DAVET TAŞIYICISINA YARDIM |
|
Daha önce daveti taşıyan kimsenin
istisnalar haricinde peygamberler gibi çalışması
gerektiğini, peygamberlerin ise dinin kökeninde, akidede en güzel
örnek olduklarını söylemiştik. İşte bu bağlamda, Allah’ın,
Nebilerine ve Rasüllerine yardımı konusuna değinilmesi
gerekmektedir. Allah (cc) Nebilerine ve Rasüllerine yardım
ettiği gibi, davetini taşıyanlara da yardım eder. Ancak Allah
(cc) tarafından gelecek olan bu yardım, nasıl ve ne zaman
gelecektir? İşte bu sorular konu ile ilgili âyetlerin
incelenmesini, ele alınmasını gerektirmektedir.
Kur’an’da Nebilerin ve Rasüllerin kıssaları
incelendiği zaman, Allah’ın onlara yardımının üç
şekilde geldiği görülür:
Bir: Karşıtlarına, kavmine ve kendisine
inanmayanlara karşı bizzat Nebinin kendisine yardım.
İki: Davetine veya taşıdığı fikre
yardım.
Üç: Hem Nebinin kendisine hem de davetine
yardım.
Allah (cc) Nebileri olan Nûh’a, Hûd’a,
Salih’e, Şuayb’a ve Lût’a; kavimlerine karşı yardım
etmiş, kavimlerini helak etmiş; azabın çeşitli türleri ile
onları yerle bir etmiştir. Bu, yardımın birinci türünü oluşturmaktadır,
yani bizzat Nebinin kendisine yardımdır.
Allah (cc) Nebilerinden Yunus ve Mûsa’nın
taşıdığı fikre ve davete yardım etmiş, hem Yunus’un hem
de Mûsa’nın kavmi iman etmiştir. Bu ise yardımın ikinci türünü
oluşturmaktadır.
Allah (cc), Nebisi Muhammed (sav)’e; Kureyş’den,
Yahudilerden, yarımada ve civarında bulunan diğer Araplardan
olan düşmanlarına karşı yardım etmiştir. Yine
taşıdığı düşünceye, davetine, dinine yardım etmiş,
Araplar ve diğer insanlar İslâm’a inanmışlardır. Bu ise
yardımın üçüncü türünü oluşturmaktadır.
Allah Subhanehu, ya Nebisine ya Nebisine
indirdiği şeriata veya hem kendisine hem de şeriatına
yardım eder. Bu mesele, konuya delâlet eden çok sayıdaki
âyetlerin ortaya konulmasını gerektirmeyecek kadar açıktır.
Nebilere ve Rasüllere gelen bu yardımlar ya
Alemlerin Rabbına nispet edilir ya da bu Nebilere ve Rasüllere
yardım eden insanlara nispet edilirler. Her iki duruma delâlet
eden bir çok ayet vardır. Birinci duruma delâlet eden
âyetler şunlardır:
“Nuh da daha önceleri bize niyaz etmişti.
Onun duasını kabul edip kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan
kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı, ona yardım
ettik. Doğrusu onlar fena bir kavimdi. Ve hepsini suda boğduk.”
*
“(Lut) Dedi ki: Rabbim bozgunculara
karşı bana yardım et.”
*
“Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp
yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara
yardımımız gelmiştir. Böylece dilediğimizi kurtarırız.
Azabımız suçlu kavimden geri çevrilmeyecektir.”
*
İkinci durumu ilgilendiren âyetler ise
şunlardır:
“İman edip hicret edenler, Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri
barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin
dostudurlar. İman edip hicret etmeyenlerle, hicret edinceye
kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım
isterlerse yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki
sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavim aleyhinde değil.
Allah işlediğinizi hakkıyla görücüdür.”
*
“...O peygambere inanıp ona saygı gösteren,
yardım eden, onunla birlikte gönderilen nura uyanlar yok mu,
murada erenler işte onlardır.”
*
“Hani Allah peygamberlerden ahid
almıştı. And olsun ki size Kitab’ı, hikmeti verdim. Sonra
sizde olanı tasdik edecek bir peygamber geldiğinde mutlaka ona
inanacak ve yardım edeceksiniz...”
*
Görüldüğü üzere birinci gruptaki
âyetlerde yardım Allah’a nispet edilirken, ikinci gruptaki
ayette ise insanlara nispet edilmektedir.
Allah (cc), Nebilerine ve Rasüllerine yardım
ettiği gibi bu Nebilere ve Rasüllere inanan, Allah’a itaat
eden mü’minlere de yardım edecektir. Yani Nebilerin
şeriatına inanan, getirdiği hükümlere bağlı kalan,
emirlerine itaat eden ve yasaklarından da sakınan kimselere
Allah’ın yardımı gelecektir. Bir başka anlamda, davet
taşıyana -ki burada söz konusu odur- Allah Subhanehu’nun
yardımı inecektir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki biz elçilerimize ve iman
edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik
edecekleri günde yardım ederiz.”
*
Allah Subhanehu, mü’minlere olan yardımı
belli bir sıralamaya tabi tutmaktadır. Yani davet
taşıyıcıların yaptıkları gibi, dinin hükümlerine bağlı
kalacak olanlara yardım edecektir. Çünkü davet taşıyıcısı,
bağlılık ve itaat açısından zirvede bulunmaktadır.
Buraya kadar anlatılanları özetleyecek
olursak: Allah Subhanehu, Nebilerine ve Rasüllerine; Nuh,
Hûd, Salih, Şuayb ve Lût (as)’da olduğu gibi doğrudan
yardım etmiştir. Veya bizim Rasülümüz (sav)’de olduğu gibi
başkaları aracılığı ile yardım etmiştir. Zira Allah (cc)
Medine halkı aracılığı ile Rasülü’ne yardım etmiş ve
onları “ensar” olarak isimlendirmiştir.
Allah Subhanehu, Nûh, Hûd, Salih, Şuayb ve
Lût (as)’da olduğu gibi bizzat kendilerine yardım etmiş;
Musa ve İsa (as)’da olduğu gibi hem kendisine hem de
şeriatına yardım etmiştir. Allah Subhanehu’nun kudreti,
büyük Nebilerde Rasüllerde olduğu gibi bazen hayatlarında,
İsa (as)’da olduğu gibi bazen ölümlerinden sonra yardım
etme şeklinde tecelli etmiş ve Allah’ın, göğe yükseltmesinden
sonra İsa (as)’ın şeriatı muzaffer olmuştur. Aynı hal
daveti taşıyanlar için de geçerli olmuştur. Bazen Allah’ın
yardımı doğrudan doğruya gelmiş; bazen de başkaları
aracılığı ile yardım ederek onlara zafer vermiştir.
Yardım/zafer, bazen hayatlarında iken kendilerine bazen de
öldükten sonra onların davetlerine gelmiştir.
Davet taşıyıcılarına yardımın/zaferin
bu türlerden yalnızca biri ile ineceğini söylemek veya iddia
etmek doğru değildir. Böyle bir söz söylemek ve iddiada
bulunmak doğru olmadığı gibi caiz de değildir. Çünkü
davet taşıyıcılarına gelecek olan yardımı tahsis edici
olmadan, bu türlerden birisi ile tahsis etmek akli bir çıkarsamadır,
şer'î değildir. Dolayısıyla daveti taşıyanlar, şer'î
hükme muhalefet etmekten sakınmalıdır. Hevasına uyarak, bu
yardım türlerinden birisini alıp diğerlerini bırakmak,
uzaklaşmak doğru değildir. Mü’minlere inecek olan yardımın/zaferin
Allah katında olduğu; arzulara ve akli çıkarımlara
tabi olmaktan uzak durulup; Allah’a itaat ederek, hükümlerine bağlanıldığında,
daveti taşıyanlara yardım edeceği unutulmamalıdır.
Yardımın/zaferin Allah katında ve Allah’ın
elinde olduğu âyetlerde şöyle belirtilmektedir:
“Bu yardımı Allah size sırf bir müjde
olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa
zafer, ancak Aziz ve Hakim olan Allah’tandır.”
*
“...Hatta peygamber ve beraberlerindeki mü’minler,
Allah’ın yardımı ne zaman, diyorlardı. Biliniz ki Allah’ın
yardımı elbette ki pek yakındır.”
*
“Allah’ın yardımı ve fetih
geldiğinde...”
*
“Rahman’ın azabından sizi kurtaracak
kimdir? Yoksa şu ordunuz mu? Kafirler ancak aldanma içindedirler.”
*
“Allah’tan başka yardım edecek
adamları da yoktu. Kendi kendini de kurtaramadı.”
*
“Nihayet onu da sarayını da yerin dibine
geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek kimsesi de
yoktu.”
*
“Göklerin ve yerin mülkünün, hakikaten
Allah’ın olduğunu ve sizin için Allah’tan başka bir
sahip ve yardımcı olmadığını bilmez misiniz?”
*
Şimdi zaferin yalnızca Allah’ın elinde
olduğuna ve Allah’ın emri olmadan da zafer gelmeyeceğine göre
acaba müslümanlar, bu zaferin sebeplerine sahip midir, yoksa
yalnızca şartlarına mı sahiptirler? Bir başka ifade ile: müslümanlar,
bu zaferin nedenleri aracılığıyla diledikleri zamanda ve
diledikleri şekilde yardımı indirebilirler mi? Yoksa iş böyle
değildir ve de müslümanlar ne yaparlarsa yapsınlar, nasıl
uğraşırlarsa uğraşsınlar; zaferin/yardımın iniş vaktini
ve keyfiyetini belirlemeye sahip değildirler ve sadece Allah’ın
(cc) takdir ettiği zamanda ve keyfiyette, onlara zaferi ikram
edeceği gerekli olan şartları gerçekleştirme gücüne mi
sahiptirler?
Zaferle/yardımla alakalı âyetleri
inceleyen kimse, bu âyetlerden, zaferin tıpkı 'rızık' gibi
Allah’ın kazası olduğu sonucunu çıkarır. Zafer, tıpkı
rızık emri gibi yalnızca Allah’ın elindedir. Nebiler ve
Rasullerden olsa bile Allah’ın kazası, insanların değil
Allah’ın elindedir. Rızık bir kaza olduğu gibi; ömür, yağmurun
ve zaferin inmesi de kazadır. Kaza ise, yaratılanlardan
herhangi bir kimsenin elinde değil yalnızca Allah (cc)’ın
elindedir. İnsan, rızkını, zamanını ve miktarını tahdit
etmeye, ömrünün uzunluğunu ve kısalığını belirlemeye,
yağmurun inme zamanını ve miktarını tespit etme gücüne
sahip olmadığı gibi; zaman ve miktar olarak zaferin/yardımın
inmesini sağlama gücüne de sahip değildir. Zira bunların
tamamı kazadır. Konu, Allah’ın hükmettiği diğer kaza türlerinden
birisi olması açısından ele alındığı zaman, herhangi bir
kimsenin, zaferi doğuracak bir sonucun sebeplerine sahip
olmadığı görülür. Eğer zafer, herhangi bir insanın
elinde olmuş olsaydı istenilen sonucu doğuracak sebepleri
getirmekten geri durmazdı. Nebiler ve Rasuller ihtiyaç
duydukları anda bunu hemen indirirlerdi. Nebiler ve Rasuller
bile zaferi elde etme sebeplerine sahip olmadıklarına göre,
mü’minlerin sahip olmaları kesinlikle söz konusu değildir.
Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
“(Nûh) da Rabbine yalvarmış; ben
yenildim bana yardım et, demişti.”
*
Eğer zafer Allah Nebisi Nûh’un kudretinde
olmuş olsaydı, dilediği zaman bunu elde eder ve şu şekilde
denilmezdi:
“Yoksa siz sizden evvel geçenlerin hali
sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi ve sarsıntıya
uğradılar ki hatta peygamber ve beraberinde bulunan mü’minler,
Allah’ın yardımı ne zaman? diyorlardı. Gözünüzü açın
Allah’ın yardımı pek yakındır.”
*
Evet, eğer zafer Rasul (sav)’in elinde
olmuş olsaydı böyle söylenmezdi. Allah (cc), şöyle
buyurmaktadır:
“Öyle ki peygamber ümitsizliğe düşüp
yalanlandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmişti. Böylece
istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri
çevrilmeyecektir.”
*
Şayet zafer, elçilerin bilecekleri bir şey
olmuş olsaydı, ümitsizliğe düşmezler ve
yalanlandıklarını sanmazlardı. Öyleyse ümitsizliğe düşen
ve yalanlanan kimse, yardımı yapamaz demektir. Bu nedenledir
ki ayette; “yardımımız geldiğinde” denilmektedir.
Yardım sebeplerinin Nebilerin elinde olduğunu iddia eden
kimsenin, şer'î veya kevni beyyine getirmesi gerekir.
“Ey iman edenler! Allah’a (dinine)
yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı
sabitleştirir.”
*
Bu ayet, insanların sebeplere sahip olduğu
iddiasına delil olmaz. Üstelik Rasul (sav) yardım indirme
sebebine sahip olmuş olsaydı, aşırı bir şekilde ihtiyaç
duyduğu, şiddetli bir şekilde sarsıldıkları ve ashabın
çeşitli tahminlerde bulundukları Uhud Savaşı’nda hemen
indiriverirdi. Bu durum, ayette şöyle anlatılmaktadır:
“Hani onlar size yukarınızdan ve
aşağınızdan gelmişlerdi; gözler de dönmüştü, gözler ağızlara
gelmişti; Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz.
İşte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya
uğratılmışlardı.”
*
Eğer Allah Subhanehu Ahzab’a rüzgar
gönderip kalplerine de şiddetli korku bırakarak onları kaçırmasaydı,
kafirler hiçbir şeye aldırış etmezler ve müslümanlar da
onların işlerini ellerine geçiremezlerdi. Hak, tartışma
kabul etmeyen şeydir. Doğru ise kendisinden sapılması
istenilmeyecek olandır ki, bu da zaferin/yardımın “kaza”
olduğu; tıpkı rızıkta, ömürde ve yağmurun inmesinde olduğu
gibi,
yalnızca Allah’ın elinde olduğu gerçeğidir. Allah’ın mü’minlere
olan yardımı bizim isteğimize bağlı olmadığı gibi Allah
için de böyle bir şey söz konusu olamaz.
Ancak izzet sahibi olan Allah (cc) mü’minlere
olan yardımın inmesi için birtakım şartlar koymuştur. Yani
dinin hükümlerine bağlı kalmalarını, emrettiği her
hususta O’na itaat etmelerini şart koşmuştur. Dolayısıyla
müslümanlar, Allah tarafından konulan şartları yerine
getirdikleri zaman onlara yardımını indirir. Aksi takdirde
Allah, onları rezil eder, yardımını çeker ve onlar da ne
kendileri ne de başkaları aracılığı ile bu yardımın
inmesine güç yetiremezler.
“Eğer Allah size yardım ederse, artık
sizi mağlup edecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa ondan
başka size yardım edecek kimdir? Mü’minler sadece Allah’a
güvenip dayansınlar.”
*
Öyleyse mü’minler, Allah’ın
yardımını alabilmek için bu yardımın inmesini gerektirecek
şartları hazırlamalıdırlar. Şart tahakkuk ettiğinde,
Allah’ın yardım vaadi tahakkuk edebilir. Şartı
hazırlamazlarsa, Allah onları rezil eder ve onlara yardım
etmez. Bu nedenle müslümanların şu ayete kulak vermeleri
gerekir:
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a (dinine)
yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı
sabitleştirir.”
*
Bu ayette Allah (cc), bize yardım etmesi için
dinine yardım etmemizi şart koşmaktadır. Biz dinine yardım
edersek Allah da bize yardım eder, yardım etmezsek bizi rezil
eder ve yardımını çeker. Bu durum, ayette yer alan
şart edatından kaynaklanmaktadır. “Allah’ın dinine
yardım ederseniz” ifadesi, Allah’a (dinine) yardım etmek
üzerinize şarttır, anlamına gelmektedir. Bunun bir başka
anlama yorumlanması doğru değildir.
Yukarıda da dediğimiz gibi Allah’a
yardım etmemiz: O’nun emirlerine bağlı kalmamız,
yasaklarından sakınmamız, itaat etmemiz ve bu uğurda çaba
göstermemiz anlamına gelmektedir. Eğer emirlerinin tamamını
uygular ve gücümüz nispetinde de emirlerini hazırlamaya çalışırsak,
Allah (cc) bize yardım eder. Eğer bunlardan herhangi birisinin
infazında kusur gösterirsek, Allah (cc) bize yardım etmez.
Zaferle ilgili olan tüm unsurlar için bu durum geçerlidir.
Çünkü bunlar yardımın sebepleri değil, şartlarıdır.
Buna göre davet taşıyıcıları Allah
katından kendilerine zaferin inmesini istiyorlarsa, yardımın
inmesi için gerekli olan şartları gerçekleştirmelidirler.
Bunlardan herhangi birisini hafife alamazlar, aksi halde yardım
gelmez. Bu şartlar ise, İslâm
akidesine ve hükümlerine bağlı kalınarak ve gereğince
yaşamakla, Allah’ı razı etmekle yani Allah’a (dinine)
yardım etmeye yönelik iş yapmakla hazırlanır.
Bunlardan veya mücadele için yapılan sağlıklı
hazırlıklardan ya da davet taşıyıcılarının daveti
taşıma esnasında güçleri oranında ortaya koydukları
çabalardan ve bu çabaların sağlıklı hale getirilmesinden
sonra yardım gelebilir, umulabilir. İslam ordusunu, savaşmak için
yapması gereken askeri sorumlulukları güçleri oranında
sağlıklı bir şekilde yerine getirmedikçe, şer'î vazifeleri
yapmaya kalkışması yeterli olmadığı gibi; daveti
taşıyanın da tıpkı Rasulullah (sav)’in yaptığı,
doğru/sahih bir şekilde daveti taşıma işlevine
girişmeksizin şer'î emirlere ve yasaklara uyması ve
yalnızca Allah için çalışmış olması da yeterli
değildir. Yalnızca ibadet etmek, Allah için ihlâslı olmak ve
haramlardan sakınmak da yeterli değildir. Bunların yanında
bir de güzel çalışmak, gayeye ulaşmaya götürecek
vesilelere ve üsluplara ittiba etmek lazımdır. Zira biz,
Allah’ın bize yardım ikramında bulunmasını istiyorsak,
bunların tamamı yerine getirmemiz gereken şartlar içerisinde
yer almaktadır. Gayemiz ister Hilâfet’i kurmak olsun,
isterse savaş yapmak olsun durum değişmez. Bu nedenle daveti
taşıyanın, zaferin Allah’a ait bir kaza olduğunu ve bu
yardımın inmesi için birtakım şartların bulunduğunu
bilmesi kaçınılmazdır. Bunların hiçbirisi, daha fazla uğraşıldığında
veya önem verildiğinde, görevler yapılıp haramlardan
sakınıldığında kesin sonuca götürecek sebeplerden değildir.
Bizler, yardımın/zaferin yalnızca Allah’ın elinde
olduğunun; hazırlanması gereken şartların tamamını
tahakkuk ettirene bu zaferi nasip edeceğinin bilincinde isek,
yardımın bizden uzaklaşmasına yol açacak kusurlardan
şiddetle kaçınmak durumunda olduğumuzu anlarız. Bu kusurlar, noksanlıklar;
ister ibadetler, itaat
veya gayeye ulaşmayı sağlayacak sahih vesilelerdeki
eksiklikler olsun, isterse
üsluplara tabi olmamak şeklinde olsun fark yoktur, bunların tamamı
kusurdur, hatadır; yardımın inmesinden
önce hazırlanması gereken şartların gerçekleşmemesi
demektir.
Birinci noktaya -ibadetlerde ve itaatlerin
kusuruna- Tevbe Suresindeki şu ayeti örnek verebiliriz:
“Andolsun ki Allah, size bir çok savaş
yerlerinde ve sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündüğünüz;
fakat çokluğunuzun size bir fayda vermediği, yeryüzünün bütün
genişliğine rağmen size dar geldiği, nihayet gerisin geri çevrilerek
dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti.”
*
Çoklukla gururlanmanın ve sayı çokluğunun,
zaferin kazanılmasına yol açacağı zannı şeriata ters bir
düşüncedir; günahtır, itaatla ve kullukla çelişir. Zafer
Allah’ın elinde olup bunu hak olarak doğrulukla dilediğine
verir. İşte bu muhalefet ve masiyet bir takım davet
taşıyıcılarında da görülmekte olup onlar; zaferin Allah’tan
geleceğini dikkate almadan sağlıklı bir metoda, muhkem bir
örgütlenmeye ve düşüncelere sahip olmanın; yönetimin ele
geçirilmesi ve iktidara ulaşılması için yeterli olacağını
zannetmektedirler. Oysa zafer Allah’ın elinde olup, O’ndan
zaferi dileyene ve O’na tevekkül edene verir. Daveti taşıyıcılarından,
yardım sebeplerine sahip oldukları ve zaferi kendilerinin
hazırladıklarını söyleyen kimse; şeriata muhalefet
etmiştir ve asi sayılır. Böyle yapmakla tıpkı Allah Rasulü
(sav)’in ashabından meydana gelen orduda olduğu gibi zaferin
gecikmesine neden olur. Zira sahabeler çoklukları ile
gururlandılar ve bunun, zaferi elde etmeleri için yeterli olduğunu
sandılar.
İkinci duruma -sahih bir metoda, vesilelere
ve üsluplara ittiba olmadaki kusur- şu ayeti örnek olarak
gösterebiliriz:
"Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı
öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir.
Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı
(galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz;
(Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya
kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de
vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için
sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun
sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok
lütufkârdır."
*
Uhud Savaşı’nda bazı okçuların,
Rasulullah (sav)’in emrine muhalefet ederek tepede durmamaları,
ganimet toplamak üzere aşağı inmeleri, gayenin gerçekleşmesine
yol açacak vesilelere, üsluplara ittibada kusur göstermeleri
günahtır ve de müslümanlardan yardımın çekilmesi
demektir. Zaferin geri çekilmesine neden olan bu kusur,
sorumlulardan gelen birtakım emirleri uygulamada, kendilerinden
istenen görevlerin yerine getirilmesinde de söz konusudur.
Fikirlerin, görüşlerin ve hükümlerin, insanlar tarafından
kabul edilmesine yol açacak olan üsluplar, vesileler ve
amellerin tespiti açısından kusur göstermek de böyledir.
İşte davetin insanlara taşınmasında yerine getirilmesi
istenen bu emirlerin, talimatların ve görevlerin infazındaki
kusur; Uhud Savaşı’nda kendilerine verilen emre aykırı
hareket eden, dolayısıyla da zaferin kazanılmamasına neden
olan okçulardan bazılarının yaptıkları gibidir.
Allah’ın bize yardım etmesi (zafere
ulaştırması) ve bunu çabuklaştırması için gerekli olan
şartların tümünü; ibadetleri, şer'î itaatları, görüşleri,
talimatları ve sorumlular tarafından verilen emirleri yerine
getirmek kaçınılmazdır. Bunlardan herhangi birisinin etkisi,
bir diğerinden daha az değildir. Allah’ın bize
yardımının gelmesi için, bizim de O’na (dinine) yardım
etmemiz gereklidir. Her iki iş, bir arada bulunmadıkça,
yerine getirilmedikçe bize yardım gelmez.
|