التفسير“Tefsir”
kelimesi
فسر
kökünden türemiş
تفعيل“tef’il”
babından beyan/açıklama
anlamına gelen bir kelimedir. Şeddesiz olarak, bir “şeyi
açıkladım” şeklinde kullanıldığı gibi şeddeli olarak, “bir şeyi
açıkladım” şeklinde de kullanılır. Onu açıkladığım zaman tefsir
ettim demek olur. “Tefsir”
ile “te'vil”
kelimeleri arasındaki fark şudur:
“Tefsir”;
lafız ile kast olunanı açıklamaktır,
“Te'vil”
ise; mana ile kast olunanı açıklamaktır,
“Tefsir”
kelimesi kullanımda Kur'an ayetlerinin açıklanması ile
özdeşleşmiştir. Kur'an Arapçadır ve kelimeleri de Arapçadır.
Hatta
استبرق
kelimesi gibi aslı
Arapça olmayan kelime bile Arapça dilbilgisi kurallarına göre
Arapçalaştırılmış ve Arapça kelimelerden birisi haline
gelmiştir. Kur'an'ın sözlerinde kullandığı üslûb da Arapçadır.
Allahu Teâla;
قُرْآنًا
عَرَبِيًّا
"Arapça bir Kur'an
olarak."
buyurmaktadır.
Araplar Kur'an’ı okuyorlar, belağatının gücünü idrak ediyorlar
ve manasını anlıyorlardı. Ancak Arapların tamamı Kur'an’ı
işittikleri zaman onu icmali ve tafsili olarak anlayabilecek
güçte değildiler. Çünkü Kur'an'ın Arapça belağatıyla inmiş
olması bütün Arapların onun kelimelerini ve cümlelerini
anlayabilmelerini gerektirmez. Zira belli dilde telif edilen her
kitabı o dili konuşanların tamamı anlayamaz. Bir kitabı anlamak
için sadece dil bilmek yeterli değildir. Bir kitabı anlayabilmek
için kitabın kullandığı lisanı bilmekle beraber kitabı
anlayabilecek derecede akli seviyenin, kavrama gücünün de bir
arada bulunması gerekir. Kur'an indiği zamanda bütün Araplar
Kur'an'ın bütün kelimelerini ve cümlelerini anlayabilecek
durumda değildi. Akli seviyelerine, kapasitelerine göre Kur'an’ı
anlamada farklılık arzediyorlardı. Bu nedenle Sahabeler Kur'an’ı
anlamada ve tefsir etmede, Arapça lisanına hakimiyetlerinde,
zekâ ve kavrama seviyelerindeki farklılık nedeniyle Kur'an’ı
tefsir etme ve anlama gücünde de farklı bir konumdaydılar.
Kur'an'ın kelimeleri aynı olmasına rağmen bütün Araplar manasını
anlamıyorlardı.
Enes b. Malik'den rivayet
edildiğine göre adamın birisi Ömer b. Hattab'a Allahu Teâla'nın;
وَفَاكِهَةً وَأَبًّا
ayetindeki
أَبًّا
kelimesinin ne anlama geldiğini sordu. Ömer;
"Bize tekellüf/yapaylık
ve derinleşmek
yasaklandı."
diye cevap verdi. Yine Ömer Radıyallahu Anhu minberde
iken;
أَوْ
يَأْخُذَهُمْ عَلَى تَخَوُّفٍ
ayetini okudu ve ardında da
تَخَوُّفٍ
kelimesinin ne anlama
geldiğini sordu Hüzeyl kabilesinden bir adam ona o, bizim
lügatimizde “noksanlaşmak” anlamına gelir dedi.
Üstelik Kur'an'da, Arapça
lisanını ve üslûblarını bilmekle de anlaşılamayacak birçok ayet
vardır. Bunları anlayabilmek için bazı lafızlara ait bilgiye
sahip olmak gerekir. Çünkü bu kelimeler Allahu Teâla'nın;
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا
وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًا
إِنَّا
أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
وَالْفَجْرِ وَلَيَالٍ عَشْرٍ
ayetlerinde olduğu
gibi daha birçok ayet belirlenmiş anlamlara işaret etmektedir.
Yine birçok ayeti anlamak için de nüzul sebeplerini bilmek
lazımdır.
Kur'an'da; dinin aslı ile
akaidle ilgili olarak özellikle Mekke'de inmiş, anlamları
tamamen açık muhkem ayetler vardır. Ahkâm usulünü ilgilendiren
ayetler de vardır ki bunlar genellikle Medine'de inmiş
ayetlerdir. Özellikle muamelat/ilişkiler, ukubat/cezalar ve
beyyineler/ispat delilleri ile ilgili ayetler bu gruptandır.
Kur'an'da; anlamları insanlara
kapalı olan müteşabih ayetler vardır. Özellikle bünyesinde
birçok anlamı barındıran veya tenzih edilen akide ile çeliştiği
için görünür manasından başka anlama götürülmesi gereken ayetler
bu türden ayetlerdir.
Sahabeler
Allah onların hepsinden razı
olsun Arapçayı en
iyi bilen insanlar olmalarından dolayı Kur'an’ı anlamada en
fazla güç sahibi idiler. Çünkü onlar Kur'an'ın indiği dönemdeki
olaylara şahit oldular. Bütün bunlara, Arapçaya olan
hakimiyetlerine ve Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'le
beraber olmalarına rağmen Sahabeler, Kur'an'ı tefsirde ve
anlamada birbirlerinden farklı konumdaydılar. Sahabeler
içerisindeki en meşhur müfessirler şunlardır: Ali b. Ebi Talib,
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud ve Übey b. Ka'b. Çeşitli
İslâm şehirlerinde tefsiri en çok besleyenler bu dört kişidir.
Bunları tefsir sahasında bu şekilde bilgin ve yerleşik hale
getiren sebepler şunlardır:
a.
Arapça lisanına iyi bir şekilde hakim olma güçleri ve Arapça
lisanının üslûb ve gayelerini bilmeleri,
b.
Kur'an ayetlerinin inmesine sebep olayları bilebilecek kadar
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
ile beraber olmaları ve ondan ayrılmamaları,
c.
Anlamları en güzel bir şekilde birbirine bağlayabilecek güçte
zekâ ve akıl gücüne sahip olmaları
d.
İsabetli, doğru sonuçlara varmaları
Bu nedenle bunlar, akıllarının
gerektirdiğine göre Kur'anı anlamadaki ictihadda
zorlanmamışlardır. Bilakis tefsirde ictihad yaparak o konudaki
görüşlerini söylemişler ve anlayışlarının ve ictihadlarının
onları yönlendirdiği noktada karar kılmışlardır. Bu nedenle
bunların tefsirleri tefsir çeşitlerinin en üstünü sayılır.
Ancak birçokları onlar
aleyhinde yalan söylemişler ve söylemedikleri sözleri
tefsirlerine sokmuşlardır. Bu nedenle bunların tefsirlerinde
birçok uydurma şey bulmak mümkündür. Güvenilir bir rivayetle
bunlardan gelen tefsirler en kuvvetli tefsirlerdir. Ancak
bunların dışında onların söyledikleri sabit olmadıkça uydurma
rivayetlerin alınmaları caiz değildir. Fakat bunların
tefsirlerindeki uydurma haberlerin alınmasından sakınmak demek
onların tefsirlerini okumaktan sakınmak anlamına gelmez. Bu
ifade, tefsirlere giren bu konuların uydurma konular olduğu için
onların alınıp amel edilmemesi anlamına gelir. Fakat bu
tefsirleri okuyarak bunlarda var olan şeyleri lügata, Şeriata ve
akla göre doğru bir anlayışla hükmetmek faydalı bir iştir. Zira
Sahabeye nisbet edilmeleri açısından senetleri zayıf olsa bile
bu uydurma rivayetlerin tefsirleri anlama açısından bir değeri
vardır.
Sahabelerden sonra
Tabiin
geldi. Onlardan bazıları Sahabelerden yukarıda isimleri geçen
dört kişiden ve diğerlerinden tefsir hakkında yaptıkları
rivayetlerle meşhur oldular. Mücahid, Ata b. Ebi Rabah, Abdullah
b. Abbas'ın kölesi İkrime ve Said b. Cübeyr, tefsirde Tabiinin
en meşhurlarıdır. Âlimler Tabiinden olan bu kişilerin hangisinin
en güvenilir olduğu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Rivayet
yönünden en az rivayet edeni olmasına rağmen onların en
güvenilir olanı Mücahid'dir. Şafii ve Buhari gibi bazı imamlar
ve muhaddisler, tefsirine itimat etmişlerdir. Ancak bazıları
Mücahid'in tefsirde Ehl-i Kitab'a sorduğunu söyleyerek,
doğruluğu ve güvenilirliği hakkında ittifak etmelerine rağmen
onun sözlerini alıp amel etmede tereddütlü ve titiz
davranmışlardır. Ata b. Ebi Rabah ve Said b. Cübeyr'i güvenirlik
ve doğruluk açısından hiç kimse eleştirmemiştir. İkrime'ye
gelince: Âlimlerin çoğu güvenilir ve doğru bir kimse olarak
kabul etmişlerdir. Buhari ondan rivayette bulunmuştur. Bir başka
grup ise onun tefsirde cüretkâr olduğunu ve Kur'an'da var olan
her şeyi bildiğini iddia ettiğini rivayet ederler. Bunu da
Kur'an tefsiri hakkında Sahabeden birçok rivayette bulunduğuna
yorarlar. İbni Abbas'tan en fazla rivayette bulunan kimseler
bunlardır. Bunların yanında İbni Mesud'un talebesi Mesruk b. El
Ecda' gibi Abdullah İbni Mesud'dan ve diğer Sahabelerden tefsir
hususunda rivayette bulunan kimseler de vardır. Aynı şekilde
Tabiinden Katade b. Diame es Sedusi El Ekmeh de tefsirde meşhur
olmuş kimselerdendir. Arapça lisanında, Arap şiirinde, Arap
tarih ve nesebleri hususunda çok mükemmel ve geniş bir malumata
sahipti.
Tabiin asrından sonra gelen
âlimler özel bir metoda göre tefsir kitapları telif etmeye
başladılar. Bu metoda göre müfessir ayeti zikrediyor ardından da
ayet hakkında Sahabeden ve Tabiinden gelen rivayetleri senediyle
naklediyorlardı. Bu metodu uygulayanların en meşhurları Süfyan
b. Uyeyne, Vaki' İbnü'l Cerrah, Abdurrezzak ve diğerleridir.
Ancak bu âlimlerin tefsirleri bize bir bütün olarak ulaşmış
değildir. Tefsir-i Taberi'de olduğu gibi bazı tefsir
kitaplarında onların tefsirlerinden bazı sözler bizlere
ulaşmıştır. Onlardan sonra el Ferra sonra Taberi daha sonra da
asırlar boyunca çağımıza kadar her asırda çıkan müfessirler
birbirlerini takip etmiştir.
|