Rasul SallAllah’u
Aleyhi Vesellem’in;
أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي
بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ
“Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki
konumunda olmandan razı değil misin?”
Sözü olan bu hadis hakkında geçen diğer rivayetlerin bir
kısmı, Buhari ve Müslim’in Amir, İbrahim ve Saad’dan rivayet
ettikleri hadislerindeki rivayetleri gibi sahih rivayettirler,
bir kısmı da sahih değildirler. Fakat bunların hepsi de aynı
nâssı getirmektedirler. Bu da demektir ki; hadis Tebük’de ve
Tebük’den başka yerde söylenmiştir denilebilir. Buna cevap
şudur: Sahih rivayetler, kıssanın bir cüzünün rivayetidir.
Yani kıssadan kopuk olarak sadece Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
sözüdür. Bu demek değildir ki; onlar, Tebük hadisesinden
hadiselerdir. Zira raviler ve hadisçiler çoğunlukla bir
hadisten bir cüzü ya da bir kıssadan bir cüzü rivayet ederler.
Şahidin mahallinin/konumunun rivayeti ile yetinirler. Ayrıca,
hadisin sadece Tebük olayında değil de hem Tebük de hem de
Tebük’ten başka yerlerde söylenmiş olduğunu varsaysak bile, bu
demektir ki; Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Efendimiz Ali
RadıyAllah’u Anh Tebük’te ve Tebük’ten başka yerlerde
sefere çıktığında daima ehli içinde kendi yerine bıraktı. Bu,
Ali’yi, Rasul’ün vefatından sonra Hilafete atandığına delâlet
etmez. Hadisin, lafızlarının şerhinde ve manasının şerhinde
delâlet ettiği bütün husus şudur: “Seni; Harun’un Musa’nın
yokluğu esnada yerine halefi olması gibi, yokluğumda ve her
yokluğumda ehlim içinde yerime bırakıyor olmamdan razı değil
misin? Ancak Harun bir nebi idi, sen ise nebi değilsin. Çünkü
benim nübüvvetimden sonra nebi yoktur.”
Zira Müslim’in Âmir b. Saad’dan o da babasından rivayetinde şu
geçmektedir: أَمَا تَرْضَى
أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ
أَنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي
“Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda
olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nübüvvet
yoktur.”
Yani, nübüvvetimden sonra demektir. Bu, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in,
Ali’nin kendisine göre konumunu, Harun’un Musa’ya göre
konumuna teşbih/benzetme
yapmasıdır. Yani yerine halef bırakmakta benzetmedir, başka
değil. Rasulullah’ın yokluğu sürecinde halef bırakmaktır,
başka değil. Hadisin tamamının belirttiği gibi Rasul’ün ehli
içinde yerine halef bırakmasıdır. Bir tek hadisin geçtiği
rivayet yerleri çoğalsa da onu manası dışına çıkarmaz, onun
dışındakinin başka bir manasını ona ait kılmaz. Zira Tebük’te
Rasul’ün, yerine adam bırakması ancak ehli içindir, başkası
değil. Bu hakkında şüphe olmayan bir tespittir. Hadisin
Tebük’ten başka yerlerde geçtiğine dair rivayetlerin hepsi de
Tebük’te söylenen nâssın lafzı ve manası ile aynısını
nakletmektedir, Tebük hadisesi esnasında zikredilen “ehli”
dışında “halef bırakma” hususunda bir başka kayd
zikredilmemektedir. Bilakis kesinlikle herhangi bir kayd
zikredilmemektedir. Onun için mana, Tebük rivayetinde geçene
hamledilir/atfedilir. Zira Tebük rivayeti “ehli” ile
kayıtlıdır, diğer rivayetler ise “yerine adam bırakma”
hususunda herhangi bir kayıt olmaksızın mutlaktırlar. Şu halde
mutlak mukayyede hamledilir.
‘Diğer rivayetler geneldir’ denilmez. Zira hadisin lafızları
genellik lafızları değildir. Çünkü ister
أما ترضى
“...razı değilmisin?” diye başlayan rivayet
olsun, ister أنت
“sen...” diye başlayan rivayet olsun v.b.
rivayetlerin hepsinin nâssı Harun’un Musa’nın yanındaki
konumuyla ilgilidir. Şu halde bu söz, belirli bir konuma
hastır ki, o da Harun’un Musa’nın yanındaki konumudur, genel
bir konum değildir. Ancak Harun’un Musa yanındaki konumu, bazı
rivayetlerde mutlak olarak geçmiştir, bir kayıtla
kayıtlanmamıştır. Bu konum, rivayetlerin birisinde geçen “ehli”
kaydı ile kayıtlanır. Zira
mutlak mukayyede hamledilir. Buna göre o rivayetlerin tümü “ehli”
ile kayıdlanır.
Musa’nın şu sözünde Allah Subhenehû ve Teala’tan
talep ettiği diğer hususlara gelince:
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ
أَهْلِي (29)
هَارُونَ أَخِي
(30) اشْدُدْ بِهِ
أَزْرِي (31)
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي
“Bana ailemden bir yardımcı ver. Kardeşim Harun’u. Onunla
sırtımı pekiştir, onu işimde/görevimde ortak et.”
Bu ayette, Harun’un Musa yanındaki konumu ve yerine adam
bırakma hususuna yer yoktur. Zira bu ayet, Musa’nın Allah’tan
kardeşini kendisine yardımcı kılmasını, ona da nübüvvet
vermesini dilediği duadır. Çünkü Musa’nın Allah Subhenehû
ve Teala’dan Harun’un kendisine ortak kılmasını talep
ettiği işi, nübüvvet ve risalettir. Harun’un ortak olması
ancak bu işte olur yönetimde değil. Zira Musa bir yönetici
olmadı, o sadece bir nebi idi. Ayrıca Musa’nın talebi,
kendisine bir yardımcı ve işinde kendisinde bir ortak
verilmesidir, kendisi için bir halef/yerini alacak bir kimse
atanması değildir. Üstelik bu hususlar, Harun’un Musa
yanındaki konumunu açıklayıcı değiller, hâlbuki Harun’un
Musa’nın yanındaki konumunu açıklayan, Musa’nın yokluğu
esnasında kavmi içinde yerini alması için Harun’u ataması
hususudur. Buna göre, Harun’un Musa’nın yanındaki konumu,
yokluğunda kavmi içinde yerini almasıdır. Buna binaen Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in;
بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى
“Harun’un Musa’nın yanımdaki konumu…”
sözünde nübüvvete iştirak
ve yardımcı hususu geçmemektedir. Bilakis bu sözün manası,
kavim içinde yerine adam bırakma hususu ile sınırlıdır, nâslar
bunun dışında başka bir mana taşımamaktadırlar.
Şöyle denilebilir: “Musa bir yönetici idi. Çünkü ona, kendisi
ile hükmetmesi için içinde çözümler ve cezalar olan bir
Şer’iat indirilmiştir. O Beyt-ülmakdis’i/Kudüs’ü ele geçirmek
isteyen bir ordunun komutanıydı. Nitekim kavmi ona; ‘sen ve
Rabbin gidin savaşın’ demişlerdi. Buna göre onun Harun’u kavmi
içinde yerine bırakması, hem nübüvvette hem de yönetimde
yerine bırakmaktır.”
Buna cevap şöyledir: Musa, yönetici olmadı. Kur'an’da ve başka
bir yerde, Musa’nın İsrailoğullarına güç ve otorite ile
hükümler uyguladığına veya onlar üzerinde yönetici olduğuna
dair bir rivayet geçmemiştir. İsrailoğullarını, Musa’nın
Şer’iatı ile yönetenler, Musa’nın kendisi değil ve hayatta
iken başkası da değildir. Onlar, ancak kendisinden sonra gelen
Davud ve Süleyman gibi nebiler ve onların dışında krallardır.
Musa’nın ordulara komutanlık etmesi de hiç hâsıl olmamıştır.
Maide suresinin 19. ile 26. ayetleri arasındaki ayetlerde
Musa’nın orduya komuta ettiğine delâlet eden herhangi bir şey
yoktur. Onlarda olan sadece Musa’nın kavminden mukaddes yere
gitmelerini talep etmesi, onların bunu reddedip ona ‘orada
zorba bir topluluk olduğunu, o zorbalar oradan çıkmadıkça
oraya asla girmeyeceklerini söylemeleri, onun ve Rab’bisinin
gidip savaşmalarını talep etmeleri vardır. Musa ise
gitmemiştir. Bunun üzerine onlar o bölgede kırk sene şaşkın
şaşkın dolaştılar.
Musa’ya, içerisinde çözümler ve cezaların olduğu bir Şer’iatın
indirilmesi hususuna gelince; bu Musa’nın onunla yönettiği
anlamına gelmez. Hâlbuki vakıa şudur: Musa Aleyhisselam
Şer’iatını getirdi ve İsrailoğullarına tebliğ etti, onları
Beyt-ül-Makdis’e yerleştirmeye çalıştı. Fakat onlar Sina’da
yollarını şaşırıp şaşkın şaşkın dolaştılar. Musa
Aleyhisselam zamanında onlar için istikrar hâsıl olmadı.
Şaşkın dolaşmakla cezalandırılmalarının süresi bittikten sonra
oradan sevk edildiler, onları Musa’nın Şer’iatı ile krallar ve
onlardan nebiler yönetti. Kur'an ayetleri bunu birçok surede
açıkça ifade etmektedirler.
Ayrıca, içerisinde Harun’un halef olmasının geçtiği ayetler
açıkça ortaya koymaktadırlar ki, onun halefliği, Musa Allah
Subhenehû ve Teala’ile görüşmeye gittiğinde Musa’ya
nübüvvette halef olmasıdır.
Bunlar A’raf suresindeki 141–155 arası ayetlerdir:
وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاثِينَ
لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ
أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ مُوسَى لأخِيهِ هَارُونَ
اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلا تَتَّبِعْ سَبِيلَ
الْمُفْسِدِينَ
(142)...
وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً “Bir
de Musa’ya otuz geceye vaad ettik ve ona bir on gece daha
ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece
oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: ‘Kavmim içinde benim
yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme’”...
“Bir de Musa, tayin ettiği vakitte huzurumuzda bulunmak üzere
kavminden yetmiş adam seçmişti...”
Bütün bu ayetler; nübüvvetle nübüvvette yerine halef bırakma,
Levhaların alınması, İsrailoğullarının buzağıyı put edinmesi,
v.b. hususlarla ilgilidir. Bu ayetlerde yönetim ve otorite ile
ilgili en ufak bir alaka yoktur. Kimse bu ayetlerin yönetim ve
otorite ile alakalı olduğu şüphesine kapılmaz. Buna binaen,
Musa’nın yönetici olmadığı ve kardeşi Harun’u da kesinlikle
yönetimde yerine bırakmadığı hususunda bir şüphe yoktur.
İşte, ister Tebük hadisesi sebebiyle olsun ister ise mutlak
olarak gelsin konu ile ilgili hadislerin tamamının
manası budur. Zira bu hadisler, Musa’nın Harun’u hayattayken
yokluğu esnasında kavmi içinde yerine bıraktığı gibi, Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in de hayattayken yokluğu esnasında
Ali’yi ehli içinde yerine geçmesi için bıraktığına delâlet
etmektedirler. Bu işle yani Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
Ali’yi yerine bırakması ile Ali’nin Rasul’ün yanındaki konumu,
Harun’un Musa yanındaki konumu gibi olmaktadır. Buna göre, bu
hadislerde, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, kendi vefatından
sonra Ali’nin Müslümanlar üzerine yönetimde halife olmasını
belirlediğine dair herhangi bir delâlet yoktur.
İkinci nâsa, Gadir Humm hadisine gelince;
Müslim’in rivayeti olan sahih rivayette, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem,
Müslümanlara Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabına
sımsıkı sarılmalarını, onlara ikram etmeleri, saygı
göstermeleri, eziyet etmemeleri için ehli beytini tavsiye
etmektedir. Bu hadiste Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in ehli beytini Hilafet için yerine
bıraktığına dair herhangi bir delâlet yoktur.
Zira hadis şöyledir: وَأَهْلُ
بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي
“...Ehli beytim hususunda size Allah’ı
hatırlatıyorum.”
Bu hadiste, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in ehli beytini,
kendi vefatından sonra insanlar üzerinde yönetimde halifeler
yaptığına delâlet eden bir husus yoktur. Lafız gayet açıktır.
Lafzın mantuku ve mefhumundan, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem,
ehli beytini ya da onlardan birisini kendisinden sonra
Müslümanların yönetiminde Hilafete atadığı asla anlaşılmaz.
İkinci, üçüncü v.b. bütün rivayetlere gelince: onlar içinde
geçen hususun dışına çıkmazlar. Zira bu rivayetlerde şu iki
husus vardır:
Birincisi; şu sözüyle Ali’yi mü’minlere mevla yapıyor:
“Allah, benim mevlamdır. Ben de mü’minlerin mevlasıyım. Ben
onlara nefislerinden daha evlayım. Ben kimin mevlası isem, bu
-yani Ali- onun mevlasıdır. Allah’ım onu veli edinene veli ol,
ona düşmanlık edene düşman ol.”
İkinci husus ise; ailesine iyi davranılmasını tavsiye
ediyor, şöyle diyor: “...Ve ehli beytim olan ailemdir.
Muhakkak ki, El-Latif El-Habir bana bildirdi ki, bu
iki değer, Havz’da bana gelesiye kadar bitmeyeceklerdir.”
Bu hadislerin tamamında –sayıların çok olmasına ve
rivayetlerin farklı olmasına rağmen– bu iki husustan başkası
yoktur.
Birinci husus, “veli edinmektir”. Bu konuda bu
nâstan hemen sonra velâyet hadislerinde bahsedeceğiz ve
inceleyeceğiz.
İkinci hususa gelince; bu, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
Müslümanlara; onlara ikram etmeleri, saygı göstermeleri,
eziyet etmemeleri için ehli beyti olan ailesine iyi
davranmalarını tavsiye etmiş olmasından ve onlara ehli beyti
hakkında soracağını, ehli beytinin ve Allah Subhenehû ve
Teala’nın Kitabının Kıyamete kadar birlikte kalacağını
bildirmesinden dışarı çıkmıyor.
Böylece bu hadislerde –Gadir Humm hadislerinde– Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
ailesine iyi davranmalarını Müslümanlara tavsiyesinden fazla
bir şey yoktur. Bu hadislerde, Ali’nin veya ehli beytinin
Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi Vesellem’in vefatından sonra Hilafete
atandıklarına delâlet eden herhangi bir şey yoktur. Şu halde,
Gadir Humm hadisinin rivayet edildiği yukarıda geçen
rivayetlerin tamamına göre Rasul’ün şu sözlerinin neresinde
halife ataması vardır?: “Muhakkak ki size sakaleyn/iki
değer bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve ailem.” “İki
değer hususunda beni nasıl takip ettiğinize bakın!” “O
iki değerin önüne geçmeyin helâk olursunuz, onları ihmal
etmeyin helâk olursunuz.”
Bu nâslarda; Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, ailesi hakkında
Müslümanların dikkatini çekmesi ve onlara iyi davranmalarını
tavsiye etmesinden fazla olarak ne vardır? Bundan; ‘bu,
onların Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in vefatından sonra
Müslümanların üzerinde halife oldukları anlamına gelir’ diye
anlam çıkaran bir kimse olur mu? Öyle bir anlam çıkaran varsa,
bu anlamı nerden çıkartıyor? Sözün mantukundan mı yoksa
mefhumundan mı?
Buna binaen, yukarıda zikredilen rivayetlerde geçen Humm
hadisinde Ali’nin ve ehli beytin Hilafete atandığına delâlet
eden herhangi bir delil yoktur. Böylece bununla delil getirmek
düşmektedir.
Üçüncü nâsa gelince; onlar velâyet hadisleridir.
Bu hadisleri bu lafızlarıyla Buhari ve Müslim tahriç
etmemişlerdir. Ancak bu hadisler, Ali’nin halife olarak
atanmasına delil olarak getirenlerin nezdinde sahih olsalar
bile, ileri sürdükleri metinlerden halife atanması hususunun
çıkartılması mümkün değildir. Çünkü bu hadislerin lafızlarının
tamamı şunlardan dışarı çıkmıyor:
ولي كل مؤمن بعدي
“Benden sonra her mü’minin velisidir...”,
وليكم بعدي
“Benden sonra
velinizdir”, فإنه وليكم
بعدي “Muhakkak ki o,
benden sonra velinizdir...”,
فليوال عليا بعدي
“Benden sonra Ali’yi veli edinsin...”,
فليتول عليا وذريته من بعدي
“Benden sonra Ali’yi ve zürriyetini veli edinsin...”,
أنت ولي كل مؤمن بعدي
“Sen, benden sonra her mü’minin velisisin...”,
ولي المؤمنين من بعدي
“Benden sonra mü’minlerin velisidir...”,
فمن تولاه فقد تولاني
“Kim onu veli edinirse, beni veli edinmiş olur...”,
فإن ولايته ولايتي
“Muhakkak ki onun velâyeti, benim velâyetimdir...”,
وال من والاه
“Onu veli edinenin velisi ol...”
Bu hadisler ve diğer rivayetlerdeki benzerleri,
الولي “veli”,
المولي
“mevlâ”,
الموالاة “velilik,
veli edinme” lafızlarının dışına çıkmıyorlar. Onun için bu
hadisler, ‘velâyet hadisleri’ olarak isimlendirilmiştir.
Bunların tamamını, Gadir Humm hadisinde rivayet ettikleri şu
söz tefsir etmektedir:
اللَّهُمَّ وَالِ مَنْ وَالاهُ وَعَادِ مَنْ عَادَاهُ
“Allah’ım onu veli edinenin velisi ol, ona
düşmanlık edenin düşmanı ol.”
Bu hadislerden kast olunan, onlara yardım etmeleri,
onlarla beraber olmaları, onlara dostluk ve sevgi
göstermeleridir.
Nitekim Kur'an’da da ولي
“veli”, والي
“veli edinme”, تولي
“velisi olma” kelimeleri geçmiştir.
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
وَهُوَ يَتَوَلَّى
الصَّالِحِينَ “O salihleri veli edinir.”
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللَّهَ
وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمْ
الْغَالِبُونَ “Kim Allah’ı, Rasul’ünü ve iman edenleri
veli edinirse, şüphe yok ki hizbullah galip olacakların ta
kendileridir.”
إِنَّمَا وَلِيُّكُمْ اللَّهُ
وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا “Sizin (asıl)
veliniz; Allah’tır, O’nun Rasulüdür, ..., iman edenlerdir.”
إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى
الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ “Onun sultası ancak
kendisini veli edinenler üzerinedir.”
اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا
“Allah iman edenlerin velisidir.”
وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
“Allah mü’minlerin velisidir.”
لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِهِ
وَلِيٌّ “Onlara Allah’tan başka bir veli yoktur.”
وَمَنْ يَتَّخِذْ الشَّيْطَانَ
وَلِيًّا “Kim şeytanı veli edinirse...”
لا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ
وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ
“Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyin.”
فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ
سُلْطَانًا “...Biz velinize bir sulta vermişizdir...”
إِنَّ وَلِيِّي اللَّهُ
“Benim velim Allah’tır.”
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى
الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لا مَوْلَى لَهُمْ
“Bu böyledir; çünkü Allah iman edenlerin mevlasıdır,
kâfirlerin ise mevlası yoktur.”
Lügatte; “veli”, “düşman”ın zıttıdır. “Mevla”;
yardım eden, efendi, demektir. “Velilik”, düşmanlığın
zıttıdır. “Veli”; baba, dede gibi çocuğun işlerini
üstlenendir. Veliyu-l nikâh, veliyu-l mal, veliyu-l yetim gibi
kişiler velisi olduğu kişinin işini kefâletiyle/korumasıyla
üstlenen ve yerine getiren kimsedir. Lisan ül-Arab sözlüğünde
şöyle geçmektedir: “Veli, Allah’u Teâlâ’nın
isimlerindendir. O, nâssır/yardım edendir. Denilir ki O,
âlemin işlerini üstlenen ve yarattıkları ayakta tutandır.” “Veli;
sevene bağlı olarak dost ve yardımcı demektir.”
Ebu Abbâs, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şu; “Ben kimin
mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.” sözü hakkında şöyle
diyor: “yani kim beni severse ve veli edinirse, onu da veli
edinsin, demektir”.
Bütün bunlar, yönetim ve sulta manası dışındadırlar. Hatta bu
hadisin Ali’nin hilâfetini belirlediğini söyleyenlerden bu
hadisi şerh edenler; “mevla” kelimesinin lügat
manasının “yönetim ve sulta” olduğuna dair lügattan açık
herhangi bir mana gösteremediler. Meselâ; Şeyh Abdulhüseyn
Ahmed El-Emini El-Necefî, “El-Gadir” isimli kitabında,
El-Gadir hadisinin şerhinde şöyle diyor:
“Buraya kadar araştırmacı için “mevla”nın “bir şeyin
evlası” manası ile gelmesinden dolayı kızgınlıktan vazgeçmek
kalıyor. Biz feragatta bulunursak onun manalarından birisini
alırız ve o da lafzı müşterektendir.”
“Mevla” kelimesi için yirmi yedi mana ileri sürdükten
sonra bunların içinde “yönetim” ve “sulta”yı zikretmemiştir.
Zira şöyle demiştir: “Mevla” kelimesinin manası yirmi
yedi manaya ulaşmıştır. Hadiste kast olunanın, şu manalardan
mutabık düşen ikisinin olması ancak mümkündür: 1- Rab, 2-
Amca, 3- Amcaoğlu, 4- Oğul, 5- Kız kardeş oğlu, 6- Azad
olunmuş köle, 7- Köle azad eden, 8- Köle, 9- Mülk sahibi, 10-
Tâbi, 11- Kendisine nimet verilen, 12- Ortak, 13- Müttefik,
14- Sahip, 15- Komşu, 16- Konuk, 17- Damat, 18- Akraba, 19-
Nimet veren, 20- Kayıp, 21- Veli, 22- Bir şeyin
evlası, 23- Malik ve azad eden olmayan efendi, 24-
Sevilen, 25- Yardım eden, 26- İşte tasarruf hakkına sahip
olan, 27- İşte yetkili olan.”
Onun ileri sürdüğü manalar işte budur. Görüldüğü gibi “mevla”
kelimesi için “yönetim ve sulta” manasını veren herhangi bir
açık mana ortaya koymamıştır. Onun hadis için bu manaları
açıklarken, onlardan seçtiği şu manaya ulaşıyor ve şöyle
diyor: “Lügat, Arab edebiyatı eserlerinde yapılan kapsamlı
araştırmadan sonra makamın özelliği hususunda, “mevla”
kelimesinin manalarının hakikati “şeyin evlası”
manasından başkası olmadığı görüşüne ulaştık. Bu mana, o
manalardan hepsini kapsayan, onların hepsinden özenle alınmış
bir manadır.”
Bundan da anlaşılıyor ki; “veli” kelimesi, “yönetici”
manasında, “veli edinme” kelimesi de yönetim manasında, hem
Kur'an’da, hem hadiste hem de lügatte geçmemiştir. Lafızlar ya
lügat manası ile ya da Şer’i manasıyla tefsir edilirler. O
halde, “veli” ve “veli edinmek” kelimelerine
bakarak bu hadislerin, manaları Hilafeti Ali’ye ve ehlibeytine
verilmesidir şeklinde tefsir edilmesi nereden geliyor?!.
Muhakkak ki biz, bu hadisleri delil getirenlerle beraber “veli”
kelimesinin manalarına ve “veli edinmek” kelimesinin
manalarına bakarsak bunlara hiçbir nâsta; “yönetimi üstlenmek”
manasının kesinlikle verilmediğini görürüz.
Evet, ولي “veli”
kelimesini الأمر“emr”
kelimesi ile yan yana getirdiğimizde o zaman bu kelimenin
manası “yönetici” olur. Zira o zaman;
ولي الأمر “veliyül
emr” denir. “Velayet hadisleri” diye isimlendirdikleri
hadislerde, hem onların rivayetlerinde hem de başkaların
rivayetlerinde الأمر
“emr” kelimesi ولي
“veli” kelimesi ile birlikte geçmemiştir. O zaman, bu
hadislerde, Rasulullah’tan sonra hilâfeti üstlenmek anlamı
yoktur.
Evet, sadece ولاية
“velayet” kelimesi; -
مولي “mevla” kelimesi,
ولي
“veli” kelimesi,
موالاة “mevala”
kelimesi olmaksızın – birkaç manası olan bir müşterek
lafızdır. Bu manalardan birisi nusret etmektir, birisi de
sulta yani yönetimdir. Onların rivayet ettikleri hadislerin
içinde Kenzül-Ummâl’dan zikrettiği bir hadis vardır. Bu
hadiste ولاية “velayet”
kelimesi geçmektedir. Bunun üzerine bu kelime, lügatin
belirlediğine göre “yönetim” anlamına gelir denilebilir.
Buna cevap şudur: Bu kelime o hadiste
تولي “veli edinmek”
manasında geçmiştir. Hadisin nâssı/metni buna delâlet
etmektedir. Onu delil getirenlerin rivayet ettiklerine göre
hadisin metni şudur: “Allah’ım, bana iman eden ve tasdik
eden kimse, Ali b. Ebu Talib’i veli edinsin. Zira onun
velayeti benim velayetimdir. Benim velayetim ise Allah’u
Teâlâ’nın velayetidir.”
Bu metin, “velayet” kelimesinden kast olunanın nusret
etmek olduğunu belirlemektedir. Zira Rasul kendisine iman eden
kimsenin Ali b. Ebu Talib’i veli edinmesi için dua ediyor.
Çünkü onu veli edinen Rasulü veli edinmiş olacağını, Rasulü
veli edinenin Allah’ı veli edinmiş olacağını bildiriyor. İşte
bu hadiste geçen “velayet” kelimesinin manası budur.
Onun için velayet kelimesinin bulunduğu cümle
ف “fe” tabiri ile
başlamıştır. ‘Onun sultayı alması benim almamdır’ şeklinde
anlaşılması mümkün değildir. Bilakis ondan sadece; ‘Onun
nusreti benim nusretimdir’ manası anlaşılır.
Böylelikle, Ali RadıyAllah’u Anh’un Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
vefatından sonra mü’minlerin velisi ve mevlası olduğunun,
mü’minlerin de onu veli ve mevla edinmeleri gerektiği ortaya
çıkar. Çünkü onun velayetinin Rasul için velayet olduğunun
içinde geçtiği bu hadislerin tamamında, lügat ve Kur'an
nâsları bakımından, hem kelime manası bakımından hem de bu
kelimenin zikredilen hadislerde geçen cümlelerdeki konumu
bakımından “yönetimi üstlenmek” manasının verilmesinin mümkün
olmadığı görülmektedir. Şu halde bu hadisler, Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in
Ali RadıyAllah’u Anh’yu vefatından sonra hilâfete
atadığına dair delil olmaları uygun olmamaktadır. O zaman
onlarla delil getirmek de düşmüş olur.
Burada iki meseleye dikkat çekmemiz gerekiyor:
Bunlardan birisi şudur: Kelimenin belirli bir maddeden
türemiş olması bu maddeden türemiş, bütün kelimelerin bir
manada birleşir ve onlardan birisine başka bir mana verilir,
anlamına gelmez. Bilakis lügat birden çok kelimeyi bir manaya
verebilir. Bazen de kelime, onun için koyduğu ancak bir tek
mana verip, bu manayı başka kelimelere vermez. Bunların
tamamı, Arapların kullanımına göre olmaktadır. Şu halde
kelimelerin türemede birleşmeleri manada birleşmeleri anlamına
gelmez. Bilâkis kelime manasını türediği maddeye
bakılmaksızın, Arapların kendisi için koyduğu manadan alır.
Zira جاء kelimesi
ve أجاء
kelimesi ikisi de aynı maddeden türemişlerdir.
Buna rağmen, جاء
kelimesinin manası أتي
“gelmektir”. أجاء
kelimesinin manası ise
الجاء “sığındırmak,
korumaktır”. النضو
kelimesinin ن“nun”u
esireli olursa “zayıf, arık” manasında olmakta,
النضو
şeklinde yaniن
“nun”u üstünlü olursa “eski, yıpranmış
elbise” anlamına gelmektedir.
مولي “mevla”
kelimesinin manalarında; “işte tasarruf yetkisi olan”, “işi
üstlenen”, “insanların evlası” anlamlarının olması;
ولي الأمر “veliyül
emr” kelimesi “yönetim ve otorite” demek olduğundan
ve ikisi (مولي “mevla”
ve ولي “veli”)
kelimeleri aynı maddeden türedikleri için,
مولي “mevla”
kelimesinin “yönetim ve otorite” anlamında olması demek
değildir. Zira مولي
“mevla” mana bakımından
ولي الأمر “veliyül
emr”den başkadır.
“İşte tasarruf yetkisine sahip olmak” ve “işi
üstlenmek” de mana bakımından
ولي الأمر “veliyül
emr”den başkadır. Zira ولي
الأمر “veliyül emr” yöneticiye hastır.
مولي
“mevla” kelimesinin bir çok manası vardır,
bunların içinde “yönetim” yoktur. “İşte tasarruf
yetkisine sahip olan” her işte tasarrufta bulunan olması
özelliğinden dolayı “yönetici” demek değildir.
مولي “mevla”
kelimesinden, onun “yönetim” anlamına geldiği
anlaşılmaz. Çünkü lügat ona bu manayı vermemiştir.
Mesele kelimeyi manalandırırken, kişinin kelimelerin
toplamından ya da çeşitli delâletlerden anladığına göre değil
de Arapların o kelimeye verdiği manada durulması
meselesidir. Buna binaen, Araplar
مولى “mevla”
kelimesine açıkça “yönetim ve otorite” manası
vermediklerine göre bu kelime kesinlikle öyle tefsir edilmez.
İkinci meseleye gelince, o da şudur: Ne olursa olsun
cümledeki karineler, kelimeye Arapların sözlerinin açıklığında
o kelimeye verdikleri manadan başka bir mana vermezler. Zira
karineler, kelimenin ortak ya da zıt manalardan birisini tayin
ederler ve o manayı diğerlerinden ayırırlar. Bu karineler,
kelimeye Arapların onun için koymadığı yeni bir mana vermezler.
مولي “mevla”
kelimesi, müşterek bir lafızdır. Bu kelimenin içinde geçtiği
cümleler ona bu manalardan bir manayı tayin ederler, fakat ona
yeni bir mana vermezler. مولي
“mevla” kelimesinin; kendisine sakaleyn/iki
değer hadisi yada El-Gadir hadisi denilen hadiste geçmiş
olması ve Müslümanları Rasul’e itibarlarına binaen Ali’ye
itibar etmeye teşvik eden cümlelerden bazı karinelerin geçmiş
olması, ona yeni bir mana yani Ali’nin Rasul’den sonra
yönetici olması manasını lügat ona vermediği sürece verilmez.
Buradan açığa çıkıyor ki; El-Gadir hadisinden ve içinde
مولي
“mevla”, ولي
“veli” kelimesinin geçtiği diğer
hadislerden, Ali’nin halife olduğu hükmü çıkartılmaz. Araplar
bu kelimelere bu manayı açıkça vermemiş olduklarından dolayı
bu olmaz...