AMAÇLAR ve HEDEFLER ÜZERİNDE AKIL YÜRÜTME
Amaçlar ve hedefler üzerinde akıl yürütmek, her
şeyden önce kişinin ne istediğini, neyi amaçladığını belirlemesidir.
Amacın ve hedefin tespit edilmesi, düşünme eyleminin yürütülmesi için
şarttır. İnsanın neyi istediğini belirlemesi o kadar da kolay
değildir. Geri kalmış toplumlar, ne istediğini bilmeyen toplumlardır.
Bu toplumların içinde amaç ve hedeflerini tayin edebilenler nadirdir.
Aynı şekilde "düşük-düşünce"li bütün bireyler ve
"yüksek-düşünce"li birçok insan, ne istediklerini tayin
edememektedirler. Hatta bunların içinde ne istediklerini tayin
etmekten aciz kimseler de vardır. Halklar ve ümmetler ise bariz bir
şekilde toplumsal faktörü meydana getiren kitle görüntüsüne veya
onların deyimiyle kitle içgüdüsüne sahip olduklarından onlara
gelenekler egemendir ve genellikle düşüncelerin içine derinlemesine
girmezler. Bu sebepten dolayı yanlış fikirler edinirler ve sonuç
olarak doğru olmayan bilgilere sahip olurlar. Bir amaçları olmaksızın
veya kendileri için bir amaç tayin etmeksizin hareket ederler ve kendi
amacını belirleyememe hastalığına mahkum olurlar. Öte yandan tıpkı
toplumlar gibi fertler de bir amaca yönelmedikleri için, amaçlarla,
hedeflerle ilgilenme zahmetine katlanmazlar. Düşüncelerini belli
olmayan bir yöne yönelttikleri için de verimli olamazlar. Düşüncenin
verimli hale getirilmesi için amaçların ve hedeflerin belirlenmesi
şarttır. Zaten düşünme ve eylem belli bir amaç için vardır. Bu nedenle
her insan düşünür, fakat her insan hedeflerini gerçekleştiremez.
Amaçlar ve hedefler, insanların farklı durumlarına
göre değişiklik arz ederler. Sözgelimi toplumun amacı, tatminin her
çeşidini gerçekleştirmektir. İlkel bir halkın amacı, durumunu olduğu
gibi muhafaza etmektir. Gelişmiş halkın amacı ise durumunu
iyileştirmek ve bu yolda gerekli olan değişimi sağlamaktır. Aynı
şekilde "düşük düşünce"li bireyin amacı, dinamik enerjisini
tatmin etmektir. "Yüksek düşünce"li halkın amacı ise,
gereksinim duyduğu bütün tatmin türlerini iyileştirmektir. Görüldüğü
gibi insanların düşünme düzeyleri farklılık gösterdikçe amaçlar ve
hedefler de değişmektedir. Fakat fertlerde ve toplumlarda amaç ve
hedefler ne olursa olsun, bu hedef ve amaçları gerçekleştirme yolunda
sabretmek ve ciddi bir şekilde onların izini sürmek, ancak kısa vadeli
amaçlar ve kolay hedefler için geçerlidir. Mesela; sadece açlığı
gidermek, çok kısa bir zaman diliminde olmasa da kolay bir amaçtır. Bu
nedenle açlığa dayanma gücü insandan insana değişiklik gösterse de,
hemen hemen her insanda vardır. Siz de bütün insanlar gibi karnınızı
doyurma, ailenizin geçimini sağlama, mülk edinme, huzur vs.
peşindesiniz. Çünkü bunlar, insanlar için birer amaçtır ve onları
gerçekleştirme arzusu herkeste mevcuttur. Fakat kalkınmaya veya
halkınızı kalkındırmaya çalışmanız, kendi konumunuzu veya halkınızın,
ümmetinizin konumunu yükseltmeye çaba göstermeniz de birer amaçtır. Ne
var ki bu amaçların gerçekleştirilmesi sabır ister, ciddi bir biçimde
işin peşini bırakmamayı gerektirir. Her insan, bunu yapabilecek
kabiliyette değildir. Belki bu yolda yürümeye başlarsınız, fakat
önünüze çıkan engeller ve tahammülsüzlük, amacınızı gerçekleştirmeden
sizi pes ettirebilir. Belki çabalayıp çırpınmaya devam edersiniz,
fakat işin içinde ciddiyet olmadığı için, önünüze engeller,
tahammülsüzlükler çıkmasa bile, amacınıza ulaşamazsınız. Çünkü
ciddiyetten yoksun bir seyir halinde olmanız, sizi bu hale
getirmiştir. Özellikle büyük hedefler her şeyden önce ciddiyeti,
tahammülü ve pes etmeden iz sürmeyi gerektirir.
Fertler topluluklardan, yani halk ve ümmetten daha
fazla sabretme gücüne sahiptirler. Çünkü fertlerin görüş açısı,
topluluklarınkinden daha açık ve daha güçlüdür. Zira topluluk oluşları
düşüncelerini ve görüş açılarını zayıflatır. Bu nedenle bir kişinin
görüş açısı iki kişininkinden daha güçlüdür. İnsan sayısı ne kadar
çoğalırsa, görüş açısı da o denli azalır. Dolayısıyla halkların önüne
uzak hedefler koymak doğru değildir. Çünkü toplum olarak halklar bu
hedefleri gerçekleştirmenin peşine düşmezler. Bu yolda bir hareket
gösterseler bile, işin içinde ciddiyet olmayacağı için hedeflerine
ulaşamazlar. Bütün bunlar gösteriyor ki; halkların önüne konan hedef,
gerçekleştirilmesi mümkün, kısa vadeli bir hedef olmalıdır. Kısa
vadeli bir hedef, başka kısa vadeli hedefler doğuracaktır. Dolayısıyla
gerçekleştirilmiş olan her hedef, başka hedefler için bir alt basamak
oluşturacak, böylece yeni hedeflerin gerçekleştirilmesi mümkün
olacaktır. Zira topluluk, ferde nazaran mümkün olanı görmeye daha
yatkındır. Fakat büyük zorluklara dayanma gücü daha azdır. Halklar,
aklen mümkün olanı hedefleyemezler. Halklar, ancak fiilen mümkün olanı
algılayıp gerçekleştirmeye çalışabilirler. Fakat fertler öyle
değildir. Genellikle fertler, aklen mümkün olanın fiilen de mümkün
olabileceğini algılayabilirler ve uzun vadeli düşünebilirler. Bunun
yanı sıra fertler, zorluklara ve engellere karşı daha fazla
direnebilirler. Zira fertler, uzun vadede mücadele edebilme gücüne
sahiptirler.
İster millet ve halklar için, ister fertler için
ortaya konmuş olsun, amaçların ve hedeflerin gerçekleştirilmesi
nesiller boyu sürmemeli, insan gücünü aşan bir mücadeleyi
gerektirmemeli ve var olmayan veya temin edilmesi mümkün olmayan
araçları gerektirecek türden olmamalıdır. Aksine bir kuşağın
gerçekleştirebileceği türden olmasının yanı sıra, var olan veya temin
edilmesi mümkün olan araçlarla her hangi bir insanın çabasıyla
gerçekleştirilebilecek bir hedef olmalıdır. Çünkü amaç, kişinin peşine
koştuğu bir hedeftir. Kişi bu hedefi gerçekleştirebileceğine
inanmazsa, kendinde çaba gösterme gücünü bulamaz. Kişide hedefi
gerçekleştirme isteği bulunduğu sürece hedefin gerçekleşmesi için
gerekli araçların var olması gerekir. Aksi takdirde çaba gösteriyormuş
gibi davransa ve kendini buna inandırsa bile mücadelesi sekteye uğrar.
İnsan, gücü nispetinde mücadele eder. İnsanın mücadele edecek kadar
gücü yoksa, asla mücadele edemez. Çünkü insan, gücünü aşan
yükümlülükleri yerine getirmekle mükellef değildir. Dahası, gücünü
aşan yükümlülükleri zaten yerine getiremez. Bu da gösteriyor ki
hedefler ne denli uzun vadeli olursa olsun, insanlardan herhangi
birinin elindeki mevcut araçlarla gerçekleştirebilecek türden
olmalıdır.
O halde her şeyden önce düşünmenin veya eylemin
hangi amaçla yapıldığını tespit etmek gerekir. Belirlenen hedef, görme
organı veya basiretle algılanabilir, aklen ve fiilen
gerçekleştirilebilir olmalıdır. Algılanamayan, gerçekleştirilmesi
aklen ve fiilen mümkün olmayan bir hedef, hedef olma özelliğini
yitirir. Nasıl ki fertler düşünme eyleminde bulunurken ve çalışırken
bir hedefe ihtiyaç duyuyorlarsa, halkların ve ümmetlerin de bir hedefe
veya hedeflere ihtiyaçları vardır. Ancak halkların ve milletlerin
hedefi uzun vadeli olmamalı, aksine kısa vadeli olmalıdır. Hedefler ne
kadar kısa vadeli olursa, o kadar verimli, düşünce ve eyleme o kadar
elverişli olur. Halkların ve milletlerin kendileri için hedef
çizmeleri tasavvur edilemez, ama halkların ve ümmetlerin sahip olduğu
yaygın düşünce ve görüşleri vardır. Bunlar birtakım inançlara
sahiptirler. Demek ki halkları ve ümmetlerin sahip olduğu düşünceler,
görüşler ve inançlar vardır. Aynı şekilde birtakım düşünce, görüş ve
inançlardan veya hayat tecrübelerinden tatmin olamama ve
gereksinimlerini doyuramamaktan kaynaklanan hedefler, halklara ve
ümmetlere hakim olur. Böylece toplumlarda birtakım hedefler oluşur.
Mahrumiyetin üstesinden gelme ve tatmin olma ihtiyacını giderme gibi.
Halklar ve ümmetler, toplum olarak birtakım hedeflere karar
veremeseler de birtakım hedefleri vardır. Ancak bu hedefler, aklen
değil, fiilen gerçekleştirilebilir türdendir.
Amaç ve İdeal
Bu arada "amaç" ile "ideal" arasındaki farka
dikkat etmek gerekir. "İdeal", amaçların son aşaması, yani
"gayelerin gayesi"dir. İdeali gerçekleştirmek için, bu yolda
sürekli çaba göstermek yeterlidir. Üstelik fiilen gerçekleştirilebilir
olması da gerekmez. İdealin aklen gerçekleştirilebilir olması
yeterlidir. İdealin kendisi de bir amaç olmasına rağmen, amaçtan
farklıdır. Amaç eylemden önce ve eylem sırasında amacın ne olduğunu
bilmeyi, gerçekleştirilmesi için yoğun bir çaba sarf etmeyi ve fiilen
gerçekleşene kadar bu çabadan yılmamayı öngörmektedir. İdeal ise,
düşünce ve eylem esnasında sadece göz önünde bulundurulur. Çünkü bütün
düşünce ve eylemler, ideali gerçekleştirmek içindir. Örneğin;
"Allah'ın rızasını kazanmak" her Müslümanın ve Müslüman toplumun
idealidir. Gerçi bazıları cennete girmeyi bazıları da cehennem
azabından kurtulmayı ideal olarak görebilir. Ancak cennete girme veya
cehennem ateşinden kurtulma gibi hususlar her ne kadar "gayelerin
gayesi" olsalar da, ideal kapsamına girmezler ve "ideal"
diye adlandırılamazlar. Zira cennete girme ve cehennem azabından
kurtulma, kendilerinden önceki amaçların bir üst amacıdır. Bu
üst-amaçlardan daha üst amaçlar da vardır. Ancak ideal her ne kadar
"gayelerin gayesi" ise de kendisinden sonra bir gaye yoktur. Çünkü
ideal, en son gayedir. Yani kendisinden sonra bir gayenin olmadığı en
son gaye, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bu nedenle Müslümanın ideali,
Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bundan dolayıdır ki bazı takva erbabı
mübarek kişiler için şöyle denmiştir: "Suheyb ne iyi kuldur! Eğer
içinde Allah korkusu olmasaydı, ona isyan etmekten geri kalmazdı."
Suheyb'in Allah'a isyan etmemekten amacı, günahlara karşılık Allah'ın
vereceği ceza korkusu değildir. Onun amacı, Allah'ın rızasına
kavuşmaktır. İşte Allah'ın rızasını kazanma isteği, içinde Allah
korkusu olmasa da onu günahtan korur. Zira Allah'ın azabından korktuğu
için değil, Allah'ın rızasını kazanmak için günah işlemez. Öyleyse
Müslümanların ideali, ne cennete girmek ne de cehennem azabından
kurtulmaktır. Müslümanın ideali, Allah'ın rızasına ulaşmaktır.
O halde ideal, "gayelerin gayesi" olması
itibarıyla sonuçta bir gaye, bir amaç olmasına rağmen, gaye ve
hedeften farklıdır. Düşünmede ve eylemde, neyin amaçlandığı
belirlenmelidir derken, idealden söz edilmemektedir. Bu ifadeden
kastedilen, fiilen gerçekleştirilebilir olan amaçtır.
Gerçekleştirilmek istenen amaçtan sonra bir veya birtakım amaçlar
gelse bile kastedilen budur. Zira amaç belli olmalı, gelecek kuşaklar
tarafından değil, mevcut şahıslar tarafından gerçekleştirilebilmeli ve
araçları kolayca elde edilebilecek nitelikte reel ve pratik olmalıdır.
Çünkü amaç, ideal değildir. Amaç, ideali gerçekleştirmek için izlenen
hedeftir. Bütün bunlar, amaç hakkında düşünme eyleminin reel ve pratik
bir düşünme biçimi olmasını zorunlu hale getirmektedir. Kısaca amaç ve
hedef, söz konusu amaç ve hedefin peşinde koşan kişi tarafından
gerçekleştirilebilir nitelikte olmalıdır.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Kuşkusuz
milletlerin ömrü bir tek nesille değerlendirilemez. Milletin ömrü
ancak nesillerle değerlendirilebilir. Dolayısıyla milletin geleceği,
gelecek kuşaklar tarafından gerçekleştirilebilecek şekilde uzun vadeli
planlanmalıdır. Öyleyken nasıl oluyor da hedefin, ancak onu
gerçekleştirmeye çalışan kişiler tarafından gerçekleştirilmesi
gerektiğini ileri sürebiliyorsunuz?
Milletlerin ömürleri sanıldığı gibi ne kuşaklar ne
de çağlarla değerlendirilebilir. Milletlerin ömrü ancak onar yıllık
zaman dilimleriyle değerlendirilebilir. Çünkü millet, on yıllık bir
süreçte ancak değişime uğrar veya bir halden başka bir hale intikal
eder. Düşünme ve eylemin ciddi ve disiplinli olması şartıyla, ümmete
pratik düşünceyi bir neslin ömrü zarfında vermek pekâlâ mümkündür. Ne
kadar direnirse dirensin, bu süre zarfında pratik düşünce ümmetin
bünyesine yerleştirilebilir. Bu nedenle milletin nesillere veya
yüzyıllara ihtiyacı yoktur. Bir düşünce veya eylemin millette verimli
olması için, en az on yıla ihtiyaç vardır. Çünkü milletin dönüşümü,
ancak on yıl zarfında sağlanabilir. Ancak ülke, düşman işgali
altındaysa on yıldan daha fazla zaman dilimine ihtiyaç vardır. Bu
zaman dilimi, düşmana karşı direnişi de dahil edersek, otuz yılı
geçmez. Bu nedenle düşünce, hareket veya eylemi mevcut kuşaklar
tarafından yapılması ve amacın gelecek kuşaklara bırakılacak biçimde
planlanmaması gerekir. Zira amaç, bu amacın peşinde koşan mevcut
kişilerin gerçekleştirebileceği türden olmalıdır. Amaç hakkında
düşünmenin şartı da budur. Zira amaç, onu güdenler tarafından
gerçekleştirilmezse, amaç olmaktan çıkar.
Günümüzde olduğu gibi millet için planlar yapıp
gelecek kuşakların bu planları gerçekleştirmesini sağlamak, hedef ve
amaç kapsamına girmez. Dahası, bunlar "belirlenmiş fikirler"
olarak da kabul edilemezler. Bu planlamalar, genel fikirleri ifade
ederler. Bir amaç olarak değil de varsayım yoluyla çizilirler. Bu
nedenle de amaç olarak kabul edilemezler. Bunları, varlığı varsayılan
genel fikirler olarak telakki etmek gerekir. Amaç ise, herkesin
gerçekleştirmeye çalıştığı eylemdir. Bunun dışında ortaya konan
şeyler, varsayım ve teoriden öteye geçemezler.
|