Müslümanlar hayatlarının ancak
İslâm için olduğunu, varlıklarının ancak İslâm davetini taşımak
uğruna olduğunu, onların yekvücut olmalarının esası ve
kalkınmalarının sebebinin İslâm olduğunu, yalnızca İslâm'la
onurlu, izzetli ve üstün olduklarını gördüler. Böylece
nefislerinde ve akıllarında var olan İslâm'ı, samimiyetle
anlamak, inceleyip öğrenmek için İslâm'a yöneldiler. Kur'an’ı
anlamaya ve tefsire, hadisleri toplamaya ve rivayet etmeye,
insanın sorunlarını çözen Şer'i hükümleri çıkarmaya, Resulullah
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in
haberleri ve gazvelerini takip etmeye, ezberleyip rivayet
etmeye, savaşlar ve fetihlerle ilgili olayları kaydetmeye ve
rivayet etmeye yöneldiler. Kur'an'ın Arapça lisanının dışında
anlaşılmasının mümkün olmadığını anladıklarında ve fetihler
sonucunda Arap olanlarla olmayanların birbiri ile karışması,
Araplaşmış olanların Arapçayı bozuk bir şekilde konuşmaları,
Müslümanları, Arapça lisanını incelemeye, açıklamaya ve Arapça
lisanı ile ilgili dilbilgisi kurallarını koymaya yöneltti. Bu
amaçla Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabını ve
Resulünün Sünnetini anlamak için cahiliye dönemi Arap şiirini,
adetlerini, hitabetlerini, günlük yaşantılarını, özel günlerini
incelemeye, araştırmaya koyuldular.
Sonra, kendilerinde var olan
küfür düşüncelerinden kalıntılarla ve akli kültürle, diğer
dinlere mensup kişiler İslâm'a girince; Müslümanların İslâm
davetini taşımalarından dolayı Müslümanlarla İslâm düşmanları
arasında fikri çatışmalar başladı. Bu nedenle de Müslümanlar,
İslâm akidesini akli delil ile insanlara açıklamak için akli
ilimleri inceleyip, araştırmaya yöneldiler. Müslümanlar birçok
bilgi çeşidi hakkında teferruata sahip oldular.
Böylece İslâmî bilgiler
çeşitlendi. Fetihlerle Müslümanların sahip oldukları topraklar
genişledikçe ve insanlar Allah Subhenehû ve Teala’nın
dinine girdikçe İslâmî bilgiler her geçen gün gelişti ve
çoğaldı. İslâm Devleti'nin sınırları genişleyince devlet,
fetihlerin yanında fethedilen topraklarda iyice yerleşebilmeye
de önem verdi. Bu nedenle birçok Müslüman kendini ilmi
araştırmada, bilgilerde ve araştırmada derinleştirdi.
Böylece Müslümanlar çeşitli
alanlarda İslâmî kültüre sahip oldular. İslâm'a hizmet ettiğini
ve Müslümanların ilerlemelerine katkıda bulunduğunu gören
insanlar bu bilgilerin tamamını öğrenmeye yöneldiler.
Müslümanların tamamı diğer kültürlerin dışında kâinattaki diğer
ilimlere ve tekniğe önem vermekle beraber, özellikle İslâm
kültürüne önem veriyorlardı. Uzmanlık alanı ne olursa olsun her
âlim, edebiyattaki konumu ne olursa olsun her edebiyatçı, hatta
her matematikçi her tabiat bilimcisi veya tekniker vs. ilgi
alanları ne olursa olsun herkes öncelikle ve kesinlikle İslâm
kültürünü öğreniyorlardı, sonra da diğerlerini. Zira matematikte
Muhammed b. el-Hasen, coğrafyada İbni Batuta, tarihte İbnü'l
Esir ve şiirde Ebu Nevvas gibi şahsiyetlerin, ilgilendikleri
ilimlerde meşhur olmuş bazı âlimlerin, yalnızca bu ilimleri
inceledikleri anlamına gelmez. Bilakis bunlar ve bunların
dışında birçokları İslâm kültürünü tamamen inceleyip öğrendikten
sonra şöhret buldukları ilim dallarında derinleştiler,
uzmanlaştılar.
İslâmî kültür iki kısımdan
meydana gelir:
a.
Kültür için aslî madde olanlar. Çünkü onlarda geçen manalar
Müslümanların nezdinde kast olunandır. Tefsir, hadis, siret,
tarih, fıkıh, fıkıh usulü ve tevhid gibi ilimler.
b.
Birinci kısımda sayılan aslî maddeyi anlamada bir vasıta olarak
kullanılanlar. Arapça lisanını ait ilimler ve mantık bu gruba
giren ilimlerdendir.
Müslümanlar bunların tamamını
anlamaya yöneliyorlardı. Mademki kastedilen bu asli anlamların
anlaşılmasına vesiledirler. Öyle ise kast edilen, anlamları
bilmek; kast edilen olmalıdır. Bu nedenle tefsir, hadis, siret,
tarih, fıkıh ve fıkıh usulü ve tevhid ilimlerinin her biri
hakkında kısaca bilgi vermekle yetineceğiz.
|