SULTANIN HİLÂFET’TEN AYRILMASI
Görülüyor ki İngiltere, Sulh Konferansına ancak
manevralarını tamamladıktan ve istediği gayeye ulaştıktan sonra müsaade
etmiştir. Mondros Ateşkesi'nden 1. Lozan Konferansına kadar Türkiye'de vukuu
bulan hadiselere bir göz attıktan sonra anlaşılıyor ki, İngilizler Hilâfet’i,
nihaî olarak yıkabilmek için sinsi bir kurnazlıkla kötü, iğrenç bir oyun oynamışlardır.
İngiliz Generali Harington, Türkiye'yi işgal eden Müttefik kuvvetlerinin Başkomutanıydı.
İstanbul'a ve Türkiye'nin her tarafına o hükmediyordu. Türkiye diğer bütün
İslâm memleketlerinden ayrılmıştı. Düşündüklerini kolayca
yapabiliyorlardı. Bunun için, hareketlerinin asıl gayesi olan Hilâfet’i yıkmaya ve Müttefikleri
(Fransız, İtalyan ve Yunanlıları) Türkiye'den uzaklaştırmaya başlayabilirlerdi.
Lakin, Hilâfet’i yıkmak ve müttefikleri uzaklaştırmak kolay olmayacaktı.
İngilizlerin yeni bir manevra yapması kaçınılmazdı.
Bu hususta şeytanî, kurnaz ve iğrenç bir şekilde
hareket ediyorlardı. Müttefikleri Türkiye'den çıkarmak için, İngiliz hükümeti;
siyasî, diplomatik, devletlerarası ve askerî manevralara girişiyorlar ve
mahallî çatışmalar meydana getiriyorlardı. Bunu, Hilâfet’i yıkmak için
bir vesile olarak kullandılar.
Hilâfet’i yıkma operasyonuna gelince: İngiliz Hükümeti,
bunu bizzat devletlerarası manevralar ve siyasî oyunlara ilaveten İngiliz
generalleri Harington ve Wilson vasıtasıyla Türkiye'de teşebbüslere
geçerek yürütüyorlardı. Mustafa Kemal, onlar hesabına bu iğrenç oyunu
oynayan şahıstı. Eğer o olmasaydı, onların komploları tam bir
başarısızlıkla sona ererdi.
Bunlardan başka alçak İngilizler hesabına Türk topraklarında
çalışan adamlar da vardı. Mesela Kaptan H.S. Armstrong, kıymetsiz küçük
bir subay olmakla beraber benzeri bazı küçük subaylar gibi bir takım
dolaplar döndürüyordu. 1. Dünya Savaşından önce, İstanbul'da
İngilizlerin Harp Ateşeliğini yürütüyordu. Harp esnasında Altıncı
Ordunun tümeniyle beraber esir düştü. Bu sırada Enver Paşa ile mülakat
istedi. Bu isteği çok tuhaftı. Enver Paşa, Harbiye Vekili ve devleti elinde
tutan bir adamdı. Bir İngiliz esirinin, onunla konuşmak istemesi hiç vukuu
bulmayan bir hadiseydi. Enver tarafından kabul edildi, aralarında geçen uzun
bir konuşmadan sonra Enver, ceza olarak onun tek başına zindana atılmasını
emretti. Enver'in, bu esirin hangi sözüne hiddetlendiği bilinmiyor.
Zannedildiğine göre Enver'e karşı çete harplerine girişmek istedi. Ona
veya devlete hücum etmek istedi. Bunun üzerine cezalandırılması emredildi.
Yalnız, anlaşılan o, bazı ordu subaylarıyla münasebetteydi.
Zira harp sona ermeden önce esaretten kaçıp İngiliz ordusuna döndü. Kaçışında
ona kimin yardım ettiği bilinmiyor. Harp biter bitmez İngiliz ordusu onu,
İstanbul'a gönderdi. İngiliz işgal kuvvetleri ona mühim resmî vazifeler
yükledi. Burada senelerce kaldı. Bu sırada doğrudan doğruya Mustafa
Kemal ve genellikle bir çok Türklerle münasebette idi. Hilâfet’in ilgasına
sebep olan bütün hareketlere iştirak etti. Pek muhtemelen, Mustafa Kemal'in
Hilâfet’i yıkmak için giriştiği işlerle meşgul olanlardandı. Yalnız
Başkomutan ve memleketin hakimi olması itibariyle asıl faaliyet Harington'a
dayanıyordu.
Anlaşılıyor ki Mustafa Kemal, hareketi esnasında ve rolünü
oynarken en fazla Harington'la münasebette idi. İngilizler Harington'u, Türkiye'de
baş sorumlu sayıyorlardı. Onun Türkiye'deki rolünü gösteren resmî
demeçler, bulunmuştur.
25/2/1924 de, Leftenant Albay Dylmas, Avam Kamarası'nda
konuştu ve şöyle dedi: “Doğuda İngiltere'nin kulağı çamurdadır.
Yani İngiltere Doğunun sesini iyi dinlemiyor. Onun Ermeni meselesine müdahale
etmemesi icap eder.” Ermenilerden,
Türklerle beraber yaşamak istediklerine dair aldığı bir çok mektupları gösterdi.
Charliz Bette buna şöyle cevap verdi: "Türkler
bize karşı iyi düşünüyorlar, oradaki faaliyetlerimiz başarılı
olmaktadır." Tabii bu cevabında, Harington'dan aldığı malümata
dayanıyordu.
24/3/1940 tarihinde Harington'un ölümünden iki gün sonra
Londra Times gazetesi onunla ilgili bir makale yazdı. Ve bu makalede şöyle
dedi: "1921 de Yunanlılar Türklere yönelince Müttefik Devletler
Kuvvetler Komutanı Sir Haringtona, Mustafa Kemal ile yardımlaşmak için geniş
yetkiler verildi." Fakat bu yardımlaşmanın şeklini zikretmedi. Şöyle
ilave ediyordu: "Haringtonun siyasi turu, istediği husus hakkındaki
iradesini ve planını gizliyordu. Zira o hakikaten böyle işlere layık bir
kimseydi."
Mustafa Kemal'le yardımlaşma için verilen bu geniş
yetkiyle durumu tasviye ve Hilâfete son öldürücü darbeyi vurma aşaması
başlamış oluyordu.
1922 Temmuzunda Ateşkes Anlaşması yapıldıktan sonra
Fransızlar ve İtalyanların arkasından Yunanlılar çekildiler. Memleket
İngiliz garnizonundan başka bütün yabancı garnizonlardan temizlendi. Ortada
rol oynayan bir Harington kaldı. İstanbul hükümeti elinde hiç bir yetki
bulunmadan şeklî bir hükümet iken, Mustafa Kemal'in nüfuzu ve halkçılığı
memleketin her tarafında zirveye ulaştı. Kanunları yürütme, orduyu idare
etme, bütün devlet işleriyle uğraşma gibi dahilî hakimiyetler; anlaşmalar
yapma ve diğer devletlerle siyasî münasebetlerde bulunmak gibi haricî
yetkiler, Ankara Hükümeti'nin elindeydi.
Sultan, sarayında elemlere katlanıyor ve şahsını
dinleyen hiç bir kimse bulamıyordu. İngilizler, sultana sevgi gösteriyorlar,
ona acıyorlar, hazinesi kuruduktan ve ceplerindeki para tükendikten sonra
bazen malî yardımlarda bulunuyorlardı. Bu malları İngilizlerden hibe, yani
sadaka olarak alıyorlardı.
Türkiye'de durum bu hadde geldikten sonra Müttefikler (İngiltere, Fransa ve İtalya) Ankara ve İstanbul Hükümetlerini, anlaşma
yapmak için 17 Ekim 1922 tarihinde Lozan'da konferansa davet ettiler. Millet
Meclisi tarafından, memleketteki iki devletin de konferansa davet edilmesi
infialle karşılandı. Hilâfet’i ilga etmek için direkt olarak çalışmalara
başlandı. Ve ona karşı mücadele başladı. Millî Meclis -Mustafa Kemal'in
Meclisi- bu şekildeki Meclis oyunlarından; yani Sulh Konferansına iki Türk
Hükümeti'nin çağrılmasından memnun değildi. Memleketi ikili hakimiyetten
kurtarmak istiyordu. Hesabı bitirmek istiyordu. Bazıları İstanbul Hükümetinin
istifa edip yerine Mustafa Kemal'in hayatı boyunca başkanlık edeceği yeni
bir hükümetin tayinini istiyordu.
Millî Meclis bu meseleleri münakaşa ederken Mustafa Kemal
İzmir'de idi. Fakat yapılan münakaşaların haberlerini takip ediyordu.
Meclis, yapılacak Sulh Konferansı hakkında kendisi ile tartışmak için
Mustafa Kemal'e iki defa telgraf gönderdi. Fakat o askerî vazifeleri dolayısıyla
gelemeyeceğine dair mazeret bildirdi. Bu sırada siyasî adamlardan Rauf ve
Lefif Beyler yeni Türkiye'de nasıl bir hükümet kurulacağı hususunda onun
fikrini öğrenmek için onun yanına gittiler. Hakikaten memlekette, biri;
Ankara'da geçici ve otorite sahibi, diğeri ise Sultanın hakimiyeti ve hükümetinin
idaresinde resmî ve şeklî iki hükümet bulunması doğru değildi. Ona iki hükümetin
birleşip Halifenin Anayasaya dayanan saltanatı ve Mustafa Kemal'in hükümet
başkanlığı altında tek bir hükümet kurulmasını teklif ettiler. Onlara
hiç bir cevap vermedi. Fakat onlar bir oyun sezdiler. Rauf sorularında ısrar
ediyordu. Sonunda Mustafa Kemal kendisi ile Ankara’da görüşme vaadinde
bulundu. Ve sonunda Milli Meclis toplandı. Mustafa Kemal'in adamları; “İstanbul
Hükümeti vatanı kurtarmak için ne yaptı? Türkiye'de bir hükümet vardır,
o da Ankara Hükümeti'dir” diyorlardı. Mebusların
çoğunluğu İstanbul Hükümetinin istifa edip yerine Mustafa Kemal'in
hükümet kurmasını, Halife'nin de Anayasaya dayanan bir Sultan olmasını
istiyorlardı.
Bu, şiddetli münakaşalar ve Meclis salonuna hakim olan
karanlık hava içinde Mustafa Kemal kürsüye geldi. Mebuslardan, kulak
vermelerini istedi. Sonra saltanatla Hilâfet’in birbirinden ayrılmasını ve
saltanatın kaldırılıp Vahdeddin'in azledilmesini teklif etti. işte bu
sırada Hilâfet korkunç bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyordu. Heyecan
son haddine ulaştı. Mustafa Kemal kendisini destekleyen 80 kişiden bizzat görüş
beyan etmelerini hemen istedi. Fakat Meclis tasarının incelenmesi için
Hariciye Encümenine yolladı.
Ertesi günü alimlerden ve avukatlardan teşekkül eden bir
Encümen toplandı. Saltanatın, Hilâfet’ten ayrılmasının tetkik
meseleleri saatlerce sürdü. Bu incelemede azalar Kur'an ve hadisten deliller
getirdiler. Bağdat, Kahire ve diğer yerlerde tarihten halifelere ait yüzlerce
misal verdiler. Encümen bütünüyle teklife karşıydı. Bunun için ittifakla
reddetti.
Mustafa Kemal burada hazır bulunuyordu. Onların ittifakla
meseleyi redde karar verdiklerini görünce kızarak yerinden fırladı, bir
sandalyenin üzerine çıktı. Haykırarak toplantıda bulunanların münakaşasını
kesip şöyle dedi:
"Efendiler! Osmanlı Sultanı, hakimiyetini milletten
kuvvetle almıştır. Millet de onu ondan kuvvetle geri almaya azmetmiştir.
Saltanatın mutlaka Hilâfet’ten ayrılıp kaldırılması lazımdır. Siz
kabul etseniz de, etmeseniz de bu olacaktır. Çaresiz bazılarının başları
da bu arada kesilecek!"
Bunun üzerine encümene korku hakim oldu. Titremeye başladılar.
Buna rağmen teklifi Meclise iade ettiler.
Sonra Meclis teklifi münakaşa etmek için
toplandı. Ezici ekseriyet teklifin kabul edilmemesini istiyor ve teklifin
aleyhinde olduğu görülüyordu. Hatta Mustafa Kemal'e de aleyhtar oldukları görülüyordu.
O, bunu anlayınca ve kararların aleyhinde alınmaya
başladığını, kendisinin terk edilip ezici ekseriyetin karşısında olduğunu
gördüğünde, özel yardakçılarını etrafına topladı. Bir defa
daha reye sunulmasını istedi. Bazı mebuslar isim zikrederek ikinci defa görüşe
konulmasına itiraz ettiler. O bunu reddetti. Etrafındaki yardımcıları
hakikaten silahlanmışlardı. Onlar ellerini tabancalarına atınca Mustafa
Kemal, tehdit ederek şöyle bağırdı: "Ben inanıyorum ki, Meclis bu
teklifi ittifakla kabul edecek. Elleri kaldırarak oylama kafidir." Bu
sırada teklif oylamaya sunuldu. Bir kaç kişiden başka ellerini kaldıran
yoktu. Fakat Reis; "Meclis teklifi ittifakla kabul etmiştir."
diyerek neticeyi ilan etti. Mebuslardan bazıları sıraların üzerine çıkarak;
"Bu doğru değildir. Biz kabul etmiyoruz."
diye itiraz ettilerse de, Mustafa Kemal'in adamları
onlara; “Oturun, susun!”
diye bağırdı. Ortalık karıştı, sesler yükseldi. Sonra oturum dağıldı.
Mustafa Kemal, Meclis salonunu adamlarının arasında terk
etti. Bu hadise, Lozan Konferansına davet edildikten 14 gün sonra, yani 1 Kasım
1922 de vukuu buldu.
Karardan beş gün sonra, Rafet Paşa İstanbul'da ansızın
askerî inkılaplara başladı. Böylece ordu ve askeri kuvvet vasıtası ile
başkentte idarî işlerin anahtarlarını eline aldı. Bütün bunlar General
Harington'un gözü önünde ve onun malumatı dahilinde oldu. Bunun icaplarına
göre Sultanın hükümeti, kuvvet kullanılarak ilga edildi. Sultan günlerce
bundan habersizmiş gibi kaldı. Sonra saray bandosu başkanıyla, Harington'a
şifahî bir haber gönderdi. Bu haberde; Sultan, İngiliz kumandasının ve
İngiliz hükümetinin himayesini istiyordu. Zati alileri hayatının tehlikede
olduğunu görüyordu.
İki gün sonra bir İngiliz yardım otomobili geldi.
Vahdeddin, oğlu, çantasını taşıyan bir adamı ve eşyasını taşıyan bir
hamalla Saraydan otomobile geldi. Otomobil sahilde duran bir buharlı
kayığın yanına hareket etti. Kayıkla limanda bulunan bir İngiliz
zırhlısına gitti. Zırhlı onu Malta'ya götürmek için 17 Kasım 1922 de
limandan ayrıldı.
Bunun üzerine Abdül'Aziz'in oğlu ve Vahdeddin'in
amcasının oğlu Emir Abdülmecid, Büyük Millî Meclisi'nin onayı ile Müslümanların
Halifesi ilan edildi. Hilâfet’i destekleyen bir çok kimse onu
desteklediklerini bildirdiler. Rauf Bey, Dr. Adnan Bey, Fuad ve Kazım Karabekir
onu, aleni ziyaret edip bağlılıklarını bildirdiler. Maksat, onların
Halifeye hala sadık olduklarını ve Halifenin mevcut olduğunu dünyaya
bildirmekti. Mustafa Kemal, saltanatı Hilâfet’ten ayırmakla yetindi.
Sultayı kendi aldı. Halifeye hiç bir hakimiyet bırakmadı. Bundan sonra sulh
konferansı için hazırlıklara başladı.
İngilizler Hilâfet’in İlgasını ve Devletin Laik Olmasını Şart
Koşuyorlar
20 Kasım 1922 de Lozan Konferansı açıldı. Osmanlı
Devleti namına yalnız Ankara heyeti hazır bulunuyordu. Bu heyet 1. Düyna
Savaşında yenilmez olan Osmanlı Devleti’nin temsilcisi sayıldı. İngiliz
heyetine Hariciye Vekili Curzon başkanlık ediyordu. Çünkü Loyd George'un
hükümeti 19 Kasım 1922 de istifa etmişti. Konferans çalışmalara
başladı. Konferansın yapılması esnasında İngiliz heyeti başkanı Curzon,
Türklere bağımsızlık verilebilmesi için dört şart ileri sürdü. Bu
şartlar şunlardı:
- Hilâfet tam manasıyla ilga edilecek,
- Halife hudut dışına sürülecek,
- Mallarına el konulacak,
- Devletin laikliğe dayandığı ilan edilecek.
Konferansın neticeye varabilmesi bu dört şarta bağlandı.
Bunun için Konferans 4 Şubat 1923’de hiç bir netice elde edemeden dağıldı.
İsmet, Türkiye'ye döndü. Mustafa Kemal, Eskişehir'e koşup konferansta
cereyan eden hadiseleri ondan öğrendi. Onunla beraber Ankara'ya döndü.
Ankara İstasyonunda ikisi de, Başvekil Rauf Beyin ve Ankara
Mebuslarının onları karşılamaya gelmediklerini gördüler. Mustafa Kemal buna
sinirlendi. Rauf Beyi çağırıp maksadını açıklamasını istedi. O da:
"İsmet'i Bakanlarla istişare etmeden konferansa gönderdiğini ve yine
Eskişehir'e istişare etmeden karşılamaya gittiğini, bu hareketlerin
Anayasaya aykırı olduğunu" söyledi. Buna İlaveten Başvekillikten de istifa
etti.
Millî Meclis, sulh konferansını münakaşa etmek için
toplandı, Rauf Bey'i tuttu ve onu destekledi. Çoğunluk Mustafa Kemal’e
karşıydı. Münakaşalar çok şiddetliydi. Bu şekilde dokuz gün devam etti.
Münakaşalar esnasında Mebuslar, Mudanya'da düşmanlarla yapılan Ateşkes
Anlaşmasını Mustafa Kemal'in kabul etmesini tenkid ettiler. Önce
İstanbul'a, daha sonra da Atina üzerine yürümesi lazımken, ateşkes ile
aldatılıp ilerlemeye mani olunduğunu söylediler.
Mebuslar sonra İsmet'e hücum edip, onu Curzon ile yapılan
görüşmelerde "ahmakça" hareket etmekle itham ettiler. Onun
meclisten onay alınmadan gönderilmesini tenkit ettiler. Sonra, onun uzaklaştırılıp
yerine görüşme yapacak birisinin Lozan'a gönderilmesini sağlamaya karar
verdiler. Mustafa Kemal'in aklı başından gitti. Tehdit etmeye, mebusları
Rauf Bey'e karşı kışkırtmaya başladı. Nihayet İsmet'in
uzaklaştırılmasına dair kararı suya düşürdü. Zira İsmet onun sır
arkadaşı, İngiliz’le olan münasebetlerinde güvendiği ve kendisine
tartışmaksızın itaat eden kimse ve elçisi idi. Başkasını göndermek
Mustafa Kemal'in bütün planlarını suya düşürüp onun sonunu getirmekti.
Bunun için İsmet’in uzaklaştırılıp yerine başkasının gönderilmesine,
ölümü göze alarak engel oldu.
Bundan sonra Millî Meclisi’ne karşı hileler düşünmeye başladı.
Kendisi ile bu Meclis arasında mücadele şiddetlendi. Geçen dört senenin en
karanlık günlerinde onun tarafını tutan bir çok arkadaşları Rauf Beyin
etrafında toplanmaya başladılar. Rahmi, Adnan, Kazım Karabekir, Rifat, Ali
Fuad ve Nurettin bunlar arasındaydı. Kendisinin tarafında İsmet, Fevzi ve
bazı arkadaşlarından başka kimse kalmadı. Mebuslar birbiri ardınca Rauf
Bey'e katılıyorlardı. Mustafa Kemal'i açıkça tenkid etmeye başladılar.
Millî Meclis’te kendi tarafını tutanların çoğu onun aleyhine geçtiler.
Artık onun mağlup olacağına iyice kanaat getirmişlerdi.
|