| 
                      ŞÛRA VEYA İSLÂM'DA GÖRÜŞ ALMAK  | 
                  
                  
                    
                     
                     | 
                  
                
                  
                  “Şûra” 
                  veya “görüş almak”, 
                  ya halife tarafından veya başkan, lider, komutan, sorumlu gibi 
                  herhangi bir yetki sahibi kimse tarafından gerçekleştirilir. 
                  Çünkü bunların hepsi 
                  emir 
                  konumundadırlar. Şûra, karı-koca arasında da olur. Allahu 
                  Teâla şöyle buyurmaktadır: 
                
                
                
                فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ    
                "Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek 
                isterlerse…"
                
                
                İster 
                devlet başkanı olsun, ister komutan olsun veya bunların dışında 
                yetki sahibi bir kimse olsun, onun için görüş ortaya koymak 
                gerekli bir iştir. Çünkü o bir nevi nasihattır. Müslümanların 
                imamlarına ve geneline insanlara açıklanan meşru bir iştir.
                
                
                Ancak 
                devlet başkanı veya emir veya başkan gibi yetki sahibi bir 
                kimsenin insanların görüşlerine müracaat etmesi konusu; 
                özellikle demokratik mefhumlar Müslümanların aklını çeldikten ve 
                aralarında yayıldıktan sonra dikkatle incelenmesi gereken 
                karmakarışık bir konu haline geldi. "Rey/görüş" 
                tabiri, İslâm'da 
                "şûra" 
                ve "müşavere" 
                şeklinde kullanılan kelimelerin yerini aldı. 
                
                Müslümanların ve Müslüman 
                olmayanların görüşlerini açıklamaları, ortaya koymaları caizdir. 
                Çünkü Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                "Hılfu'l fudul" olayında ortaya konulan görüşü ikrar ederek 
                şöyle demiştir: 
                
                
                
                ولو دعيت به لأجبت وما أحب أن أخيس به, وأن لي به حمر النعم
                
                  "İslâm 
                geldikten sonra bile çağrılsaydım ona icabet ederdim. Bu 
                hilfe/ittifaka katılmak benim için kırmızı tüylülerden daha 
                hayırlıdır."
                
                
                Oysa 
                "Hılfu'l fudul" olayında ortaya atılan görüş müşrik kimselerin 
                görüşüydü. 
                
                Ancak, 
                görüşe başvurmak sadece Müslümanların hakkıdır. Yani 
                şura/danışmak yalnızca Müslümanların hakkıdır. Çünkü Allahu 
                Teâla Resulüne şöyle hitap etmektedir: 
                
                
                
                وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ
                
                "İş hususunda onlara danış."
                
                Yani 
                Müslümanlara danış. 
                
                
                
                وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ   
                "Onların işleri aralarında şura/danışma iledir."
                
                Çünkü 
                birinci ayet şöyle diyor: 
                
                
                
                فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا 
                غَلِيظَ الْقَلْبِ لانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ 
                وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ    
                "Allah’ın rahmetinden dolayı sen, onlara yumuşak davrandın. Eğer 
                kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır 
                giderlerdi. Onları affet onlara mağfiret dile. İş hakkında 
                onlara danış."
                
                
                Bunların 
                tamamı ancak Resul ile Müslümanlar arasında olan işlerle 
                ilgilidir. İkinci ayet ise şöyle demektedir: 
                
                 وَالَّذِينَ 
                اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلاةَ وَأَمْرُهُمْ 
                شُورَى بَيْنَهُمْ   
                "Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namaz kılanlar için daha 
                iyi ve daha süreklidir. Onların işleri aralarında danışma 
                iledir."
                
                
                Bu 
                ayetlerde anlatılan vasıflar ancak Müslümanlara ait 
                niteliklerdir. Bu nedenle şûra yalnızca Müslümanlar arasında 
                gerçekleşen bir olaydır. 
                
                Şûra, 
                Kur'an-ı Kerim'de, hadisi şeriflerde ve Müslümanların sözlerinde 
                meşhur ve bilinen bir şeydir. 
                
                Ebu 
                Hüreyre 
                
                Radıyallahu Anhum'dan 
                şöyle dediği rivayet edilmiştir: 
                "Resulullah
                Sallallahu Aleyhi 
                Vesellem'den 
                daha fazla arkadaşları ile görüş alışverişinde bulunan kimseyi 
                görmedim."
                
                
                 Hasan
                
                
                Radıyallahu Anhum'dan 
                şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Müşavere yapan her kavim 
                işlerinin en doğrusuna ulaşır." 
                
                
                Böylece “görüş 
                almak”, 
                istişare yapmak veya şûra demektir ki bu Kur’an ve Hadisin nassı 
                ile sabittir. Ancak birçoklarının bilemediği, vakıf olmadığı bir 
                husus var: 
                
                Hangi 
                konular hakkında şûra veya istişare yapılır? Yani hangi konu 
                hakkında görüş alınır ve bu görüşün hükmü nedir? Doğru veya 
                yanlış olup olmadığına bakılmaksızın çoğunluğun görüşünü almak 
                gerekir mi? Yoksa çoğunluğun, azınlığın veya tek kişinin görüşü 
                olup olmadığına bakmadan yalnızca doğru olan görüşü almak mı 
                gerekir?
                
                Bu 
                sorulara cevap verebilmek için 
                görüş 
                alma 
                olayının mahiyetini anlamak lazımdır. Yani görüş alınmak istenen 
                olay nedir? 
                
                Görüş 
                almakla ilgili tafsili Şer’î delilleri anlamak ve bu delilleri “görüş 
                alma” 
                ile ilgili olaya teşrii olarak tatbik etmek gerekir.
                
                Ancak 
                çevremizde 
                görüş 
                alma 
                olayı ile karşı karşıya geleceğimiz konular dört noktanın dışına 
                çıkamaz. Dünyadaki bütün görüşler aşağıda sıralanan dört 
                görüşten biri ya da bu görüşlerden bir parçadır veya bu 
                görüşlerin kapsamı altına girer. Bu dört görüş şunlardır:
                
                1. 
                Görüş Şer’î bir hüküm yani teşrii bir görüş olur.
                
                2. 
                Herhangi bir işi/şeyi tarif eden bir görüş olur. Ya Şer’î hükmün 
                ne demek olduğunun tarifi gibi Şer’î bir tarif olur ya da aklın, 
                toplumun ve bunlara benzer bir şeyin tarifi gibi vakıayı tarif 
                eden bir görüş olur.
                
                3. 
                Bir konudaki düşünceye delalet eden bir görüş olur veya uzman 
                kimselerin kavrayabileceği teknik bir işle alakalı düşünce 
                hakkında bir görüş olur. 
                
                4. 
                Yerine getirilmesi gereken amellerden birine işaret eden bir 
                görüş olur.
                
                Dünyadaki 
                görüşlerin vakıası işte budur. 
                Şûra 
                acaba bu görüşlerin tamamının kapsamına giriyor mu yoksa bir 
                kısmının kapsamına mı giriyor? Bu görüşler içinden doğru veya 
                yanlış olup olmadığına bakılmaksızın sadece çoğunluğun görüşüne 
                uygun olan görüş mü tercih edilir yoksa çoğunluğa bakılmaksızın 
                doğru olan görüş mü tercih edilir? 
                
                Bu 
                sorulara cevap verebilmek için önce Kur’an’da ve Hadislerde konu 
                ile ilgili delilleri sunmamız sonra da bu delilleri bu görüşler 
                üzerine tatbik etmemiz gerekir. 
                
                Kur'an-ı Kerim'deki nasslara 
                baktığımız zaman 
                şûranın 
                bütün görüşleri kapsamına aldığına işaret ettiğini görürüz. 
                Çünkü ayette Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
                
                
                
                وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ
                
                "Onların işleri aralarında şura iledir."
                
                 وَشَاوِرْهُمْ 
                فِي الأمْرِ  
                "İş 
                hususunda onlara danış."
                
                
                
                Buradaki ifade geneldir.
                
                 أَمْرُهُمْ"Onların 
                işleri" 
                ifadesi Müslümanların işleri anlamına gelmektedir. Ki bu her 
                işte geneldir. 
                الأَمر 
                “El-Emru” 
                kelimesinin başındaki 
                ال 
                takısı cins içindir. Yani işin cinsi demektir. Tahsis edici 
                herhangi bir delil olmadıkça bu ifadelerdeki umumilik/genellik 
                devam eder. Buradaki ayette bir şeyde şûrayı tahsis eden bir 
                delil geçmediği için ayet, her görüş hakkında genel olarak 
                kalır. 
                
                
                Fakat şûra yolu ile alınan bir görüşün bağlayıcı olup olmadığı 
                konusunda yani alınan görüşün doğru olup olmadığına 
                bakılmaksızın çoğunluğun görüşünün tercih edilmesi veya 
                çoğunluğa bakmadan doğru olan görüşün tercih edilmesi durumunda 
                alınan görüşün bağlayıcı olup olmadığı konusuna gelince; 
                
                
                
                Bazı nasslar çoğunluğun görüşünü alıp kendi görüşünü bırakmanın 
                gerektiğine delalet ederken bir kısım deliller ise çoğunluğun 
                görüşünün bağlayıcı olmadığına delalet etmekte ve yetkili olan 
                kimsenin hak/doğru olarak gördüğü görüşü çoğunluğa bakmadan 
                uygulamaya koyabileceğine delalet etmektedir. 
                
                
                
                Resulullah 
                Sallallahu 
                Aleyhi Vesellem 
                Ebu Bekir ve Ömer’e şöyle diyor: 
                
                
                لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا 
                "Bir 
                konu hakkındaki meşverette ittifak ettiğinizde ben size 
                muhalefet etmem."
                
                
                
                Uhud'da çoğunluğun görüşünü kabul ediyordu. Zira Allahu Teâla 
                Resulüne şöyle diyordu: 
                
                وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى 
                اللَّهِ  
                "İş 
                hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Subhenehû ve 
                Teala’ya tevekkül et."
                
                
                
                Şimdi ne zaman çoğunluğun görüşünün bağlayıcı olduğunu ne zaman 
                da bağlayıcı olmadığını öğrenebilmemiz için önce konu ile ilgili 
                olarak Kur'an'da ve Sünnette geçen nassları sunmamız sonra da bu 
                nassları dünyada var olan görüşler üzerine uygulamamız gerekir.
                
                
                Konu ile ilgili olarak Kur'an'da yalnızca iki ayet vardır. 
                Bunlardan biri şu ayettir: 
                
                 وَشَاوِرْهُمْ 
                فِي الأمْرِ    
                "İş hususunda onlara danış."
                
                
                Bu ayet, 
                Müslümanların görüşlerini alma hususunda Allah Subhanehû ve 
                Teala'dan Resulüne bir emirdir. Ancak Allahu Teâla aynı 
                ayette geçen: 
                
                فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ 
                "Karar verdin mi Allah’a tevekkül et " 
                ifadesi ile konuyu tamamlayarak, görüşü seçim hakkını Resule 
                vermektedir. Yani şûradan sonra bir şey üzerinde bir görüşte 
                karara vardığın zaman seni en doğru olana irşad eden işin 
                uygulanması hakkında Allah Subhenehû ve Teala’ya 
                tevekkül et. Ayette Allahu Teâla; "Karar verdiğiniz zaman"  
                demiyor "karar 
                verdiğin zaman" 
                diyerek son sözü Allah Subhenehû ve Teala’nın 
                Resulüne bırakmaktadır. 
                
                İkinci 
                ayet ise; 
                
                وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ   
                "Onların işleri aralarında şûra iledir."
                
                
                Bu ayette 
                ise Allahu Teâla bir konu hakkında birbirlerine danışmadan ferdi 
                görüşleri ile hareket etmedikleri için Müslümanları övmektedir. 
                Her ne kadar ayet Müslümanları şûraya teşvik ediyorsa da ifade 
                mücmeldir. Bunun için bu mücmeli tafsil eden Resulün fiillerini 
                ve sözlerini bilmemiz yani Sünnete başvurmamız gerekir.
                
                Resul
                Sallallahu Aleyhi 
                Vesellem'in 
                sözlerine ve fiillerine başvurduğumuz zaman onun Ebu Bekir ve 
                Ömer’e şöyle dediğini görürüz: 
                
                 لَوِ 
                اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا
                
                  "Bir konu hakkındaki meşverette ittifak ettiğinizde ben size 
                muhalefet etmem."
                
                
                Hadis, 
                Ebu Bekir ve Ömer'in bir meşverette ittifak ettikleri zaman Nebi
                Sallallahu Aleyhi 
                Vesellem'in 
                onlara muhalefet etmeyeceğini ve onların görüşlerini kabul 
                edeceğini göstermektedir. Böylece burada Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem, 
                onlar iki kişi kendisi de tek olduğu zaman çoğunluğun görüşüne 
                muhalefet edilmeyeceğini açıklamış olmaktadır.
                
                
                Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                Uhud savaşında Müslümanlardan ve İslam’a destek verenlerden 
                görüş sahiplerini topladığını ve onların müşavere yaptığını 
                görmekteyiz. Nebi 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem, 
                Kureyş'i şehrin dışında bırakarak Medine'yi içerden savunma 
                görüşünde idi. Münafıkların başı Abdullah b. Übey b. Selül'ün 
                görüşü de buydu. Bu görüş aynı zamanda sahabenin büyüklerinin de 
                görüşüydü. Bedir savaşında bulunmayan heyecanlı ve ateşli birçok 
                gencin görüşü ise Medine'nin dışında düşmanla karşılaşmaktı. 
                Gençlerin oluşturduğu grubun görüşünü benimseyenler çoğunlukta 
                olunca Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                kendi 
                görüşünü ve sahabenin büyüklerinin görüşünü terk ederek 
                çoğunluğun görüşüne uydu. Bu olay Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                çoğunluğun görüşünü kabul ettiğine, kendi görüşünü ve sahabenin 
                büyüklerinin görüşlerini terk ederek çoğunluğun görüşü ile amel 
                ettiğine delalet eder. Hatta insanlar; biz Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'i 
                zorladık bunu yapmak bizim için doğru değil diyerek 
                yaptıklarından pişman olup Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'e 
                geldiler ona: 
                "Seni 
                zorladık bunu yapmak bize yakışmaz. Eğer istersen Medine'de kal"
                
                dediler. 
                Fakat Sallallahu 
                Aleyhi Vesellem 
                onların 
                kendi görüşüne ve sahabenin ileri gelenlerinin görüşüne dönmesi 
                yönündeki isteklerini geri çevirerek çoğunluğun görüşünde ısrar 
                etti.
                
                Bunun 
                yanında ise Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                Bedir'de doğru olan görüşü kabul ettiğini görmekteyiz. Doğru 
                bulduğunda bir kişinin görüşünü almakla yetindi. 
                
                Nitekim Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                ve beraberindeki Müslümanlar Bedir suyundan uzak bir yere 
                indiklerinde, Habbab b. Münzir bu konaklama yerinden hoşnut 
                olmayarak Resule: 
                "Ey 
                Allah’ın Resulü. Bu yer, bir adım öteye veya bir adım geriye 
                hareket edemeyeceğimiz Allah’ın seni indirdiği bir yer midir? 
                Yoksa savaş ve hile türünden bir görüş müdür?" 
                deyince Allah’ın Resulü; 
                
                 بل هو الرأي, والحرب, والمكيدة
                
                "Hayır bu 
                harp ve hile türünden bir görüştür." 
                dedi. Bunun üzerine Habbab; 
                "Ya 
                Resulullah burası konaklamaya uygun yer değildir." 
                dedi ve sonra da kuyuların bulunduğu yeri işaret etti. Bunun 
                üzerine Resul ve beraberindekiler oradan kalkıp Habbab'ın 
                gösterdiği yerde konaklayarak Habbab'ın görüşüne uydular."
                                                 
                
                Bu 
                Hadiste Resul kendi görüşünü terk etti. Cemaatın görüşüne de 
                müracaat etmeden doğru olan görüşe tabi oldu. Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem, 
                kendisinin de belirttiği üzere, harp ve hile türünden bir konuda 
                yalnızca bir kişinin görüşünü almakla yetindi. 
                
                Hudeybiye 
                Gazvesinde ise Resulün yalnızca kendi görüşünde ısrar ederek Ebu 
                Bekir ve Ömer'in görüşünü tamamen geri çevirdiğini görmekteyiz. 
                Hatta bütün Müslümanların görüşünü reddederek onların 
                öfkelenmelerine, kızmalarına rağmen onları ısrarla kendi 
                görüşüne bağlanmaya zorlamıştır. Ve onlara şöyle demişti; 
                
                
                
                
                إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهُوَ نَاصِرِي
                
                   "Muhakkak ki ben Allah’ın kulu ve rasulüyüm kesinlikle onun 
                emrine isyan etmem. O, benim yardımcımdır."
                
                
                Bu dört 
                Hadisi dikkatlice incelediğimiz zaman şunları görmekteyiz:
                
                a. 
                Resul Sallallahu 
                Aleyhi Vesellem, 
                tek başına kendi görüşüne sarılıp, bütün görüşleri bir tarafa 
                atıyor.
                
                b.
                Doğru 
                olan görüşe dönerek bir kişiye ait olan doğru görüşü alıyor, 
                kendi görüşünü terk ediyor ve cemaatin görüşüne de bakmıyor.
                
                c. 
                Çoğunluğun görüşünün yanında yer alarak, çoğunluğun görüşüne 
                müracaat edileceğine ve muhalefet edilmeyeceğine işaret ediyor.
                
                
                Bu Hadislerin tamamını ve Hadislerin gerçekleştiği olayları 
                dikkatlice incelediğimiz zaman şunları görürüz; 
                
                
                
                - Resul’ün Hudeybiye'de Şer’î delile yani vahye bağlandığını,  
                
                
                - Bedir'de doğru olan görüşe bağlandığını, 
                
                
                - Uhud'da da çoğunluğun görüşüne bağlandığını, 
                
                
                
                - Ebu Bekir ve Ömer'e muhalefet etmediğini. 
                
                
                Bu durumda Resulün fiili ve 
                sözleri üç şeye işaret etmektedir:
                
                1. 
                Delil getiren kimsenin kuvvetli delile bağlanması insanlara 
                bakmaması,
                
                2. 
                Çoğunluğa bakmadan bilakis mutlak olarak çoğunluğa itibar 
                etmeden doğru olana bağlanması,
                
                3. 
                Doğru olup olmadığına bakmadan çoğunluğun görüşüne bağlanması.
                
                
                Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                fiillerinden ve sözünden istinbat edilen bu üç hükmü dünyada var 
                olan görüşlere uyguladığımız zaman şu hususları görürüz.
                
                1. 
                Şer’î hüküm yalnızca delilin kuvvetine göre tercih edilir. Çünkü 
                Resul Sallallahu 
                Aleyhi Vesellem 
                Vahiy indiği zaman vahyi tercih etmiş ve onun dışındakileri 
                kesinlikle reddetmiştir. Bu nedenle şöyle demiştir: 
                
                
                 إِنِّي 
                رَسُولُ اللَّهِ وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهُوَ نَاصِرِي
                
                
                 "Muhakkak 
                ki ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm, kesinlikle onun emrine isyan 
                etmem. O, benim yardımcımdır."
                
                
                
                 Şer’î deliller; Kitap, Sünnet ve Kitap ve Sünnettin 
                delil olduğuna delalet ettiği delillerdir. Çünkü Allah 
                Subhanehû ve Teala’dan gelen emir ve yasaklara uyan odur.
                
                
                
                 Delilin kuvveti, insanların ıstılahlarına veya 
                anlayışlarına göre değerlendirilemez. Delilin kuvveti, delil 
                getirme yönü yalnızca onun anlayışına göre olsa veya yalnızca 
                ona ait ıstılah olsa bile, şüphetüt delil/delil şüphesine dayalı 
                olduğu sürece yalnızca delil getiren kimse nezdinde ortaya 
                çıkar. Çünkü insanlar nezdinde delilin kuvveti, onların Şer’î 
                delile bakış farklılıklarına, lügat ve Şer’î açıdan delilden 
                anlayış keyfiyetine göre farklı olur. Yoksa delilin kuvvetli 
                olması yalnızca Hadisin kuvvetli olması demek değildir. Bilakis 
                delilin kuvvetli olması ister Kitaptan olsun ister Sünnetten 
                olsun, rivayet, dirayet ve anlayış durumlarına göre 
                değerlendirilir. Bu husus Müslümanların ihtilaf etmedikleri bir 
                konudur.
                
                
                 2. 
                Bir konuda bir düşünceye delalet eden görüşte, doğrudan yana 
                olan tercih edilir. Kalkınma meselesinde olduğu gibi. Kalkınma, 
                fikri yükselme ile mi olur yoksa ekonomik yükselme ile mi olur? 
                Veya devletlerarası durum şu anda falan devletten yana mıdır 
                yoksa falan devletten yana mıdır? İç durum ve devletlerarası 
                durum yalnızca siyasi amelleri yapmak veya siyasi amellerle 
                birlikte askeri amelleri yapmak için uygun mudur değil midir? 
                İşte, bu gibi soruların tamamında doğru olan görüşe müracaat 
                edilir. Çünkü türü ne olursa olsun bunların tamamı Resulullah
                Sallallahu Aleyhi 
                Vesellem'in;
                
                
                بل هو 
                الرأي, والحرب, والمكيدة 
                "Bilakis o, harp ve 
                hile cinsinden bir görüştür." 
                sözünün kapsamına giren konulardır. Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                Bedir'de Habbab b. Münzir'in görüşünü kabul edip ona uyduğu gibi 
                her türlü teknik konuda da doğru olan görüşe başvurulur ve kabul 
                edilir. Çünkü Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                bu yer hakkında tecrübeli olduğu için Habbab b. Münzir'in 
                görüşünü kabul etti. Bu nedenle teknik konularda doğru olan 
                görüş geçerlidir. 
                
                3. 
                Çoğunluğun görüşüne göre hareket etmeyi gerektiren durumlarda 
                çoğunluğun görüşü geçerlidir. Çünkü Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                Uhud savaşında, Medine'nin dışında düşmanla karşılaşmanın 
                hatalı, şehri içerden savunmanın daha doğru olduğu görüşünde 
                olmasına rağmen çoğunluğun görüşüne uyarak Medine'nin dışında 
                düşmanla karşılaştı. Aynı zamanda sahabelerin ileri gelenlerinin 
                görüşü de Medine'nin içinde kalarak savunma yapmak oluğu halde 
                Allah Subhenehû ve Teala’nın Resulü, onların görüşüne 
                de uymayıp çoğunluğun görüşüne uymuştur. Resulün bu hareketi, 
                Ebu Bekir ve Ömer'e söylediği; 
                
                لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا
                
                "ikiniz bir meşverede ittifak ettiğiniz zaman ben size muhalefet 
                etmem." 
                hadisini de açıklamaktadır. Yani Uhud'da olduğu gibi bir ameli 
                yerine getirmekle, bir işi yapmakla ilgili her görüşte 
                çoğunluğun görüşüne müracaat edilir.  Bir başkan seçimi veya 
                valinin azledilmesi veya bir projeyi kabul etmek ve buna benzer 
                bir ameli yerine getirmeye irşad eden konularda çoğunluğun 
                görüşü tercih edilir. Dolayısıyla böylesi durumlarda görüşün 
                doğru olup olmadığına bakılmadan çoğunluğun görüşünü almak 
                gerekir ve çoğunluğun görüşü de bağlayıcıdır.
                
                Bu 
                delillerin dünyada var olan görüşler üzerine tatbik edildiğinde 
                bağlayıcı olan görüşün yani çoğunluğun görüşünün tercih 
                edileceği durumun, Uhud'da gerçekleşen görüş cinsinden bir 
                görüşün bulunması durumunda geçerli olacağı anlaşılır. Ki bu 
                görüş; bir hareketi, ameli yerine getirmeye irşad eden görüştür. 
                Bu tür bir görüşün dışındaki görüşlerde çoğunluğun görüşüne 
                uyulmaz ve bağlayıcı da değildir. 
                
                Buna göre 
                çoğunluğun görüşünün bağlayıcı olduğu ve tercih edileceği 
                durumun dünyada var olan görüşler içerisinde yalnızca bir tür 
                görüşle sınırlı olduğu, bu tür görüşün de yerine getirilmesi 
                istenen bir amelin araştırılması esnasında çoğunluğun görüşüne 
                uymakla sınırlı olduğu görülmektedir. Yine uygulamadan 
                anlaşılacağı üzere Şer’î hükme, bir düşünceye veya teknik bir 
                işe götüren görüşlerden hiçbirinde çoğunluğun görüşüne bakılmaz. 
                Bu tür durumlarda ancak Şer’î hükme, delilin kuvvetine ve bir 
                fikre veya teknik bir işe götüren bir görüşte yani 
                görüş,
                harp ve hile türünden bir işte yalnızca doğru olan 
                görüşe bakılır.
                
                Böylece
                
                tarif, 
                bağlayıcı olmayan, yani çoğunluğun görüşüne uyulmayan görüş 
                olmaktadır. Çünkü Uhud olayına uymamaktadır. Mesele, bir fikre 
                delalet eden görüşe uygun tarifi yapmaktır. Tarif edebilmek için 
                Şer’î hükmün ne olduğunu, tarifini yapabilmek için aklın ne 
                olduğunu araştırmak,  bir şeyin vakıasını bilebilmek yani 
                gerçeğini bilebilmek için araştırmak demektir. Vakıaya uygun 
                olduğu sürece elde edilen bu sonuç tercih edilir. Bu nedenle
                
                tarifte 
                doğru olan taraf tercih edilir. Tarifle ilgili konularda Şer’î 
                delil araştırılmaz. Çoğunluğun görüşüne de önem verilmez. Burada 
                Şer’î bir tarif ile Şer’î olmayan herhangi bir şeyin tarif 
                edilmesi arasında fark yoktur. 
                Tarif, 
                kendisi ile alakalı her şeyi bünyesinde topladığı ve alakası 
                olmayan her şeyi de bünyesinden çıkardığı zaman, bu tarif diğer 
                bütün tariflere tercih edilir. Yani doğru olan 
                tarif 
                tercih edilir. Çünkü tarif olunan vakıaya uygun olan da budur. 
                Bu vakıayı gerçek bir şekilde niteleyen niteleyicidir o.
                
                Şûra 
                hakkında İslâm'ın hükmü budur. Bu husus Kur'an'ın nasslarında, 
                hadiste ve Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                amellerinde açıkça görülmektedir. Ancak dikkat edildiğinde, 
                insanı bir işi yerine getirmeye yönlendiren görüşlerle, bir şey 
                hakkında hüküm koymaya yani düşünceye götüren görüşler arasında 
                ayırım yapma işleminde vakıadaki görüşler arasında karışıklık 
                olduğu gözlemlenmektedir. Aynı kargaşa dünyada var olan 
                görüşlere, Şer’î delillerin tatbik edilmesi esnasında da 
                görülmektedir. Bedir ve Uhud olayları arasındaki farkta olduğu 
                gibi. 
                
                “Dünyada 
                var olan görüşler incelendiği zaman, bir işi yerine getirmeye 
                sevk eden görüşle, bir düşünceye yani bir şey hakkında hüküm 
                koymaya götüren görüşler arasında fark yoktur” denilebilir. 
                Dolayısıyla “böyle bir farkın varlığı da nereden çıktı?” diye 
                bir soru sorulabilir. Böyle bir soruya şu cevap verilir:
                
                Gerçekten 
                her iki olay arasında çok ince bir fark vardır. 
                Bir 
                fikre/düşünceye götüren görüşte, işe bakılmaksızın yalnızca konu 
                araştırılır. 
                Dolayısıyla araştırma sahası iş değil, konunun içeriğidir. Bir 
                konunun araştırılmasından kasıt ise, yapılması gereken işe 
                bakmadan araştırılan konu hakkında bir fikre ulaşmaktır. 
                
                
                Örneğin 
                Ebu Bekir 
                Radıyallahu Anhu 
                zamanındaki riddet harplerini Ebu Bekir, tebadan bir grubun 
                Şer’î hükümlerin uygulanmasına karşı gelmeleri şeklinde 
                incelerken, aynı konuyu Ömer; güçlü bir grubun devlete karşı 
                açmış olduğu bir savaş olarak değerlendiriyor ve bunlarla 
                yapılacak savaşa devletin gücünün yetmeyeceği şeklinde 
                düşünüyordu. Bu nedenle Ebu Bekir: 
                "Allah’a 
                yemin olsun ki Allah’ın Resulüne verdikleri bir devenin yularını 
                dahi bana vermekten sakınırlarsa onlarla savaşırım."
                
                diyordu 
                Bu konu Ömer'de de netleşince kendi görüşünden vazgeçerek doğru 
                görüş olan Ebu Bekir'in görüşüne uydu. Çünkü olay büyük bir 
                grubun devlete meydan okuması değil yalnızca tebadan bir grubun 
                karşı çıkması meselesiydi. Dolayısıyla araştırma Uhud'da olduğu 
                gibi savaşa çıkıp çıkmamak gibi bir mesele üzerinde 
                yapılmamaktaydı. Araştırma, Resulün 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                vefatından sonra bedevilerin zekâtlarını vermekten kaçınmaları 
                ve devlete karşı meydan okumaları nedeniyle bir Şer’î hükmün 
                uygulanmasına bir grubun karşı çıkması mıdır yoksa büyük bir 
                grubun devlete meydan okuması mıdır? konusunda yapılmaktaydı. 
                Gerçekte araştırılan mesele buydu. Bu nedenle araştırma bir 
                fikre götüren bir konu üzerinde yapılmış ve doğru olan görüşe 
                bağlanılmıştır. Ki bu doğru görüş de, vatandaşlardan bir grubun 
                bir Şer’î hükmün uygulanmasına karşı çıktıklarını gösteren Ebu 
                Bekir'in görüşüdür.
                
                Örneğin, 
                Muaviye'nin, Efendimiz Ali 
                Radıyallahu Anhu 
                ile kendisi arasında Kur'an'ın hakemliğini istediğini gösteren 
                Mushafların kaldırılması olayında da böyle bir durum söz 
                konusudur. Yani Mushafların kaldırılması gerçekten Kur'an'ın 
                hakemliğine müracaat etmek için yapılan bir hareket midir yoksa 
                Muaviye'nin Efendimiz Ali'ye karşı kullandığı bir tuzak mıdır? 
                Ali Radıyallahu 
                Anhu 
                bunun bir tuzak olduğunu anlarken, onunla beraber olanların 
                birçoğu Kur'an'ın hakemliğine başvurma olarak anlamışlardır. 
                Mushafın kaldırılmasındaki olayda, gerçek amaca ulaşabilmek için 
                bu konu araştırılır ve bu araştırma konu hakkında insanı bir 
                fikre götürür. Dolayısıyla da bu olayın, Efendimiz Ali 
                Radıyallahu Anha'ya 
                karşı kullanılan bir hile olduğunu gösteren doğru görüşe 
                bağlanılır.
                
                - 
                Yöneticilerin sayısının fazla olması devleti güçlendirir mi 
                yoksa zayıflatır mı? Bir başka ifade ile yöneticilerin sayısı az 
                olduğu zaman mı devlet güçlü olur yoksa yöneticilerin sayısının 
                azalması, devletin de güçsüz olmasına, çok olması ise güçlü 
                olmasına mı neden olur? 
                
                - 
                Demokratik sistemdeki bakanlar kurulu üyelerinin sayısının 
                azlığıyla mı sistem zayıflar yoksa çokluğuyla mı? 
                
                - İslâm 
                nizamında, halifenin yardımcıları azaldığında mı devlet güçlü 
                olur yoksa yardımcıların sayısının çokluğu devleti zayıflatır 
                mı? Gerçeğine ulaşabilmek için bu konu araştırılır. Bu araştırma 
                araştırıcıları bir fikre götürür ve doğru olan görüşe 
                bağlanılır. Böylesi bir konuda doğru olan görüş ise, 
                yöneticilerin sayısının çoğalması ile devletin zayıfladığı 
                azaldığında ise devletin güçlendiğini ifade eden görüştür.
                
                
                Bir fikre 
                götüren görüşle ilgili olarak üç örnek, işte bunlardır. Bu 
                örneklerden de açıkça görüleceği üzere araştırma sahası iş değil 
                konunun içeriğidir. Her ne kadar varılan fikir, sonunda bir 
                ameli gerektirse de araştırma asla iş üzerinde yoğunlaşmamış 
                bilakis bir amelin yerine getirilip getirilmeyeceğini veya 
                araştırılan konu ile varılan fikrin gerektirdiği yönde yerine 
                getirilmesini açıklığa kavuşturan bir fikir üzerinde 
                yoğunlaşmıştır. Araştırma, bir konuda bir görüşe yani bir fikre 
                ulaşmak için yapılmaktadır.
                
                Araştırma 
                ile elde edilen bu görüş doğrudan doğruya amele götürmez, ancak 
                bir fikre götürür. Elde edilen fikir bazen bir işin yerine 
                getirilmesini gerektirebileceği gibi bazen de gerektirmeyebilir. 
                Bundan dolayı o bir fikre götüren bir görüş olur. 
                
                Ancak
                
                bir işe 
                götüren görüşe 
                gelince; Burada işin gerektirdiği konuya bakılmaksızın amelin 
                yerine getirilmesi araştırılır. Bu durumda ise araştırma sahası 
                konu değil “ameli yerine getirmek” olur. Araştırmada kastedilen 
                ise; bir işi yerine getirip getirmemek veya belli bir niteliğe 
                göre yerine getirmektir. Yoksa araştırmadan maksat bir konuyu 
                araştırmak değildir. Örneğin; 
                
                - 
                Bir halife seçmek ve ona biat etmek istenildiği zaman, hilafet 
                farz mıdır yoksa değil midir? gibi bir konu araştırılmaz. Veya 
                halife mi seçilsin yoksa Cumhurbaşkanı mı seçilsin? gibi bir 
                konu da araştırılmaz. Ancak falan kişi mi seçilip ona biat 
                edilsin yoksa falan kişi mi seçilip ona biat edilsin? sorusuna 
                cevap aranır. 
                
                - 
                Devletin borç alması olayı araştırıldığında borç almak caiz 
                midir yoksa caiz değil midir? gibi bir sorunun cevabı 
                araştırılmaz. Böyle bir durumda borç alınsın mı alınmasın mı? 
                sorusuna cevap aranır. 
                
                - 
                Bir yere yol açma meselesi araştırıldığında, açılmak istenen 
                yolun yerini dolduracak bir yolun bulunmasından dolayı yeni bir 
                yol açmak caiz midir yoksa değil midir? gibi bir mesele 
                araştırılmaz. Sadece bu yol açılsın mı açılmasın mı? konusu 
                araştırılır. 
                
                Yani yerine getirilip 
                getirilmeme açısından amelin kendisi araştırılır. Amelin 
                gerektirdiği konu araştırılmaz. Dolayısıyla, araştırma konusunu 
                ve sahasını “bir fikre götüren görüş” oluşturmamaktadır. 
                Araştırma, “bir işi yerine getirme” hususunda yapılmaktadır. Bu 
                nedenle araştırma bir amele götüren görüş üzerinde olup, görüş 
                doğrudan doğruya üzerinde durulan işin yerine getirilmesi için 
                belirtilir. 
                
                
                Örneğin Ebu Bekir 
                Radıyallahu Anhu'nun 
                kendisinden sonra kimin halife olacağı hususunu Müslümanlarla 
                istişare etmesi halife seçimi konusunda yapılan bir istişare 
                idi. Yani falan kişi mi yoksa falan kişi mi halife olsun 
                konusunda yapılan bir istişare idi. Araştırma konusu kesinlikle 
                hilafet değildi. Bu, bir işi yerine getirmeye sevkeden bir görüş 
                hakkında yapılan bir araştırmadır. 
                
                Yine 
                örneğin; Efendimiz Ali 
                Radıyallahu Anha 
                ile Muaviye arasındaki anlaşmazlık Kur'an'ın hakemliğine 
                müracaat etmekle sona erdiğinde, efendimiz Ali 
                Radıyallahu Anha 
                taraftarları arasındaki hakem seçimi de böyledir. Ali 
                Radıyallahu Anha 
                Abdullah b. Abbas'ı seçerken, beraberindekilerin büyük bir kısmı 
                Ebu Musa El Eş'ari'yi seçmişlerdir. Bu araştırma, hakemliğin 
                kabul edilip edilmemesi konusunda yapılan bir araştırma değil 
                kimin hakem olarak seçilmesi gerektiği konusunda yapılan bir 
                araştırmadır. Yani bir işin yerine getirilmesindeki görüşü 
                araştırmaktır. 
                
                Örneğin; 
                günümüzde Müslümanların çoğu, her türlü alet ve edevatı 
                üretebilecek çapta ağır sanayinin kurulması, risalet sahibi bir 
                devleti tamamlayıcı ve iyice yerleştirici etkenlerden birisi 
                olarak değerlendirirlerken, başlarındaki yöneticiler barajlar 
                yapmak ve çiftçilerin seviyelerini yükseltmek için tarımı teşvik 
                politikaları ile uğraşmaktadırlar. Bu araştırma, ağır sanayi mi 
                kurulsun yoksa barajlar mı inşa edilsin konusunda yapılan bir 
                araştırmadır. Yoksa devletin belli bir risaletinin olması 
                gerekir mi gerekmez mi konusunda yapılan bir araştırma değildir. 
                Bir işi yerine getirmeye sevk eden bir görüş üzerinde yapılan 
                bir araştırmadır. 
                
                Bir işi 
                yerine getirmeye götüren görüş hakkında yukarıda anlatılan 
                örnekler, araştırmanın bir konu hakkında değil de iş 
                hakkında yapıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu işler her ne 
                kadar bazı konuların incelenmesini gerektirse de, araştırma 
                kesinlikle konular üzerinde yoğunlaşmamaktadır. Araştırma iş 
                üzerinde yoğunlaşmaktadır. Dolayısıyla araştırma 
                görüş 
                hakkında değil 
                iş 
                hakkındadır. 
                
                Buraya 
                kadar yapılan açıklamalardan ve örneklerden de anlaşılacağı 
                üzere, “bir 
                fikre götüren görüş” 
                ile “bir 
                işi yapmaya götüren görüş” 
                arasında fark vardır. Her ne kadar bu farkı anlayabilmek için 
                dikkatlice düşünmeye ve incelemeye ihtiyaç varsa da farkın 
                varlığı kesindir. 
                
                Bütün bu 
                açıklamalar, bir işi yapmaya götüren görüş ile bir fikre götüren 
                görüş arasındaki farkın kavranmasında içine düşülebilecek 
                karışıklıkları bertaraf etmek açısından yapılan açıklamalardır. 
                Bedir olayı ile Uhud olayı arasındaki farkla ilgili olarak içine 
                düşülebilecek karışıklık açısından konunun ele alınmasına 
                gelince:
                
                Şöyle 
                sorulabilir: “Bedir olayı da Uhud olayı da savaşa gitme 
                konusunda olduğu halde ve her iki olay arasında da fark 
                bulunmamasına rağmen, niçin Bedir olayı bir fikre götüren 
                bir görüş, Uhud olayı ise bir işi yerine getirmeye 
                götüren bir görüş sayılıyor? Hâlbuki Bedir olayı ile Uhud olayı 
                arasında hiç fark yoktur.”
                
                Böylesi 
                bir soruya şu cevap verilir:
                
                Gerçekten 
                de iki olay arasında apaçık bir fark vardır. Çünkü Bedir 
                olayının vakıası ile Uhud olayının vakıası başka başka 
                şeylerdir. Uhud olayında şehir dışına mı çıkalım şehir içinde mi 
                kalalım? sorusuna cevap aranmaktaydı. Orada heyecanlı, duygusal 
                olarak hareket eden gençlerle, akıllı ve tecrübeli olarak 
                düşünen kimseler vardı ve araştırma, savaş yeri hakkında 
                değildi. Oysa dağ üzerinde stratejik bir yerde ordunun 
                düzenlenmesi gündeme geldiğinde düzenlemeyi doğrudan doğruya 
                Resul Sallallahu 
                Aleyhi Vesellem'in 
                yaptığını, okçuları dağın arka tarafına yerleştirdiğini ve 
                kesinlikle kendisinden habersiz olarak yerlerinden ayrılmamaları 
                gerektiğini onlara emrettiğini ve de cemaatin görüşüne müracaat 
                etmediğini görmekteyiz. Bedir olayında ise konu, stratejik bir 
                yerde ordunun yerleştirilmesi olduğundan dolayı Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                doğru olan görüşe müracaat etmiştir. Bir yönden olayın 
                açıklaması budur. Bu tespite yalnızca Resul 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem'in 
                fiili değil, Habbab b. Münzir'e sözlü olarak söylediği; 
                
                "Bilakis o harp, hile ve görüşle ilgilidir." 
                hadiside konuya açıklık getiren sözlü bir delildir. 
                
                Geriye 
                tek mesele kaldı: 
                Sözü 
                tercih edilecek ve doğru olanı açıklayacak olan kimdir?
                
                
                Biz 
                biliyoruz ki Şer’î hükümlerde delili kuvvetli olan tercih 
                edilir. Bir işi yapmaya götüren görüşlerde ise çoğunluğun 
                görüşü, teknik işler ve tarifler gibi bir düşünceye götüren 
                görüşlerde ise doğru olan taraf tercih edilir. 
                
                Şimdi 
                sözü tercih edilen ve doğru olanı belirleyecek olanın kim 
                olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu işte doğru olanı seçecek olan, 
                yetki sahibi olan kimsedir. O, kavminin emiridir yani 
                başkanıdır. Çünkü bir iş hususunda cemaatle istişare yapan odur. 
                Eğer bir topluluk birbirleri ile istişare yapıyorlarsa, bu 
                istişareyi ancak, onları doğru bir esasa göre yürüyecekleri 
                görüşe ulaşmak için yapıyorlardır. Bir iş hususunda bir cemaatin 
                yürüyüşü, cemaatin bir emirinin bulunmasını gerektirir. Böylece 
                hakkında istişare yaptıkları hususta yetki sahibi olan 
                kavmin/cemaatin emiridir. Dolayısıyla doğru olan görüşü tercih 
                edecek olan da kavmin başkanıdır. Buna delil olarak ayette şöyle 
                denilmektedir: 
                
                
                
                وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ 
                فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ   
                "İş hususunda onlara danış. Karar verdiğin zaman Allah‘a 
                tevekkül et."
                
                
                
                Resulullah 
                Sallallahu Aleyhi Vesellem 
                Müslümanların başkanı iken şûra yapmıştır. İstişare yaptıktan 
                sonra bir sonuca vardığında karar verdiği işi yani doğru 
                gördüğünü uygulama yetkisini Allah Subhanehû ve Teala 
                ona vermiştir. Bu durumda doğru olanı tercih edecek olan kişi 
                Resul olmaktadır. Bu durum bir kavmin başkanı olan herkes için 
                geçerlidir. Çünkü bu yalnızca Resule has değildir. Bilakis bütün 
                Müslümanları kapsamına almaktadır. Çünkü ayeti tahsis eden bir 
                delil bulunmadıkça Resule yapılan hitap aynı zamanda ümmetine de 
                hitaptır. Burada ise ayetin Resul hakkında indiğini tahsis 
                edecek herhangi bir delil bulunmadığı için hitap genel bir 
                hitaptır.
                
                Ancak 
                doğru olanı tercih edecek bir başkanı olmayan bir cemaat, tercih 
                hakkının kime verileceğini tespit etmek isterse, bu durumda 
                cemaatin içlerinden yalnızca bir kişiye doğruyu seçme yetkisini 
                vermesi gerekir. Hiçbir şekilde birden çok kişiyi seçmeleri caiz 
                değildir. Bu nedenle doğru olan yalnızca bir kişi tarafından 
                tercih edilmelidir. Evet, çoğunluk doğru olanı söyleyebilir. 
                Veya iki kişi bir kişiye oranla doğru olanı daha iyi tespit 
                edebilir. Fakat mesele doğrunun nerede olduğunu araştırmak 
                değildir. Mesele doğruyu kimin belirleyeceği meselesidir. 
                Doğruyu bir kişi mi, yoksa iki kişi mi belirleyecek? Oysa doğru, 
                çoğunluk tarafından belirlenemez. Çünkü çoğunluk doğru olanın 
                dışındadır. "Çoğunluk" ve "doğru olan" birbirine karşı olan bir 
                iştir. Bazen doğru olup olmadığına bakılmaksızın çoğunluğun 
                görüşü ile hareket edilirken bazen de çoğunluğun görüşüne 
                bakmadan doğru olana göre hareket edilir. 
                
                Doğru 
                olanın yalnızca 
                bir kişi 
                tarafından belirlenmesinin kesinlikle gerekli olduğu ve birden 
                çok kişi tarafından belirlenmesinin caiz olmamasının birkaç 
                sebebi vardır: 
                
                1. 
                Bu işin vakıası doğruyu tercih edenin bir kişi olmasını 
                gerektirmektedir. Çünkü tercih iki veya üç kişiye bırakılırsa 
                ihtilaf etmemeleri mümkün değildir. Aralarındaki ihtilaf, onları 
                hakem tayin etmeye zorlar. Eğer iki kişinin hakemliğine müracaat 
                ederlerse yine ihtilaf edebilirler. Bu defa da iki kişiden 
                birinin hakemliğine başvurmaları gerekir. Eğer üç kişinin 
                hakemliğine başvurulursa ihtilaf etmeleri kaçınılmazdır. Bu 
                durumda ise hakemlikte ya iki kişiye ya da bir kişiye 
                başvurulacaktır. Eğer iki kişinin görüşüne başvurulursa 
                çoğunluğun görüşüne başvurmuş sayılırlar. Hâlbuki istenen doğru 
                olana başvurmaktır. Bu da tek kişiye başvurmayı gerektirir. Bu 
                nedenle ta başlangıçta bir kişinin hakemliğine müracaat etmeleri 
                gerekir. Yani doğruyu belirleyecek olanın yalnızca bir kişi 
                olması gerekir. İki veya üç kişi arasında ihtilaf olabileceği 
                gibi üçten fazla kişi arasında da olabilir. Dolayısıyla bir 
                kişiden fazlasının hakemliği doğru değildir. Çünkü bir kişiden 
                fazlasının hakem olması çoğunluğun hakem olması demektir ki bu 
                doğru değildir. İstenen, çoğunluğun değil doğrunun hakemliğidir.
                
                2. 
                Doğru olanın belirlenmesinde aslolan bunun ancak 
                yetki 
                sahibi kimse 
                tarafından yapılmasıdır. Yetki ise ancak bir kişide bulunur. 
                Çünkü emir yani devlet başkanı ancak bir kişiden oluşur. 
                İstişare sonucunda varılan işin uygulanması da ancak bir kişi 
                tarafından yapılmalıdır. Çünkü iki kişi uygulama üsluplarında 
                ihtilaf ederler. Aralarındaki ihtilaf ise uygulamayı 
                engelleyebilir. Dolayısıyla yetki sahibi ancak bir kişi 
                olabilir. Bu nedenle doğru olanı tercih edecek kişinin elbette 
                ki 
                bir kişi 
                olması gerekir. 
                
                3. 
                Müslümanlar katında işlerin en büyüğü Hilafet merkezidir. Şer’î 
                hükümleri benimseme, bir hükmü bir başka hükme tercih etme 
                yetkisini İslâm Şeriatı yalnızca Halife'ye vermiştir. Delilin 
                kuvvetli olup olmadığına karar verme hakkını ve doğru olanı 
                tercih etme yetkisini yalnızca halifeye vermiştir. Harp ilan 
                etme, sulh yapma, kâfir devletlerle olan ilişkileri 
                sınırlandırma ve bunların dışında Halifenin yetki alanına giren 
                işlerin tamamında söz hakkı yalnızca Halifeye aittir. Doğru 
                olarak gördüğü sürece görüşüne göre işleri gözetme hakkı 
                yalnızca ona aittir. Sahabenin İcması da böyledir. Halifenin 
                görüşü yalnızca bir kişinin görüşü demektir. Bu çok önemli 
                görevin dışındaki bütün işlerde ise doğru olanın tercihinde 
                yalnızca bir kişinin karar sahibi olması, öncelikle doğru bir 
                harekettir.
                
                “Şûra” ve “istişare” 
                yani “görüşleri alma” meselesinin aslı budur. Bu konu 
                hakkındaki Şer’î hüküm de budur. Bu hüküm her yönüyle demokratik 
                yönetim tarzına tamamen terstir. Görüş alma hususunda hak 
                olan Allah Subhenehû 
                ve Teala’nın hükmü 
                işte budur. Bunun dışında demokrasiden olanlar batıldır ve 
                alınması da caiz değildir. 
                
                
                