MÜSLÜMAN KADININ YÜZÜNÜ
PEÇE İLE ÖRTMESİ
FARZ DEĞİLDİR
İslâm'da, kadının, gözleri
dışında yüzünün tamamını örtebilecek bir örtünün bulunmasının
farz olduğunu söyleyen görüş İslâmi bir görüştür. Bu görüşü
savunan mezheb sahibi bazı müctehid imamlar vardır. Kapanması
mecburi olmadığı için, mutlak olarak yüzünü örtmek gayesiyle,
bir örtü edinme Müslüman kadına farz değildir görüşü de İslâmidir.
Çünkü bu görüşü de mezheb sahibi bazı müctehid imamlar ileri
sürmüşlerdir. İşte önemli ictimai problemlerden biri de bu
problemdir. Bu iki görüşten birinin kabul edilmesi ve benimsenmesi
İslâmi hayat tarzına tesir eder. Onun için bu probleme ait şer'i
delillerin bütün tafsilat ve detaylarıyla birlikte araştırılması
lazımdır ki Müslümanlar bu iki görüşten, delil bakımından en
kuvvetli olanını tercih etsinler ve İslâm Devleti de tercih edilen
görüşü tatbike koyabilsin.
Sömürgeci kafirlerin
etkisiyle hayata bakış açılarında batı kültürü ile boyanmış
batıya kucak açmış, batı ile kendilerinden geçmiş bir takım
insanlar, yarım asırdan daha uzun bir süreden beri kadın ile ilgili
konular üzerinde tartışmalar yapmaktadırlar. Bunlar, İslâmi
olmayan birtakım fikirleri İslâm'a sokmaya çalışarak, Müslüman-ların
meselelere bakışını ifsat etmeğe uğraştılar. Peçe ve açıklık
fikirlerini icad edip ortaya attılar. Mütefekkir alimlerin bunlara karşı
çıkmaları gerekirken, yazar ve edebiyatçılar ile mukallid öğrenciler
bunlara karşı çıktılar. Bu da, onların görüşlerini daha da
yaygın hale getirmelerine neden oldu. Halbuki tartışma konusu
yapılan bu fikirler, Müslümanları dinlerinde şüpheye düşürmek
ve dejenere etmek için Batı'nın İslâm ile yaptığı savaşın
ürünüdür. Evet, bu münakaşaların ortaya atıldığı günden bu
yana üzerindeki tartışmalar halen daha devam etmektedir. Ancak ortaya
atılan görüşler, üzerinde münakaşa yapmaya değmeyen, insanların
ilerlemelerine ve yükselmelerine yol açacak teşrii ve ictimai boyutu
ile ele alınan araştırmalar değildi. Halbuki üzerinde tartışılması
ve konuşulması gereken asıl konu; belli bir delile veya kıyasa
dayanarak müctehidlerin istinbat ettikleri şer'i hükümler olmalıydı.
Tartışma ve araştırma, birtakım kiralık kalemlerin görüşleri,
sahtekarların safsataları ve batıla kucak açanların düşüncelerinden
ibaret olmamalıydı. Müctehidlerin şer'i delillerden istinbat
ederek ortaya koyup söyledikleri
görüşler üzerinde ancak şer'i münakaşalar yapılabilirdi. Oysa
yalnızca müctehidlerin şer'i delillerden istinbat ettikleri görüşler
araştırılmalı ve teşrii açıdan bunlar üzerinde tartışma
yapılmalıydı. Böylece müctehidlerin görüşlerine ilave olarak
bazı fakihlerin, şeyhlerin ve peçe konusunda taassub sahibi
kimselerin görüşleri de araştırma ve inceleme konusu yapılarak
nefislerdeki şüphe giderilirdi. Bu nedenle biz burada tercihe şayan görüşün
belirlenebilmesi için konu ile ilgili olarak müctehidlerin görüşlerini
ve delillerini sizlere sunacağız. Böylece bunları gören herkes amel
etsin ve tatbikat sahasına koysun.
Yüzü ve elleri dışında
kadının bütün vücudunun avret olduğunu ve örtünmesi gerektiğini
ileri süren alimlerin bir kısmı bu hükmün ancak namaz için
geçerli olduğunu, namazın dışında kadının elleri ve yüzü dahil
olmak üzere bütün vucudun örtünmesi gerektiğini söylemektedirler.
Bunun için de görüşlerini Kur'an ve sünnetten şu ayet ve
hadislerle delillendirmektedirler. Kitap'taki delilleri şunlardır:
"(Rasulün) hanımlarından
bir şey istediğiniz zaman onu perde arkasından isteyiniz."
Bu ayet, kadınların üstlerine
perde örtmeleri gerektiği konusunda sarih bir
ayettir.
"Ey Nebi! Zevcelerine,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Üzerlerine
örtülerini salıversinler. Bu, onların tanınmalarına
ve böylece eziyet edilmemelerine
daha yakındır."
Bir kısım alim, ayette yer
alan 'örtülerini üzerlerine salıversinler' ifadesi şal, peçe veya
çarşaflarına bürünerek bunlarla üzerlerini ve yüzlerini
örtsünler anlamına geldiğini söylemektedirler. İslâm’ın ilk dönemlerinde
kadınlar adetleri gereği açılıp saçılıyorlar ve bu hususta hür
kadınlarla cariyeler arasında ayırım yapılamıyordu. O dönemde
geceleyin dışarı çıkıp ihtiyaçlarını gidermeye çalışan
cariyelere erkek delikanlılar sarkıntılık ediyorlardı. Bazen
cariyeler yerine hür kadınlara da saldırdıkları oluyordu. Biz,
onları cariye zannettik diyerek özür beyan etmeye çalışıyorlardı.
Bundan dolayı, elbiselerini cariyelerinkinden farklı giymeleri ve
onlardan farklı olduklarını göstermek için, üzerlerine örtü
örtünmeleri emredildi. Örtülerini başlarına almalarıyla
saldıranların şerrinden korunmuş olacakları beyan edildi. Böylece
hoşlanmadıkları davranışlardan emin olacaklardı. Bazı alimler
ayette yer a lan
ifadesinde ’in
düşürüldüğünü, aslında ayetin; onların güzel olup olmadıklarının
bilinmemesi ve eziyet edilmemeleri için en doğru yol olduğu anlamına
geldiğini söylemektedirler. Ayrıca Allahu Teâla bir başka ayette şöyle
buyurmaktadır:
"Evlerinizde oturun. Cahiliyenin
açılıp saçıldığı gibi açılıp saçılmayın."
Bu ayette Cenabı Allah (c.c.)
kadınların kendi evlerinde oturmalarını emretmektedir ki, bu da
örtünmeye bir delildir demişlerdir.
Sünnetten delillere gelince:
Rasulullah (s.a.v.)’ın;
"Kadın
avrettir."
dediği
rivayet edilir. Ayrıca şöyle dediği de rivayet edilir:
"Sizden birinizin
(kadınlar mülkü durumunda olan) erkek kölesi bulunsa bile ondan
örtünsün."
Yine Ümmi Seleme'den rivayet
edilen bir hadiste şöyle geçmektedir:
“Ben ve Hafsa Nebi (s.a.v.)’ın
yanında oturmuştuk. İbni Ümmü Mektum girmek için izin istedi. Nebi
(s.a.v.) bize; örtünün
dedi. Ben: Ya Rasulullah! o, kör bir adam, görmez, dedim. Allah
Rasulü: “O, kör ise de siz onu görmüyor musunuz?
dedi."
Ebu Davud'un
rivayet ettiği hadis ise şöyledir:
“Abbas'ın oğlu Fadl
Peygamberin terkesinde bulunuyordu. Hasamlı bir kadın Peygamberden bir
şey sormaya geldi. Fadl, o kadına bakıyor, kadın da ona bakıyordu.
Peygamber Fadl'ın çenesinden tutup yüzünü kadından çevirdi."
Cerir b. Abdullah'tan:
“Ben, Rasulullah (s.a.v.)’a
ani bakıştan sordum da bana; bakışımı hemen çevirmemi
emretti."
Ali ( t)'dan
rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"Bir bakışa, ikinci
bakışı ekleme. Çünkü, birinci bakış senindir. Fakat diğeri,
senin değildir (aleyhinedir)."
Bu hadisler, kadının vücudunun
tamamının avret olduğunu ve peçenin varlığını ileri sürenlerin
delilleridir. Ancak bunlar, ortaya çıkan probleme uygulanamayacak
delillerdir. Çünkü bunların hiçbiri bahsedilen konu ile ilgili değildir
Örtünme ayeti ile
ayetinin tamamı okunduğu zaman lafız ve mana bakımından birbirine
bağlı tek ayet olduğu ve Rasulullah (s.a.v.)’ın hanımlarını
kapsadığı, mutlak olarak Müslümanların kadınları ile ilgili
olmadığı anlaşılır. Ayetin tam metni şudur:
"Ey İman edenler,
(bundan sonra) Peygamberin evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli
vakitsiz girmeyin. Fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince de
lafa dalmadan dağılın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor. O da size bir
şey söylemeğe çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez.
Peygamberin eşlerinden bir şey isteyeceğiniz zaman onu perde
arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için
de daha temizdir. Allah'ın Rasulünü üzmeniz ve ondan sonra eşlerini
nikahlamanız asla caiz değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük
günahtır."
Ayet
Peygamber (s.a.v.)'in kadınlarına ait bir nasstır, onlara hastır. Müslüman
kadınlarla ilgisi yoktur. Nitekim Aişe (r.anha)'dan rivayet edilen
hadis de bu hususu teyid etmektedir: "Aişe (r.anha) diyor ki: “Ben,
büyük bir kaptan Rasulullah (s.a.v.) ile
birlikte "hays"
yiyordum. Bu sırada Ömer geldi, Allah'ın Rasulü onu çağırdı ve
yemeğe iştirak etti. Yemek esnasında Ömer'in parmağı benim
parmağıma değince; ay veya of dedi. Eğer Peygamber sizin
hakkınızda sözüme uymuş olsaydı hiçbir göz sizi görmezdi, dedi.
Bunun üzerine örtünme ayeti nazil oldu."
Rivayet edildiğine göre
Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
" Ben,
Ya Rasulullah evinize iyi ve kötü herkes geliyor. Müminlerin anneleri
perde arkasına girseler, dedim. Bunun üzerine hicab ayeti indi."
Yine, rivayet edildiğine göre:
"Ömer (r.a.),
başka kadınlarla birlikte mescidde bulunan Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarına uğrar ve onlara örtünseniz iyi olur. Çünkü kocanızın
diğer erkeklerden daha fazla üstünlüğü olduğu gibi, sizin de
diğer kadınlardan daha fazla üstünlüğünüz vardır, derdi. Bunun
üzerine Zeyneb (r.anha): Sen bizi mi kıskanıyorsun? Halbuki vahiy
bizim evlerimizde iniyor, dedi. Bu olaydan biraz
sonra hicab ayeti indi." Bu
ayetin nassı ve delalet kati olan bu hadisler, bu ayetin sadece
Peygamberin hanımları hakkında indiğine delalet eder.
"Evlerinizde
oturun" anlamındaki ayet de yine Peygamberin hanımlarına
hastır. Tam olarak ayetin metni şöyledir:
"Ey Nebinin hanımları!
Sizler, diğer kadınlardan birisi gibi değilsiniz. Eğer
sakınıyor-sanız edalı konuşmayın. Yoksa, kalbinde bir hastalık
bulunanlar kötü şeyler ümit ederler. Daima maruf söz söyleyiniz.
Evlerinizde oturun, ilk cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın.
Namazı kılın. Zekatı verin, A llah ve
Rasulüne itaat edin. Ey Peygamberin
ev halkı, Allah ancak sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak
ister."
Ayetin baş tarafı, bu
ayetin Allah Rasulü’nün hanımlarına ait olduğunu açıkça ifade
ediyor. Çünkü ayetteki hitab peygamberin hanımlarına ait olup,
özellikle ayetin kendisi de bunu ifade etmektedir. Nitekim şöyle
buyrulmaktadır:
"Ey Nebinin hanımları!
Sizler, diğer kadınlardan birisi gibi değilsiniz."
Bu
ayetin, Rasulün hanımlarına ait olduğu ve onlar hakkında indiğini
ifade eden bundan daha kuvvetli delil ve daha açık söz bulunmaz. Zira
ayetin sonunda Allah-u Teâla bu manayı daha da kuvvetlendirmek üzere
şöyle buyurmaktadır:
“Ey Peygamberin ev halkı,
Allah ancak sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister."
Ayetteki
bu kısım da, bu sıfatın
Peygamberin hanımlarına ait olduğunu ifade eder. Allah, onlardan
kusuru giderip onları tertemiz hale getirmek için, onların böyle
davranmalarını emretmektedir. "Sizi
tertemiz yapmak ister" ifadesinden sonra gelen ayet de bu
ayetin Rasulün hanımlarına ait
olduğunu tekid etmektedir:
"Evlerinizde okunan
Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah latif ve
habirdir."
Böylelikle onların evlerinin vahyin indiği yerler
olduğunu, orada okunanların unutulmamasını Kur'an hatırlatıyor.
İşte bu iki ayetin
Rasulullah (s.a.v.)’ın hanımlarına indiği ve hüküm itibarı ile
yalnızca onlara ait olduğunu ayetlerin kendisi açık ve net bir
şekilde ifade etmektedir. Rasulullah (s.a.v.)’ın hanımlarından
başka kadınlara ait olduğuna dair bu ayetlerde herhangi bir delalet söz
konusu değildir. Yine Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına ait olan
başka ayetler de vardır. Şöyle ki:
"Ondan sonra eşlerini
nikahlamanız asla caiz değildir.”
Ayete göre
Rasulün vefatından sonra
hanımlarıyla evlenmek kesinlikle caiz değildir. Halbuki, diğer Müslüman
kadınların durumu böyle değildir. Çünkü onlar, kocalarından
sonra başkasıyla evlenebilirler. Örtünmeye ait bu ayetler biraz
önce belirtilen ayet gibi Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına has
olarak nazil olmuşlardır.
"Sebebin hususiliğine
değil, lafzın umumiliğine itibar edilir" kuralı vardır.
Ayetlerin nüzul sebebi Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarına ait
olabilir, fakat manası hem onlara hem de diğer Müslüman kadınlara
aittir, iddiası ortaya atılamaz. Çünkü ayetin nüzül sebebi, yaşanan
bir olaydır, bu olay nuzüle sebep olmuştur. Burada, Peygamberin
hanımlarıyla ilgili olay vuku bulmuş ve bitmiş değildir. Bu ayet,
muayyen şahıslar hakkında gelmiş muayyen bir nasstır; onların
şahıslarına aittir. Nitekim şöyle buyrulmaktadır:
"Ey Nebi'nin
hanımları! Siz diğer kadınlar gibi değilsiniz."
"Onlardan sorduğunuz
zaman."
Her iki ifadede geçen zamir,
Peygamberin hanımlarıyla ilgilidir, başkasına ait değildir. Bunun
hemen arkasından gelen:
"Allah'ın Rasulüne
eziyet etmek hakkına sahip değilsiniz"
ayetiyle de
kadınların perde arkasına girmelerinin illeti belirtilmiş bulunuyor.
Böylece her iki ayetin Rasulün hanımlarına ait olduğu ve
"Sebebin hususiliğine değil, lafzın umumiliğine itibar
edilir" kaidesinin bu ayetlere uygulanamayacağı
kesinleşmektedir.
Yine burada şöyle bir
itiraz ileri sürülemez: "Rasul'ün
hanımlarına ait hitab, aynı zamanda diğer Müslüman kadınları da
kapsar. Çünkü muayyen bir şahsa yapılan muayyen bir hitab, bütün
müminlere de hitab kabul edilir. Buradaki hitap, Muhammed (s.a.v.)'e
ait olup hanımlarını kapsamaz. Rasüle gelen hitap ise
bütün müminlere aittir"
denilemez. Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına gelen hitab sadece onlara
aittir. Bizzat Allah'ın Rasulüne ait özelliklerin dışında her
hitapta, fiil ve sükutta uyulacak tek örnek Peygamber (s.a.v.)'dir.
Peygamber (s.a.v.)'in hanımları uyulmaya örnek değillerdir. Çünkü
örnek olma vasfı Peygamber (s.a.v.)'e aittir. Nitekim şöyle buyrulmuştur:
"Allah'ın Rasulünde
sizin için güzel bir örnek vardır."
Çünkü
Peygamber (s.a.v.) ancak kendisine gelen vahye tabi oluyordu.
Yine: "Evlerinde
vahyin inip okunduğu Peygamber (s.a.v.)'in
tertemiz olan hanımlarından örtünmeleri ve perde arkasına girmeleri
istendiğine göre, diğer Müslüman kadınlardan böyle bir hareketin
beklenmesi daha uygundur"
iddiası da ortaya atılamaz. Bu da iki sebepten dolayıdır:
1-
Bu emir evleviyat türünden bir emir değildir. Çünkü öncelik,
Allah'ın küçük bir günahtan nehyetmesidir ki, o zaman, büyük
günahtan nehiy öncelikle olur. Mesela, Cenabı Allah;
"Onlara öf
demeyin."
hitabıyla
ana-babaya öf demeyi nehyederken, ondan daha büyük bir hareket olan
onların dövülmelerinin yasak oluşu öncelikle söz konusudur. Bu
husus cümlenin gelişinden açıkça anlaşılmaktadır. Mesela:
"Ehli kitaptan
bazıları vardır ki kantarlarca mal emanet etsen sana onu verir. Yine
onlardan bazıları da vardır ki ona bir dinar versen s ana
onu vermez."
Bu ayette
evleviyet meselesi cümlenin siyakından anlaşılmaktadır. Kantar
kantar olmasa da emanetin eda edilmesi evladır. Ancak bir dinardan
fazlasının verilmemesi ise öncelikle söz konusudur. Oysa hicab ayeti
bu türden bir ayet değildir. Çünkü ayetin siyakı Rasulün hanımlarından
başkasına delalet etmemektedir. Bir başka mefhuma da işaret
etmemektedir. "Nebinin hanımları" tabiri mefhumu düşünülen
bir vasıf olmadığı için evleviyet prensibine göre Peygamber
(s.a.v.)íin hanımlarından başkasına teşmil edilemez. Tabir camid
bir isimden meydana geldiği için mefhumu muhalifi olmaz. Bundan dolayı
cümle, nassın delalet ettiği şeye hass olup, başkasına teşmil
edilemez. Dolayısıyla ne ayetteki lafızlar açısından ne de ayetin
siyakı açısından "öncelik" kuralı uygulanamaz.
2-
Bu iki ayet, muayyen sıfatlarla nitelenmiş bulunan şahısların
bizzat kendilerine nass olarak geldiği için ancak onları kapsamına
alır. Bunların dışındaki kişileri kapsamaz. Çünkü ayet, muayyen
bir vasıf içindir. Bu emir, Peygamber (s.a.v.)'in hanımları
olmaları sebebiyle onlara ait bir emirdir. Çünkü onlar diğer
kadınlar gibi değildir. Zira bu işten dolayı Rasül (s.a.v.) rahatsız
oluyordu.
"Sebebin hususiliğine
değil, lafzın umumiliğine itibar edilir"
kaidesinin bu konuda geçersiz olduğu,
Rasulullah (s.a.v.)’ın hanımlarına bu hususta uyulmayacağı,
öncelik açısından bu emrin başkası için geçerli olmayacağı,
sadece Rasül (s.a.v.)'ün hanımlarına ait kesin bir nass olduğu ve
hiçbir surette Rasül (s.a.v.)'ün hanımları dışındaki müslüman
kadınları kapsamayacağının görülmesiyle bu iki ayetin, sadece,
Peygamber (s.a.v.)'ın hanımlarına ait olduğu sabitlik
kazanmaktadır. Bununla hicab ve evlerde oturma hükmünün sadece Rasul
(s.a.v.)'ün hanımlarına ait olduğu da, anlaşılmaktadır. Bu
nedenle perde arkasından konuşma hükmünün
bütün Müslüman kadınlar için de geçerli olduğuna bu iki ayet
delil olarak kullanılamaz.
"Üzerlerine örtülerini salıversinler."
ayeti ne mantık ne de mefhum olarak, hiçbir şekil ve durumda yüzün
örtülmesine delalet etmez. Ayetin nüzül sebebinin doğru olduğunu
kabul ettiğimiz takdirde ayette bu hususa delalet edecek ne bir kelime
ne de cümle yer almamaktadır. Ayette: ( )
"üzerlerine
örtülerini sarkıtsınlar"
denilmektedir. Burada geçen
edatı "teb'i" için olmayıp "beyan" içindir. Yani
örtülerini aşağıya doğru salıversinler demektir. Ayette geçen
cilbab kelimesi çarşaf veya başka bir örtü anlamındadır. Bütün
vücudun kendisiyle örtündüğü şey demektir. Kamus el-Muhit'te şöyle
deniliyor: "Cilbab, sirdab ve sinmar gibidir. Gömlek ve kadına
ait geniş bir elbise benzeri, kadının elbiselerini örten çarşaf
gibi bir örtü demektir". Cevheri Sıhahta şöyle diyor: "Cilbab
kelimesi örtü anlamındadır. Buna, çarşaf diyenler de
olmuştur." Cilbab kelimesi hadiste elbiselerin üzerine
giyilen ve kadının kendisiyle örtündüğü çarşaf anlamında
kullanılmıştır..
Ümmü Atiyye'den: Dedi ki:
"Rasulullah (s.a.v.)
bize; Ramazan ve Kurban bayramı namazlarına; genç kızları, çadırda
kalan genç bakireleri ve hayızlı kadınları da çıkarmazı emretti.
Hayızlıların namazgahları ayrılarak hayra şahit olacaklar ve müslümanların
dualarında hazır bulunacaklardı. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! İçimizden
birisinin dışarıda giyeceği dış elbisesi yoktur, dediğimde;
Allah'ın Rasulü: Kardeşi
kendi örtülerinden (çarşaf vb) birini ona giydirsin
dedi."
Bunun manası dışarı çıkabilmek
için elbisesinin üzerine giyecek bir giysisi yoktur demektir.
Rasulullah (s.a.v.) da bunun için elbise üzerine giyilen giysiyi kardeşinden
emanet almasını emreder. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: Allah
(c.c.), Rasulüne; hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına
elbiselerinin üzerine giyilen
örtüyü en aşağılara kadar üzerlerine sarkıtmalarını söylemesini
emretmektedir. İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir:
Cilbab; elbise üstünden giyilen ve yukarıdan aşağıya kadar örten
örtü demektir. Ayet cilbab'ın
-ki o, geniş bir giysidir- ta aşağıya kadar sarkıtılmasına
delalet etmektedir. Bundan başka bir manaya delalet etmez. Bu durumda;
kadınlar elbiselerini yüzlerinin üzerine sarkıtsınlar şeklindeki
bir anlamı nasıl çıkarabiliriz?
kelimesi ve
kelimesi
şer'i ve sözlük anlamları dışında bir başka şekilde nasıl
tefsir edilebilir? Ayetin nassı elbisenin sarkıtılmasıyla ilgilidir.
Onun sarkıtılması ise yukarıya doğru yükseltilmesi ile değil
ancak aşağılara kadar bırakılmasıyla olur. Bundan dolayı,
diyebiliriz ki ayette peçeye delalet eden herhangi bir delil yoktur.
Hatta uzaktan yakından delile benzeyen başka bir şeye de
rastlamıyoruz. Kur'an'a ait lafız ve cümleler lugat ve şer'i
manalarıyla tefsir edilirler. Bu iki şekildeki tefsirin dışında bir
başka şekilde tefsir edilmesi caiz değildir. Lügat anlamı;
kadınların cilbablarını üzerlerine sarkıtmalarını emretmektedir.
Yani, ayaklarını örtünceye kadar iç elbiselerinin üzerine
giydikleri elbiseleri aşağıya kadar sarkıtmalarını, indirmelerini
emretmektedir. Örtünün en aşağılara
kadar sarkıtılmasına dair anlam hadiste de mevcuttur. İbni Ömer'den
rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"Kim kibirlenerek
elbisesini yerde sürüklerse kıyamet günü Allah ona (rahmet nazarı
i le) bakmaz.
deyince Ümmü Seleme atılarak: Öyleyse kadınlar elbiselerinin
eteklerini ne yapacaklar? deyince Allah'ın Rasulü: Yere bir
karış kadar salarlar, buyurdu. Bu cevap
üzerine yine Ümmü Atiyye, Bu
takdirde de ayakları açılır
deyince Allah'ın Rasulü: Öyleyse
bir miktar kalana (yerde sürünmeyecek) kadar salsınlar. Bunu daha da
artırmasınlar, buyurdu."
Allah'ın, Müslüman kadınlara
peçeyi emrettiği iddiasını ileri sürenlerin istidlal ettikleri
ayetlerin durumu bundan ibarettir. Kadınların peçe kullanmaları
gerektiğini ispatlamak için ele aldıkları bir takım hadisler de bu
konuya delil değildir. Kendisini azad ettirebilecek miktar mala sahip
olan sözleşmeli kölelere karşı örtünmelerini ifade eden hadis,
Rasül (s.a.v.)'ün hanımlarına aittir. Bu hususu başka bir hadis de
teyid eder. Ebu Kılabe'den rivayet edildiğine göre: "Nebi
(s.a.v.)’ın hanımları,
bir dinar borçları kalsa dahi (borçlarının tamamını ödemedikleri
sürece) sözleşmeli kölelere karşı örtünmezlerdi."
Hadiste Müslüman kadınların peçe örtünmelerine
dair bir delalet yoktur. Ümmü Seleme'nin hadisi ve Rasulullah
(s.a.v.)'ın ondan ve Hafsa'dan
örtünmelerini istemiş olduğuna dair hadisler zayıf olup, bunlarla
istidlal edilemez. Kaldı ki, bu husus Peygamber (s.a.v.)’ın
hanımlarına aittir. Hadis, Ümmü Seleme ve Hafsa (r. anhüma) hakkındadır.
Aişe'den rivayet edilen hadis ise şöyledir:
"Biz, Rasulullah (s.a.v.) 'la
birlikte bulunduğumuz sırada erkeklerden meydana gelmiş kafileler
yanımızdan geçerken, tam bizim hizamıza geldikleri zaman,
örtülerimizi başımızdan yüzümüze doğru sarkıtırdık, bizi geçtikleri
zaman yüzümüzü açardık."
Bu
hadis, Buhari’nin İbni Ömer'den rivayet ettiği:
"Mahrem olan kadın yüzünü
peçe (nikab) ile örtmesin ve eldiven takınmasın."
hadisiyle çelişmektedir.
El-Fetih kitabının sahibi
nikabı şöyle anlatıyor: Nikab; burun üzerine veya göz çukururun
altına bağlanan ve örtülen örtüdür. Aişe'nin hadisi; erkeklerden
meydana gelmiş kafilenin, geçişi sırasında mahrem kadınların yüzlerini
örttüklerini ifade ederken İbni Ömer'in hadisi ise yüzün ancak alt
kısmını örten peçe kullanmayı nehyediyor. Dolayısıyla bu hadis,
bütün yüzü bir perde ile örtme hükmü ile nasıl
bağdaştırılabilir? Konuyu dahi iyi anlayabilmek için her iki hadise
tekrar döndüğümüzde şunu görürüz. Aişe hadisini mücahid
rivayet ettiği için hadis illetlidir. Çünkü Yahya b. Said
el-Kattan; Mücahid'in Aişe'den hiçbir şey işitmediğini söylemektedir.
İbni Ömer'in hadisi ise Buhari'nin rivayet ettiği sahih bir hadistir.
Bundan dolayı, Aişe (r.anha)'dan rivayet edilen hadis zayıf olduğu
ve sahih hadise ters düştüğü ve bununla istidlal yapılamayacağı
için reddedilir. Fadl b. Abbas'ın hadisi de peçeye delalet eden bir
delil olmayıp, aksine peçenin kullanılmamasına bir delildir.
Çünkü Rasulullah (s.a.v.)'a soru sormak için gelen Hasamili kadına
Fadl'ın bakması kadının yüzünün açık olduğunun delilidir. Bu
hadisle ilgili olarak gelen: "Rasulullah(s.a.v.)
Fadl'ın yüzünü başka tarafa çevirdi"
şeklindeki rivayet de buna delildir. Bu olayı Ali b. Ebu Talib rivayet
etmekte ve rivayetine şunu da ilave etmektedir:
"Abbas Allah'ın Rasulüne:
Ya Rasulullah! niçin amcanın
oğlunun yüzünü çevirdin?
dediğinde, Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: Şeytanın
vesvesinden emin olunmayan genç bir erkek ile genç bir kadın
gördüm."
Hasamili kadın
hadisi, hicabın varlığına değil, yokluğu için bir delildir.
Çünkü Rasul (s.a.v.) onu yüzünü açık olarak görüyordu. Ancak
Fadl'ın başını başka tarafa çevirmesinin nedeni; Fadl'ın kadına,
kadının da Fadl'a şehvetle
baktıklarını görmüş olmasıdır. Ali (r.a.)
rivayetinde yer alan: "Şeytanın
vesvesinden emin olunmayan"
ifadesine göre birbirlerine karşı onlar normal bir bakışla değil
şehvetle bakmışlardır, bu nedenle Fadl'ın yüzünü çevirmiştir.
Fakat ani bakış hadisine gelince; Rasul (s.a.v.) Cerir'e, ikinci
bakıştan yüzünü çevirmesini, yani gözlerini indirmesini emretmiştir.
Bu emir, bir yönü ile:
"Mümin erkeklere
söyle! Gözlerini (haramdan) sakınsınlar"
ayetinin tefsiridir. Ani bakış el
ve yüzün dışındaki avret yerlere bakma ile ilgidir; yoksa el ve yüze
bakmak değildir. Çünkü el ve yüze bakmak ani bakış olmasa bile
caizdir. Bu husus, yukarıda geçen Hasamili kadının hadisiyle
caizdir. Aynı zamanda Rasulullah (s.a.v.)'ın biat alırken ve onlara
öğüt verirken kadınların yüzüne ve ellerine bakması, ani
bakışın el ve yüzün dışındaki yerlere bakmakla ilgili olduğunun
delilidir. "Bakışına bakış ekleme" yani tekrar
tekrar bakma hadisi mücerret olarak bakmayı değil, tekrar tekrar
bakmayı yasaklamaktadır.
Binaenaleyh peçenin
farziyetine delil vardır şeklinde iddiada bulunanlara istidlal
edecekleri hiçbir hadis mevcud değildir. Böylece, Allah'ın Müslüman
kadınlara peçeyi farz kıldığına, namazda veya namaz haricinde yüz
ve ellerin mahrem olduğuna dair hiçbir delilin mevcut olmadığı
meydana çıkmış bulunuyor. Rivayet ve istidlal yönleri zayıf
olduğu için istidlal ede geldikleri delillerle
istidlalin kuvvetli bir yönü yoktur.
Yüzün ve ellerin avret olduğu
hususu ile yüzü ve elleri açık olduğu halde kadının sokağa ve
alış verişe çıkabileceğinin caiz olduğu hususu Kur'an ve hadis
ile sabittir. Nitekim Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Kendiliğinden görünen
kısmı müstesna olmak üzere mümin kadınlar ziynetlerini açığa
vurmasınlar. Örtülerini göğüslerinin üzerine sarkıtsınla r."
buyurmaktadır. Allah (c.c.),
kadınların ziynetlerini göstermelerini yasaklamıştır. Ancak, bu
nehiyde, kendiliğinden görünen el ve yüz istisna kılınmıştır ki
bu istisna açık bir istisnadır. Diğer bir ifade ile yasak kapsamına
girmeyen, kadının bazı ziynet mahalli vardır. Bu, fazla söze yer bırakmayacak
kadar açıktır. Yüce Allah mümin kadınların kendiliğinden görünen
kısımlar dışında kalan yerlerini göstermelerini yasaklamıştır.
Ancak ayette yer alan
ifadesinin tefsiri iki şekilde yapılır.
A- Nakli tefsir,
B -
Rasulullah (s.a.v.) devrinde bu ifadeden ne anlaşılıyordu.
A-
Nakli Tefsir: İbni Abbas'tan
rivayet edildiğine göre ayette geçen
tabiri
"yüz ve eller" anlamına gelmektedir. Müfessirler de aynı görüşü
paylaşırlar. İmam İbni Cerir et-Taberi şöyle diyor: "Bu
konuda en isabetli görüş; yüz ve el olarak ileri sürülen görüştür."
Kurtubi ise şöyle der: "Gerek hac ve gerekse namazda, gerek diğer
yerlerde adeten en fazla görülen el ve yüz olduğu için, ayetteki
istisnanın bu iki azaya ait olması daha uygundur." İmam
Zemahşehri ise şöyle der: "Kadın bir iş yapmak için
muhakkak ellerini kullanır. Özellikle şahitlik yaparken, mahkemelerde
ve nikah esnasında yüzünü açma ihtiyacını hisseder. Yollarda yürürken
özellikle de fakir kadınların ayaklarının görünmesi mecburidir.
İşte
ayetinin manası
da budur."
B-
ayeti indiği zaman bu ayetten yüz ve iki el anlaşılıyordu. Çünkü
kadınlar, o gün yüzlerini ve ellerini Rasulullah (s.a.v.)'ın
huzurunda açıyorlar, O (s.a.v.) da onlara bir şey demiyordu. Yine
çarşı ve sokaklarda da ellerini ve yüzlerini açıyorlardı. Buna
ait örnekler sayılamayacak derecede çoktur:
1.
Cabir b. Abdullah'dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor:
"Ben, bayram günü
Rasulullah (s.a.v.)'la birlikte
bulunuyordum. Ezan ve kametsiz ve hutbeden
önce namaza başladı. Sonra, Bilal'e dayanarak, ayağa kalktı ve
Allah'tan korkmayı emrederek, insanları Allah'a itaat etmeğe teşvik
etti. Daha sonra bulunduğu yerden ayrılarak, kadınların bulunduğu
tarafa gitti. Onlara da şöyle dedi: 'Sadaka
veriniz, çünkü çoğunuz
cehennem odunusunuz' deyince kadınlar içerisinde bulunan ve
yanakları işaretlenmiş olan bir kadın: Niçin Ya Rasulullah? dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)
ona şöyle dedi: 'Çünkü
siz, çok şikayet ediyor, kabilelerinize karşı geliyorsunuz.'
Bunun üzerine kadınlar, küpe ve
yüzüklerini Bilal'in elbisesi üzerine atarak sadaka vermeğe
başladılar."
2.
Ata b. Ebu Rebah'tan rivayet edildiğine göre:
“İbni Abbas bana şöyle
dedi: Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?
dedi. Ben: Evet göster,
dedim. İbni Abbas: Şu siyah kadındır. Bir gün Rasulullah (s.a.v.)'a
gelerek Ya Rasulullah, ben
sârâ'ya tutuluyorum; bayıldığım zaman üzerim açılıyor, benim için
Allah'a dua et, dedi. Rasulullah (s.a.v.)
de ona şöyle dedi: "Eğer
istersen sabredersin ve cenneti kazanırsın, istersen Allah'a dua
ederim, Allah sana afiyet nasib eder."
Bunun üzerine kadın: O
halde sabredeyim; ancak, bayılıp düştüğüm zaman üzerimin açılmaması
için Allah'a dua et, dedi. Rasulullah(s.a.v.)
de ona dua etti."
3.
Fatıma b. Kays'tan rivayet edildiğine göre, yanında bulunmayan
kocası Ebu Amr b. Hafs kendisini boşamıştı. Kadın Rasulullah
(s.a.v.)'a geldi ve durumu Ona anlattı. Rasulullah (s.a.v.) de ona
iddetini Ümmü Şerik'in evinde geçirmesini emretti ve daha sonra şöyle
dedi: "O kadına bazı ashabım uğruyor. Bundan dolayı Ümmü
Mektum'un evinde iddetini geçir. Çünkü o, kör bir adamdır. Yatmak
için elbiselerini çıkardığın zaman seni görmez" dedi.
Nebi (s.a.v.), Kays'ın kızı Fatıma'ya, Ümmü Şerîk'in evinde
iddetini geçirmesini emrederken, onu erkeklerin görebileceklerini
kabul etmiş bulunuyordu. Fakat Ümmü Şerik'in evinde yatmasına rıza
göstermemiştir. Çünkü orada elbiselerini çıkarırken erkeklerin
onun haram olan yerlerini görebilmeleri ihtimalinden dolayı, gidip
Ümmü Mektum'un evinde iddetini geçirmesini emretmiştir.
4.
Ebu Bekir'in İbni Cüreyc'den rivayet ettiğine göre Aişe (r.anha) şöyle
demiştir: "Odama kardeşimin kızı süslenmiş olarak girdi.
Biraz sonra Peygamber (s.a.v.)
içeri geldi. Yeğenimi görür görmez ondan yüzünü çevirdi. Ben:
Ya Rasulullah bu, benim yeğenimdir dedim. Rasulullah (s.a.v.)
şöyle dedi: "Bir kadın büluğa erdiğinde yüzünün ve
-elleri ile bileklerini tutarak- şunların dışında kalan
kısımlarının görülmesi caiz değildir.”
5.
Kadının elinin avret olmadığının bir diğer delili de biat
alırken Rasulullah (s.a.v.)’ın kadınlarla tokalaşmış
olmasıdır. Ümmü Atiyye'den:
"Biz Nebi (s.a.v.) 'e
biat ettik ve Allah'ın Rasulü bize; Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmamamızı emreden ayeti okudu ve bizi, ölülerin arkasından
bağırıp çağırarak yas tutmaktan nehyetti. Bunun üzerine bizden
bir kadın elini geri çekti ve: Falan kadın benimle birlikte yas
tuttu. (üzerimde hakkı vardır) Ondan izin almak isterim dedi. Bunun
üzerine Allah'ın Rasulü ona bir şey söylemedi. Kadın gitti ve
sonra geri dönerek gelip biat etti."
Bu hadis kadınların
elleriyle biat ettiklerine delalet etmektedir. Çünkü hadiste geçen
kadın, biat etmek için elini uzatmışken elini geri çekmiştir.
Dolayısıyla hadis, kadının "biat" lafzını duyduğu zaman
elini çektiğine açıkça delalet etmektedir. Çünkü biat elle
tokalaşmak suretiyle yapılmaktadır. Allah'ın Rasulü de kadınlarla
mübarek elleri ile biatlaşmıştır. Ancak Aişe'den rivayet edilen:
"Rasulullah (s.a.v.)'ın
eline, sahip
olduğu kadınların dışında hiçbir kadının eli
değmemiştir" sözü, Aişe'nin
görüşüdür ve bilgisi çerçevesinde söylediğini gösterir. Aişe'nin
sözü ile Ümmü Atiyye hadisi yan yana getirildiği zaman, Ümmü
Atiyye'nin hadisi tercih edilir. Çünkü Ümmü Atiyye hadisi Rasulün
önünde cereyan eden bir eylemi göstermektedir ve Rasulün fiiline
delildir ki bu, sadece Aişe'nin sözünden daha fazla tercih sebebidir.
Bu nedenle raviler Ümmü Atiyye hadisini tercih ederek, kadının
erkekle tokalaşmasının caiz olduğuna delil olarak
kullanmışlardır.
İşte hadislerde geçen bu
beş olay sabit olup kadının yüz ve elinin açılabileceğine açıkça
delalet etmektedir. Dördüncü hadis ise süslenmiş bir halde bulunan
bir kadından Rasul (s.a.v.)’ın yüzünü çevirdiğine delalet
etmektedir. Çünkü o kadının el ve yüzünün dışında vücudunun
bazı yerleri açılmıştı. Ardından Allah'ın Rasulü kadının
elleri ve yüzü dışındaki yerlerinin görünmesinin caiz olmadığını
açıklamıştır. Böylece ayette istisna kılınan hususun, yüz ve
eller olduğu açıkça meydana çıkmış bulunmaktadır. Aynı zamanda
bu, kadının ellerinin ve yüzünün ne namazda ne de namaz dışında
avret olmadığını gös termektedir. Çünkü: "Kendiliğinden
görünen kısımlar müstesna ziynetlerini açmasınlar"
ayeti geneldir.
Ayette bu kısımdan sonra
gelen:
"Başörtülerini
yakalarının üstüne salsınlar"
cümlesinin mefhumu da kadının ellerinin ve yüzünün avret olmadığına
delalet etmektedir. Ayette geçen
kelimesi
kelimesinin çoğuludur.
kelimesi “başa örtülen şey” demektir.
kelimesi ise
kelimesinin
çoğuludur ve “gömleğin veya elbisenin yakası” anlamına
gelmektedir. Allah (c.c.) başörtülerinin boyun, yaka ve göğüsler
üzerine salıverilmelerini emretmektedir ki bu emir, buraları
örtmenin vacib olduğunu gösterir. Ayette başörtüsünün yüze
giyilmesi değil yüzü örtmesi emredilmiştir. Bu da yüzün avret
olmadığına delalet eder. Zannedildiği gibi
kelimesi “göğüs” anlamına gelmemektedir.
“göğsün üst kısmında olan ve boyuna dolanan gömleğin yaka
kısmı”na denir. Başörtüsünün yaka üzerine salıverilmesi ise,
gömleğin boyun ve göğüs kısmını örtmesi demektir. Böylece
ayette yer alan hicab kelimesinin peçe anlamına gelmediği ve Allah Sübhanehu
ve Teâla'nın da bunu emretmediği meydana çıkmış bulunmaktadır.
Bu, Kur'an'daki deliller açısından
meselenin ele alınışıdır. Hadisten delillere gelince; burada da
hicab'ı Allah (c.c.) farz kılmamıştır. Yüz ve ellerin görünmesi
haram değildir. Ebu Davud'un Aişe (r.anha)'dan rivayet ettiğine göre;
Ebu Bekir'in kızı Esma Allah Rasulünün huzuruna üzerinde ince bir
elbise bulunduğu halde girer. Bunu gören Rasül (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Ey Esma! Kadın hayız
görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü
işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru olmaz ."
Ebu Davud'un Katade'den tahriç
ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kadın
hayız gördüğü zaman mafsalına kadar olan kısmın dışında
ellerinden ve yüzünden başka yerlerinin görülmemesi lazımdır."
Beyhaki'nin Amis kızı
Esma'dan tahriç ettiğine göre Esma şöyle demiştir: "Rasulullah
(s.a.v.),
Aişe'nin yanına girdiğinde yanında bulunan kızkardeşi Esma binti
Ebu Bekir'in üzerinde kolları geniş şam elbisesi bulunuyordu.
Rasulullah (s.a.v.)
ona baktıktan sonra ayağa kalktı ve dışarı çıktı. Aişe
(r.anha) bir köşeye çekilerek galiba Rasulullah (s.a.v.)
hoşlanmadığı bir şey gördü dedi. Daha sonra Allah Rasulü içeri
girdiğinde Aişe (r.anha) niçin dışarı çıktığını sordu. Allah
Rasulü: "Onun kıyafetini görmedin mi? Şurası ve şurası
hariç müslüman kadının ziynetini açması caiz değildir" dedikten
sonra elbisenin iki kolunu tuttu ve onlarla ellerinin parmakları
dışında hiçbir tarafı görünmeyecek bir şekilde örttü. Sonra
iki avucu ile kulakları ile gözlerinin arasını kapadı. Böylece
ancak yüzü görülebiliyordu.”
Bu hadisler, yüzün ve
ellerin haram olmadığına, Allah'ın bunların örtülmesini emretmediğine,
"hicab"ın yani peçenin şer'an farz olmadığına delalet
eder. Eğer bu konuda bir şey teşri kılınmış olsaydı, hiçbir
şekilde tefsir edilmeye ve yorumlamaya ihtimal bırakmayan bu sahih
hadislerin nassıyla çelişmiş olurdu. Halbuki bu hadisler Müslüman
kadının yüzü ve elleri açık olarak, sokağa çıkabileceğine; yüz
ve elleri açık olduğu halde yabancı erkeklerle konuşabileceğine;
alış-veriş, icare, şuf'a, vekalet, kefalet gibi meşru birçok
muameleyi icra edebileceğine delalet etmektedir. Allah (c.c.) peçeyi
ancak Rasul'ün hanımlarına farz kılmıştır. Buna rağmen peçenin
farz olduğunu ileri süren görüş İslami bir görüştür. Çünkü
burada delil şüphesi vardır. Bu görüşü bazı mezhep sahibi müctehid
imamlar ileri sürmüşlerdir. Ancak şüpheli delil ile istidlal zayıftır
ve böyle bir delilin istidlal yönü neredeyse yo k
gibidir.
Geriye, bazı müctehidlerin
söyledikleri; fitne korkusu ve ondan çekinmek için
"peçenin" kadına farz kılındığı meselesi kalmış
bulunmaktadır. Bazı müctehidler; erkekler arasında kadının yüzü
avret olduğu için değil, fitne korkusundan dolayı örtülmesi
gereklidir demektedirler. Bu iddia ve görüş, birkaç yönden yanlıştır:
1-
Fitne korkusundan dolayı, yüz açmanın haram olduğu görüşü ile
ilgili olarak ne kitapta, ne sünnette, ne sahabe icmaında bir delil
vardır ne de kıyas yapılacak şer’i bir illet vardır. Bu görüş,
şer'i bir görüş olmadığı gibi şer'i hüküm de sayılmaz. Zira
şer'i hüküm şarinin hitabıdır. Fitne korkusundan dolayı yüzü
açmanın haram olması ise şarinin hitabından kaynaklanmamaktadır.
Şer'i delillerin tamamen bu görüşü çürütecek şekilde geldiği
bilinirse, ayetlerin ve hadisi şeriflerin ellerin ve yüzün açılabileceğini
mübah kıldığı ve bunu herhangi bir kayıtla kayıtlamadığı da
bilinmiş olur. Yüzü açmanın haramlığı ile ilgili herhangi bir
halde ve durumda bir tahsis yapılmadığına göre, yüzü ve elleri
açık bulundurmanın haram olduğunu söylemek, Allah'ın helal
kıldığı bir hususu haram, vacip kılmadığı bir hususu da vacip
kılmak sayılır. Üstelik bu görüş, şer'i hüküm olarak sayılmamasının
yanında, açık nassla sabit olan şer'i hükümlerin iptal edilmesi
anlamına da gelir.
2-
Fitne korkusunu, yüzün açılmasını haram kılmak ve onu örtmenin
vacib oluşuna illet saymak hususunda ne sarahat, ne delalet ne de
istinbat ve kıyas yoluyla hiçbir şer'i nass yoktur. Kaldı ki bu,
kesin olarak şer'i bir illet değil, akli bir illettir. Şer'i hükümlerde
ise akli illetin hiçbir değeri yoktur, muteber olan sadece şer'i
illettir. Bundan dolayı, yüzün açılmasını haram ve onu örtmenin
farz olduğu hususundaki teşride fitne korkusunun yeri yoktur. Çünkü
bu illet şeriatta varid olmamıştır.
3- "Harama
vesile olan şey de haramdır" kaidesi fitne
korkusundan dolayı yüz açmanın da haram olacağına tatbik edilemez.
Bu kaidenin geçerli olabilmesi için iki tane unsurun bulunması
lazımdır:
a-
Adı geçen vesile kati olarak "harama götürücü" olmalıdır
ve kesinlikle müsebbibi neticelendirmelidir. Yani kesinlikle harama
götürmelidir.
b-
Akıl tarafından değil, şeriat tarafından haram kılındığına
dair nass bulunmalıdır. Oysa fitne korkusu ile yüzü açmanın haram
kılınmasında böyle bir nass yoktur. Zira bu iddiada bulunanlar,
fitnenin tahakkuk edeceğini değil, fitne korkusundan dolayı yüzü
örtmenin gerektiğini söylemektedirler. Fitneye düşecek olan kimse açısından
şeran fitne haramdır gerekçesiyle "harama vesile olan şey de
haramdır" kaidesi burada uygulanamaz. Üstelik fitne korkusunu
haram kılan herhangi bir şer'i nass da yoktur. Şeriat, kendisi ile
fitneye düşülmesinden dolayı yüzün açılmasını haram
kılmamıştır. Bilakis şeriat, yüzüne bakılan kimsenin yüzünü
kapatmasını değil, şehvetle bakan kimsenin bakmasını haram
kılmıştır. Ebu Davud'un rivayetinde şu hadis yer almaktadır:
"Abbas'ın oğlu Fadl
Rasulullah (s.a.v.)
terkesinde bulunuyordu. Hasamlı bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'a
bir şey sormaya geldi. Fadl, o kadına bakıyor, kadın da ona
bakıyordu. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü Fadl'ın çenesinden tutup
yüzünü kadından çevirdi."
Allah
Rasulü'nün Abbas'ın yüzünü çevirdiğinin bir başka delili de bu
kıssa ile ilgili olarak gelen şu rivayettir: "Rasulullah
s.a.v.
Fadl'ın yüzünü tutarak bir başka tarafa çevirdi."
Ali b. Ebu Talib'in rivayetinde ise şu ilave yer almaktadır: "Abbas
Allah'ın Rasulü'ne: Ya Rasulullah! niçin amcanın oğlunun yüzünü
çevirdin? dediğinde, Peygamber (s.a.v.)
şöyle dedi:
“Şeytanın vesvesinden
emin olunmayan genç bir erkek ile genç bir kadın gördüm."
Bu rivayetten de anlaşıldığı
gibi Rasulullah (s.a.v.), Hasamili kadına bakan Fadl'ın yüzünü
çevirmiş ancak yüzü açık olan kadına yüzünü örtmesini
emretmemiştir. Fitneye düşen kişiden dolayı fitne haram olmuş
olsaydı Fadl'ın kadına fitne nazarıyla bakışı gerçekleştikten
sonra Allah Rasulü'nün kadına yüzünü örtmeyi emretmesi gerekirdi.
Fakat Allah Rasulü’nün kadına yüzünü örtmesini emretmeyip yalnızca
Fadl'ın yüzünü çevirmekle yetinmesi, haram olanın bakılana değil
bakana ait olduğunun delilidir. Bundan dolayı, kendisiyle fitneye düşülen
kadının yüzünü göstermesinin haram olduğunu gösteren herhangi
bir nass yoktur. Tam tersine haram olmadığına dair nass vardır.
Dolayısıyla kadının yüzünün açık olması harama götürmez,
hatta kesinlikle harama götürücü olsa bile yine de yüzünün açık
olması haram değildir. Ancak, insanların işlerini çekip
çevirmekten sorumlu olan devletin; insanların fitneye düşmesini
engellemek için, halkı fitneye düşüren kimseleri halkın gözünden
uzak tutması caizdir. Nitekim Ömer (r.a.), güzelliğinden dolayı,
kadınların fitneye düşmesini önlemek için Haccac oğlu Bınsır'ı
Basra'ya sürgün etmiştir. Böylesi bir durum kadın ve erkek herkes için
geçerlidir. Bu nedenle fitne korkusu olduğu için veya fitnenin
gerçekleşmemesi için kadınların yüzlerini açmalarının haram
olduğu söylenemez. Dolayısıyla "harama vesile olan şey de
haramdır" kaidesi burada geçerli olamaz.
|