Vahiy 
                  de akideye dahil 
                  hususlardandır. Müslüman’ın vahye inanması farzdır. Ancak 
                  vahyin delili aklî değil naklidir. Vahy, hissin algılama 
                  sahasına girmediği için kesinlikle akılla ispat edilemez. 
                  Vahyi akılla ispat etmeye çalışmak yanlış bir çabadır. 
                  Hislerin algılama sahası içerisinde olmadığı için vahyin akıl 
                  yoluyla ispatı mümkün değildir. Bu nedenle vahyin delili aklî 
                  değil naklidir. Resul 
                  Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                  vahyin geldiği, Kur'an'ın kat'i nassıyla sabittir. Allahu 
                  Teâla Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: 
                
                
                كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ اللَّهُ 
                الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ    
                "Aziz, Hakim olan Allah sana da senden öncekilere de işte böyle 
                vahyeder."
                
                
                
                وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا  
                "İşte böylece biz sana da emrimizden bir ruh vahyettik."
                
                
                وَمَا 
                يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى   
                "Kendiliğinden konuşmaz o. Yalnızca kendisine ilka edilen bir 
                vahiydir"
                
                
                
                إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ 
                وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ  
                 "Nuh'a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi, 
                şüphesiz sana da vahyettik."
                
                
                
                وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّى يَحْكُمَ اللَّهُ 
                وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ    
                "Sana vahyedilene uy. Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O 
                hüküm verenlerin en hayırlısıdır."
                
                
                Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                vahiy üç şekilde iniyordu. Her nebiye bu hallerden birisi ile 
                vahy geliyordu. Bunların dışında vahyin geliş şekli yoktur. 
                Vahiy ile ilgili bütün haller bu üç halin kapsamı içerisine 
                girer. Allahu Teâla vahyin geliş hallerini Kur'an'da 
                sınırlandırarak açıkça belirtmiş ve şöyle buyurmuştur:
                
                وَمَا 
                كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلا وَحْيًا أَوْ مِنْ 
                وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا 
                يَشَاءُ "Bir beşer için 
                Allah’ın kendisiyle konuşması olacak şey değildir. Meğer ki; bir 
                vahy ile veya perde arkasından yahut elçi gönderip de izniyle 
                dilediğini vahyetsin."
                
                
                Yani Allahu Teâla bir kimseyle 
                ancak vahyederek veya perde arkasından işittirerek veya bir elçi 
                göndererek konuşur. Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                vahiy iki şekilde gelmekteydi. Kendisine vahyin nasıl geldiği 
                sorusuna karşılık şu şekilde cevap vermiştir:
                
                
                أَحْيَانًا يَأْتِينِي مِثْلَ صَلْصَلَةِ الْجَرَسِ وَهُوَ 
                أَشَدُّهُ عَلَيَّ فَيُفْصَمُ عَنِّي وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْهُ مَا 
                قَالَ وَأَحْيَانًا يَتَمَثَّلُ لِيَ الْمَلَكُ رَجُلًا 
                فَيُكَلِّمُنِي فَأَعِي مَا يَقُولُ "Bazen 
                zil sesi şeklinde gelir ki bana en ağır geleni budur. O hal 
                benden gider gitmez meleğin bana söylediğini kavramış olurum. 
                Kimi zaman da melek bana bir insan şekline bürünerek gelirdi. 
                Benimle konuşur ve ben söylediğini iyice bellerdim."
                
                
                Bu iki halin detayı şöyledir:
                
                1- 
                Vahiy meleğinin konuşmaksızın "ilka" yoluyla vahyin geldiğine 
                Resul Sallallahu 
                Aleyhi Vesellem 
                işaret etmektedir. Nitekim Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                meleğin gönlüne ilka etmesi olayını bir hadiste şöyle 
                belirtmektedir: 
                
                أن 
                روح القدس نفث في روعي أنه لن تموت نفس حتى تستكمل رزقها وأجلها 
                فاتقوا الله أيها الناس وأجملوا في الطلب
                "Bir kimse kendisi 
                için takdir edilmiş rızkını ve ecelini tamamlamadıkça kesinlikle 
                ölmeyeceğini Ruhu'l Küdüs benim gönlüme üfledi. Allah'tan korkun 
                ey insanlar ve Allah'tan isterken en güzel bir şekilde isteyin
                (rızkınızı meşru 
                yoldan gözetin.)"
                
                Uykuda iken de vahiy gelirdi. 
                Bu da Allah 
                Subhenehû ve Teala'dan 
                bir vahiydir. Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                hem uykuda hem de uyanıkken vahyolunurdu. Uyanık halde iken bir 
                şeyin kendisine "ilham" edilmesidir. Bir şeyin uykusunda 
                kendisine rüya yoluyla gösterilmesi de ilhamdır. Mü'minlerin 
                annesi Aişe Radıyallahu Anha’nın dediği gibi; 
                "Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                Vahyin başlangıcı uykuda sadık rüya görmekle olmuştur. Sabahın 
                aydınlığı gibi çıkmayan hiçbir rüyası yoktur"
                Veya Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                vahyin geldiğini hisseder ancak o bunu görmezdi. Aişe 
                Radıyallahu Anha’dan; Haris b. Hişam Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e; 
                ‘Ya Resulallah vahiy sana nasıl geliyor?’ diye sordu. Resulullah
                Sallallahu Aleyhi 
                Vesellem de şöyle 
                dedi: 
                
                
                
                 أَحْيَانًا يَأْتِينِي مِثْلَ صَلْصَلَةِ الْجَرَسِ وَهُوَ 
                أَشَدُّهُ عَلَيَّ فَيُفْصَمُ عَنِّي وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْهُ مَا 
                قَالَ
                
                  "Bazen 
                çıngırak sesi gibi gelmektedir. O benim üstümde vahyin en 
                şiddetli olanıdır. O hal benden gittikten sonra meleğin 
                söylediklerini kavrarım."
                
                İşte bu çeşit vahiyler; ilham, 
                uyku, konuşma olmadan gizlice verme, gibi hallerin hepsi Allahu 
                Teâla'nın; 
                إِلا 
                وَحْيًا "Ancak vahiyle"
                ayetinin kapsamına 
                girmektedir. Çünkü lügatte (أوحى) 
                demek "bir kimseye işaret etti", "Allah ona ilham etti" anlamına 
                gelmektedir. 
                
                Yine Allahu Teâla ayette şöyle 
                buyurmaktadır: 
                
                وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ 
                "Rabbin arıya vahyetti"
                "Arıya vahyetmek", 
                ona ilham etmek, kalbine bırakmak ve bal yapmasını ona öğretmek 
                demektir. 
                
                2. 
                Meleğin dili ile vahyin gelmesi: Vahiy olduğunu ve melek 
                olduğunu kesin olarak bildikten sonra Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                işitme yoluyla vahyi almasıdır. Burada melekten kasıt 
                Cebrail'dir. Allahu Teâla; 
                نَزَلَ 
                بِهِ الرُّوحُ الأمِينُ (193) عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ 
                مِنْ الْمُنذِرِينَ "Onu 
                Ruhu'l-Emin indirmiştir; senin kalbine ki uyarıcılardan olasın"
                
                   Böylece Allah 
                Cibrili gönderiyor ve Cibril Resul ile konuşuyor. Resul onun 
                sözünü işitiyor ve ezberliyordu. Bu nedenle Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                şöyle diyordu: 
                
                وَأَحْيَانًا يَتَمَثَّلُ لِيَ الْمَلَكُ رَجُلًا فَيُكَلِّمُنِي 
                فَأَعِي مَا يَقُولُ 
                "Bazen de melek getiriyor 
                benimle konuşuyor ve ben de onu kavrıyorum"
                
                
                Ebu Hüreyre 
                
                Radıyallahu Anhum’dan 
                şu rivayet edilmiştir: 
                
                أَنَّ 
                رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَوْمًا 
                بَارِزًا لِلنَّاسِ إِذْ أَتَاهُ رَجُلٌ يَمْشِي فَقَالَ يَا 
                رَسُولَ اللَّهِ مَا الإيمَانُ قَالَ الإيمَانُ أَنْ تُؤْمِنَ 
                بِاللَّهِ وَمَلائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَلِقَائِهِ 
                وَتُؤْمِنَ بِالْبَعْثِ الآخِرِ قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا 
                الإسْلإمُ قَالَ الإسْلإمُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ وَلإ تُشْرِكَ 
                بِهِ شَيْئًا وَتُقِيمَ الصَّلإةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ 
                الْمَفْرُوضَةَ وَتَصُومَ رَمَضَانَ قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا 
                الإحْسَانُ قَالَ الإحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ 
                تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ قَالَ يَا 
                رَسُولَ اللَّهِ مَتَى السَّاعَةُ قَالَ مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا 
                بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ وَلَكِنْ سَأُحَدِّثُكَ عَنْ 
                أَشْرَاطِهَا إِذَا وَلَدَتِ الْمَرْأَةُ رَبَّتَهَا فَذَاكَ مِنْ 
                أَشْرَاطِهَا وَإِذَا كَانَ الْحُفَاةُ الْعُرَاةُ رُءُوسَ 
                النَّاسِ فَذَاكَ مِنْ أَشْرَاطِهَا فِي خَمْسٍ لإ يَعْلَمُهُنَّ 
                إِلإ اللَّهُ ( إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ 
                وَيُنْزِلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الأرْحَامِ ) ثُمَّ 
                انْصَرَفَ الرَّجُلُ فَقَالَ رُدُّوا عَلَيَّ فَأَخَذُوا 
                لِيَرُدُّوا فَلَمْ يَرَوْا شَيْئًا فَقَالَ هَذَا جِبْرِيلُ جَاءَ 
                لِيُعَلِّمَ النَّاسَ دِينَهُمْ
                
                   "Bir 
                gün Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem insanlar 
                arasında iken bir adam geldi ve ona; İman nedir? dedi. 
                Resulullah; Allah’a, meleklerine Allah’a kavuşmaya 
                (ahiret gününe), resullerine ve öldükten sonra dirilmeye 
                inanmandır dedi. Adam; İslâm nedir? diye sorduğunda 
                Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem; Allah’a 
                ibadet etmen ve ona ortak koşmaman, namaz kılman, farz olan 
                zekâtı vermen, ramazan orucunu tutmandır dedi. Adam ihsan 
                nedir? diye sorunca Resül Sallallahu Aleyhi Vesellem;
                Sen görmesen de seni görüyormuş gibi Allah’a ibadet etmendir. 
                Şüphesiz ki o seni görür. Adam, kıyamet ne zaman? deyince, 
                Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem; Sorulan kişi 
                sorandan daha bilgili değildir. Fakat onun şartlarından 
                bazılarını haber vereceğim: Cariye kendi efendisini doğurduğu, 
                deve çobanları binaları yükselttikleri zaman. Beş şey vardır ki 
                Allah'tan başkası onları bilmez dedikten sonra;  "Kıyamet 
                saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır." 
                ayetini okudu. Adam sonra dönüp gitti. Allah Resulü onu bana 
                getiriniz buyurdu. Onu getirmek üzere aradılarsa da 
                bulamadılar. Bunun üzerine Nebi; Bu Cibril'dir insanlara 
                dinlerini öğretmek için geldi dedi".
                
                Cebrail'in konuştuğu ve 
                sözlerinin işitildiği şekilde inmesi hadislerde zikredildiğine 
                göre birkaç halde olmuştur. Resule vahyetmesi ki bu haldeki 
                vahiy, meleğin Resule anlamları sözle ilka etmesidir. 
                
                
                Böylece 
                vahiy 
                ya hem lafızla hem de mana ile olur -ki bu tür vahy yalnızca 
                Kur'an-ı Kerime has bir özelliktir- ya da yalnızca mana ile 
                vahiy olup Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                kendi sözleriyle, fiiliyle veya sükûtu ile manayı ifade 
                etmesidir ki buna da sünnet denir. Hadis-i Kudsi de sünnet 
                kapsamında değerlendirilir. Çünkü manası Allah'tan gelen bir 
                vahiy olup lafzı ise Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'dendir. 
                Hadisi Kudsi'nin lafızları mutlak surette Allah 
                Subhenehû ve Teala'dan 
                değildir. Çünkü Allah 
                Subhenehû ve Teala'dan 
                gelen lafızlar yalnızca Kur'an'a hastır ve icazı da sabittir.
                
                
                Her ne kadar sünnet; ilham, 
                uyku ve kalbe ilka etme yoluyla geliyorsa da aynı zamanda uyanık 
                halde veya Cibril'in Resulle konuşması yoluyla da gelmektedir. 
                Kur'an ise ancak elçi vasıtası ile gelmektedir. Çünkü Kur'an'ın 
                lafızları Allah 
                Subhenehû ve Teala'dandır. 
                Kur'an'ın vahyine nass teşkil eden birçok ayet gelmiştir: 
                
                
                وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ 
                قُرْآنًا عَرَبِيًّا  "İşte 
                böylece biz sana Arapça  Kur'an vahyettik."
                
                
                
                وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنْ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ      
                "Ve sana kitaptan vahyettiğimiz kendisinden evvelkileri tasdik 
                edici olarak haktır."
                
                
                Ayette geçen "Kitaptan" kasıt 
                Kur'an'dır. Ayetteki (مِنْ) 
                kelimesi ise beyan içindir. 
                
                
                وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأنذِرَكُمْ بِهِ وَمَنْ 
                بَلَغَ     "Bu Kur'an; 
                bana, sizi ve ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahyolundu."
                
                
                
                نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا 
                إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ      
                "Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini sana 
                anlatıyoruz."
                
                
                
                وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ لا مُبَدِّلَ 
                لِكَلِمَاتِهِ      
                "Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku. Onun sözlerini 
                değiştirebilecek yoktur."
                
                
                Ayette geçen "kitap" 
                Kur'an'dır. Allahu Teâla'nın şu sözünde de olduğu gibi kapsamına 
                sünneti de alan ayetler gelmiştir. 
                
                
                وَإِنْ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي     
                "Benim doğru yola ermem ancak Rabbimin bana vahyettiği şey 
                sebebiyledir."
                
                
                
                إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ 
                وَالنَّبِيِّينَ  "Nuh'a 
                ve nebilere vahyettiğimiz gibi Biz sana da vahyettik"
                
                
                
                اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ     
                "Rabbinden sana vahiy olunana tabi ol"
                
                
                Haklarında eserlerin 
                (hadislerin) geçtiği vahyin geliş şeklini belirten iki durum 
                işte bunlardır. 
                
                3- 
                Üçüncü durum ise Allah Subhenehû ve Teala’nın şu 
                sözünde belirtilmektedir: 
                
                أَوْ 
                مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ "Ya 
                da bir perde arkasından."
                
                
                Bu tür vahiy efendimiz Musa
                Aleyhisselam 
                da görülmüştür. Ayette işaret edilen bu durum da vahiyden bir 
                parçadır. Ki bu, Allah Subhenehû ve Teala’nın bir 
                perde arkasından Nebi ile konuşmasıdır. Yani bazı özel 
                adamlarına perde arkasından konuşan kimse gibi. Allahu Teâla bir 
                perde arkasında olup, O'nun sesi işitilir, fakat zatı görünmez. 
                Allah Subhenehû ve Teala’nın Musa 
                Aleyhisselam 
                ile konuşması da böyledir. Bir tek olayın dışında Allah 
                Subhenehû ve Teala’nın Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                ile perde arkasından konuştuğu varid olmamıştır. Sahih bir 
                hadiste geçen ve Necm Suresindeki ayetlerde de işaret edilen bu 
                olay "İsra" ve "Mirac" olayıdır. Allahu Teâla Necm suresinde 
                şöyle buyurmaktadır:
                
                
                عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى (5) ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى
                (6) وَهُوَ بِالآفُقِ الأعْلَى (7) ثُمَّ 
                دَنَا فَتَدَلَّى (8) فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ 
                أَدْنَى (9) فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى       
                "Ona çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan öğretmiştir. En yüksek 
                ufukta iken doğruluvermiş, sonra yaklaşmış ve inmiştir. Araları 
                iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu"
                
                
                İsra ve Mirac olayından başka 
                Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'le 
                perde arkasından konuşulduğuna işaret eden bir olay yoktur. 
                Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                vahiy İsra ve Mirac olayının dışında ya doğrudan doğruya elçi 
                gönderilme suretiyle ya da ilham yoluyla iniyordu. 
                
                Hangi halde olursa olsun vahyin 
                geliş şekillerinin hepsi hüccettir. Meleğin sözle veya işaretle 
                Resule haber vermesi apaçık bir vahiydir. İlham ve rüya da 
                apaçık vahiydir. Allah Subhenehû ve Teala’nın Nebi' 
                ile konuşması da vahyin çeşitlerindendir. Bu vahiy hem sübutu 
                hem de delaleti kat'i nasslarda geçtiği üzere kesin bir 
                hüccettir.
                
                
                