ÖLDÜRÜCÜ DARBE
Mustafa Kemal, havanın tamamen ve Millî Meclis’in ise çoğunlukla
aleyhinde olduğunu anlayınca bu güç durumdan nasıl çıkacağını düşündü.
Bu durum Lozan Konferansı'nın yeniden başlamasına imkan vermiyordu. Zira bu
hava içinde İngiliz Hariciye Vekili Curzon'un konferanstan bir netice
alabilmesi için yapılmasını şart koştuğu dört maddenin uygulaması mümkün
görünmüyordu. Bu şartların uygulanmasına imkan verecek bir tedbir alması
gerekiyordu. Bunları uygulayabilmek, Cumhuriyeti tesis etmek,
Cumhurbaşkanını seçtirebilmek ve Hilâfet’in tam olarak ilgasını sağlamak
için Millî Meclis'ten karar alması gerekiyordu. Millî Meclis ekseriyetle
aleyhine olunca projelerini tatbik etmesi ve onları harekete geçirmesi
beklenemezdi. Bunun için Meclisi feshedip yeni seçimler yaparak kendi adamlarından
bir Meclis teşkil etmeyi düşündü. Böylece maksatlarını elde edecek ve
istediği kararları aldıracaktı.
Bunun için, çoğunluğu ele alabilmek umuduyla Meclisi
feshedip yeni seçimlerle ilgili işleri yapmaya koyuldu. Fakat seçimler
sonunda gelen Meclis eskisini tasvip eden bir şekildeydi. Bunun üzerine,
Meclisi çıkmaza
sokmak için bir oyun oynamak istiyordu. Maksadı: Meclisi,
işleri idare edemez bir tarza sokmaktı. Siyasî bir kriz meydana getirip
bundan istifade etmek için siyasî komploya girişti. Bakanları, Çankaya'daki
evine akşam yemeğine davet etti. Bu davette siyasî durum bütün cephesiyle
münakaşa edildi. En sonunda Mustafa Kemal'in teklifi üzerine ertesi günü
vazifelerinden istifa etmeye ve istifalarını da geri almaya karar verdiler.
Maksatları Meclisi güç duruma sokarak eski durumlarını tekrar elde etmekti.
Ertesi günü gece kararlaştırdıkları gibi bütün bakanlar birden istifa
ettiler.
Meclis yeni bir hükümet teşkil etmek için toplandıysa da
muvaffak olamadı. Mebuslar arasında mücadele ve münakaşa arttı. Her biri
kendi fikrinin kabul edilip ona göre hareket edilmesini istiyordu. Durum tam bir
kargaşalık arzediyordu.
İki gün sonra Mustafa Kemal, bazı yakın arkadaşları için
başka bir akşam yemeği verdi. îsmet, Fethi, Kemaleddin bular arasındaydı.
Meclisin bir hükümet kuramayacak derecede güç durumda kaldığı meselesi
konuşuldu ve durum gözden geçirildi. En sonunda Mustafa Kemal şöyle bir
hitabede bulundu:
“Bu başı bozukluğa son vermek zamanı geldi. Yarın
Cumhuriyeti ilan edeceğiz. Bütün bu sorunlardan kurtuluş yolu budur. Fethi,
yarın Mecliste işleri çıkmaza sokup, azaların elinden geldiği kadar
birbirine düşürmek senin vazifen.” Bu sırada Kemaleddin'e; “Sen
de, Meclisi bu güç durumdan kurtarmak için; benim, işi ele almamı teklif
edeceksin." dedi.
Ertesi günü toplantı başladı. Herkes
kararlaştırdıkları gibi hareket etmeye başladı. Toplantı başlayınca
büyük bir gürültü koptu. Mebuslar birbirleriyle vuruşup gırtlak
gırtlağa sarılıyorlardı. Bu şiddetli mücadele esnasında hükümet
kurulması için Mustafa Kemal'in çağırılmasını, Kemaleddin teklif etti.
Mebuslar aralarındaki gerginliği unutarak bunu kabul ettiler. Yalnız Mustafa
Kemal, onların davetini ilk defa kabul etmedi. Bunun üzerine Meclisin
hükümet krizini çözmekten aciz kaldığını ilan eden bir mektup yazdılar.
Ve onun yardımını istediler. O da hükümet kurabilmesi için; Meclisin,
istediğini olduğu gibi kabul etmesini şart koştu. Onlar da kabul ettiler.
29 Ekim 1923 de Meclis mühim bir toplantı yaptı. Mustafa
Kemal, kürsüye gelerek bir hitabede bulundu. Bu hitabede Türkiye'nin
Cumhuriyet olmasını ilan etti. Bu hitabede şöyle dedi:
"Siz, durumu bu tehlikeli vaziyetten kurtarmak için
beni istediniz. Lakin bugün ki durumu siz meydana getirdiniz. İçinde bulunduğumuz
krizin kaynağı geçici değil, aksine hükümet nizamımızın esasındaki bir
hatadan meydana geliyor. Meclis hem yasama, hem de yürütme kuvvetini elinde
tutuyor. İçinizden her mebusun hükümete ait bir kararın çıkışma
iştiraki gerekiyor. Devletin her türlü işine ve bir bakanın kararına
parmağını sokuyor. Efendiler! Bu gibi durumlarda hiç bir bakan vazifeyi ve
onun mesuliyetini kabul etmez. Anlamanız gerekir ki böyle esaslar üzerine bir
hükümet değil, curcuna olur. Bu düzeni değişmeniz gerekiyor. Bunun için
de Türkiye'nin seçimle iş başına gelen bir Cumhurbaşkanının idaresi
altında Cumhuriyet olmasına karar veriyorum."
Mebuslar bu iğrenç karara karşı kriz geçirdiler ve hiç
bir şey diyemediler. Zira onlar bunu beklemiyorlardı. Oylama yapılınca
mebusların % 40'ı iştirak etmedi. Fakat daha önce Türkiye'nin Cumhuriyet
olması kararlaştırılmıştı. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyetinin ilk
Cumhurbaşkanı seçildi. Hilâfet’i ilga edip Devletin laikliğini ilan etmek
için çalışmalara başladı. Halk bunu anladı. Kamuoyu ona karşı hücuma
geçti. Her yerde, Ankara'nın yeni yöneticilerinin kafir olduğu yayılmaya
başladı. Hatipler ve vaizler Mustafa Kemal'e hücum etmeye başladılar. Ona
şiddetle hücum eden karikatürler, neşriyatlar yayınlanmaya başladı. Bir
çok mebuslar ve ileri gelen adamlar Ankara’dan kalkıp İstanbul'a gittiler.
Halife Abdülmecid'in etrafında toplanmaya başladılar. Türkiye'nin her tarafında
hava, Mustafa Kemal’in aleyhine döndü. Taraftarlar kazanıp hücumları
hafifletmeye çalışıyordu.
Bu vaziyette İngilizler Hilâfet’i benimseyenlere karşı
kullanmak için ona silah yardımında bulundular. Hücumların şiddetlenmeye
başladığı sırada Ağa Han ve Emir Ali, Hind müslümanlarının namına, müslümanların
halifesi olan Osmanlı Halifesi grubunun makamına hürmet etmek için ona bir
mektup gönderdiler. İsmaililer Başkanı Ağa Han, Türkiye'deki ve diğer müslümanlar
tarafından da bilindiği üzere İngiliz dostu ve ajanıydı. Mektup, Ankara Hükümetine
varmadan metni İstanbul gazetelerinde neşredildi. Mustafa Kemal, Ağa Han'ın
tarihini araştırmaya başladı. Zira o, İngiltere’de yaşıyor, İngiliz
meydanlarında at koşturuyor; İngiliz sefirlerinin ve siyasîlerinin
meclislerinde geziyordu. İngilizler, 1. Dünya Savaşı esnasında onun
lehindeki propagandalarıyla durumunu kuvvetlendirmişlerdi. Hatta icap edince,
Türkiye sultanına karşı bir tehdit silahı gibi kullanabilmek için ona Hind
müslümanlarının lideri nazarıyla bakıyorlardı. Bu, İngiliz oyunlarından
bir oyundu.
Mustafa Kemal, bu mevzuya temas edip kamuoyunu uyararak
Halifenin aleyhine çevirmek için fırsatı kaçırmadı.Halka:
"Hilebaz ve inatçı düşmanımız
İngiltere, Yunanlılar vasıtasıyla Türkiye’yi mahvedemeyince, şimdi yine
malum desîselerine başladı. Türkleri iki kuvvete ayırarak Halifeye arkacı
çıkması için Ağa Han'ı oyuncak olarak kullanıyor."
diyordu.
Bundan sonra Meclisin
izzeti nefsini körüklemeye başladı. Hatip mebuslar, din adamları ve
muarızların liderleri Hilâfete karşı şiddetle hücuma geçtiler. Bundan
sonra cumhuriyeti korumak ve azil edilen sultan için her hareketi ihanet kabul
eden bir kanun çıkardılar ve bu kanuna karşı gelenlere de ölüm cezası
verilecekti.
Bazı mebuslar, diplomasi cihetinden Türkiye'de halifeliğin
faydalı olduğunu söyleyince, Mustafa Kemal'in taraftarları, gürültü ve
yüksek sesle onları susturmaya çaba sarfediyorlardı. Bunun üzerine Mustafa
Kemal, şöyle bir hitabede bulundu:
“Türk köylüleri beş asır boyunca Hilâfet, İslâmiyet
ve din adamları için çarpışıp ölmediler mi? Türkiye'nin artık,
Hindlerin ve
Arapların menfaatlerini unutup, kendisini İslâm devletlerinin liderliğinden
kurtararak kendi menfaatleriyle meşgul olması zamanı gelmiştir.”
Sonra ordudan söz alıp Hilâfet’in ilga edilip
edilmemesindeki ve dinin devlet işlerinden ayrılıp ayrılmamasındaki
durumunu öğrenmek istedi. İzmir yakınında yapılacak ordunun senelik
manevralarında bulunmak için oraya gitti. Günlerce Mustafa Kemal, Fevzi ve
İsmet'le meseleyi inceliyor ve küçük subayların ve askerlerin
nabızlarını yokluyordu. Ve şiddetli bir muhalefetle karşılaştı. Emin
olabileceği katî bir netice alamadı.
Günlerce durumu ölçüp biçti, sonra tehdit
yoluna girmeyi kararlaştırdı. Mebuslardan biri bir celsede şiddetle muhalif
olunca, geceleyin evine dönerken onu vurmaya bir adam görevlendirdi. Diğer bir
mebusta Halifeyi destekleyen bir hitabede bulundu. Mustafa Kemal, ona ikinci bir
defa bu şekilde ağzını açarsa idam ettirmekle tehdit etti. Rauf Bey'i
İstanbul’dan çağırdı. Halk Partisi Genel İdare Heyeti önünde,
kendisine ve cumhuriyete karşı sadakat yemini etmeye zorladı. Eğer yemin
etmezse meclisten ve partiden kovulacağını söyledi. İstanbul valisine, Halife namaza çıktığı sıralarda yapılan destek gösterilerinin ilga
edilmesini talep eden kesin bir emir gönderdi. Halifenin aylığını asgariye
indirdi. Etrafındaki adamlarının dağılmalarını emretti
Bu terör havası, propagandalar ve şayialar arasında
Meclisi toplantıya çağırdı. Meclis 1923 senesinin Mart aylarının başında
toplandı. Açılış nutku, Hilâfet’in kaldırılmasının zarureti
etrafında dönüyordu. Hemen bir itiraz fırtınasıyla karşılaştı.
Meclise Hilâfet’in ilgasını isteyen bir teklif sundu.
Arkasından Halifeyi kovup, dini devlet işlerinden ayırdı. înfial gösteren
mebuslara karşı şu konuşmayı yaptı:
"Her ne pahasına olursa olsun cumhuriyeti tehlikeden
kurtarıp onu ilmî ve sağlam temeller üzerine kurmak gerekir. Halife ve diğer
Osman Oğullarının gitmeleri de icabeder. Eski dinî mahkemeler kaldırılıp
yerlerine asrî kanunlara dayanan mahkemeler kurulmalı, dinî medreseler kaldırılıp
yerlerine laik ve hükümetin kontrolü altında mektepler kurulmalı."
Oturum esnasında şiddetli münakaşalar ve çekişmeler
cereyan etti. Hiç bir netice alınamadı. Ertesi günü Meclis, bu teklifi
incelemek için tekrar toplandı. Toplantı sabahın 6,30’na kadar şiddetli münakaşalarla
devam etti.
3 Mart 1923 sabahı Büyük Millet Meclisi'nin Hilâfet’in
ilgasına ve dinin devlet işlerinden ayrılmasına, karar verdiği ilan edildi.
Aynı gece Mustafa Kemal, İstanbul Valisine: "yarın sabaha kadar Abdülmecid'in
Türkiye’yi terk etmesi lazımdır" emrini gönderdi. Gece yarısında,
yanında muhafız polisler ve askerlerle beraber Halifenin sarayına gidip, onu İsviçre'ye doğru hududu geçmesi için bir otomobil kiralamaya zorladı.
Yanına bir bavul elbise, çamaşır ve bir miktar para verdi. iki günden sonra
Mustafa Kemal bütün Osman Oğullarını toplayıp memleketin dışına çıkardı.
Bütün dînî vazifeler ilga edildi. Müslümanların vakıfları, devlet malı
haline getirildi. Dinî medreseler sivil mektebe çevrildi. Eğitim
Bakanlığının kontrolü altına girdi.
Böylece Mustafa Kemal, İngiliz Hariciye Vekili/Bakanı
Curzon'un istediği dört şartı yerine getirdi. Sulh konferansının
yapılmasına ve başarıyla neticelenmesine hiç bir mania kalmadı. 8 Mart
1923 de, Türkiye Hariciye Vekili ve Türk heyetinin Başkanı İsmet Paşa,
sulhun yapılması için mektup gönderdi. Müttefikler bunu kabul ettiler. 23
Nisan 1923 günü Lozan Konferansı tekrar çalışmalarına başladı.
Konferansa katılanlar, sulh şartlarında ittifaka vardılar. 24 Temmuz 1923 de
Lozan barışı imzalandı. Yabancı devletler Türkiye'nin bağımsızlığını
tanıdılar. İngilizler, İstanbul’dan ve Boğazlardan çekildiler. Harington
Türkiye'den ayrıldı. Buna müteakip İngiliz Mebuslarından biri Avam
Kamarasında "Türkiye'ye bağımsızlık verilmesinden dolayı" Curzon'a hücum
etti. O da şöyle cevap verdi:
"Türkiye'ye hakikaten son verilmiştir. Bundan sonra
belini doğrultamaz. Zira biz onun manevî kuvvetini mahvettik. Bu kuvvet,
Hilâfet ve İslâmiyet’tir."
Bu şekilde Hilâfet’in kökünden yıkılması tamamlandı. İslâm’ın,
devletin anayasası, ümmetin yasası ve hayatın nizamı olması seyrî;
İngilizlere hizmet eden ve onların ajanı olan hain Mustafa Kemal eliyle
durduruldu. Dolayısıyla samimi olan kimseler, “İngilizlerin bütün kafir
devletler arasında küfrün başı” olduğunu söyleyince, bu cümlenin tam
ifade ettiği manayı kastediyorlar. Onlar hakikaten "küfrün başı" ve İslâm’ın
en azılı düşmanlarıdır. Müslüman kadınlar, çocuklarına emzirdikleri sütlerle
beraber İngiliz düşmanlığını ve onlardan intikam almayı da
emzirmelidirler. Yeryüzündeki ve Türkiye'deki müslümanlar, istememelerine
rağmen İngilizler, Mustafa Kemal vasıtasıyla İslâm’ı ve Hilâfet’i
ortadan kaldırdılar. Böylece yeryüzünün bütün bölgelerinden, Allah'ın
indirdiğiyle hükmeden yönetim kalkıp, onun yerine küfür ve Allah'ın indirmediği hüküm/yönetim
sistemleri kaldı. Bütün insanlar arasında ve bütün dünyada tahakkum eden tağutun hükmü tatbik edilmeye başlandı.
|