1950'li yılların başlarından bu yana
-Osmanlı Hilafeti’nin yıkılışının üzerinden yaklaşık
otuz yıl geçtikten sonra- Şeyh Takiyyüddin en-Nebhani, İslâmi
hayatı yeniden başlatmak ve Hilafeti yeniden kurmak üzere
Şam topraklarında yer alan Beytü'l Makdis'de, İslâm
ideolojisine göre kurulu, İslâm akidesine ve bu akideden
kaynaklanan düşüncelere sımsıkı bağlı, sahih bir ictihad
ile istinbat edilmiş şer’î hükümleri benimsemiş,
İslâm Devletinin ve Hilafetin yeniden kurulmasında Rasulullah
(sav)’ın takip etmiş olduğu metodu esas alan bir parti
kurdu.
Birinci aşamada parti, İslâm kültürü
ile olgunlaşmaları ve daveti insanlara taşımaya sürükleyecek
şekilde fikir ve davranış olarak İslâm’ın
temsilcileri olmaları için, kendisi ile birlikte İslâm
davetini taşımayı kabul eden insanları kültürleştirdi.
Ardından fikri ve siyasi mücadele ile topluma girdi; toplumda
var olan bozuk düşüncelere ve hatalı görüşlere hücum
etmeye, sahih İslâmi düşünceyi ve isabetli siyasi görüşleri
yaymaya başladı. Yöneticiler, gençlerini tutuklamak,
hapsetmek, işkence etmek, rızıkları ile oynayarak geçim
yollarını kullanıp onlara baskı yapmak suretiyle bu partiye
karşı direnmeye, şiddetli bir düşmanlık göstermeye başladılar.
Fakat tüm bu baskılar karşısında direnme gücüne sahip
olmayan ve rahat bir hayat yaşamayı tercih ederek daveti terk
edenlerin dışında, ihlaslı ve güçlü müminler bu
mücadelede ve çatışmada sebat gösterdiler. Partinin
gençleri kendilerine yardımcı olacak hiçbir kimse
bulunmadan, zaafiyet göstermeden, tüm güçleri ile daveti taşımaya
devam ederek tek başlarına bu yöneticilerin direnmelerine karşı
koydular. Yöneticiler ve onların yardımcıları ile kavgaya
tutuştular; onların siyasetlerinin ve planlarının içyüzünü,
İslâm'a ve müslümanlara karşı kurdukları tuzakları açığa
çıkardılar; insanlar arasında sağlıklı düşünceleri
yaydılar ve İslâm’a muhalif olan bozuk toplum düşüncesine
saldırdılar. Toplumdaki insanlar arasında egemen olan, İslâm’a
muhalif ilişkileri vurdular. Parti kendiliğinden toplumun düşünce
ve duygusuna bekçilik yapma görevini üstlendi.
Toplumda egemen olan düşünceleri içlerine sindirmiş olanlar
ve eski hal üzere donakalıp değişimi reddeden kimseler,
muhalefet ettiler. İslâm Devleti’nin kurulmasında, Rasulün
metoduna bağlı kalınmasında, şiddet ve benzeri yöntemleri
kullanmadan fikri mücadele metodunu kullanarak yönetime ulaşılmasında,
yöneticilerin uyguladıkları siyasetlerin ve planların açığa
çıkartılarak yöneticilere hücum edilmesinde de
muhalefet ederek, maslahatı gerçekleştirmek bahanesi ile
partiyi ve gençlerini yalnız bıraktılar. Fakat parti, bu
muhalif davranışlara aldırış etmediği gibi, mücadele
meydanını terk eden insanların aşırılıklarına da
aldırış etmedi. Yardımın, hak üzere sebat edenlere, Allah’ın
emri üzere olanlara, zaferin verileceğine olan inançları ile
metoda ve İslâm düşüncesine bağlı kalarak yoluna devam
etti. Parti, Allah’ın izniyle, bu çizgisini bırakmadığı
gibi, bu günden sonra da bırakmayacaktır. Hak üzere sebat
gösterip, dini üstün kılarak kendisini ve düşüncelerini
ilan edecek, Allah’ın emirlerini yerine getirecek, toplumun düşünce
ve duygusunun bekçisi olmaya devam edecektir. Partiyi ve
gençleri yalnız bırakan aşırıların ve muhalefet edenlerin
muhalefetleri hiçbir zarar veremediği gibi, ne yöneticilerin
karşı koymaları, gençlerin geçim yolları üzerinde baskılar
uygulayarak onların rızıklarını kesmeye kalkışmaları ne
de takip etmekte oldukları yol üzerinde karşılaştıkları
zorluklar ve engeller, Allah’ın tüm müslümanlara ikram
edeceği yardım ile Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulmasında
takip etmekte oldukları metoddan onları döndüremeyecek ve
zarar veremeyecektir.
Kuruluşunda, düşüncesinde, metodunda,
gayesinde ve takip etmekte olduğu metoddaki zorluklarla Şeyh
Takiyyuddin en-Nebhani’nin kurduğu Parti işte budur.
Tirmizi, hasen bir senetle Ebu Saîd
el-Hudrî'den şu hadisi rivayet etmektedir:
"Bir gün Rasulullah (sav) bize ikindi
namazını kıldırdı, sonra ayağa kalktı ve kıyamet gününe
kadar olacak her şeyi bize haber verdi. Ezberleyen ezberledi
unutan da unuttu…."
*
Huzeyfe'den: "Rasulullah, bizim
aramızdan kalktı ve kıyamet saatine kadar olacak olan hiçbir
şeyi eksik bırakmaksızın anlattı. Anlattıklarını
ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu. Ashabından şu
kimselere öğretti…"
*
Bu hadisler çerçevesinde akla şöyle bir
soru gelmektedir: Ümmetine nasihat etmeye aşırı derecede
hırslı olan Rasulullah (sav), yaptığı konuşmada bu partiye
de işaret etti mi, ismiyle ve nitelikleriyle bu partiyi
zikretti mi?
Biz, peygamberimizin hadislerini
incelediğimiz zaman açık bir şekilde bu Parti’nin isminin
telaffuz edildiğine rastlamadık. Fakat birçok hadiste
-kendimizi de bu gruptan saydığımız- bu topluluğun
nitelikleri sayılmaktadır. Çünkü bu niteliklerin bu Parti’de
bulunan niteliklere aynen uyduğunu görüyoruz. Gözlemlediğimiz
bu vakıada, bu nitelikleri bir başka partide veya grupta göremiyoruz.
Zira hadislerde, karşı koymalardan, engellemelerden, yolda
bırakanların aşırılıklarından, muhalefet edenlerin
muhalefetlerinden ve tüm bunların onlara hiçbir zarar
vermemesinden, bu grubun bekçiliğinden ve Allah’ın emrini
yerine getirmelerinden, hakka sımsıkı sarılmalarından, din
üzere belirginleşmelerinden, ortaya çıktığı ve
varlık bulduğu mekanın sınırlandırılmasından, onların
zafere ulaşacaklarından, ahir zamanda düşmanlarla savaşacak
bir devletin kurulmasından bahsedilmektedir. Bu nedenledir ki
biz, bu niteliklerin bilfiil bu Parti’ye delalet etmesini arzu
ederiz.
Bu nitelikler, bir kısmını aşağıya
aldığımız birçok hadiste yer almaktadır.
Muaviye'den: Nebi (sav)'i şöyle konuşurken
duydum:
“Ümmetimden, Allah’ın emrine göre
hareket eden bir topluluk sürekli olarak var olacaktır. Ne
onlara yardımı kesenler ne de muhalefet edenler onlara zarar
veremezler. Onlar bu hal üzere iken Allah’ın yardımı gelir."
*
Umeyr, Malik b. Yuhamir, Muaz'ın: "Onlar
Şam'dadır" dediğini söyler. Muaviye ise, Malik'in
bunu Muaz'dan işittiğini ve "Onlar Şam'dadır"
dediğini iddia eder.
Ahmed ve Taberani, Ebu Ümame'den: Rasulullah
(sav), şöyle buyurdu "Ümmetimden bir grup, din üzere
galip olmaya devam eder. Düşmanlarına galiptirler, muhalefet
edenler onlara zarar veremezler. Ancak onlara bir takım
sıkıntılar isabet eder. Onlar, bu hal üzere iken Allah’ın
emri gelir."
*
Sevban'dan: Rabulullah (sav) şöyle buyurdu:
“…Ümmetimden bir grup, hak üzere galip
olmaya devam ederler. Onlara muhalefet edenler onlara zarar
veremezler. Onlar bu hal üzere iken Allah Azze ve Celle'nin
emri gelir."
*
Muaviye'den: Rasulullah (sav)'i şöyle
söylerken işittim:
“Ümmetimden, Allah’ın emrine göre
hareket eden bir topluluk sürekli olarak var olacaktır. Onlara
yardımı kesenler veya muhalefet edenler, onlara zarar
veremezler. Ta ki Allah’ın emri gelinceye kadar. Onlar,
insanlar üzerinde galiptirler."
*
Ebu Hüreyre'den. Rasulullah (sav) şöyle
dedi:
“Ümmetimden Allah’ın emri üzere
güç sahibi olan bir grup sürekli olarak var olacaktır.
Muhalefet edenler onlara zarar veremez."
*
Ömer b. el-Hattab'dan, Rasulullah (sav) şöyle
dedi: “Ümmetimden bir grup, kıyamete kadar hak üzere
galip olmaya devam eder."
*
Bezzar, iyi bir senetle Ebu Hüreyre'den
rivayet ediyor. Rasulullah (sav) şöyle dedi:
“Ümmetimden, bu iş veya bu iş üzere
olan bir grup sürekli var olacaktır. Allah’ın emri
gelinceye kadar, muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar
veremez."
*
Muğire b. Şu'be'den. Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
“Ümmetimden, insanlara (hak üzere)
galip gelen bir topluluk sürekli var olacaktır. Allah’ın
emri gelince de onlar galiptirler."
*
Rasulullah (sav)'in hadislerinde yer alan:
"taife", "ümmet",
"isabe" ve "kavm"
kelimeleri bir partiye delalet etmektedir. Bu kelimeler,
Muaviye'nin, Ali (ra) karşısındaki konumunu kuvvetlendirmek için
yorumladığı gibi bir bütün olarak yalnızca Şam halkına
tahsis edilemez.
Rasululluh (sav)'in hadisinde yer alan: "kaimetün"
ve "Allah’ın emri üzere bekçilik yapmak"
ifadeleri, bir partinin kurulmasına, İslâm'a sımsıkı
bağlanmasına ve toplumun fikrinin ve hissinin bekçisi olmasına
işaret etmektedir.
Rasululluh (sav)'in hadisinde yer alan:
"Onlara yardımı kesenler veya muhalefet edenler onlara
zarar veremezler" ifadesi, hak konusunda onları
yalnız bırakanlar ve onlara muhalefet edenler; hakkın bu
partinin yanında olduğu, yalnız bırakmakla veya muhalefet
etmekle onlara kesinlikle zarar veremeyecekleri anlamına
gelmektedir ki bu durum fiilen bu Parti'in şahsında tahakkuk
etmiştir.
Rasululluh (sav)'in hadisinde yer alan: "la
yezal", "la tezal", "Allah’ın
emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere olacaktır"
ifadeleri, bu misyonu yerine getiren partinin durmaksızın
yoluna devam edeceği gibi, Hakim'in rivayetinde yer alan "ta
kıyamete kadar" ifadesi de bunu teyid etmektedir.
Rasululluh (sav)'in hadisinde yer alan: "din
üzere galip gelecek", "hak üzere galip
gelecek" ifadeleri, bu misyonu üstlenen taifenin
veya partinin dine ve hakka sımsıkı sarılması, bu hususta
tarafsız kalması ve aleni olarak insanlara hakkı söylemeleri
anlamına gelmektedir.
Rasululluh (sav)'in hadisinde yer alan: "onlara
birtakım sıkıntılar isabet eder" ifadesi, bu
taife veya parti mensupları, geçim sıkıntısı ve rızkın
dar olması nedeniyle zorluklarla karşılaşırlar anlamına
gelmektedir.
Son olarak Rasululluh (sav)'in hadisinde yer
alan: "onlar Şam'dadırlar", "Beyti
Makdis'dedirler" ve "Beyti Makdis'in
etrafındadırlar" ifadeleri, bu Parti’nin
kurulduğu mekana delalet etmektedir. Zira Takiyyuddin
en-Nebhani’nin kurduğu bu Parti dışında, Küdüs'te veya
civarında ortaya çıkıp ta kendisinde bu nitelikleri
barındıran bir başka parti veya grubun varlığı
bilinmemektedir.
Bu taifenin veya partinin nitelikleri ve çıktığı
yer, işte budur. Bunların tamamı, istisnasız bir şekilde
Takiyyuddin en-Nebhani’nin kurduğu bu Parti’ye uymaktadır.
İmam Ahmed'in: "Eğer ehli hadis
olmasalardı, ben onların kim olduğunu bilemezdim";
Buhari'nin: "Onlar ilim ehli kimselerdir";
Kadı İyaz'ın: "Onlar ehli sünnet topluluğudur";
Ali b. Medînî'nin: "Onlar Araplardır"
şeklindeki açıklamalarının tamamı açıkça hatalı açıklamalardır.
Hadis ehli, hadis ilmi ve rivayeti ile uğraşan kimselerdir.
İlim ehlinden hiçbir kimse, kendilerinin yalnızca Beytü'l
Makdis veya civarında olduklarını iddia edemeyecekleri gibi
hadislerde yer alan diğer niteliklere de sahip değildirler.
Ehli sünnet topluluğundan olan kimselerin ise yalnızca Şam bölgesinde
yaşamadıkları apaçık ortada olduğu gibi onlar, hadislerde
geçtiği gibi bir topluluk veya grup da değildirler. 'Onlar
Araplardır' sözünün batıl olduğu ise güneşin
aydınlığı kadar apaçık ortadadır. Bu türden açıklamalarda
bulunanların kusurları, bu hadislerin ifade etmiş olduğu
ortamda yaşamamış ve bu Parti'yi tanımamış olmalarıdır.
Eğer bu dönemde yaşamış olsalardı, şüphesiz ki görüşlerini
değiştirirlerdi. Zira bu partiyi, niteliklerini ve çıktığı
yeri bilen, tanıyan, durumuna vakıf olan hiçbir kimse eskiden
sahip olduğu görüşlerde ısrar etmez.
Peygamberimizin mübarek sözlerinde sadece
bu partinin sahip olduğu bir takım nitelikler zikredilmemiş,
aynı zamanda bu grup veya parti eliyle devletin
kurulacağı da belirtilmiştir. Şöyle ki:
Cabir'den: Nebi (sav)'i şöyle söylerken işittim:
“Ümmetimden hak üzere savaşıp
da galip gelen bir topluluk, kıyamete kadar var olacaktır.
Dedi ki: Meryem oğlu İsa iner ve onların emirleri: Gel
ve bize namaz kıldır, dediğinde o da: Hayır, Allah’ın bu
ümmete ikramı olarak siz birbirinize emirlik yapacaksınız."
*
Ukbe b. Amir rivayet ediyor. Rasulullah (sav)'i
şöyle söylerken işittim:
“Ümmetimden bir grup,
Allah’ın emri üzere savaşmaya devam eder. Bunlar düşmanlarına
galiptirler. Muhalifleri onlara zarar veremezler; bu hal
kıyamete kadar devam eder."
*
Seleme b. Nüfeyl Nebi (sav)'in şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor:
"Savaş geldiğinde,
ümmetimden insanlara galip gelecek bir grup sürekli var
olacaktır. Allah, birtakım kavimlerin kalplerini kabartır da
onlarla savaşırlar. Onlar, bu hal üzere oldukları halde
Allah’ın emri gelinceye kadar Allah Azze ve Celle, onları
rızıklandırır. Biliniz ki müminlerin yurdu Şam'dır, atlar
perçemlerinde bağlıdır. Hayır, kıyamete kadar devam eder."
*
Rasulullah (sav)'in sözünde yer alan; "hak
üzere savaşan", "Allah’ın emri
üzere savaşan", "savaş geldiğinde",
"Onlarla savaşırlar ve Allah onları
rızıklandırır" ifadeleri, bu taifenin bir
devletinin bulunacağına, cihad ve savaş ilan
edeceklerine ve düşmanlarına karşı galip geleceklerine
sahih bir şekilde delalet etmektedir. Bunların tamamı,
kuruluşundan bu yana bu Parti'nin gerçekleştirmeye çalıştığı
gayenin kendisidir ki bu: Raşidi Hilafetin yeniden
kurulmasıdır.
Son olarak bir nitelik daha kaldı ki biz
bunun, Allah’ın emri üzere dini kaim kılmaya çalışan bu
taifenin durumuna uyduğunu sanıyoruz. Bu sıfat, şu andaki
İslâm dünyasında olduğu gibi; fesadın yayıldığı, günahların
çoğaldığı berbat bir toplumda garip olmak ve yalnız
bırakılmaktır. Toplumun benimsediği düşüncelerden ve
hayat tarzından uzak, garip bir halde duran bu taife/parti;
İslâm’ın garip halde bulunduğu, Batının kültürel saldırıları
süresince müslümanlar arasında yerleşen 'demokrasi', 'sosyal
adalet' ve 'özgürlükler' düşünceleri gibi İslâm’dan
olmadığı halde sahipleri tarafından İslâm olduğu iddia
edilen bozuk fikirleri ıslah etmeye çalışır. Bu
sıfat da peygamberin hadislerinde yer almaktadır. Müslim ve
Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri bir
hadiste Allah Rasülü (sav), şöyle buyurmaktadır:
"İslâm garip olarak başladı,
başladığı gibi de geri dönecektir. Gariplere ne mutlu."
*
Sa'd b. Ebu Vakkas'tan: Rasulullah (sav)'i şöyle
söylerken işittim:
“İman garip olarak başladı ve
başladığı gibi de garip olarak geri dönecektir. İnsanlar
bozulduğunda gariplere müjdeler olsun."
*
Ahmed'in, Abdurrahman b. Senne yoluyla yaptığı
rivayet ise şöyledir:
“İslâm garip olarak başladı, daha
sonra başladığı gibi garip olarak geri dönecektir.
Gariplere ne mutlu. Garipler kimlerdir ey Allah’ın
Rasülü, denildiğinde şöyle dedi: “İnsanlar
bozulduğunda ıslah edecek (düzeltecek) olanlardır…"
*
Bu üç hadis, bozuk bir halde bulunan bir
toplumun niteliklerinden, İslâm’ın garip olmasından, böylesi
bir ortamda dine sımsıkı sarılan kimselerden ve bunların da
gariplerden ve salihlerden meydana geleceğini belirtmektedir.
Fakat yalnızca bu nitelikler, işaret ettiğimiz bu taifeye
delalet etmesi için yeterli değildir. Zira fesat döneminde
bir veya birkaç kişi şer’î hükümlere sımsıkı
sarılırlarsa, garip ve salih sıfatı bunlar için de kullanılabilir.
Bu durumda garipleri, bu taifenin oluşturduğunu söylemek doğru
olur mu? Bunun cevabı, Tirmizi'nin hasen olarak rivayet ettiği
Amr b. Avf hadisinde yer almaktadır. Rasulullah (sav) şöyle
dedi:
"Din, garip olarak başladı ve garip
olarak döner. Benden sonra insanların bozduğu sünnetimi
düzeltecek olan gariplere ne mutlu."
*
Bu hadis, garipliğin, fesadın yaygın
olduğu bir dönemde insanların yalnızca şer’î hükümlere
bağlanmaları anlamına gelmediğine; bunun yanında işaret
ettiğimiz gibi ifsad olmuş olan insanları, şer’î
hükümlere ve düşüncelere göre ıslah etmeye çalışmayı
gerektirdiğine de açıkça delalet etmektedir. İnsanlardan
bir ya da birkaç kişinin, şurada ya da burada
yayılmış bir halde bulunmalarıyla bozulmuş olan
toplumu islah edemeyecekleri şüphesizdir. Bu zor
görev, bir parti veya kitle tarafından üstlenildiğinde ancak
yerine getirilebilir. Bu dört hadiste yer alan hususların bir
müslümanın şahsında yer bulabilmesi için, bozulmuş olan
bir toplumda var olan hükümleri ve düşünceleri düzeltmeye
çalışan bir parti veya grupla birlikte çalışmaları
gerekir. Bir kitle veya parti olmadan, bu görevin ifa edilmesi
mümkün değildir. Bu hadislerde yer alan övgüye layık
olabilmek için her müslümanın, toplumda ıslah görevini
yerine getiren bir kitleye veya partiye katılması gereklidir.
Hadisler, Allah’ın emri gereğince dini
hakim kılmaya çalışan, kafirlerle savaşacak bir devleti
kuracak olan bir taifeye veya partiye vurgu yapmaktadır.
Rasulullah (sav)'den sonra sünnetten -ki burada sünnet kelimesi
şeriat anlamına gelmektedir- uzaklaşarak toplumun bozulduğu
bir dönemde insanları düzeltecek olan gariplerin, bu kitleye
veya partiye katılmaları gereklidir. Zira böylesi bir
kitlenin elemanları, fiilen çağımız toplumlarının
gariplerini oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki birçok hadiste
kendilerinden müjde ile bahsedilen garipler, işaret ettiğimiz
taifenin veya partinin elemanlarından meydana gelmektedir.
Fazileti, üstünlüğü elinde bulunduran
Allah Sübhanehu, bunu kullarından dilediğine verir. Bu
nedenledir ki Allah’ın fazlından ikram ettiği müslümanın;
Allah'a hamd etmesi, şükretmesi, zikrini ve ibadetini artırması,
davette hayra ulaşmak için faaliyetlerini daha da artırması
gerekir. Zira daveti taşımada, Nebi (sav)'e olduğu gibi
uymaktan, davetçinin karşılaştığı zorluklara tahammül
etmesinden ve sabretmesinden daha üstün ve büyük bir şey
yoktur. Çünkü İslâm davetini taşımakla İslâm, gariplik
döneminden sonra tekrar hayata geri döner. Davetin taşınması
ile bu ümmet kalkınır. Davetin taşınmasıyla, zorla müslümanlara
uygulanan bozuk yasalardan, hükümlerden ve düşüncelerden
kurtulmak mümkün olur. Davetin taşınması ile hadiste geçenler
tasdik edilerek, Rasulullah (sav)'in kurduğu gibi İslâm
devleti, Raşidi Hilafet Devleti kurulur. Ahmed b. Hanbel,
Huzeyfe yoluyla Rasulullah (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor:
"Peygamberlik sizin aranızda
Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah,
peygamberliği kaldırmak istediğinde kaldıracaktır. Sonra
peygamberlik metodu üzere hilafet olacaktır. Hilafet de Allah’ın
olmasını istediği kadar olacaktır. Sonra Allah, kaldırmayı
dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı
melikler dönemi olacaktır. Onlar da Allah’ın dilediği
kadar kalacaklardır. Sonra Allah, kaldırmayı dilediği zaman
kaldıracaktır. Sonra zorba yöneticiler dönemi başlayacaktır.
Onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaklardır. Sonra
Allah, kaldırmayı dilediği zaman onları kaldıracaktır.
Sonra tekrar peygamberlik yolu üzere hilafet olacaktır. Sonra
sustu."
*
Peygamberlik yolu üzere hilafeti, Raşidi
Hilafeti kurmaya çalışanlar, Rasulullah (sav)'in bu büyük
övgüsüne layık olacaklardır. Ancak bu övgüyü
kazanabilmek; köklü bir imana sahip olmayı, tertemiz bir
niyeti, gücü ve kararlılığı, sebatı ve sabrı gerektirir.
Elbette ki Allah Subhanehu, emrine galiptir.
|