KADINA BAKMAK
Herhangi bir kadınla
evlenmek isteyen kimse, bir arada yalnız kalmamak şartıyla ona
bakabilir. Cabir'in rivayet ettiği hadiste, Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmaktadır:

"Evlenmek için bir kadına
talip olan kimse yapabilirse nikahlamasına cezbeden yerine baksın.”
Cabir anlatıyor: "Ben bir kadını istemiştim. Onu gizli
olarak görmeğe çalışıyordum, nihayet onu görme imkanını buldum
ve onunla evlendim. "
İzni olsun veya olmasın
evlenilecek kıza bakmakta bir sakınca yoktur. Çünkü Rasulullah
(s.a.v.); mutlak anlamda bakmayı bize emretmiştir. Nitekim yukarıda
geçen Cabir hadisinde
"Ben
ona gizlice bakıyordum"
tabiri bunu ifade etmektedir. Ancak bu bakma işinin yalnızca bir arada
olması caiz değildir. Çünkü Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah'a ve ahiret
gününe iman etmiş olan kimse,
yanında mahremi olmadan bir kadın ile yalnız başına bir arada
bulunmasın. Çünkü onların
üçüncüsü şeytandır."
Bu hadis genel olup,
yukarıdaki hadiste yer alan istisna gibi evlenmek isteyen kimse
hakkında herhangi bir istisna yapmamaktadır. Ancak, evlenmek isteyen
kimse kadının el ve yüzüne bakabileceği gibi, el ve yüzünün dışındaki
uzuvlarına da bakabilir. Zira el ve yüze bakmak genel bir ifadedir. Bu
ifade evlenmek isteyen kimseyi kapsayacağı gibi evlenmek gibi bir düşüncesi
olmayan kimseleri de kapsar. Dolayısıyla kadının eline ve yüzüne
bakmanın evlenecek kimse ile sınırlı olmasının bir anlamı yoktur.
İstisna el ve yüzün dışında kalan uzuvları kapsamaktadır.
Çünkü hadiste yer alan; "Ona bakması" ifadesi, el ve yüzü
kapsadığı gibi vücudun diğer uzuvlarını da kapsar. Ancak bu
bakış, kadınla evlenmek için nikah yapmak gayesi ile onu daha iyi
tanıma amacına yönelik olmalıdır.
Yine yüce Allah (c.c.)'ın
hem mümin erkeklerin hem de mümin kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları
emri, kadınların da erkeklerin de harama bakmasını yasaklamaktadır.
Fakat Cabir'in rivayet ettiği hadis, evlenmek isteyen kimsenin
bakışını istisna kılarak erkeğin kadına bakmasına cevaz
vermektedir.
Behz b. Hakim'in babasından,
onun da dedesinden rivayet ettiği bir hadise göre; karı-koca vücutlarının
her tarafına bakabilirler. "Dedim ki; Ya Rasulallah! Kapanması
istenen avret yerlerimizi kime gösterip, kime göstermeyelim? Allah'ın
Rasülü: “Avret yerini zevcen ve cariyenden başka, herkesten
koru" buyurdu.”
Erkek, Müslüman olsun olmasın,
kendi mahremlerinin yüz ve elinden başka, ziynet mahalli olan
yerlerine de bakabilir. Bu hususta
herhangi bir tahdid yoktur. Çünkü, bu hususta varid olan nass mutlaktır.
Allahu Teâla şöyle buyurdu:
"Kendiliğin den
görülen kısmı müstesna olmak
şartıyla ziynetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının
üzerine salsınlar. Ziynetlerini; kocaları veya babaları veya
kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları,
kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız
kardeşlerinin oğulları veya kadınları veya cariyeleri veya
erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini
henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler."
Ayette zikredilen bu kimselerin;
kadının saçına, boynuna, bileklerine, halhal yerlerine ve bunların
dışında ziynet mahalli olarak sayılan azalarına bakmaları caizdir.
Çünkü, Allah (c.c.): "Ve ziynetlerini
açmasınlar" buyurmaktadır. Ancak ayette adı geçen
kimselerin; günlük iş elbiseleri ile
çalışmaları esnasında mahremleri olan kadınların ziynet yerlerine
bakabilecekleri belirtilerek genel hükümden istisna edilmektedirler.
Şafiî (Ahmet b. Hanbel) Müsnedinde Ebu Seleme kızı Zeyneb'den
rivayet ettiği hadiste Zeyneb şöyle demiştir: "Ben
Zübeyr'in karısı Esma'dan süt
emmiştim. Bu nedenle de Zübeyr'i baba olarak görüyordum. Başımı
tararken yanıma girer, saçımın bir bölümünü
tutar ve bana dön ve baksana, derdi."
Yine
rivayet edildiğine göre,
Hudeybiye Sözleşmesi'ni yenilemek için Medine'ye giden Ebu Süfyan
kendi kızı ve Rasulullah (s.a.v.)'in de zevcesi olan Ümmi Habibe'nin
odasına girmişti. Ümm-i Habibe üzerine oturmaması için Peygamber
(s.a.v.)'ın yatağını dürdü. Bunu yaparken ondan ziynetini
gizlememişti. Bu hususu sonradan Peygamber (s.a.v.)'e
anlattığı zaman Peygamber (s.a.v.)
de ona ses çıkarmamıştı. Ebu Süfyan müşrik olduğu halde,
ziynetlerini örtmesini kendisine
emretmemiştir. Çünkü, babası olduğu için mahrem idi.
Fakat, mahrem olmayan ve aynı
zamanda da evlenme talebinde bulunmayan ve koca da olmayan bir kimseye
gelince: Eğer kadının erkeğe ve erkeğin kadına bakmak ihtiyacı ve
mecburiyeti olduğu bir durum ortaya çıkarsa, bakılması gereken
azaya bakılması mübah olur; o azanın dışında yüz ve el hariç
herhangi bir azaya bakılmaz. Hekim, hasta bakıcı, hemşire ve
araştırıcı olan kimseler, normalde bakılması haram olan azalara
zaruret icabı bakabilirler. Rivayet edildiğine göre, “Nebi
(s.a.v.)
Beni Kureyza'ya Sa'd'ı hakem olarak tayin ettiği zaman Sa'd, davanın
neticeye varabilmesi için onların eteklerine (avret yerlerine)
bakmıştır." Osman (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre; “Hırsızlık yapan bir kimse kendisine
getirtildi; Osman (r.a.)
onun, buluğa erip ermediğini tespit etmek için: Onun eteklerine bakınız
dedi. Baktıklarında, eteklerinde daha kıl bitmediği görülünce, hırsızlık
suçundan dolayı elini kesmedi." Osman (r.a.)
bu işi, sahabelerin gözleri önünde yaparken hiçbir sahabe buna karşı
çıkmadı.
Şayet herhangi bir zaruret
yoksa, kadının el ve yüzünden başka yerlerine bakılması haram
olur. Aişe (r.anha)'ın rivayetine göre Ebu Bekir'in kızı Esma, ince
bir elbise giymiş olarak Rasulullah (s.a.v.)'ın odasına girince,
Allah'ın Rasulü yüzünü çevirerek şöyle dedi:
"Ey Esma! Kadın hayız
görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü
işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru
olmaz."
Allah (c.c.) Kur'an'da el ve
yüzü "Kendiliğinden
görünen kısımları müstesna"
ifadesiyle istisna kılmıştır. İbni Abbas bu ifadeden kastın yüz
ve eller olduğunu söylemektedir. Kadın tarafından ziynetin açılmasını
yasaklamak, avret mahallini açmasını yasaklamak demektir. Kadının
ziynet yerlerini açmasının yasak oluşu, mutlak olarak buralara
bakmanın da yasak olduğuna delalet eder. Birtakım kimselerin
kendiliğinden görünen yerlere bakabilmeleri konusunda istisna
edilmeleri ise bakmalarının caiz olduğunu gösterir. Kadının
şahitlik yapması gerektiği zaman gözlerinden tanınması,
alış-veriş veya icare gibi bir işlemde gerektiği zaman ona müracaat
edebilmesi, borç aldığı veya borcunu ödeyeceği zaman veya bir
başka kadınla karıştırması gibi durumlarda kimliğinden emin
olabilmesi için yabancı bir erkek, kendine yabancı bir kadının yüzüne
ve ellerine bakabilir. Aynı şekilde kadın da erkeğin avret mahalli
olmayan yerlerine bakabilir. Rivayet edildiğine göre, Aişe (r.anha)
şöyle demiştir: "Mescitte oynamakta
olan Habeşli'ye bakarken Allah Rasulü
beni kendi elbisesiyle örtüyordu." "Bayram hutbesini okuyup
bitirdikten sonra, Allah Rasulü, beraberinde Bilal olduğu halde,
kadınların bulunduğu yere geldi. Kadınlara sadaka vermelerini
emretti."
Bu hadisler, kadınların
erkeklere bakabileceklerini Allah Rasülünün ıkrar ettiği hususunda
açık ve net nasslardır. Aişe (r.anha)'nın mescitte oynamakta olan
Habeşlilere bakması, avret yerlerinin dışında görünen bütün
uzuvlarına baktığının delilidir. Kadının erkeğe bakması, avret
yerlerinin dışında harhangi bir şeyle kayıtlı olmayıp mutlaktır.
Amr bin Şuayb'ın babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği bir
hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Herhangi biriniz
hizmetçisini, kölesi veya ücretlisi ile evlendirdiği zaman, göbekten
aşağı ve dizden yukarısına bakmasın. Çünkü, bu kısım avret
mahallidir."
Bu hadis; göbekle dizler arasında kalan
kısmın dışında kalan yerlere bakmanın mübah olduğunu ifade
etmektedir. Bu mübahlık mutlak olarak kadın ve erkeğe şamildir.
Ümmü Seleme'den rivayet edilen bir hadiste şöyle deniliyor:
“Ben ve Hafsa Nebi (s.a.v.)'in
yanında oturmuştuk. İbn-i Ümmü Mektum girmek için izin istedi.
Nebi (s.a.v.) bize; örtünün dedi. Ben:
Ya Rasulullah! o, kör bir adam, görmez, dedim. Allah Rasulü: O,
kör ise de siz onu görmüyor musunuz? buyurdu."
Nebhan
hakkında ise Nesei şöyle
demektedir: "Biz, Zühri'nin dışında Nebhan'dan
rivayet edilenleri bilmiyoruz"
İbn-i Abdilberr: "Nebhan, meçhul bir kişidir. Ancak Zühri'nin
bu hadisteki rivayeti ile bilinmektedir."
Meçhul ravilerin rivayet ettikleri hadis zayıftır. Zayıf hadisle ise
istidlal yapılmaz. Cerir b. Abdullah'tan rivayet edilen hadiste şöyle
denilmektedir:
"Ben, Peygamber (s.a.v.)'e
istek dışı aniden meydana gelen bakışı sormuştum. Allah Rasulü
gözümü oradan hemen ayırmamı bana emrettiler."
Ali (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste
ise şöyle geçmektedir:
"Rasulullah (s.a.v.)
bana şöyle dedi: Arka arkaya bakma, ilk bakış senin hakkındır,
fakat diğer bakışlar senin değildir, dedi."
Bu hadisler, erkeğin kadına
bakması hakkında olup, kadının erkeğe bakmasıyla ilgili değildir.
İlk hadisten anlaşılan mana, kadının el ve yüzünden başka
yerlerine bakmakla ilgilidir. Çünkü kadının ellerine ve yüzüne
bakmak mübahtır. İkinci hadiste kastedilen mana ise mücerret olarak
bakmak değil, şehvet sebebiyle bakışı tekrarlamaktır. Allahu Teâla
şöyle buyurmaktadır:
"Mü'min erkeklere
söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar."
Bu ayette kastedilen mana, gözleri haram olan yerlere bakmaktan alıkoymaktır.
Şari, mahrem olanların, kadınların; saçlarına, göğüslerine,
memelerine, baldırlarına ve ayaklarına bakmalarını mübah kılmıştır.
Yabancılar ise ancak kadınların yüz ve ellerine bakabilirler.
Çünkü gözleri sakındırmak, bakışı düşürmek demektir. Kamus
el-Muhit'te şöyle denilmektedir: "Gözleri
yummak, bakışları indirmek
demektir."
Bunlardan anlaşıldığı
üzere şehvet ve lezzet kastı olmaksızın kadın ve erkek,
birbirlerinin mahrem olmayan yerlerine bakabilirler. Erkeğin avret
mahalli; göbeği ile diz kapakları arasında kalan kısımdır.
Kadının avret mahalli ise; el ve yüzü hariç vücudun her tarafıdır.
Buna göre kadının, boynunu, saçının bir tek teli olsa dahi saçını
göstermesi haramdır. Elleri ve yüzünün dışında kalan vücudunun
her tarafı avret olup, örtülmesi farzdır. Bunun delili ise Yüce
Allah'ın şu ayetidir:
"Ancak kendiliğinden görünen
kısmı müstesna, ziynetlerini açmasınlar."
Ayette geçen kendiliğinden görünen
kısımlar, eller ve yüzdür. Çünkü müslüman kadınlar ellerini ve
yüzlerini Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında açıkta bırakıyor,
Allah'ın Rasülü de onlara ses çıkarmıyordu. Zira eller ve yüz
namaz ve hac gibi ibadetlerde açılıyordu. Yine bu iki uzuv ayetlerin
indiği dönemde yani Rasulullah (s.a.v.) zamanında adet olarak da açılıyordu.
Bununla ilgili delil ise
Rasulullah (s.a.v.)'ın, kadının elleri ve yüzünün dışındaki vücudunun
her tarafının avret olduğunu bildiren şu hadistir:
“Kadın avrettir."
Bir başka hadiste ise şöyle buyurulmaktadır:
"Bir kadın büluğa
erdiğinde yüzünün ve -elleri ile bileklerini tutarak- şunların
dışında kalan kısımlarının görülmesi caiz değildir."
Yine Ebu Bekir (r.a.)'ın kızı Esma'ya
şöyle diyordu:
"Ey Esma! Kadın hayız
görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü
işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru
olmaz."
Bu delillerin tümü, elleri
ve yüzü dışında kadının tüm vücudunun avret; örtünmesinin ise
farz olduğu hususunda açık ve net delillerdir.
Şari, kadının avret
yerlerini ne ile örtmesi gerektiği konusunda belirli bir elbise tayin
etmeksizin sadece şu ifadelerle yetinmiştir: "Avretini açığa
çıkarmaması" , "açığa
çıkarmasınlar", "kadının
göstermesi caiz değildir", "ondan
bir kısmının görünmesi doğru değildir".
Şekli ne olursa olsun el ve yüzün dışındaki bedenin tamamını
örten şey elbise olarak kabul edilir. Uzun bir elbise, pantolon,
entari, çorap gibi giyeceklerin hepsi örtü olarak kabul edilir. Bu
nedenle şari avret yerinin örtülmesi konusunda belli bir elbise
şekli tayin etmemiştir. Avreti örten yani avreti açığa çıkarmayan
her giysi; şekline, türüne ve kaç parça olduğuna bakılmaksızın
şeran avreti örten elbise olarak kabul edilir.
Ancak şari, elbisenin cildi
örtmesini şart koşmuştur. Bu nedenle örtünün, derinin rengini,
üzerindeki beyazlığı, siyahlığı, kırmızılığı, morluğu veya
bunların dışındaki başka renkleri belli etmeyecek şekilde
olmasını farz kılmıştır. Eğer örtü ince olursa, arkasındaki
derinin rengi ortaya çıkar ve derideki beyazlık, kırmızılık belli
olursa avreti örten örtü olarak kabul edilmez, avret açık
sayılır. Çünkü şeran örtünme tamamlanmamıştır. Elbise derinin
rengini tamamen örttüğü zaman avret örtülmüş sayılır. Bunun
delili ise Aişe (r.anha)'nin Rasulullah (s.a.v.)'den naklettiği şu
hadistir:
"Ey Esma! Kadın hayız
görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü
işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru
olmaz."
Bu hadiste Nebi (s.a.v.),
Esma (r.anha)'nın giydiği ince
elbiseyi örtü olarak kabul etmemiş, avretinin açık olduğunu
bildirmiş, ona bakmamak için gözlerini çevirmiş ve avretini
örtecek elbise giymesini emretmiştir. Bununla ilgili bir başka hadis
de Üsame hadisidir. Allah'ın Rasülü; Üsame'ye, kıbtiyye hakkında
sorduğu zaman Üsame; kıbtiyyeyi karısına giydirdiğini söyleyince,
Allah'ın Rasülü ona şöyle buyurdu:

"Karına emret
kıbtiyyenin
altından elbise giysin. Ben kıbtiyyenin altından
kemiklerinin (renginin) ortaya çıkmasından korkarım."
Bu hadiste bildirildiğine göre
Allah'ın Rasülü, Üsame'nin, kıbtiyyeyi karısına giydirdiğini öğrenince
derisinin rengi belli olmaması için, karısına kıbtiyyenin altından
elbise giydirmesini emretmiştir. "Ben, kıbtiyyenin altından
kemiklerinin (renginin) ortaya çıkmasından korkarım"
diyerek bunun sebebini de illetlendirmiştir. Yani tıpkı camın,
arkasındaki cismin rengini göstermesi gibi kıbtıyyenin altından
derinin renginin görünebileceğini belirtmiştir. Çünkü hadiste yer
alan kelimesi “soymak ve arkasındaki ortaya çıkarmak” demektir.
Tıpkı camın arkasından bir başka cismin açıkça görüldüğü
gibi ince elbisenin altındaki ten de açıkça belli olur.
kelimesi
kelimesinden türemiştir. El-vasf, birşeyin arkasındakinin şekil
olarak değil de aynen ortaya çıkmasıyla gerçekleşir. Bir şeyin
arkasındaki nesne görüldüğü zaman
“şeklini aldı” kelimesi yerine
kelimesi kullanılır. Bu nedenle hadiste; “kıbtiyyenin
arkasından kemiklerinin görünmesinden korkarım” ifadesi
kullanılmıştır. Bu ise, kemiklerin şeklinin değil renginin açığa
çıkması demektir. İşte bu iki hadis, şarinin; avreti örtecek olan
elbisenin, altındaki derinin rengini belli etmeyecek bir şekilde
olmasını şart koştuğuna dair açık delillerdir. Bu nedenle avret
mahallini örterken kadının kullanacağı elbisenin, içeriden derinin
rengini belli edecek kadar ince olmaması farzdır.
Setri avret (avretin
örtülmesi) diye bilinen konunun özü budur. Ancak bu konunun, kadının
genel hayatta giyeceği elbise ile karıştırılmaması gereklidir.
Kadının birtakım elbiseler giyerek sokakta dolaşması doğru
değildir.
Avretini örtecek şekilde
elbiselerin bulunması, genel hayatta kadının bunları giyebileceğini
göstermez. Çünkü cadde ve sokaklarda giyilmesi için şarinin
koyduğu muayyen elbiseler vardır. Her ne kadar avreti örtebilme
özelliğine sahipse de olan pantolon ile avretin örtülerek genel
hayata çıkılması doğru değildir. Çünkü şari genel hayatta
kadınların giymesi için belirli bir elbise tesbit etmiştir. Kanun
koyucunun emrine karşı gelir ve onun belirlediği elbiseyi giymezse günahkar
olur. Zira bu hareketiyle farzlardan birisini terk etmiş demektir. Bu
nedenle avretin örtülmesi konusu ile genel hayatta giyilecek elbiseler
konusunun birbirine karıştırılmaması gereklidir. Pantolon ince
olmadığı zaman avreti örte r. Ancak
bu durum, pantolon ile yabancı erkeklerin karşısına çıkılabileceği
anlamına gelmez. Çünkü pantolon kadının güzelliklerini ve
ziynetini açığa çıkarır. Bu durumdaki bir kadın her ne kadar
avret yerini örtmüş olsa da, güzelliklerini yabancılara göstermiş
sayılır. Halbuki kanun koyucu, kadının süslenip güzelliklerini
yabancı erkeklere göstermesini yasaklamıştır. Bu nedenle pantolonun
kadının avretini örtme özelliğine sahip olması nedeniyle kadının
güzelliklerini ortaya koymadığını söyleyemeyiz. Bu nedenle kadının
avretini örtmesi meselesi ile, süslenip güzelliklerini yabancılara göstermesi
konusunu kesinlikle birbirine karıştırmamak gereklidir. Bunların her
biri birbirinden ayrı konulardır.
Ancak şari; kadının çarşı-pazara,
cadde ve sokağa çıkmak istediği zaman özel hayatta giydiği
elbisenin üzerine bir başka elbise daha giymesini emretmiştir. Şari,
evinin dışına çıkan kadına elbisesinin üstüne çarşaf veya
benzeri bir elbise giymesini; bunu da ayaklarına kadar salıvermesini
emretmiştir. Eğer elbisesinin üstüne giyeceği çarşaf veya benzeri
bir elbise bulamazsa; komşusundan, kardeşinden veya bir yakınından
ödünç alması gerekir. Eğer ödünç almaya gücü yetmez veya
ödünç alamazsa dış elbisesi olmadan dışarı çıkması doğru
değildir. Özel hayatında giydiği elbisenin üstünden çarşaf,
manto veya pardesü gibi bir elbise giymeden dışarı çıkarsa günahkar
olur. Çünkü bu durumda Allah'ın farzlarından birisini terk etmiş
olur. Bu durum omuzlardan aşağıya kadar salıverilecek elbise ile
ilgili bir hükümdür.
Ancak kadının vücudunun
üst kısmını yani başını, başörtüsü veya başörtüsünün
yerini tutacak başın tümünü ve boynunu örtecek, göğüslerine
kadar salınacak bir örtü ile örtmesi gereklidir. Kadın, çarşıya
çıkmak istediği veya cadde ve sokakta yürümesi gerektiği zaman
başörtüsü veya aynı vazifeyi görecek, genel hayatta kullanacağı
bir örtünün bulunması gereklidir. Buna göre kadın; başında başörtüsü
ve omuzlarından aşağısını örten çarşaf, manto türü iki
parçadan oluşan bir elbise bulunursa çarşıya çıkabilir, cadde ve
sokaklarda yürüyebilir. Eğer bu iki tür örtü bulunmazsa, hangi
halde olursa olsun kadının genel hayata çıkması caiz değildir.
Çünkü örtünme emri bu iki örtü için genel olarak gelmiştir ve tüm
durumlarda genel olarak da kalmıştır. Zira ayetteki emri tahsis edici
bir şey yoktur.
Genel hayatta bu iki
örtünün örtülmesinin farziyetinin delili yüce Allah'ın şu
ayetleridir:
"...Kendiliğinden görünen
kısmı hariç ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının
üstüne koysunlar. "
Omuzlarından aşağıda
kalan kısmın örtülmesi ile ilgili ayet ise şudur:
"E y
Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış
elbiselerinden üzerlerine giymelerini söyle..."
Ümmü Atiyye'den: Dedi ki:
"Rasulullah (s.a.v.)
bize Ramazan ve Kurban bayramı namazlarına; genç kızları, çadırda
kalan genç bakireleri ve hayızlı kadınları da çıkarmamızı emretti.
Hayızlılar namazgahları ayrılarak hayra şahit olacaklar ve müslümanların
dualarında hazır bulunacaklardı. Ben: Ey Allah'ın Rasülü! İçimizden
birisinin dışarıda giyeceği dış elbisesi yoktur, dediğimde;
Allah'ın Rasülü: Kardeşi
kendi örtülerinden (çarşaf vb) birini ona giydirsin
buyurdu."
Bu delillerin tümü, kadının
genel hayatta dış elbisesini giymesi gerektiğine açıkça delalet
etmektedir. Allah-u Teâla, genel hayatta kadının giymesi farz olan bu
elbiseyi yukarıda geçen her iki ayette, dikkatli, eksiksiz ve kapsamlı
bir şekilde nitelemekte ve vücudun üst kısmına örtülecek örtü
için şöyle buyurmaktadır: "...Başörtüleri yakalarının
üstüne salıversinler."
Gömleğin
ve elbisenin yakasından görünen yerlerini gizlemeleri için; başlarını,
göğüslerini ve boyunlarını örtsünler. Kadınların giyeceği,
omuzdan aşağıda kalan kısmı örtecek olan elbise için ise ayette
şöyle buyrulmaktadır: "...Dış
elbiselerinden üzerine giymelerini söyle..."
Yani dışarıya çıkmak
istedikleri zaman elbiselerinin üstüne çarşaf ve manto gibi
omuzlardan ayaklara kadar uzanan elbiselerini giysinler. Bir başka
ayette giyilecek olan bu elbisenin keyfiyeti ile ilgili olarak ise şu
ifadeler yer almaktadır: "...
Kendiliğinden görünen kısmı hariç ziynetlerini
göstermesinler."
Yani;
ziynet uzuvlarından sayılan kulaklar, kollar, baldırlar ve bunun
dışındaki yerlerini açmasınlar. Ancak bu ayet indiği zaman yani
Rasul (s.a.v.) dönemindeki genel hayatta eller ve yüz görünüyordu.
Bu açıklama ile; genel hayatta kadının giymesi gereken elbisenin
nasıl olması gerektiği çok net ve eksiksiz bir şekilde ortaya
koyulmaktadır. Ümmü Atıyye'den rivayet edilen hadis ise, kadının
dışarıya çıkmak istediği zaman özel hayatta giymiş olduğu
elbisenin üstüne dış elbise giymesinin gerektiği daha net bir
şekilde ortaya konulmaktadır. Zira Ümmü Atıyye Rasulullah
(s.a.v.)'e:
"...Ey Allah'ın Rasülü!
İçimizden birisinin dışarıda giyeceği dış elbisesi yoktur,
dediğinde; Allah'ın Rasülü: Kardeşi kendi örtülerinden (çarşaf
vb) birini ona giydirsin"
diyerek
cevap vermiştir. Yani; Allah'ın Rasülü, mescide gelmek isteyen kadının
evinde giydiği elbisenin üstüne giyeceği elbisesi yoksa,
kardeşinden ödünç olarak elbise almasını
ona emretmektedir. Hadisin mefhumu muhalifine göre, ödünç olarak
elbise bulamazsa dışarıya çıkması doğru değildir. Bu ifade ise
hadisteki emrin, farziyet anlamında bir karine olduğunu göstermektedir.
Buna göre, kadın dışarı çıkmak istiyorsa özel hayatta giydiği
elbisenin üstünden dış elbisesini giymesi üzeri vaciptir, eğer
giymezse dışarı çıkamaz.
"Cilbab" (dış
elbise) veya çarşaf ya da mantoda aranan şart veya özellik; kadının
iki ayağını da gizleyinceye kadar aşağıya kadar salıverilmesidir.
Çünkü ayette yüce Allah şöyle buyurmaktadır :
"...Dış elbiselerinden
üzerine giymelerini söyle..."
Yani
dış elbiselerini üzerlerine yaysınlar. Çünkü ayette geçen
kelimesi “teb’îd” için
değil, “beyan” içindir.
Bu durumda ayet, mantolarını veya çarşaflarını aşağıya kadar
salıversinler anlamına gelmektedir. Zira İbni Ömer'den rivayet
edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
"Kim kibirlenerek
elbisesini yerde sürüklerse kıyamet günü Allah ona (rahmet nazarı
ile) bakmaz, deyince Ümmü Seleme atılarak: Öyleyse kadınlar
elbiselerinin eteklerini ne yapacaklar deyince Allah'ın Rasülü: Yere
bir karış kadar salarlar, buyurdu. Bu
cevap üzerine yine Ümmü Atiyye, bu
takdirde de ayakları açılır
deyince Allah'ın Rasülü: Öyleyse bir miktar
kalana (yerde sürümeyecek) kadar salsınlar. Bunu daha da
artırmasınlar, buyurdu."
Bu hadis, kadınların giydikleri dış elbiselerin ayaklara kadar
uzandığını ve ayaklarını örttüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Eğer ayakları, çorap veya ayakkabı ile örtülmüş olsa bile yine
de dış elbiselerini aşağıya kadar salıvermeleri gereklidir.
Ayakların herhangi bir şeyle örtülmüş olması zorunlu değildir.
Önemli olan kadının genel hayatta giymesi farz olan dış elbise
olduğunun bilinmesini gösterecek şekilde elbisenin, aşağıya kadar
salıverilmiş olmasıdır. Zira elbise ayakları örtecek şekilde
aşağıya kadar salıverildiği zaman ayetteki
"salıversinler" şartı gerçekleşmiş olur.
İşte böylece kadının
dışarı çıkmak için giymiş olduğu elbisenin üstüne geniş bir
elbise giymesinin vacip olduğu açıklanmış olmaktadır. Eğer
kendisinin giyeceği dış elbisesi yoksa, kardeşinden ödünç alması
gerekir. Yani dışarıya çıkmak için üzerine giyeceği dış
elbisesi yoksa kim olursa olsun müslüman kardeşlerinden birisinden
ödünç alıp üstüne giyerek ancak dışarı çıkabilir. Eğer
üzerine giymek için ödünç bir elbise bulamazsa, buluncaya kadar dışarı
çıkamaz. Üzerindeki elbise bütün vucudunu örtüyor olsa dahi,
üzerine giyeceği geniş ve uzun bir dış elbise olmadan dışarıya
çıkarsa günahkar olur. Çünkü ayaklara kadar uzanan geniş ve uzun
bir elbise giymek farzdır. Aksi şekilde davrandığı takdirde hem
Allah katında günahkar sayılır hem de devlet tarafından
"tazir" cezası ile cezalandırılır.
Kadının erkeğe, erkeğin
de kadına bakması ile ilgi meselelerden geriye iki mesele
kalmıştır:
A.
Ev sahibinin izniyle evde bulunan yabancı erkeklerin, normal iş
elbiseleri içerisinde bulunan kadınlara, el ve yüzünün dışında
kadının bazı azalarına bakmaları ile ilgili durum.
B.
Şehrin cadde ve sokaklarında gayrı müslim kadınlardan, hatta bazı
Müslüman kadınlardan ellerinin ve yüzlerinin dışındaki ziynet
mahallerinin bir çoğunu açıp gezen kimselerin bulunması durumu.
İşte bu iki mesele günümüzde
sürekli olarak karşı karşıya kaldığımız sorunlardandır. Bu
durum günümüz Müslümanlarının içinde bulundukları belalardan
iki tanesidir. Bu nedenle bu iki konu hakkındaki Allah'ın hükmünün
açıklanması gerekmektedir.
Birinci Mesele: Aynı evde
akraba ve kardeşlerin birlikte oturmaları. Bu durumda, bir kısmının
hanımı diğerlerine, normal iş elbiseleri içerisinde görünür. Bu
sırada kadının saçı, boynu, kolları, bacakları ve benzer azaları
görülür. Kadının mahrem olan kardeşleri ve babası gibi, mahrem
olmayan kayınları ve başka akrabaları da bu görünen azalara
bakabilirler. Halbuki kadının kaynı, herhangi bir yabancı gibidir.
Yine bilindiği gibi amca çocukları, teyze ve hala çocukları gibi
mahrem olmayan akrabalar eve girerek, birbirlerine selam verdikten
sonra, kadın iş elbisesi içerisinde iken gelip onlarla oturur konuşurlar.
Bu arada, kadının yüz ve ellerinden daha fazla olarak saçı, boynu,
kolları ve bacak gibi azaları görülür. Adeta mahrem muamelesine
tabi tutulurlar. Maalesef bu mesele İslâm memleketlerinde yaygın
vaziyettedir. Bu mesele, özellikle şehirlerde yaşayan müslümanların
bir çoğunun karşı karşıya kaldığı yaygın bir beladır.
Üstelik bir çokları da bunun mübah olduğunu sanmaktadır. Bu konuda
Allah-u Teâla, bakmayı veya lezzet maksadı ile kadına bakmayı
mutlak olarak haram kılmış; ardından lezzet maksadı ile bakmayı
yalnızca evlilik şartı ile, ziynet mahalline bakabilmeyi de ayette
yer alan on iki grup insanla istisna etmiştir. Daha sonra ise kadının
ellerine ve yüzüne bakma konusunda tüm erkekleri istisna etmiştir.
Ancak şehvet nazarı ile kadına bakmayı -evlilik dışında yani
kadının kocası dışında- herkese mutlak surette haram
kılmıştır. Şehvet maksadı ile olmaksızın kadının ellerine ve yüzüne
bakmayı ise mutlak olarak mübah kılmıştır. Elinin ve yüzünün dışındaki
yerlerine bakmak Allah'ın ayette belirttiği kimselerin
dışındakilere mutlak olarak haramdır.
Nasslarda yer aldığı
üzere genel hayatla ilgili hüküm budur. Özel hayatta ise Şari,
kadına, çalışma esnasında elleri ve yüzü dışındaki
uzuvlarını açmasını mübah kılmıştır. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Ey iman edenler!
Ellerinizin altında bulunan köle ve cariyeler ve sizden henüz ergenliğe
ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında
soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra, yanınıza gireceklerinde,
üç defa izin istesinler."
Ayette
yüce Allah, büluğa ermemiş çocuklara ve kölelere ebeveynin odasına
girmeden önce üç defa izin istemelerini emretmektedir. Üç defa izin
istemelerinden sonra girmelerini mübah kılıyor. Ayetin devamında ise
şöyle buyurulmaktadır:
"...Bu vakitler; sizin açık
bulunacağınız üç vakittir. Bu vakitlerin dışında, birbirinizin
yanına girip çıkmakta, size de onlara da bir sorumluluk yoktur."
Bu ayet, üç halin dışında
çocukların ve kadınların kölelerinin izinsiz olarak kadınların
yanlarına girebileceklerini açıkça belirtmektedir. Yani kadınlar
bu üç halin dışında iş elbiseleri içerisindedirler. Bu ayeti
kerimeden, kadının evinde iş elbisesi ile hayatını devam ettirdiği
ve bu elbise içerisindeki halini çocukların ve kölelerin görebileceği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kadının evinin içerisinde iş
elbisesi ile yaşamasının caiz olduğunda şüphe yoktur. Bu durumdaki
bir kıyafetinden dolayı da mutlak olarak günahkar değildir. Bu
haliyle çocukların ve kölesinin onu görmesinden dolayı herhangi bir
sorumluluğu yoktur. Onlara karşı örtünmesine gerek olmadığı gibi
yanına girmek için çocukların ve kölesinin izin almasına da gerek
yoktur. Yabancı erkek olsa dahi evde hizmetçi olarak çalışan hizmetçiler
de köle gibidir. Çünkü ayet, kölenin izinsiz olarak girmesi ile
illetlendirilmiştir. Çünkü onlar evde dolaşan kimselerdir ki bu
husus ayette şöylece belirtilmektedir:
"Birb irinizin
yanına girip çıkmakta, size de onlara da bir sorumluluk yoktur."
Yani evdeki köleler, evin işleri
için evde dolaşırlar. İşte köleler için geçerli olan bu illet
hizmetçiler için de geçerli bir illettir. Çünkü her ikisi de
görev olarak aynı işi yapmaktadırlar. Buna göre özel hayatta kadının,
günlük ev işlerini yapması esnasında görünebilecek elleri ve
yüzünün dışındaki azalarını örtmesi farz değildir. Ancak çıplak
halde veya çıplaklığa benzer bir halde ise yani ayette bilertilen
üç vakitte evdeki hizmetçilerin, kölelerin ve çocukların izinsiz
olarak yanlarına girmeleri caiz değildir.
Ancak yüce Allah, çocuklar,
köleler ve hizmetçilerin dışında
kalan Allah'ın istisna ettiği kimselerle ilgili olarak da özel
hayattaki hükmü açıklamış ve onlardan izin almalarını
istemiştir. Allah-u Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Kendi
evlerinizden başka evlere izin almadan,
sahiplerine seslenip selam vermeden girmeyin..."
Ayette;
başka bir eve girmek istediğinde müslümandan izin alması talep
edilmekte ve bunun için de
"izin istemek" kelimesi kullanılmaktadır. Mefhumu muhalifi
ile ayet; kendi evine girmek istediği zaman kişinin izin istemesine
gerek olmadığı anlamına gelmektedir. Bu ayetin nüzül sebebi
şudur: Ensar'dan bir kadın Allah'ın Rasülüne gelerek: Ey Allah'ın
Rasülü! Ben evimde ne babamın ne bir çocuğun ne de herhangi bir
kimsenin beni görmesini istemediğim halde oluyorum. Bu halde iken
babam geliyor ve evime giriyor. Ben bu halde iken ailemden bir erkeğin
evime gelmesi devam ediyor, ne yapmalıyım? diye sorması üzerine
bu ayet nazil olmuştur. Ayetin nüzül sebebine, mefhumuna ve lafzına
baktığımız zaman, özel hayattaki problemin, avretin örtülü olup
olmaması sorunu olmadığı, kadının üstünün ve elbisesinin dağınık
bir halde bulunması meselesi olduğu anlaşılmaktadır. Kadının
şikayeti üzerine Allah'ın Rüsülü kadına, üstü başı dağınık
halde bulunmamasını veya örtünmesini emretmemiş
ancak erkeklere izin almalarını emretmiştir. Özel hayattaki bu
durumda mahrem olanla olmayan, kadınlarla erkekler, baba ile yabancı
arasında fark yoktur. Bu hususta erkek- kadın ayrımı
yapılmamıştır. Bu genellikten yalnızca çocuklar, köleler ve
hizmetçiler istisna edilmiştir. Buna göre bir evde karı-kocanın
yanında bir başka erkek veya kadın da yaşıyorsa, onlar hakkındaki
hüküm; baba, kardeş, yabancı ve mahrem ayrımı yapılmaksızın
aynıdır. Özel hayatta vücudunun uzuvlarının görülmesinden dolayı
kadına bir günah yoktur. Ancak,
başkasının evine girmek istediği zaman erkeğin izin alması
gereklidir.
Ancak bu haldeki bir kadına
bir erkeğin bakması ise bir başka hükmün kapsamına girmektedir.
Çünkü kadına bakma konusuna Allah-u Teâla; ister özel hayatta
olsun isterse genel hayatta olsun, mahrem olanların dışında
kalanların kadının elleri ve yüzü dışında kalan uzuvlarına
bakmalarını mutlak surette haram kılmıştır. Mahrem olanlara el ve
yüzün dışında kalan uzuvlarına bakabilmeyi caiz kılmış, el ve yüzün
dışındaki uzuvlara bakmaktan gözleri sakındırmayı emretmiş,
şehvet amacı gütmeyen bakışları affetmiştir. Ancak ellerin ve yüzün
dışındaki uzuvlara bakmanın haram oluşu açıkça ortadadır.
Ellerin ve yüzün dışında kalan uzuvlara bakmaktan gözleri
çevirmenin gerekliliği de ayette açıkça ortaya konulmaktadır.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Mümin erkeklere
söyle! Gözlerini (haramdan) sakındırsınlar."
Burada gözleri sakındırmaktan
kasıt, ellere ve yüze bakmanın mübah
olmasının yanında bu iki uzuvın dışında kalan yerlere bakmaktan gözleri
uzaklaştırmaktır. Buhari'de şu hadis yer almaktadır: "Saîd
bin Hasen, Hasen'e şöyle dedi: Acem (İran) kadınları göğüslerini
ve başlarını açıyorlar. Bunun üzerine
Hasen el-Basri dedi ki: "gözünü
onlardan kaçır". Yollarda
oturmayı yasaklayan hadiste ise şu ifade yer almaktadır: "gözünü
sakındır" Yani sokaktan geçmekte olan kadınların elleri ve
yüzü dışında kalan bazı yerleri açık olabilir. Bu durumda sizin
üzerinize düşen görev, bakmamak değil, gözleri sakındırmaktır.
Zira yüce Allah; ellerin ve yüzün dışında kalan yerlere bakmayı
ve kasıtlı olarak bakmayı haram kılmıştır. Kasıtsız olarak
bakmayı ise haram kılmamıştır. Kasıtsız olarak bakılması
durumda: "gözlerini sakındırsınlar"
diyerek bakmayı değil, gözleri
çevirmeyi emretmiştir. Ayette yer alan
kelimesi, "teb’îd" içindir, yani bazı bakışları
sakındırmayı, kaçırmayı kapsamaktadır. Dolayısıyla kasıtsız
olarak yapılan bakışlar haram olmayıp caizdir.
Buna göre bir adamın
akrabası ile birlikte oturması, baba ve kardeş gibi mahrem olanlarla
ve amca oğlu gibi mahrem olmayanlarla bir arada bulunması caizdir.
Kadının, aynı evde kocası veya kardeşi ile birlikte yaşayan
kimseye iş elbisesi ile görünmesinde bir sakınca yoktur. Aynı evi
paylaşan erkeğin yapması gereken şey ise, günlük çalışma
elbisesi içerisinde bulunan kadından gözlerini çevirmektir. Yani bu
durumda bir erkek, iş elbisesi içerisinde çalışmakta bulunan evin
hanımına kasıtsız olarak bakmasından dolayı günahkar olmaz. Ancak
ayette yer alan üç hal bu hükmün kapsamına girmez.
Bu hüküm ve açıklama,
aynı evi paylaşan kimse ile ilgili hükümdür. Ancak, akraba olan
veya olmayan, mahrem olan veya olmayan kimselerin dışarıdan gelip eve
girmek isteyenlerin izin almaları gerekir, izinsiz olarak eve
giremezler. Ancak bunlardan mahrem olanlara karşı kadının
örtünmesi gerekmez. Çünkü mahremlerin kadının ziynet yerlerine
bakmaları caizdir. Mahrem olmayanlara karşı ise kadının avret
yerlerini yani elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini örtmeleri
farzdır. Eğer böyle yapmaz ve iş elbisesi ile mahrem olmayan
misafirlerin karşısına çıkarsa günahkar olur. Böyle bir durumla
karşılaşan bir erkeğin yapması gereken şey ise gözlerini haramdan
sakındırmaktır.
Dışarıdan ziyaretçi
olarak eve gelen kimse ile aynı evi paylaşan erkek arasındaki fark
şudur: Kadının kocası veya kardeşi ile aynı evi paylaşan erkeğin
izin istemesine gerek yoktur. Çünkü orası onun evidir. Kadının ise
örtünmesi gerekmez, çünkü özel hayattadır. Kadının günlük iş
elbisesi ile ziyaretçinin karşısına çıkmamasını hissettirmek için
Allah-u Teâla dışarıdan gelen ziyaretçiden izin almasını
istemektedir. Ancak mahremlerine karşı iş elbisesi ile görünmesinde
bir sakınca yoktur. Yani örtünme talebi ayetin nüzül sebebinin
delilidir. Dolayısıyla ister mahrem olsun isterse mahrem olmasın
kadının yanına bir kimse gelmek istediği zaman izin istemesi
gerekir. İzin talebi mahrem olmayanlara karşı örtünmeyi
hissettirmek demektir.
İkinci mesele: Batı
hadaratının bize karşı açtığı savaş neticesinde İslâm me mleketlerine
küfür hükümlerinin uygulanmasından
beri gayrimüslim kadınlar, her taraflarını açarak adeta çıplak
bir halde sokak ve caddelerde dolaşmaya başladılar. Bazı Müslüman
kadınlar da bunları taklid edip ayni şekilde sokaklarda arzı endam
ettiler. Hatta sokaklarda dolaşan, dükkanlarda alış-veriş için
oturmakta olan müslüman kadın ile Müslüman olmayan kadını
birbirinden ayırmak imkansız hale geldi. Diğer taraftan ise bu
ülkelerde yaşayan Müslüman erkeklerin, yaygın hale gelmiş olan bu
kötülüğü ortadan kaldırmaya güçleri yetmemektedir. Bu çıplak
kadınları görmeden buralarda yaşamak da imkansız hale gelmiş
bulunmaktadır. Zira bu husus, yaşadıkları hayatın bir parçası
haline gelmiştir. Oturdukları binalar, kadının avret yerlerinin
erkekler tarafından görülebilecek şekilde inşa edilmiştir. Evinde
oturup dışarı çıkmamak şartının dışında, bütün çabasına
rağmen hiçbir erkek, kadının göğüslerini, sırtını,
bacaklarını, saçını ve kollarını görmeden yaşayamaz hale
gelmiştir. Bir erkeğin ise mutlak olarak evde
oturması mümkün değildir.
Çünkü alış-veriş ve diğer birtakım işler için insanlarla
diyalog içerisinde olmak mecburiye-tindedir. Çünkü bu, hayatın
zaruri işlerindendir. Kadınların mahrem yerlerine bakmadan, bu
işleri yapması mümkün değildir. Kadınları avret yerlerine bakmak
ise kitap ve sünnetle kesin olarak haram kılınmıştır. Peki erkek
ne yapacak? Bu sıkıntıdan ancak iki şekilde kurtulabilir:
1-
İstemeden kadına bakmak. Yani herhangi bir kasıt olmadan gözün çıplak
kadını görmesidir. İkinci bakış yapılmadığı takdirde birinci
bakış günah sayılmaz. Zira Cerir b. Abdullah'tan gelen rivayette şöyle
geçmektedir:
“Ben, Rasulullah (s.a.v.)’e
ani bakıştan sordum da bana; bakışımı hemen çevirmemi
emretti."
Ali ( r.a.)'dan
rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"Bir bakışa, ikinci
bakışı ekleme. Çünkü, birinci bakış senindir. Fakat diğeri,
senin değildir (aleyhinedir)."
2-
Başı ve kolları açık olan kadın ile konuşmak. Bu durumda gözlerin
ondan çevrilmesi vacibtir. Konu ile ilgili olarak Ebu Davud'da şu
rivayet yer almaktadır:
“A bbas'ın
oğlu Fadl Peygamberin terkisinde bulunuyordu. Hasamlı bir kadın
Peygamberden bir şey sormaya geldi. Fadl, o kadına bakıyor, kadın da
ona bakıyordu. Peygamber Fadl'ın çenesinden tutup yüzünü kadından
çevirdi."
Allahu Teâla şöyle
buyurdu:
"Mümin erkeklere söyle!
Gözlerini (haramdan) sakınsınlar. Avretlerini korusunlar."
Gözleri sakındırmaktan maksat
aşağıya doğru indirmektir.
Bu çözüm erkek açısından
sorunun çözüm şeklidir. Yani erkek kadınla konuşmasının zorunlu
olduğu bir işte çalışıyorsa, veya bir arabaya bindiğinde veya
sıcaklığın şiddetinden dolayı gölgelikte otururken veya benzeri
durumlarda avret yerleri açıkta bulunan bir kadınla karşı karşıya
geldiğinde gözlerini aşağıya doğru dikerek, onunla konuşması ve
alış verişte bulunmasıdır. Çünkü umumi hayatın zaruri olan
ihtiyaçlarını gidermek, erkeğin görevlerindendir. Bu türden
görevleri yapmadan yaşaması mümkün olmadığı, çıplaklık
modasının getirdiği belayı defetmeğe malik olmadığı takdirde,
ayetin nassıyla amel etmek üzere gözlerini indirmesi lazımdır.
Bunun dışında bir başka şeyi yapması kesinlikle helal olmaz.
Bu durum, yaygın bir bela
olduğu için bundan kaçınmak ve uzak kalmak çok zordur denemez.
Çünkü böyle bir iddia, şeriata ters düşer. Zira herhangi bir
haram yaygın hale gelirse, o haram mübah olmaz. Aynı şekilde,
herhangi bir helal de yaygın hale gelirse haram olmaz. Yine bu
kadınlar; “kafir ve inanmayan kadınlardır. Bunlara cariye
muamelesi yapılır, bunların durum u
cariyeler gibidir” de denemez.
Çünkü, hadis umumidir. Müslüman kadınları ayırmamıştır.
Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Ey Esma! Kadın hayız
görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü
işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru
olmaz."
Bu hadis, Müslüman
olsun olmasın, kadının elleri ve yüzü
dışındaki yerlerine bakılmasının haram olduğuna delildir. Bu, bütün
hallere şamildir. Kafir kadın cariye ile kıyaslanmaz. Çünkü burada
kıyasın bir şekli yoktur.
Bu nedenle, içinde
mahremleri bulunmayan, kendi evleri dışındaki evleri ziyaret eden
erkeklerin, kadınların elleri ve yüzü dışındaki yerlerine
bakmaktan gözlerini indirmeleri gerekir. Şehirlerde yaşayıp
toplumsal hayatta yer almak zorunda olan erkeklerin, avret yerlerini açarak
ortalıkta dolaşmakta olan kafir veya günahkâr kadınlarla;
alış-veriş yapmak, konuşmak gibi işlemlerle karşı karşıya
geldikleri zaman iş esnasında gözlerini onların avret
yerlerine bakmaktan kaçırmaları ve
aralarındaki işlemleri ihtiyaç duydukları zorunlu süre ile sınırlı
tutmaları gerekir.
Buraya kadar
anlattıklarımız kadına bakmakla ilgili hükümlerdi. Kadın ile
musafahaya yani tokalaşmaya gelince: Kadının erkekle erkeğin de
kadınla ellerinde eldiven veya benzeri birşey olmadan tokalaşmaları
caizdir. Zira Buhari'de Ümmü Atiyye'den gelen bir rivayette şöyle
denilmektedir:
“Biz Nebi (s.a.v.)'e
biat ettik ve Allah'ın Rasülü bize; Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmamamızı emreden ayeti okudu ve bizi, ölülerin arkasından
bağırıp çağırarak yas tutmaktan nehyetti. Bunun üzerine bizden
bir kadın elini geri çekti."
O
gün biat verme musafaha ile oluyordu. O kadın musafaha için önce
elini uzatmıştı, tam biatlaşacakken elini geri çekti. Kadının
elini geri çekmesi demek onun musafaha ile biat etmek istediğini ifade
etmektedir. "Bizden
bir kadın elini çekti"
ifadesi, diğer kadınların ellerini geri çekmediklerini, musafaha
yaparak biat verdiklerini göstermektedir. Yine
ayette yer alan "veyahut kadınlara
dokunduğunuz zaman" ifadesi
bütün kadınlara ait olmak üzere umumi lafızla varid olmuştur ki,
kadınlara dokunmanın abdesti bozacağına delalet eder. Bu hüküm ise
sadece abdestin bozulmasıyla
ilgilidir. Kadına şehvetsiz olarak dokunmak haram olmadığı gibi
onlarla musafaha etmek de haram değildir. Kadının eli haram
olmadığı gibi şehvetsiz olarak ona bakmak da haram değildir.
Dolayısıyla şehvetsiz olarak kadınla tokalaşmak da caizdir.
Ancak bu hüküm; bir kadının
yabancı erkeği, erkeğin de yabancı kadını öpmesi gibi değildir.
Öpmek kesinlikle haramdır. Çünkü öpmek, zinanın
başlangıcıdır. Bu tür öpme adeten zinaya davet niteliğinde
olduğundan -şehvetsiz olsa dahi- zinaya yol açmasa
ve zina olmasa dahi haramdır.
Çünkü zina yaptığı için temizlenmek maksadıyla Allah'ın
Rasülü (s.a.v.)'e gelen Maiz’e; "...belki de onu
öptün"
demesi, bu
türden öpmelerin zinanın öncüllerinden olduğunun delililidir. Zira
zinayı haram kılan ayet ve hadislerin tümü, dokunmak şeklinde olsa
dahi zinaya davetiye çıkaran herşeyi kapsamaktadır. Birtakım
ahlaksız genç kızların veya erkeklerin yaptıkları gibi; bir
erkeğin kadını veya kadının erkeği ayartmak istemesi, aşkla veya
şehvetle öpmesi, sımsıkı kendine çekmesi, kucaklaması veya
benzeri davranışlarda görülen öpme olaylarının tümü haramdır.
Bu türden bir öpme, uzun bir yolculuktan dönen bir kimseyi
selamlamak, ona hoş geldin demek için dahi olsa yine haramdır.
Çünkü genç erkek ve kızlar arasında meydana gelen bu türden
öpmeler zinanın öncüllerindendir.
|
|