanın bir yeri
yoktur, onun varlığı mazur karşılanmaz. Bu durum, sadece bir
katılma, karıştırma değildir. Bu Şeriatla, teşrii ile istinbat
ile çekişmektedir. Bu, insanları özellikle de Müslümanları Şer’î
hükümlere bağlılık titizliğinden uzaklaştıran, bu bağlılıkta
gevşeklik/dikkatsizlik oluşturan, aynı şekilde teşrii ve
istinbatta hata ve karışıklık oluşturan bir fahiş hatadır.
Dolayısıyla, alış-veriş
hükümlerinden mülk edinmenin hâsıl olması, icâre hükümlerinden
menfaatin hâsıl olması, kısas hükümlerinden insan canının
korunmasının hâsıl olması, şahitlik ve mehri misilin şart
koşulmasından nikâh maslahatının tamamlanmasının hâsıl olması,
namazdan sevabın hâsıl olması gibi. Bütün bunlar hükümlerin
uygulanmasının neticeleridirler, hükümlerden cüz değildirler ve
hükümlerin illeti değildirler, hükümlerin delâlet edilenlerinden
de değildirler. İcâre akdinden menfaatin oluşması gibi bu
neticeler meydana gelebilir de gelmeyebilir de. Zira bazen
kiralar fakat menfaat elde etmez. Dolayısıyla bu hususlarda
mesele, kendisine Şer’î delilin delâlet ettiği Şer’î hüküm
meselesidir. Allah’u Teala’nın şu;
وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ
“Allah, alış-verişi helâl kıldı.”
Sözünün kendisine
delâlet ettiği alış-veriş hükmüdür. Allah’u Teala’nın şu;
فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ
“Onlara ücretlerini verin.”
Sözünün delâlet
ettiği icâre hükümdür. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu;
وَمَنْ قُتِلَ لَهُ قَتِيلٌ فَهُوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ إِمَّا
يودى وإما يقادَ
“Her kimin
bir yakını öldürülürse, ona iki hayırdan birisi vardır. Ya diyet
alır ya katili
(kısas gereği)
öldürtür.”
Sözünün delâlet
ettiği öldürmenin hükmüdür.
Mesele, mülkün, menfaatin,
canın korunmasının v.b. hâsıl olması değildir. O halde, bunlara
hükmün istinbatında, illetinde, delilinin delâletinde veya
başkasında hangi yer var? Bunlar niçin illetler ve istinbat
konusuna ilaveten Şer’î hükümler konusuna sokuşturuluyor?!..
Ayrıca, hükmün alış-verişte
tasarruf sıhati ile mülk edinme neticesi doğurması, düşmanca
kasıtla adam öldürmekte kısas olmasının canın korunması
neticesine götürmesi, şarap içene had cezasının konulmasından
aklın korunması neticesinin çıkması, sahih nikâh hükmünün neslin
devamı ve çoğalması maksadına götürmesi... Bütün bunlar meydana
gelebilir de gelmeyebilir de. Meydana geldiği farzedilse, aynı
şekilde bu, hükümlerle amel etmenin neticesidir, hükümlerin
konulmasından bir cüz değildir, hükümlere illet değildir ve
hükümlerin çıkartılmasında gözetilmez, hatta gözetilmesi caiz
olmaz. Delil getirmekte, istinbatta ve kıyasta ona herhangi bir
itibarın olması caiz değildir. O halde bunlar niçin illetler
bahsine sokuşturulmaktadır ve onlara niçin “Şer'i maslahatlar”
denilmektedir? Hâlbuki bunlar İslâmi hükümlerden hâsıl olduğu
gibi, İslâmi olmayan hükümlerden de hâsıl olabilirler. Yani
küfür hükümlerinden de hâsıl olabilirler. O halde, bunların
illetler alanına ve istinbat konularına sokuşturulmasını mazur
gösteren nedir?!...
Üstelik, vakıalarının zaruri
olup olmamaları bakımından maslahatların Şer’î hükümler ve Şer’î
illetler konusu ile ilgileri nedir? İlgileri yoktur. Zira bu
maslahatlar zâtları itibari ile fiilidirler/gerçektirler. Fakat
belirli hükümlerin neticesi olmaları bakımından bakış açılarının
farklılığı ile farklılaşırlar, ayrıca onlar da
farklılaşabilirler. Dolayısıyla onlara genel bir bakışla bakmak
doğru olmaz. Onları hükümler için gerekli bir husus yapmak doğru
olmaz. Zira bu, onları hükmün konulmasından bir cüz yada hükme
illet yapma neticesini doğurur.
Meselâ beş maksat hakkında
onlar; “hiçbir millet ve Şeriat bu; dinin, canın, aklın, neslin
ve malın korunması olan beş maksadı gözetmekten geri durmaz”
diyorlar. Hâlbuki bunlar, toplum sıfatı ile toplum için zaruri
olanların hepsi değildirler. Zira devletin korunması,
emniyetin/güvenliğin korunması, insan saygınlığının korunması da
toplumun zaruriyetlerindendir. O halde zaruretler vakıalarında
beş değil sekizdir.
Bu zaruretler hakkında
konulmuş Şer’î hükümlere gelince; dinler onların bazısına
bakışta ihtilaf etmişlerdir. Meselâ, Hıristiyanlık aklın
korunmasını, şarabın haram kılınmasından geliyor görmez. Bilakis
derki: ‘Az bir şarap insan kalbini ferahlatır.” Şu halde, bu
maksatlar nasıl bir millete ait oluyor?!... Ayrıca, bu
maksatların meydana geldiğini farz etsek, onlar Şer’î hüküm için
bir netice olarak meydana gelirler. Bunun hükmün istinbatında,
hükme delil getirmede ve hükmü illetlendirmede bir alakası
yoktur.
Zaruri olmayan maksatlara
gelince; onlar da, hükümlerin neticeleridir. Onların
söylediklerine göre; nikâhın devamı, denlik ve mehri misil/emsal
mehir gibi hususlara riayetten netice olarak çıkan maslahattır.
İstenilen denkliğin geçmemesi, velinin kız çocuğunun
evlendirilmesinde yetkili kılınması hükmünden netice olarak
çıkmaktadır. Bütün bunlar neticelerdir. Bunların Şer’î illet ile
bir ilgisi yoktur.