ŞERİATIN MAKSATLARI


İslâm Şeriatı âlemlere rahmet olarak gelmiştir. Allah’u Teâlâ Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in gönderilmesi hakkında şöyle dedi:    وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ   “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”[1] Kur'an-ı Kerim’in konumu hakkında da şöyle dedi:    وَنُنَزِّلُ مِنْ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ   “Biz Kur’an’dan mü’minlere şifa ve rahmet olanı indirdik.”[2]    Rasul’ün “rahmet” olması ve Ku’an’ın “şifa” ve “rahmet” olması, bunların hepsi, Şeriatın kullar için rahmet olarak geldiğine delâlet etmektedir.

Ancak Şeriatın rahmet olarak gelmiş olması, Şeriattan kaynaklanan neticedir, Şeriatın konulmasına “sevk eden” değildir. Yani Allah’u Subhanehu Teâlâ bize Şeriatı koymasındaki hikmetinin, ondan onun kullar için rahmet olması neticesinin çıkması olduğunu bildirmiştir, Şeriatın konulmasına sevk edenin onun rahmet olması olduğunu değil. Buna binaen Şeriatın insanlar için rahmet olması; Şeriat koyucunun, Şeriatın konulmasında hedeflediği gayesi olmaktadır, Şeriatın kendisinden dolayı konulduğu sebep değil.

Buna delil; Şeriatın rahmet oluşuna delâlet eden ayetlerin nâssıdır. Zira Allah’u Teâlâ diyor ki;    وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ  “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”[3] وَنُنَزِّلُ مِنْ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ   “Biz Kur’an’dan mü’minlere şifa ve rahmet olanı indirdik.”[4]

Bu nâsslar, illetlik ifade etmezler. Zira bu Allah’u Teâlâ’nın Firavun’un Musa ile durumu hakkındaki şu sözü gibidir: فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا  “Nihayet Firavun’un ailesi onu kendileri için bir düşman ve tasa olsun diye yitik çocuk olarak aldı.”[5]

Allah’u Teâlâ Müslümanlara meleklerle yardım etmesi hakkında şöyle dedi: وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلاَ بُشْرَى   “Allah bunu sadece müjde olsun ... diye yapmıştır.”[6] وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْء  وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسلمينٍ    “Bu Kitabı da sana, her şey için bir açıklama, Müslümanlar için hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik.”[7] فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللَّهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ  “O (Cebrail), Allah’ın izni ile Kur’an’ı senin kalbine önceki kitapları doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde olarak indirmiştir.”[8]

Bütün bunlarda kast edilen; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ve Kur’an’ın gönderilmesinden hâsıl olan neticedir ki o da, insanlar için rahmet olmasıdır.

Allah’u Teâlâ’nın Kur’an hakkındaki;  ما هو شفاء ورحمة  “şifa ve rahmet olan” sözü, netice bakımından Şeriat için bir vasıftır, Şeriatın konuluşu için bir illet değil. Bu konu ile ilgili ayetlerin hiç birinin sîgasında illetlendirme bulunmaz. Zira onların bütün sîgaları illetlendirmeye delâlet etmemektedir. Onun için illiyet nefyedilir, ayetler delâlet edilenleri üzere kalırlar. Ayetlerin delâlet edileni ise; Şeriatın konulmasında Allah’ın hikmetinin, Şeriatın rahmet olmasıdır. Böylelikle illetlendirme nefyedilir, dolayısı ile illetlilik nefyedilir. Buna göre Şeriatın âlemlere rahmet oluşu, Şeriatın konulmasının illeti değil, sadece Şeriattan hâsıl olan netice olmaktadır.

Şöyle denilmez: “Bu ayetler Şeriatın illetini açıklayan ayetleri bize bildirmesi gibi, Şeriat koyucunun Şeriattan maksadını bize bildirmişlerdir. Onun için Şeriat için illet olurlar.”

Böyle denilmez. Çünkü bu ayetler, her ne kadar bize Şeriat koyucunun, Şeriatın konulmasındaki kastını ve hedefini bildirseler de, onların Şeriatın konulmasına iten olduklarını bize bildirmemişlerdir. Zira “gaye” ile “sevk eden” arasında fark vardır.

Ayetler bize Şeriattan netice olarak çıkması mümkün olan gayeyi bildirmişlerdir, fakat bize Şeriatın konuluşuna iteni edeni bildirmemişlerdir. Şeriatın konulmasına sevk edene yani Şeriatın konulmasına itene delâlet eden ne Kitap’tan ne de Sünnet’ten nâss bulunmamaktadır. Var olanların tamamı sadece Şeriatın gayesine delâlet eden nâsslardır. Bu ise, illetliği ifade etmez, dolayısıyla illet olmaz. Buna binaen, Şer’î nâsslarda, Şeriatın konuluşunun illetine delâlet eden herhangi bir nâss yoktur. Nâsslarda var olan sadece Şeriattan netice olarak çıkan gayeye delâlet etmektedir. Bu ise Şeriatın maksatlarıdır. Şeriatın bütünlüğü için, onun kullara rahmet oluşunun ondan bir netice olarak çıkmasından başka bir maksat yoktur.

Bu Şer’î maksatlar; bütün olarak Şeriatın maksatlarıdır. Yani bir bütün olarak İslâm Dininin maksatlarıdır, bizzat her hükmün maksadı değil. Zira onlara delâlet eden delilde gayet açıktır ki, netice olarak çıkan rahmet, sadece bir bütün olarak Şeriattan neticelenmektedir, bizzat her hükümden değil. Zira diyor ki;  وما أرسلناك إلا رحمة  “Seni ancak rahmet olarak gönderdik.” Yani risalet rahmettir. Yine diyor ki;  نزل من القرآن ما هو شفاء ورحمة  “Kur’an’dan ... şifa ve rahmet olanı indirdik.” Buradaki من –Min, beyan içindir. Yani “Kur’an’ı şifa ve rahmet olarak indirdik” demektir. Bu ayetin manası; “Kur’an’ın bir kısmını şifa ve rahmet olarak indirdik” değildir. Zira burada mefhumu muhalefet; “Kur’an’ın bir kısmı öyle değildir”. Bu ise, Şeriatın kendisine ters düşmektedir. Bunun batıl oluşuna dair akli ve Şer’î delil getirilir. Böylece şifa ve rahmet Kur’an’ın tamamı olur, bir kısmı değil.

Böylece rahmetin, Şeriatın tamamından güdülen gaye olduğuna dair sarih şekilde delil gelmiştir. Bu delilde rahmetin bizzat her hükümden ya da her Şer’î nâsstan güdülen gaye olduğuna dair herhangi bir delâlet yoktur. Onun için Şeriat koyucu bir vakitte, bir bütün olarak Şeriatın maksatlarını açıklarken aynı zamanda bizzat bazı hükümlerin konulmasındaki maksadını da açıklamıştır. Mesela insanların ve cinlerin yaratılışı hakkında şöyle demiştir:  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالآنسَ إِلاَ لِيَعْبُدُونِي  “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”[9] Bundan başka daha birçok hükümlerde de maksadını açıklamıştır. Allah’u Teâlâ bazı hükümlerin konulmasındaki maksadını açıklarken, bir bütün olarak Şeriatın konulmasındaki maksadını açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla belirli bir hükmün konulmasında Allah’ın maksadı bir bütün olarak Şeriatın konulmasındaki maksadı olmaz. Bir bütün olarak Şeriatın konulmasında Allah’ın maksadı, bizzat her hükümdeki maksadı olmaz. Bilakis Allah’ın maksadı, delâlet ettiği konu hakkındaki delilden bilinir, başkasına önem verilmez. Zira delilin delaletinde durulur.

Buna binaen, bir bütün olarak Şeriatın maksatları, Allah’ın Şeriatın konulmasındaki hikmetidir, Şeriatın konulmasında hedeflenen gayedir. Bu maksat, Şeriatın âlemler için rahmet olmasıdır, Şer’î hükümlerden bizzat her hükmün maksadı değildir. Bilakis o, Şer’î hükümlerin tamamının maksadıdır yani, bir bütün olarak Şeriatın maksadıdır.

 

Bizzat Her Hükmün Maksadı:
 

Allah’u Teâlâ, Şeriatın konulmasındaki maksadını açıkladığı gibi, hükümlerin birçoğunda bizzat her hükmün konulmasındaki maksadı da açıklamıştır.

* Nitekim hacc ile ilgili olarak Allah’u Teâlâ haccın konulmasındaki maksadını, insanların kendilerine ait bazı yararlara şahit olmaları olduğunu açıklamıştır. Şöyle demiştir:  لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ   “...Kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri için.”[10]

* İçki ve kumarın haram kılınmasındaki maksadının, içki ve kumardan dolayı insanlar arasında kin ve düşmanlığın meydana gelmemesi olduğunu açıklamıştır. Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:  إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ   “Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ... ister.”[11]

* Rüzgârları göndermekteki maksadının yağmuru müjdelemek olduğunu açıklamıştır. Şöyle demiştir:  وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ “Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur.”[12]

* İnsanları ve cinleri yaratmasındaki maksadının onların Kendisine kulluk etmeleri olduğunu açıklamıştır. Şöyle demiştir:  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالآنسَ إِلاَ لِيَعْبُدُونِي  “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”[13]

* Annesinin denize attığı Musa’yı, Firavun ailesinin denizden almasını sağlamasındaki maksadının Musa’nın onlara düşman olması olduğunu açıklamıştır. Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:   فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا    “Nihayet Firavun’un ailesi onu kendileri için bir düşman ve tasa olsun diye yitik çocuk olarak aldı.”[14]

* Müslümanlara meleklerle yardım etmesindeki maksadının, onlara müjde olması olduğunu açıklamıştır. Şöyle demiştir:  وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ   “Allah bunu, sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştır.”[15]

* Hayatı ve ölümü yaratmasındaki maksadının, insanları sınamak ve imtihan etmek olduğunu açıklamıştır. Şöyle demiştir:  الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً     “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.”[16]

* Dindeki maksadının, kullara baskı yapmak değil, fakat üzerlerine nimetini tamamlamak ve onları arındırmak olduğunu açıklamıştır: Şöyle demiştir: مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ  “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmaz, fakat sizi tertemiz kılmak/arındırmak ve size nimetini tamamlamak ister."[17]  وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ    “Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.”[18]

* Orucu farz kılmaktaki maksadının, onların muttaki olmaları olduğunu açıkladı. Şöyle dedi:   كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki muttaki olursunuz.”[19]

* Namazdaki maksadının, onları hayâsızlık ve kötülükten alıkoyması olduğunu açıkladı. Şöyle dedi:  إِنَّ الصَّلاَةَ تَنْهَى عَنْ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ   “Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”[20]

* Beyt-ul Haram’ı Müslümanlar için kıble yapmasındaki maksadının, onlar aleyhinde insanların bir delilinin olmaması olduğunu açıkladı. Şöyle dedi: وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلاَ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ “Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin, ki insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın.”[21]

* Zemzem suyunun içilmesindeki maksadının, onu içenin içtiğinden şifa bulması olduğunu açıkladı. Onun için Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:    مَاءُ زَمْزَمَ لِمَا شُرِبَ لَهُ     “Zemzem suyu ne için içilirse onun için olur.”[22]

* Kadının halası ya da teyzesi v.b. üzerine nikâhlamanın haram kılınmasındaki maksadının, akrabalık ilişkilerinin koparılmaması olduğunu açıkladı. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:   لا تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ عَلَى عَمَّتِهَا وَلا الْعَمَّةُ عَلَى بِنْتِ أَخِيهَا وَلا الْمَرْأَةُ عَلَى خَالَتِهَا وَلا الْخَالَةُ عَلَى بِنْتِ أُخْتِهَا وَلا تُنْكَحُ الْكُبْرَى عَلَى الصُّغْرَى وَلا الصُّغْرَى عَلَى الْكُبْرى فإنكم إن فعلتم ذلك قطعتم أرحامكم  “Kadın; halası, teyzesi, kardeşinin kızı, kız kardeşinin üzerine nikâhlanmaz. Zira eğer bunu yaparsanız akrabalık ilişkilerinizi kesmiş olursunuz.”[23]

İşte böyle, Şeriat Koyucu, hükümlerdeki birçoğunda maksadını açıklamıştır. Ancak burada açıkladığı maksadı, sadece hükümden netice olarak çıkan gayedir, hükmün konuluşuna sevk eden değil. Yani Allah’u Teâlâ’nın bu hükmün konulmasındaki hikmeti, açıkladığı hususun o hükümden netice olarak çıkmasıdır. Zira Allah’u Teâlâ bize bu hükmün konulmasındaki hikmetinin, hükümden onu tatbik eden için filanca hususun netice olarak çıkması olduğunu haber vermiştir.

Şeriat Koyucunun hükümden maksadı, hükmün kendisinden dolayı konduğu sebepten –hem sîga bakımından hem de ikisinden her birisinin vakıası bakımından- başkadır.

Sîga bakımından başka olmasına gelince: Allah’u Teâlâ’nın ;  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالآنسَ إِلاَ لِيَعْبُدُونِي   “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”[24]   sözü;   لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ    “Kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri ... için”[25]   sözü ve yaratılışın aslı hakkındaki şu;   الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً   “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.”[26] sözü v.b. Bu ayetlerden herhangi bir ayetin sîgası; yaratmaya sevk edenin Allah tarafından sınanmak olduğuna, haccın konulmasına sevk edenin insanların kendilerine ait bir takım yararları görmeleri, insanları ve cinleri yaratmaya sevk edenin Allah’a kulluk etmeleri olduğuna delâlet etmektedir. Fakat bu işten hâsıl olan gayenin filan olduğuna yani bu işin neticesinin filan olduğuna delâlet etmemektedir. Dolayısıyla bu ayetler ve benzerlerinde var olan, sevk eden değildir. O sadece gaye veya netice yani akibettir. Zira Allah’u Teâlâ, bundaki maksadının, onun akibetinin filan olması olduğunu açıklamıştır.

Sevk edene delâlet eden ayetler böyle değildir. Zira onların sîgaları, o ayetlerde gelen hususun, hükme sevk eden ve hükmün konulmasına iten olduğuna delâlet ederler. Allah’u Teâlâ’nın şu sözlerinde olduğu gibi:          لِكَيْ لا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ  “Ki evlatlıkları, karılarıyla ilişiklerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın.”[27] كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ    “Mallar sadece içinizde zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.”[28] لا يُؤَاخِذُكُمْ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمْ    “Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden (kasıtsız yeminden) dolayı sorumlu tutmaz. Fakat bağlanmış olduğunuz (yemin kastı ile yaptığınız) yeminden dolayı sizi sorumlu tutar.”[29]

Bu ayetlerden her biri, onda zikredilenin hükmün gayesi değil de hükme sevk eden olduğuna delâlet etmektedir. Zira “zenginler arasında dolaşan mal olmaması”, Allah’ın bu hükmü koymasının sebebidir, sadece Allah’u Teâlâ’nın hükmün konulmasındaki gayesini bildirmesi değildir. Aynı şekilde birinci ayetteki “evlatlıkların boşanmış eşleri ile evlenmek hususunda bir sıkıntı olmaması” ikinci ayetteki “yeminlerin bağlanması/kesinleşmesi”, hükmün konulmasına sevk edendirler, hükmün konulmasındaki gaye değildirler. Yani hükümden hâsıl olan netice değildirler

Bu izahat, bu hükmü koymaya sevk eden sebebi açıklayarak gelmiş olan ayetlerin her birisinin sîgası bakımından idi.

Gaye ve sevk edenin her birisinin vakıası bakımından izaha gelince: Gaye; Allah’ın hikmetidir, bir hükümden çıkması mümkün olan neticedir. Sevk eden böyle değildir. Zira o, netice değildir, sadece hükmün konuluş sebebidir. O, hükümden önce ve hükümle beraber mevcuttur, hükmün neticesi değildir. Dolayısıyla Allah’u Teâlâ, belirli bir hükmü koymasındaki gayesinin filan olduğuna delâlet eden bir şey söylediğinde, bu sözün manası, maksadını açıklamak olmaktadır, hükmün konuluş sebebini açıklamak değil. Allah’u Teâlâ, bu hükmün konuluş sebebinin filanca olduğuna delâlet eden bir şey söylediğinde de bu sözün manası, hükmün kendisinden dolayı konulduğu şeyin açıklaması olmaktadır, hükmündeki maksadını açıklamak değil. Sebebin açıklanması ile gayenin açıklanması arasında büyük fark vardır.

Bu bir yöndendir. Bir başka yönden ise izahat şöyledir: Allah’u Teâlâ’nın herhangi bir hükmün konulmasındaki hikmetini yani gayesini açıklamasının manası, bu gaye mutlaka gerçekleşecek demek değildir. Bilakis gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de. Zira Allah, bir hükmün konulmasındaki hikmetini açıkladığında, bu demek değildir ki; Allah’ın hükmünden maksadının gerçekleşmesi gerekir. Bilakis bunun manası sadece; hükümdeki maksadının, hükümden filancanın netice olarak çıkmasıdır, filancanın hükümden netice olarak çıkmasının gerekmesi değildir. Bunun için Allah’ın hükmünden hikmeti, bazen gerçekleşir bazen gerçekleşmez.

* Buna örnek Allah’u Teâlâ’nın hacc hakkındaki şu sözüdür:          لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ    “Kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri ... için.”[30]   Milyonlarca insanın, kendilerine ait bir menfaati/yararı yakinen görmeksizin haccettikleri görülüp bilinen bir husustur.

* Allah’u Teâlâ’nın şarap ve kumar hakkındaki şu sözü:  إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ   “Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ... ister.”[31]      İçki ve kumar müptelası olan birçok kişinin arasına şeytan kin ve düşmanlık sokmamaktadır.

* Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü: مَاءُ زَمْزَمَ لِمَا شُرِبَ لَهُ “Zemzem suyu ne için içilirse onun için olur.”[32]    Birçok insan bir takım şeylere niyetle zemzem suyu içiyor, fakat o neticeler gerçekleşmiyor.

Bunlar delâlet ediyor ki, Allah’ın haber verdiği her husustaki ya da koyduğu bir hükümdeki maksadının gerçekleşmesi için bir zaruret yoktur. Bilakis o, maksadının filan olduğuna dair Allah’ın haber vermesidir, bunun gerçekleşmesinin gerektiğini haber vermesi değildir.

Dolayısıyla, Allah’u Teâlâ’nın filan maksadını, “hükme sevk eden” yapmak doğru olmaz. Zira o, hükme illet olmaz. Bilakis o, hükümden Allah’ın hikmetinin açıklanmasıdır. Bu ayetlerde Şeriat koyucunun filanca maksadının hükme sevk eden olması yani Şer’î illet olması caiz olsaydı, “kin ve düşmanlığın sokulması” şarap ve kumarın haram kılınmasının illeti olup, bu illet bulunduğunda şarap/içki ve kumar haram olurdu, aksi halde haram olmazdı. “Sıhhat” orucun illeti olup, bu illet bulunduğunda oruç konulurdu, aksi halde konulmazdı. Yakinen faydalar görmek, haccın illeti olup, o var olduğunda hacc da var olurdu, aksi halde var olmazdı. v.b. Bu doğru değildir. Onun için Şeriat koyucunun hükümden maksadı yani gayesi, hükme sevk eden olmaz. O sadece hükümden Allah’ın hikmetidir, hükmün uygulanmasından hâsıl olan neticedir.

Buna binaen; Allah’ın, konulmasındaki gayesini açıkladığı hükümlerden maksatları, Allah’ın bu hükümlerdeki hikmetleridir, bu hükümlerin illetleri değil. Onun için o maksatlara kıyas yapılmaz, onlarda geçen manalara kıyas yapılmaz. Bu maksatlar, her hükmün bizzat kendisine hastırlar, geçişli değildirler. Bu maksatlar bazen meydana gelirler, bazen meydana gelmezler. Bunların Şer’î illetler ile ve kıyasla bir alakası yoktur. Bilakis onlar, hükümlerden Allah’ın hikmetleridirler.

Şu bilinmelidir ki; Allah’ın hükümden hikmeti, O’nun hükmünün konulmasındaki maksadı ve gayesidir. Dolayısıyla onu Şeriat Koyucunun bizzat kendisinin açıklaması kaçınılmazdır. Ta ki onun Şeriat Koyucunun gayesi olduğu bilinsin. Yani ister bir bütün olarak Şeriatın maksatları olsun ister ise, bizzat her hükmün maksatları olsun, Şeriatın maksatları; ya lafız ve mana olarak ya da mana ve Rasul’ün ifade etmesi şeklinde Allah’tan vahiyle gelen Şer’î bir nâss onları getirmedikçe, Şer’î maksatlar sayılmazlar. Dolayısıyla onları, vahiyle gelmiş bir nâss getirmediğinde Şer’î maksatlardan yani Allah’ın hikmetlerinden sayılması caiz olmaz. Çünkü onların hükümden ya da Şeriattan Allah’ın hikmeti ve maksadı olması, onu Allah’u Teâlâ’nın kast etmesi demektir. Vahiy vasıtasıyla gelen bir nâssla Allah bildirmedikçe Allah’ın hikmetini bilmek akla ve Şeriata göre imkânsızdır. Onun için o maksatların, Allah’ın vahiyle gelen bir nâss ile gelmesi kaçınılmazdır. Onlar nâssla gelmediğinde, -Allah’ın onu bize bildirmemesinden dolayı- Şeriat koyucunun maksadı ve hikmeti sayılmazlar. Onlara kıyas yapılması caiz olmaz.

Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; ne olursa olsun Şer’î maksatlar, hükmün konulmasındaki gayedir, hükümden oluşması mümkün olan neticedir. Ne olursa olsun bu netice, Şer’î illet değildir, sadece Allah’tan bir haberdir. Dolayısıyla bir takım hükümleri değil, bir takım şeyleri haber vermesi cinsinden olur. Zira Şer’î nâsslardan kıssaların, haberlerin, öğütlerin/ibret derslerinin, irşadların hikmetleri alınır. Bunlardan başkası olması doğru olmaz. Bunlar teşrî koymaya, hüküm çıkartmaya hiçbir şekilde dâhil olmazlar.


[1] Enbiya: 107

[2] İsra: 82

[3] Enbiya: 107

[4] İsra: 82

[5] Kasas: 8

[6] Enfal: 10

[7] Nahl: 89

[8] Bakara: 97

[9] Zariyat: 56

[10] Hacc: 28

[11] Maide: 91

[12] A’raf: 57

[13] Zariyat: 56

[14] Kasas: 8

[15] Enfal: 10

[16] Mülk: 2

[17] Maide: 6

[18] Hac: 78

[19] Bakara: 183

[20] Ankebut: 45

[21] Bakara: 150

[22] İbni Mace, K. Menâsık, 3053

[23] Ebu Davud, K. Nikâh, 1768

[24] Zariyat: 56

[25] Hacc: 28

[26] Mülk: 2

[27] Ahzab: 37

[28] Haşr: 7

[29] Maide: 89

[30] Hacc: 28

[31] Maide: 91

[32] İbni Mace, K. Menâsık, 3053