İki kelimenin iç içe girmiş
bir şekilde bir arada kullanılmasıyla meydana gelen "Kaza
ve Kader"in
belirli bir anlamı vardır. "Kaza"
kelimesinin "Kader"
kelimesi ile birleşiminden meydana gelen, birinin diğerinden
ayrılması mümkün olmayan "Kaza
ve Kader"
ifadesinin bir arada kullanılmasıyla belirli anlamı vardır.
Bir başka anlamın oraya girmesi doğru olmaz. Sahabenin de
Tabiin'in de böyle bir anlamı kullandıkları da görülmemiştir.
Şer’î nasslar, kelimelerin sözlük anlamları, Sahabenin,
Tabiin'in ve onlardan sonra gelen Tebe-i Tabiin âlimlerinin
görüşleri ve sözleri incelendiği zaman, "Kaza
ve Kader"
kelimelerinin bir arada terim olarak belirli bir anlama
delalet edecek şekilde ne bir Sahabede ne de Tabiin'de
kullanıldığına rastlanmamıştır. Bu iki kelimenin ıstılah/terim
anlamına delalet edecek bir ifade Kur'an'da ve Sünnette de
geçmemektedir. Bezzar'ın hasen bir senetle rivayet ettiği şu
hadiste geçen bu kelimeler bile ancak sözlük anlamında
kullanılmıştır. Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem
şöyle diyor:
أكثر
من يموت من أمتي بعد قضاء الله وقدره بالأنفس
"Ümmetimden ölenlerin çoğu
Allah’ın nefisler hakkındaki Kazası ve Kaderinden sonra ölür."
Bu nedenle "Kaza
ve Kader"in delalet
ettiği anlama ancak birinci asrın sona ermesiyle Kelamcıların
ortaya çıkmasından ve Yunan felsefesinin tercüme edilmesinden
sonra rastlanmaktadır. Sahabe asrında bu iki kelime bir arada
kullanılmadığı gibi, böyle bir anlam üzerinde tartışma yapıldığı
veya herhangi bir ihtilafın vuku bulduğu da görülmemiştir.
Sahabe asrı boyunca -yani H. 1. asır boyunca- Müslümanlar "Kaza
ve Kader" konusunu
bilmiyorlardı. Evet, her ne kadar "Kaza"
ve
"Kader"
kelimeleri hadislerde yalnız başına kullanılmış ve yukarıdaki
hadiste de bir arada kullanılmışsa da bunların tamamı sözlük
anlamında olup ıstılahi anlamda kullanılmamıştır. Hasen'in
rivayet ettiği kunut hadisinde "Kaza"
kelimesi şu şekilde geçmektedir:
Hasen diyor ki; Vitir kunutunda
okuyacağım sözleri Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
bana öğretti. Sonra da kunut duasını zikretti. Onun bir bölümü
şöyledir:
وَقِنِي شَرَّ مَا قَضَيْتَ إِنَّكَ تَقْضِي وَلاَ يُقْضَى
عَلَيْكَ "Kaza
etmiş olduğun şeylerin şerrinden beni koru. Muhakkak ki sen
dilediğin gibi kaza edersin. Hiç kimse sana kaza edemez."
"Kader"
kelimesi de Cibril hadisi ile
ilgili bazı rivayetlerde geçmiştir.
وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ
"Dedi ki: Kadere, hayrının ve
şerrinin Allah'tan olduğuna inanmandır."
Yine Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَانَ
كَذَا وَكَذَا وَلَكِنْ قُلْ قَدَرُ اللَّهِ وَمَا شَاءَ فَعَلَ
"Başına bir şey
geldiğinde şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu deme. Ancak Allah
takdir etti de. O, dilediğini yapar."
Bu iki hadiste geçen "Kader"
kelimesi, Allah
Subhenehû ve
Teala’nın
takdiri ve
ilmi
anlamındadır. Yani bütün eşyanın Allah tarafından Levh-i
Mahfuz'da yazıldığına, hayır olsun şer olsun bir iş vuku
bulmadan önce Allahu Teâla'nın onu bildiğine inanmandır. De ki;
Levh-i Mahfuz'da bunu Allah yazdı, olmadan önce onu bildi ve
dilediğini yaptı.
Yukarıdaki hadiste geçen ve
başka nerede geçerse geçsin "Kaza"
kelimesinin manası üzerinde Müslümanlar ihtilaf etmemişler, ne
lafzı hakkında ne de delalet ettiği şey hakkında tartışmamışlar.
İçerisinde "Kader"
kelimesinin geçtiği iki hadise gelince: Yunan felsefesi
Müslümanlar arasında yayılmadan önce Müslümanlar
"Kader"
kelimesinin delalet ettiği anlam ve lafız hakkında ne
tartıştılar ne de ihtilaf ettiler. Fakat felsefe Müslümanlar
arasında yayıldıktan sonra Kufe yöresinden gelen bir cemaat, "Kader"
diye bir şey yoktur. Her şey "önceden bir takdir olmadan meydana
gelir" dediler ve onlar "Kaderiyye"
diye anıldılar. Onlar, "Kader"i
inkâr ettiler.
- "Allah Subhenehû ve
Teala’nın, bütün eşyanın asıllarını yaratıp eşyayı terk
ettiğini Allahu Teâla'nın eşyanın cüziyatını da bilmediğini"
söylediler.
Bu iddia; Kur'an'da küçük veya
büyük, asıl veya furu her şeyi yaratan Allahu Teâla'dır şeklinde
geçen apaçık nasslara tamamıyla ters düşmektedir. Muhakkak ki
Allahu Teâla var olmadan önce her şey için bir kader tespit
etmiştir. Yani her şeyi Levh-i Mahfuz'da yazmıştır, olmadan önce
her şeyi bilir.
Allahu Teâla şöyle
buyurmaktadır:
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
"Her şeyi O yaratmıştır. Ve her şeyi O bilir."
وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ
وَرَقَةٍ إِلا يَعْلَمُهَا وَلا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأرْضِ
وَلا رَطْبٍ وَلا يَابِسٍ إِلا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ
"Karada ve denizde olanı bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak
dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane yaş ve
kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitaptadır."
Ancak bu ihtilaflar ve
tartışmalar, Allah
Subhenehû ve
Teala’nın ilmi
anlamında olan Allah
Subhenehû ve
Teala’nın
takdiri hakkında
olmuştur.
Kaderiyye;
“Allah Subhenehû
ve Teala, eşyanın
asıllarını bilir fakat detayını, cüziyatını bilmez”, demektedir.
Halbuki İslâm, Allahu Teâla'nın
eşyanın asıllarını ve cüziyatını, detayını bildiğini söyler. "Allah
Subhenehû ve
Teala’nın
Kaderi", yani
Allah
Subhenehû ve Teala’nın
ilmi hakkında
yapılan tartışma,
Allah Subhenehû
ve Teala'nın
ilmi konusunda
yapılan bir tartışmadır. Bu ise "Kaza
ve Kader" konusundan
ayrı, başlı başına bir konudur. Onun ortaya çıkışı da "Kaza
ve Kader" konusunun
ortaya çıkışından farklıdır.
Görülüyor ki "Kaza
ve Kader"
kelimelerinin her biri nasslarda ayrı ayrı olarak geçmiştir. Her
birinin ayrı ayrı belirli bir anlamı vardır. Bu anlamların da "Kaza
ve Kader" konusuyla
asla ilgisi yoktur. Yani, "Kaza"
ve "Kader"
kelimelerinin Şer’î ve sözlük anlamlarının tamamı Şari
tarafından kullanılmıştır. Bu iki kelimenin, hiçbirinin gerek
ayrı ayrı bir şekilde olsun gerekse bir arada olsun "Kaza
ve Kader" konusuyla
alakası yoktur. Bu kelimeler yalnızca sözlük ve Şer’î
anlamlarından biri ile kullanılmışlardır.
Allah
Subhenehû ve Teala’nın
ilmini bildirmek
için gelen ayeti kerimeler, Allahu Teâla'nın ilminin her şeyi
kuşattığına delalet eder. Allahu Teâla:
مَا
أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الأرْضِ وَلا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلا
فِي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى
اللَّهِ يَسِيرٌ
"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur
ki, biz onu yaratmadan evvel kitapta bulunmasın. Şüphesiz ki bu
Allah’a kolaydır."
قُلْ
لَنْ يُصِيبَنَا إِلا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلانَا
وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ
"De ki; Allah’ın bizim için yazdığından başkası erişmez.
Müminler Allah’a tevekkül etsinler."
لا
يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلا فِي
الأرْضِ وَلا أَصْغَرُ مِنْ ذَلِكَ وَلا أَكْبَرُ إِلا فِي كِتَابٍ
مُبِينٍ "Göklerde ve
yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir.
O'ndan daha küçüğü de, daha büyüğü de istisnasız mutlaka apaçık
kitaptadır."
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا
جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى
أَجَلٌ مُسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ
بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
"O'dur geceleyin sizi kendinden geçiren. Gündüzün de ne
yaptığınızı bilir. Sonra sizi tekrar kaldırır. Ta ki belirli bir
ecelin kazası/hükmü yerine gelsin. Sonra sizin dönüşünüz
O'nadır. Sonra ne yaptığınızı size haber verecektir."
Bu ayetler Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem'e
indi, sahabeler de onları anladılar ve ezberlediler. Ancak "Kaza
ve Kader" konusunu
akıllarından bile geçirmediler. Üstelik bu ayetlerin mantuku,
mefhumları ve delaletleri yalnızca
Allah
Subhenehû ve Teala’nın
ilmini ifade
etmektedir. Ayetlerin "Kaza
ve Kader" bahsi ile
hiçbir şekilde alakası yoktur. Aşağıdaki ayetler de aynı
şekildedir:
وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ
وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ
كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَمَالِ هَؤُلاءِ الْقَوْمِ لا
يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا
"İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: 'Bu Allah'tandır' derler.
Bir musibet de geldi mi 'Bu, senin uğursuzluğundandır' derler.
De ki; 'Hepsi Allah'tandır'. Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü
anlamaya yanaşmıyorlar."
Bu ayetin de "Kaza
ve Kader"le bir
alakası yoktur. Çünkü bu ayet iyi ve kötü arasında ayırım
yaparak, kötülüğün Resulden iyiliğin de Allah
Subhenehû ve Teala'dan
geldiğini söyleyen kâfirlere verilen bir cevaptır. Allahu Teâla,
ayeti kerimede iyiliğin de kötülüğün de Allah
Subhenehû ve Teala
'dan olduğunu bildirerek kâfirlerin sözlerine cevap vermektedir.
Ayetlerde işlenen konuda doğrudan doğruya insanın işlediği
iyilik veya kötülük değildir. Ayetlerde işlenen konu savaş ve
ölüm hakkındadır. Aynı ayetin başlangıcı da bu hususu açıkça
ortaya koymaktadır:
وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا
أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا
قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنْ اتَّقَى وَلا تُظْلَمُونَ
فَتِيلاً (77) أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكُّمْ
الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ وَإِنْ
تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَإِنْ
تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ
مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَمَالِ هَؤُلاءِ الْقَوْمِ لا يَكَادُونَ
يَفْقَهُونَ حَدِيثًا (78) مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ
فَمِنْ اللَّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ
وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا
(79) مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ
تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
"...Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu
bizi yakın bir geleceğe kadar geri bıraksaydın, dediler. Onlara
de ki: Dünya hayatının zevki pek azdır. Ahiret işi sakınanlar
için elbet daha hayırlıdır. Ve kıl kadar haksızlığa
uğratılmayacaksınız. Nerede olursanız olun, sağlam kaleler
içinde dahi olsanız ölüm sizi bulacaktır. İman etmeyenlere bir
iyilik gelirse: Bu Allah'tandır. Bir kötülük erişirse de: Bu
senin yüzündendir, derler. De ki: Hepsi Allah tarafındandır.
Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? Sana
gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık ta
kendindendir. Seni insanlara resul olarak gönderdik. Buna şahit
olarak Allah yeter. Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.
Kim de yüz çevirirse bilsin ki biz seni onlara bekçi
göndermedik."
Ayetlerde anlatılan konu;
insanların yaptıkları
değil, onlara isabet eden şeylerdir.
Bu nedenle "Kaza ve Kader"
meselesinin burada yeri yoktur.
Bu nedenle şimdiye kadar
anlattıklarımızın hiç birisinin "Kaza
ve Kader" konusuyla
alakası yoktur. "Kaza
ve Kaderi"in
kastettiği anlamın içerisine de girmez. "Kaza
ve Kader"i,
manasıyla Yunan felsefesinden Mutezile nakletti ve ardından da
bu konu hakkındaki görüşünü belirtti. Bunun üzerine Ehli Sünnet
ve Cebriye Mutezile'ye cevap verirken, Ehli Sünnet aynı zamanda
Cebriye'ye de cevap verdi. Araştırma aynı manayla sınırlı kaldı
ve de konu aynı alanın dışına çıkmadı. Öyleyse problem; Yunan
felsefesi ile silahlanan kâfirlerle Müslümanlar arasında meydana
gelen münakaşalar ve mücadeleler esnasında Müslümanların Yunan
felsefesinden getirdikleri bir anlamdan kaynaklanmaktadır. "Kaza
ve kader" meselesi,
manasıyla İslâm akidesi ile alakalı olduğundan dolayı İslâm'ın
bu konu ile ilgili görüşünü belirtmek gerekmekteydi. Mutezile bu
konudaki görüşünü belirtti. Cebriye de hem Mutezile'ye cevap
verdi hem de bir başka görüş ortaya koydu. Ehl-i Sünnet ise hem
Mutezile'ye hem de Cebriye'ye cevap vererek yepyeni bir görüş
belirtti ve bu görüş, iki görüş arasında çıkan üçüncü bir
görüştür diyerek görüşlerini şöyle nitelendirdi:
- "O, içenlere hoş gelen, kan
ve pislik içerisinden çıkan bir süttür."
Buraya kadar yapılan
açıklamalardan da anlaşılacağı üzere "Kaza ve Kader"
şeklinde bilinen mesele, Yunan felsefesinden kaynaklanan bir
konudur. Ancak bu konu, akide ile alakalı olduğu için
Müslüman’ın bu konudaki itikadının ne olduğunun açıklanması da
kaçınılmazdı. Bu nedenle Müslümanlar bu konudaki görüşlerini üç
mezhep halinde açıkladılar. Bu meseledeki görüşler üç farklı
mezhep halinde açıklandıktan sonra, "Kaza ve Kader"
meselesi ile ilgili olarak hem "Kaza"
kelimesini hem de "Kader"
kelimesini sözlükte ve Şer’î nasslarda geçen anlamlarında
kullanmak caiz olmadığı gibi, hayali tasavvurlarla "Kaza
ve kader"e hayale ve varsayıma
dayalı manalar verip, "Kaza, yalnızca külliyat hakkında külli
hükümdür", "Kader de cüziyat ve tafsilatı hakkında Allah
Subhenehû ve Teala’nın külli hükmüdür", ya da "Kader,
eşyalar için ezeli karar", "Kaza ise kesin karara bağlanmış
kader gereğince yaratmak ve yerine getirmektir" demek de doğru
değildir.
Evet, bu tür ifadeler
kullanmak doğru değildir. Çünkü bu yalnızca hayal ve
tasavvurdur. Bazı kelimelerin sözlük ve Şer’î manalarının
tatbikinde hile yapmaya çalışmaktır, başarısız bir uğraşıdır.
Zira "Kaza" ve "Kader"
kelimelerinin sözlük ve Şer’î anlamları genel manalara delalet
edip onların uyguladıkları anlamlara işaret etmezler. Ayrıca
tahsis eden bir işaret olmaksızın bu kelimeleri özel manalarda
kullanmak delilsiz bir zorlamadan öteye gitmeyen bir uğraşıdır.
Aynı şekilde "Kaza
ve Kader, Allah
Subhenehû ve Teala’nın sırlarından bir sır olup bu konuda
konuşmaktan araştırmaktan men edildik" demek de caiz değildir.
Çünkü "Kaza ve Kader"in
Allah Subhenehû ve Teala’nın sırlarından bir sır
olduğuna delalet edecek bir delil bulunmadığı gibi, "Kaza
ve Kader" konusu
hissedilen bir konu olması nedeniyle görüş belirtmek gerekirken,
nasıl olur da ‘bu konuyu araştırmayın’ denilebilir? İlave olarak
bu konu akli bir konu olup, hem vakıası hissedilen hem de
Subhenehû ve Teala’ya iman etmekle ilgili bir konu olması
bakımından da aklın araştırma alanı içerisine giren bir
meseledir. İşte, bunun için akideden bir parça haline gelen "Kaza
ve Kader"i gerçek
manası ile ele alıp araştırma konusu yapmak lazımdır.
"Kaza
ve Kader"in anlamı,
diğer bir ifadeyle "Kaza
ve Kader meselesinin”
aslı, kulların fiilleri ve eşyanın özellikleridir. Yani "Kaza ve
Kader" meselesinin ortaya koyduğu sorun şudur:
Kulların fiilleri ve bu fiiller
sonucunda insanın eşyada ortaya çıkardığı özellikler, Allah
Subhenehû ve Teala’nın yarattıklarından mıdır? Yoksa
kuldan mıdır? Yani filleri ve fiillerdeki özellikleri yaratan ve
var eden kul mudur?
Bu konuda Mutezile'nin görüşünü
benimseyenler; "fiillerini insan kendi yaratır, fiili yaratan ve
var eden insandır" dediler. Ancak bunlar, eşyanın özellikleri
konusunda ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı, "insanın eşyada
ortaya çıkardığı özelliklerin hepsini yaratan ve icat eden
insandır" derken bir başka grup, eşyanın özelliklerini iki kısma
ayırarak; "eşyadaki özelliklerin bir kısmını insan yaratır ve
icat eder, bir kısmını da Allah
Subhenehû ve Teala
yaratır ve icat eder" demiştir.
Cebriye ise; “insanın
fiillerini ve insanın eşyada ortaya çıkardığı özelliklerin
hepsini yaratan ve var eden Allah
Subhenehû ve Teala
'dır. Fiili yaratma ve var etmede de bir şeydeki özellikleri
ortaya çıkarmada da insanın rolü yoktur” görüşünü ortaya
atmıştır.
Ehli Sünnetin olaya bakışı ise
şöyledir: “Kulun fiillerini ve eşyada ortaya çıkardığı
özellikleri Allah
Subhenehû ve Teala
yaratır. Ancak Allah
Subhenehû ve Teala,
bu fiilleri ve özellikleri, kul fiili yapmaya kalkıştığında ve
eşyadaki özellikleri ortaya çıkarma anında yaratır. Yani
fiilleri ve eşyadaki özellikleri kul yalnızca kendi gücü ve
iradesi ile yaratamaz. Kulun gücü ve iradesi bulunduğu anda
Allah Subhenehû ve
Teala yaratır.”
"Kaza
ve Kader" denilen
mesele ve bu konudaki görüşlerin özeti işte budur. Konuyu
dikkatlice inceleyen kimse, mutlak sonuca varmak amacıyla değil,
araştırma esasının gerektirdiği neticenin elde edilmesi ve
araştırmanın yerinde yapılabilmesi için elbette ki araştırmanın
üzerine oturtulacağı temelin bilinmesi gerektiğini görür.
"Kaza ve kader"
meselesinde konunun temeli; kulun fiillerini, Allah
Subhenehû ve Teala’nın veya kulun yaratıp yaratmadığı
meselesi olmadığı gibi kulun fiili ile ilgili Allahu Teâla'nın
iradesinin bulunup bulunmaması da değildir. Bu irade elbette
mevcuttur. Konunun esası, Allahu Teâla’nın kulun gelecekte
yapacağı işleri bilmesi, ilmiyle her şeyi kuşatması meselesi de
değildir. "Kaza ve Kader" meselesi Levh-i Mahfuz'da yazılanlara
göre kulun, fiili yapmak mecburiyetinde olması da değildir.
Evet, araştırmanın üzerine oturtulacağı temel kesinlikle
bunların hiçbiri değildir. Konunun temelini oluşturan
sevap ve ceza meselesi
ile bunların asla ilgisi yoktur. Bu konular; yoktan var etmek,
mümkün olanların hepsi ile ilgili irade, her şeyi kuşatan ilmi
ve Levh-i Mahfuz'da her şeyin bulunması ile ilgili bir konudur.
Bunlar ise fiile isabet eden
sevap ve ceza meselesinden
apayrı bir şeydir.
Hâlbuki "Kaza
ve Kader"
meselesinin üzerine oturtulması gereken asıl konu, fiile
uygulanacak sevap ve
ceza konusudur. Yani
kul hayır veya şer olan bir fiili yapmaya mecbur mudur yoksa bu
konuda serbest midir? Fiili yapıp yapmama serbestiyeti var mıdır
yoksa böyle bir serbestiyete sahip değil midir?
Kulların fiillerini inceleyen
kimse insanın iki daire içerisinde yaşadığını görür.
Bunlardan birincisi insanın
hakim olduğu dairedir. Bu daire, insanın tasarrufu altında
bulunan ve serbest seçimi ile insanın fiillerini dilediği gibi
yapabildiği bir alandır.
İkinci daire ise; insana hakim
olan dairedir. İnsan bu daire içerisinde bulunur ve fiillerini
bu daire çerçevesinde yapar. Bu dairede insandan çıkan veya
insan üzerine uygulanan fiillerde insanın hiçbir rolü yoktur.
A-
İnsana hakim olan
dairedeki fiillerde
ve bunların meydana gelmesinde insanın hiçbir rolü yoktur. Bu
dairedeki fiiller iki kısımdır.
Doğrudan
doğruya varlık nizamının/tabiat kanunlarının gerektirdiği
fiiller.
- Her
ne kadar her şey varlık nizamının dışına çıkmasa da doğrudan
doğruya varlık nizamının gerektirmediği fiiller.
1- Varlık nizamının doğrudan
gerektirdiği fiiller,
bu nizamlara boyun eğerek mecburi olarak bu kanunlara göre
gerçekleşir. Çünkü insan, kâinat ve hayatla birlikte konulmuş
olan özel kanuna uygun olarak yürür. Kanuna aykırı davranamaz.
Bu nedenle insana egemen olan dairede meydana gelen filler
insanın iradesi dışında meydana gelir. İnsan bu daire içinde
zorunlu olarak hareket eder. Bu dünyaya iradesi olmadan geldiği
gibi yine iradesi olmadan gidecektir. Yalnızca cismiyle/fiziki
yapısıyla, havada uçamaz, su üzerinde yürüyemez. Gözlerinin
rengini, kafasının şeklini, vücudunun büyüklüğünü yaratamaz.
Bunların tamamında, yaratılmış olan kulun herhangi bir tesiri ve
ilgisi bulunmaksızın bunları yaratan yalnızca Allahu Teâla'dır.
Çünkü varlık kanunlarını yaratan ve bu kanunları varlık dünyası
için bir düzenleyici haline getiren Allahu Teâla'dır. Varlık
âlemi bu kanunlara göre yürümeye mecburdur, onlara muhalefet
etme hakkına sahip değildir.
2-
Varlık kanunlarının
gerektirmediği,
insanın da defetme ve kendinden uzaklaştırma gücüne sahip
olmadığı ikinci
kısım fiillere gelince: Bu fiiller ya doğrudan insandan çıkar ya
da kendi isteği dışında insan üzerinde gerçekleşir. İnsan
kesinlikle bunları kendinden uzaklaştırma imkânına sahip
değildir. Duvarın üzerinde bulunan bir şahsın düşerek bir başka
kişiyi öldürmesi, kuşa ateş eden kimsenin açtığı ateşin
varlığından haberdar olmadığı bir insana isabet ettirip onu
öldürmesi, telafisi mümkün olmayan bir arızadan dolayı bir
uçağın düşmesi, bir otomobilin veya trenin devrilmesi ve bu
nedenle de yolcuların ölmesi ve buna benzer birçok olay bu
kapsama giren olaylardandır. İşte insanın üzerinde gerçekleşen
veya insandan çıkan bu tür fiillerin olmasını her ne kadar
varlık kanunları gerektirmese de, bunların hepsi insanın iradesi
olmadan, ya insandan çıkmıştır ya da insanın üzerinde
gerçekleşmiştir. Bu tür fiiller insanın gücü altında olan
fiillerden değildir. Bunlar insana egemen olan dairede
gerçekleşen fiillerdendir.
İşte, insana egemen olan bu
dairede gerçekleşen fiillerin tamamı “Kaza”
diye isimlendirilir. Çünkü fiile hükmeden Allah'tır. Fiilin
meydana gelmesinde kulun iradesi hür değildir. Kulun herhangi
bir serbestiyeti de yoktur. Bu nedenle bu fiillerin sonucunda
insanın değerlendirmesine göre sevgi veya hoşnutsuzluk, fayda
veya zarar olsa da, ortaya çıkan sonuçlardan Allahu Teâla kulu
sorgulamaz, cezalandırmaz. Yani insan her ne kadar hayır ve şer
olarak değerlendirse de bu fiillerdeki hayrı ve şerri bilen
yalnızca Allahu Teâla'dır. Çünkü bu türden fiillerin oluşumunda
insanın etkisi yoktur.
İnsan bu tür fiillerin
niteliği ve fiil hakkında bir şey bilemeyeceği gibi fiili
kendinden uzaklaştırma veya kendine doğru çekme imkânına da
sahip değildir. Bu nedenle de bu tür bir fiilden dolayı ne sevap
kazanır ne de cezalandırılır. İşte "Kaza"
budur. Bu durumdaki bir fiilden dolayı da "Kaza"
oldu denilir. Sonuç olarak da insanın
kazanın
Allah Sübhanehu ve Teâla’dan olduğuna inanması, iman
etmesi lazımdır.
B-
İnsanın hâkim olduğu
dairedeki fiillere
gelince: Bu daire, insanın serbestçe seçtiği nizama göre, yani
Allah Subhenehû ve Teala’nın Şeriatına veya bir başka
nizama göre yaşayabildiği dairedir. Bu daire insanın kendisinden
kaynaklanan veya kendi iradesiyle insan üzerinde vuku bulan
amellerin görüldüğü dairedir. İnsan dilediği gibi yer, içer,
yürür, istediği zaman yolculuk yapar. Dilediği zamanda da
bunları yapmaz. İnsan ateşle yakar, dilediği gibi bıçakla keser,
dilediği gibi cinsi ihtiyacını veya mülk edinme ihtiyacını veya
midevi açlığını doyurabilir. Bir fiili serbestçe yapabildiği
gibi yine serbestçe de ondan vazgeçebilir. Bu nedenle de insan
bu daire içerisinde yaptığı fiillerden sorumludur. Sevabı hak
edecek bir fiili yaptığı zaman sevapla mükâfatlandırılır,
cezalandırılmayı gerektiren bir fiili yaptığında da azap ile
cezalandırılır. Bu tür fiillerin "Kaza"
ile ilgisi olmadığı gibi "Kaza"nın
da bu tür fiillerle ilgisi yoktur. Çünkü insan, serbest iradesi
ile fiili yapmaktadır. Bu nedenle de ihtiyari/serbest irade ile
yapılan fiiller "Kaza"
kapsamına girmez.
“Kadere”
gelince: İster
insana egemen olan dairede meydana gelen olaylar olsun, ister
insanın egemen olduğu dairede meydana gelen olaylar olsun,
eşyadan, insan hayat ve kâinat maddesinden oluşan ve eşya
üzerinde meydana gelen fiillerdir. Bu fiiller bir sonuç olarak
ortaya çıkar. Yani bu tür fiilin varlığından bir işin ortaya
çıkması gerekir. İşte burada şöyle bir soru gündeme gelmektedir:
İnsanın eşyalarda ortaya çıkardığı özellikleri insanın kendisi
mi yaratıyor yoksa eşyaları yarattığı gibi eşyalardaki
özellikleri de Allah Sübhanehu ve Teâla mı yaratıyor?
İnsanın eşyada ortaya çıkardığı
özellikleri dikkatlice inceleyen kimse bunların insanın fiili
olmayıp eşyanın özelliklerinden olduğunu fark eder. Eşyanın
kendisine ait özelliklerinden bir özellik olmadıkça insanın bir
özelliği yaratamaması, eşyalardaki özellikleri insanın
yaratmadığının delilidir. Eşyaların kendisine ait olmayan veya
kendisinde bulunmayan bir özelliğin insanın isteği ile ortaya
çıkması mümkün değildir. Bu nedenle bu işler insanın fiilleri
olmayıp eşyanın özellikleridir. Hem eşyaları hem de eşyalardaki
özellikleri, takdir ettiği bu özelliklerin dışına çıkamayacağı
şekilde yaratan Allahu Teâla'dır. Hurma çekirdeğinde elma değil,
hurma bitme özelliği vardır. İnsan menisinde hayvan değil
insanın meydana gelmesi özelliği vardır.
Allah
Subhenehû ve Teala
eşyalarda da belirli özellikler yarattı. Ateşte yakma, odunda
yanma, bıçakta kesme özelliğini yaratan ve her şey için aksi
yönde hareket edemeyeceği, varlık nizamına göre hareket etmesini
sağlayan kanunları koyan Allahu Teâla'dır. Allah Subhenehû
ve Teala’nın eşyalar için takdir etmiş olduğu bu
özelliklere ters düşen olayların eşyalarda görülmesi
harikulade/olağanüstü bir olay sayılır. Böyle bir olay da ancak
peygamberlerde görülür ki bu da onlara verilmiş mucizelerdir.
Allah Subhenehû ve
Teala, eşyalarda
belirli özellikleri yarattığı gibi insanda da içgüdüleri ve uzvi
ihtiyaçları yaratmış, eşyalarda bulunan özellikler gibi içgüdü
ve uzvi ihtiyaçlara da muayyen özellikler vermiştir. Nevi
içgüdüsünde meselâ cinsî meyil özelliğini, beka içgüdüsünde
meselâ mülk edinme özelliğini, uzvi ihtiyaçlarda meselâ açlık
özelliğini yaratmış ve bu özellikleri varlık kanununa göre insan
için gerekli kılmıştır.
İşte, Allah Sübhanehu ve
Teâla'nın hem eşyalarda yaratmış olduğu belirli özellikler
hem de insanda yarattığı içgüdülere ve uzvi ihtiyaçlara "Kader"
ismi verilir. Çünkü eşyaları, içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları
yaratan ve onlara belirli özellikler veren Allahu Teâla'dır.
İnsandaki şehvet duygularının kabarması, gözünü açtığında
görmesi, yukarıya atıldığında taşın yukarıya doğru gitmesi,
aşağıya doğru atıldığında inmesi gibi fiillerin hiçbiri insanın
fiili değildir. Bunların hepsi ancak Allahu Teâla'nın eşyaları
bu halde yaratmasının yani eşyayı ve eşyalardaki belirli
özellikleri yaratmasının bir sonucudur. Bu nedenle özellikler
insandan değil Allahu Teâla'dandır. Bunların meydana gelmesinde
kulun kesinlikle herhangi bir rolü yoktur. İşte, "Kader" budur.
Bu açıklamalara göre, "Kaza
ve Kader" konusunda
"Kader"
diye insanın eşyalarda ortaya çıkardığı özelliklere denir. Bu
nedenle insanın, eşyalarda takdir edilen özellikleri Allah
Sübhanehu ve Teâla'nın yarattığına iman etmesi gerekir.
Buna göre; "Kaza
ve Kader",
insana egemen olan dairede
meydana gelen kulun
fiilleri ve
eşyalarda insanların ortaya
çıkardıkları özelliklerdir.
"Kaza
ve Kader"in hayrının
ve şerrinin Allahu Teâla'dan olduğuna inanmak demek, insanda
zorla meydana gelen ve def edemediği fiillerin ve insanın
eşyalarda ortaya çıkardığı özelliklerin Allahu Teâla'dan
olduğuna, bunların meydana gelmelerinde kulun hiçbir rolünün
olmadığına inanmak demektir.
Bu nedenle ihtiyari fiiller
yani insanın serbest iradesi ile yapabildiği fiiller "Kaza
ve Kader" konusunun
dışında kalmaktadır. Çünkü insanın serbest iradesi ile
yapabildiği bu fiiller ya insandan kaynaklanır veya serbest
iradesi ile insan üzerinde cereyan eder. Allahu Teâla insanı,
insandaki içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları, eşyalardaki
özellikleri yarattığında insanda temyiz kabiliyetine sahip aklı
da yaratarak insana, bir fiili yapma veya yapmama serbestisini
vermiştir. İnsanı bir fiili yapmaya veya yapmamaya mecbur
bırakmamıştır. Eşyadaki özellikleri, içgüdüleri ve uzvi
ihtiyaçları da bir fiili yapmaya veya yapmamaya mecbur
kılmamıştır. Böylece insan, Allah Subhenehû ve Teala’nın
kendisine vermiş olduğu mümeyyiz akıl iyiyi kötüden ayırt
edebilen akıl ile bir fiili yapıp yapmama konusunda serbest
bırakılmıştır. Allah, aklı, Şer’î tekliflerin temeli kılmıştır.
Bu nedenle insan,
hayır olan bir fiili
yaptığı zaman ona
sevap vardır. Çünkü
aklı, Allah Subhenehû ve Teala’nın emirlerini yerine
getirmeyi ve yasaklarından da sakınmayı seçmiştir.
Şer
bir fiili yaptığında ise insana
ceza
vardır. Çünkü insan aklı ile Allah Subhenehû ve Teala’nın
emirlerine muhalefet ederek yapılmasını yasakladığı bir işi
yapmıştır. Bu fiillerden dolayı da onun cezası haktır ve
adildir. Çünkü o, herhangi bir zorlama olmadan bir fiili yapmada
tamamen serbesttir. "Kaza
ve kader"in bununla
asla alakası yoktur. Buradaki mesele
kulun kendi fiilini serbestçe
yapmasıdır. Bu
nedenle de insan yaptıklarından sorumludur. Zira Allahu Teâlâ
şöyle buyurdu:
كُلُّ
نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
"Herkes kazancına bağlıdır."
Tirmizi, Salâh, 426; Nesei, Kıyâm el-Leyl, 1725, 1726; Ebu
Davud, Salâh, 1214; İbni Maceh, İkâmetu’s-Salâh, 1168; Ahmed
b. Hanbel, Müs. Ehli Beyt, 1625, 1637
Müslim, İman, 9; Ebu Davud, Seneh, 4075
Müslim, Kader, 4816; İbni Mace, Mukaddime, 76