KIVRAK ZEKÂNIN ÜMMETE ETKİSİ Ümmet, aynı
inanç etrafında toplanan, sistemi ve rejimi, bu inançtan doğan
insanlar topluluğudur. Bu tanıma göre, Arap olsun Türk olsun veya
Fars olsun tüm fakihler, ümmetin bireyleridir. Zira tüm fakihleri,
kabul ettikleri sistemi doğuran tek bir inanç bir araya
getirmektedir. Mü’minlerin Emiri de insanlarla aynı akideyi paylaştığı
için ümmettendir. Ümmetin bireyleri ise birey olmalarına karşın
insanlarla, aynı inanç etrafında toplandıkları için ümmettendirler.
Bireylerini, "milliyetçilik" ve "kabilecilik"
düşüncesiyle bir araya toplayıp bir varlık oluşturan "halk"ın
bireylerinde, her ne kadar kıvrak zekâ bulunsa da topyekün halkta,
kıvrak zekâdan söz edilemez. Çünkü kıvrak zekâ, halk mefhumuna
uygun değildir. Zira "halk" ve "kabilecilik"
kavramları, bünyesinden -insan, hayat ve kâinat hakkında- kapsamlı
bir düşünce çıkarmaya elverişli değildir. Bünyesinden birtakım
mefhumlar doğuramayan bir sistem, hayat nizamı olarak karşımıza
çıkabilir. Fakat tüm insanların karşısına, tek bir üslûpla çıkması
mümkün değildir. Çünkü onların hayata bakışları farklıdır.
Bu nedenle "halk"ta ve "oluşum"da,
kıvrak zekânın izini aramak boşunadır. Çünkü "halk",
bir sisteme sahip olsa da bu sistem, insan, hayat ve kainat hakkında
kapsamlı düşünceden doğmadığı için, kıvrak zekâyı meydana
getirmeye elverişli değildir.
Ferde veya fertlere, kıvrak
zekâ yetisini kazandırmak için, bünyesinde bir sistem doğurabilecek
ortak bir inancın mevcut olması zorunludur. Bu nedenle Arap, Türk
ve Fars topluluklarını veya bu toplulukların her birini, ayrı ayrı
düşünerek onlarda kıvrak zekâyı oluşturmak ve "kıvrak
zekâ"nın onları etkilemesini beklemek mümkün değildir.
Çünkü her bir topluluğun bireyleri arasında, kan ve kitle bağından
başka bir bağ yoktur. Böylesi bir bağdan, bir sistemin doğması mümkün
olmadığına göre bu tip oluşumlara, kıvrak zekâyı aşılamak da
mümkün değildir. O halde kıvrak zekâ, ümmetlerde meydana gelir.
Etkisini de ancak, ümmet bünyesinde gösterebilir. Halk kitleleri bünyesinde,
kıvrak zekâ barınamaz. Demek ki, kıvrak zekâ eğitiminde kişinin,
ümmetin bir ferdi olması gerekir ki bu kişinin inancından, bir
sistemin meydana gelmesi mümkün olabilsin.
Mesela Araplara, halk
ve milliyet temeli üzerinde kıvrak zekâ aşılanamaz. Kıvrak zekânın
aşılanabilmesi için, kendi sistemini oluşturacak ortak bir inancın
mevcut olması gereklidir. Zira haksızlığın ortadan kaldırılması
veya tehlikenin bertaraf edilmesi için söz ve eylem, bir tek mefhuma
yönelmelidir. Zaten anında kavrama ve karar verme mekanizması, bu
mefhumda somut hale gelir. Önceki örnekte kadının kocasını şikâyet
etmesi, kadına âdil davranılması ve ona haksızlık yapılmaması
anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayış, inancın doğurduğu
sistemde mevcuttur. Böyle bir anlayış olmasaydı, kıvrak zekâ nasıl
somutlaşırdı? Bir etki gösterebilir miydi? Aynı şekilde benzin
örneğinde şoförün, akan maddenin benzin olduğunu anlaması da
benzinin, tehlikeli bir madde olduğu anlayışına dayanmaktadır. Şoför,
kayıtsız bir kişi olsaydı bu, onun böyle bir anlayışa sahip
olmadığı anlamına gelecekti. Kavrama eylemine giden yol, mefhumdan
geçer. Mefhum, bir etki unsurudur. Eğer bu mefhum, kesin bir inançtan
doğarsa etkiye sahip olur. Aksi takdirde, herhangi bir etki gösteremez.
Bu nedenle, ümmette ve ümmetin bireylerinde oluşması ve etkisini göstermesi
için, kıvrak zekâ eğitiminin yapılması kesinlikle gereklidir. Bu
eğitimin, ümmet veya ümmetin bireyleri çerçevesinde verilmesi
zorunludur. Başka bir ifadeyle kıvrak zekâ eğitimi; bir sistemi
oluşturan, aynı inanç etrafında toplanan insanların, güçlü bir
inançtan doğan mefhumlarına dayanmalıdır. Kıvrak zeka eğitiminin
ve etkisinin, ancak ümmette ve bireylerinde gerçekleşebileceği şeklindeki
ifademiz de bu anlayışa dayanmaktadır.
Fakat ayrı bölgelerdeki
oluşumlarda, yapılanmalarda, devletçiklerde rastlanan ve bazılarının,
"kıvrak zekâ" diye adlandırdıkları unsur, kıvrak
zekâ değil, kıvrak gözlemdir. Çünkü kıvrak zekâ; sağlam bir
akideden doğan bir mefhumla bağlantılı bir söz, iş, oluş ve
eylem hakkında anında kavrama ve karar verme mekanizmasıdır.
Kıvrak gözlem ise kıvrak
zekâdan farklıdır. Kıvrak gözlem; bir söz, iş, oluş ve eylemin
bizzat kendisi hakkında yapılan gözlemdir. Bu tür gözlemin, söz
konusu söz, iş oluş ve eylem ile belli bir mefhum arasındaki ilişkisini
gözlemlemekle ilgisi yoktur. Kıvrak gözlem, kıvrak zekâyla birtakım
benzerlikler gösterse de farklı bir unsurdur. Kıvrak gözlem, her
insanda bulunabilir. Fakat kıvrak zekâ, ancak ümmet yapısı içinde
meyvesini verebilir. Başka bir ifadeyle kıvrak zekânın ümmet yapısı
içinde gerçekleşmesi; etkili olmasının koşullarından biri olduğu
gibi, aynı zamanda kıvrak zekâ eğitiminin ve oluşumunun da bir koşuludur.
Zira bir etkiden söz edeceksek, sistemleri ve mefhumları meydana
getiren bir akidenin varlığından da söz etmemiz gerekir. Üstelik
hızlı kavrama ve kıvrak zekâ eğitimi, ancak bir mefhuma göre gerçekleştirilebilir.
Bu anlayışın, herkes tarafından kavranabilir olması için de
kaynağını, ortak bir inançtan, ideolojiden alması gerekir. Bu
ise, ancak ümmet yapısı içinde gerçekleşebilir. Ümmetin tüm
fertlerinde, böyle ortak bir anlayış meydana getirilmedikçe kıvrak
zekânın, topyekün ümmette bir etki oluşturması güçleşir.
Demek ki kıvrak zekâ, ancak bir ümmet bünyesinde gerçekleşebilir.
Bir halkın veya buna benzer bir oluşumun bünyesinde gerçekleşmesi
ve böyle bir bünyede etki göstermesi ise oldukça zordur.
Batı, İslâm ümmetinin
bir akide etrafında toplandığını fark etmiş; bu yüzden
mefhumları, akideden ayırmaya çalışmıştır. Zamanla birtakım
belli mefhumları, akideden ayırmayı ve ondan koparmayı başarmıştır.
Artık ümmet bünyesinde, kıvrak zekâya önem verilmez olmuş,
hatta etkisini göstermeyecek biçimde yok olmuştur. Kıvrak zekâyı,
insanların iç dünyalarına tekrar kazandırmak için, mefhumların
yeniden diriltilmesi ve bu mefhumların akideyle irtibatının sağlanması
kaçınılmazdır. Başka bir deyişle akideyle hayat hakkındaki
mefhumlar arasında, yani nizamlar arasında bağlantı kurmak şarttır.
Bu şekilde hem insanlara kıvrak zekâ kazandırılmış hem de kıvrak
zeka, doğal bir biçimde etkisini göstermiş olur.
Anında kavrama ve
karar verme mekanizması olan kıvrak zekâ, ümmetin kendine özgü
mefhumları anladığı oranda etkisini gösterir. Ümmetin bu
mefhumları anlayıp özümsemesi ise bu mefhumların, akideyle ne
kadar bağlantılı olduğuna bağlıdır. Mefhumlar, ümmet tarafından
anlaşılıp onun bünyesinde yerleştiğinde kıvrak zekâ, ümmetin
bünyesine doğal bir biçimde yetiştirilebilir. Kıvrak zekânın
etkisi de mefhumların, akideye bağlanma gücü oranında güçlü
olur. Örneğin politika, ilim, irfan, savaş ve direniş gibi
konular, akideye bağlı değildir. Bu gibi meselelerin, insanî olması
hasebiyle insanla; hayat ve tehlikeyle ilgisi vardır. Bunların,
akide ile bağlantısı olmadığı söylenebileceği gibi bu konuda,
çeşitli fikirler de ileri sürülebilir.
Ancak şu bir gerçektir
ki bu meseleler, insanî olması nedeniyle insanı ilgilendiren
meselelerdir. Hayatın gerçeklerine vakıf olabilmesi için insanın,
hayatla ilgili bir temeli olmalıdır. Hayatın temeli ise inançtır.
Bu nedenle bahsettiğimiz meselelerin, temelinde akideye bağlı olması
kaçınılmazdır. Bu gibi meselelerde kıvrak kavramayı ve kıvrak gözlemi,
yani kıvrak zekâyı kullanmak mümkündür. Ancak meselelerle akide
arasında bir bağlantı kurulup buna göre bir yaklaşımda
bulunulmuyorsa, burada sadece kıvrak gözlem söz konusu olabilir; kıvrak
zekâdan söz edilmez. Kıvrak zekânın söz konusu olması için
meselenin, hayatın temeliyle, yani akideyle irtibatlandırılması
gerekmektedir. Ancak bu şekilde kıvrak zekâ meydana gelir. Mesele
ile akide arasında bağ kurulmazsa, o zaman söz konusu olan sadece
ve sadece kıvrak gözlemdir.
Benzin örneğinde,
akan sıvının görülmesi ve bu sıvının benzin olduğunun farkına
varılması ile aynı yöne devam edildiği takdirde, doğacak tehlike
arasında bir bağ vardır. Akan sıvının benzin olduğunu fark eden
kişi eğer bir Müslümansa, kendisini tehlikeye atmamasını öngören
ideolojiyle irtibat kurarak, yönünü değiştirir ve akan maddeye
yaklaşmaz. Aynı şekilde Ömer (ra) olayında, Ömer (ra)’ın yanında
bulunanlardan biri; "kocam gündüz sâim, gece kâim"
sözleriyle, kadının kocasını övmediğini, aksine onu şikâyet
ettiğini anlamıştı. Bu adam, şikâyete muhatap organın Mü’minlerin
Emiri olduğunu ve şikâyet edilen kişinin ise kadının kocası
olduğunu kavramış; bu bilgiler ışığında kadının kocası üzerindeki
haklarına, Allah için edâ edilen gece namazı ve farz olmayan gündüz
orucundan daha fazla öncelik tanıyan bir inançla bağ kurmuştu.
Kul hakkının, Allah hakkından önce geldiğine karar vermiş; sonuçta
sadece kıvrak gözlem unsuru değil, aynı zamanda kıvrak zekâ
unsuru da gerçekleşmişti. Burada kıvrak zekânın, inanca bağlı
olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu iki örnekten de açıkça
anlaşıldığı gibi kıvrak zekâ etkisini, aynı inanç etrafında
toplanan ümmetin bünyesinde gösterir. Bu etki, "halk"
mefhumunun bünyesinde görülmez. Zira "halk"
mefhumunda kıvrak zekâ değil, sadece kıvrak gözlem gerçekleşir.
Bu bağlamda kıvrak zekâ, "halk" bünyesinde değil,
"ümmet" çerçevesinde meydana gelir. Eğer
"halk" çerçevesinde gerçekleşirse, sadece kıvrak gözlem
gerçekleşmiş olur. Bu nedenle insanlara kıvrak zekâ yetisi kazandırılmak
ve bu yolda bir etki oluşturulmak isteniyorsa bunun, "halk"
bazında değil, “ümmet” çerçevesinde olması gerekir. Bunun önemi,
iki noktada karşımıza çıkar:
a-
Kişiye kıvrak zekâ kazandırma çalışmalarında ihtiyaç duyulması,
b-
İnsanlara yaptığı etki bakımından.
Kıvrak zekânın
insanlara yaptığı etki, gün gibi ortadadır. Çünkü etki, bir şeyin
ancak insanları bir araya getiren aynı ortak inancın, ideolojinin
ön gördüğü biçimde kavranmasıyla sağlanır. Eğer bu ortak
inanç yoksa, etkinin hedefi nasıl algılanabilir? Bir gösterge veya
hedef olmaksızın bu nasıl gerçekleşebilir? Söz konusu gösterge
veya hedef olmadan etkiden söz edilebilir mi?
Aynı şekilde kavrama
unsuru da kıvrak zekâ için zarurîdir. Kavrama olmadan, ne kadar kıvraklık
mevcut olursa olsun, kıvrak zekâdan söz etmek mümkün değildir.
Zira kıvrak zekâ, kastedilen şeyi anında kavramaktır. Bu ise
ancak, bağlantılar kurarak sağlanabilir. Evet zaman zaman muhatabın,
ne demek istediği hızlı bir biçimde algılanabilir. Fakat buradaki
kavrama biçimi kıvrak zekâdan değil, kıvrak gözlemden ileri
gelmektedir. Örneğin; sizin kim olduğunuzu öğrenmek isteyen
birinin, soruyu sormaktaki amacını algılayabilirsiniz; seri bir biçimde
bu sorunun altında neyin yattığını kafanızda biçimlendirir ve
onun amacına hizmet etmeyecek seri bir cevap verebilirsiniz. Zira bu
kişinin, ne öğrenmek istediği ile sorusu arasında bağlantı
kurarak bir kavrama yoluna gidersiniz. Bu kıvrak zekânın değil, kıvrak
gözlemin örneğidir. Çünkü buradaki kıvrak kavrama unsuru;
muhatabınızla paylaştığınız aynı inançtan, ideolojiden değil,
bu soruyla neyi kastettiğini öğrenmenizden ileri gelmektedir. Dolayısıyla
adamın amacını öğrenmek için, akide ve akideden çıkan hükümlerle
bağlantı kurulmadığından ve emrivâki bir şekilde öğrenilmiş
olduğundan burada, kıvrak gözlem söz konusu olup kıvrak zekâdan
söz edilemez.
Bunun yanısıra
akideyle bağlantı kurmadan, amaç hakkında elde edilen bilgi, eksik
bilgidir; zira emrivâkiden veya daha başka faktörlerden doğmuştur.
Bu ise doğru sonuç verebileceği gibi, vermeyebilir de. Bu nedenle böyle
bir bilgi, eksik bir bilgi olduğundan kıvrak zekâyı değil, yalnızca
kıvrak gözlemi doğurur. Zira burada mesele, seri bir biçimde olayı
kavramaktan ibârettir. Bu kavrama sonucu ortaya çıkan bilgi, asıl
bağlantı kurulması gereken unsurdan yoksun olduğu için de
kesinlikle eksiktir. Çünkü kişi ile muhatabı arasında var olan
inançla, bağlantı kurmaktan uzaktır. Dahası inanç dışında bir
unsurla bağ kurulduğu için, bağ kurma işleminden tamamen
yoksundur. Burada hızlı bir şekilde kavrama gerçekleşse bile
kavrama işlemi, ortak bir inançtan kaynaklanmadığından, kıvrak gözlem
olarak yerinde sayar.
Konuşan kişinin ne
demek istediğini öğrenmek, sadece kıvrak gözlem sâyesinde olmaz.
Kıvrak gözlem, eksik bir bilginin yansıtılmasıdır. Muhatabın
maksadını öğrenmek için (kıvrak gözlemle beraber) bağlantı da
kurmak gerekir. Kıvrak zekâ, bu aşamadan sonra doğar. İşte bu
gerçek, etki işleminin halka değil, ümmete yönelik olduğunu gösterir.
Kısaca kıvrak zekâ
etkisini, kişinin olayı anında algılayıp inançla ve inançtan doğan
hususlarla bağlantı kurmasından sonra gösterir. Sadece olayı
kavramak, kıvrak gözlemi doğururken; olayı inançla irtibatlandırmak,
kıvrak zekâyı meydana getirir. Ancak her iki durumda da muhatabın,
ne demek istediğini, söz, iş, oluş ve eylemin seyrinden anlamak mümkündür.
Fakat bu söz, iş, oluş ve eylemin algılanması, inançla
irtibatlandırılmadığı müddetçe eksik kalır. Bu kavrama unsuru,
ideolojiyle irtibatlandırıldığında bilgi, eksiksiz ve sağlam bir
bilgiye dönüşür.
Bu nedenle şu iki
unsura dikkat etmek gerekir:
Birincisi;
söz, iş, oluş ve eylemin anında algılanmasıdır ki, bunun
sonucunda kıvrak gözlem meydana gelir. Bu ise, hem ümmet hem de
halk bazında ortaya çıkabilecek genel bir unsurdur.
İkincisi
ise; söz, iş, oluş, eylem ile inanç ve inançtan doğan unsurlar
arasında bağlantı kurmaktır. Bu ise, ümmete özgü bir unsur olup
kesin bir biçimde kıvrak zekâyı doğurur. Bu nedenle etki alanı,
sadece halkı değil ümmeti de içine almalıdır. Çünkü ümmet,
bu etkiye en açık hedef olup bu hedef gerçekleştirildiğinde, doğal
bir kıvrak zekâya sahip olur. Öte yandan bağlantı kurma işlemi,
kıvrak zekânın zorunlu unsurlarından biridir. İnançla bağlantı
kurmadan kıvrak zekâ gerçekleştirilemez. Bu nedenle etki unsuru,
inanç veya inançtan doğan hükümler ve fikirler aracılığıyla
ümmete yönelik olmalıdır.
|