ÞÛRA VEYA ÝSLÂM'DA GÖRÜÞ ALMAK |
|
“Þûra”
veya “görüþ almak”,
ya halife tarafýndan veya baþkan, lider, komutan, sorumlu gibi
herhangi bir yetki sahibi kimse tarafýndan gerçekleþtirilir.
Çünkü bunlarýn hepsi
emir
konumundadýrlar. Þûra, karý-koca arasýnda da olur. Allahu
Teâla þöyle buyurmaktadýr:
فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ
"Ana baba aralarýnda danýþarak ve anlaþarak sütten kesmek
isterlerse…"
Ýster
devlet baþkaný olsun, ister komutan olsun veya bunlarýn dýþýnda
yetki sahibi bir kimse olsun, onun için görüþ ortaya koymak
gerekli bir iþtir. Çünkü o bir nevi nasihattýr. Müslümanlarýn
imamlarýna ve geneline insanlara açýklanan meþru bir iþtir.
Ancak
devlet baþkaný veya emir veya baþkan gibi yetki sahibi bir
kimsenin insanlarýn görüþlerine müracaat etmesi konusu;
özellikle demokratik mefhumlar Müslümanlarýn aklýný çeldikten ve
aralarýnda yayýldýktan sonra dikkatle incelenmesi gereken
karmakarýþýk bir konu haline geldi. "Rey/görüþ"
tabiri, Ýslâm'da
"þûra"
ve "müþavere"
þeklinde kullanýlan kelimelerin yerini aldý.
Müslümanlarýn ve Müslüman
olmayanlarýn görüþlerini açýklamalarý, ortaya koymalarý caizdir.
Çünkü Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
"Hýlfu'l fudul" olayýnda ortaya konulan görüþü ikrar ederek
þöyle demiþtir:
ولو دعيت به لأجبت وما أحب أن أخيس به, وأن لي به حمر النعم
"Ýslâm
geldikten sonra bile çaðrýlsaydým ona icabet ederdim. Bu
hilfe/ittifaka katýlmak benim için kýrmýzý tüylülerden daha
hayýrlýdýr."
Oysa
"Hýlfu'l fudul" olayýnda ortaya atýlan görüþ müþrik kimselerin
görüþüydü.
Ancak,
görüþe baþvurmak sadece Müslümanlarýn hakkýdýr. Yani
þura/danýþmak yalnýzca Müslümanlarýn hakkýdýr. Çünkü Allahu
Teâla Resulüne þöyle hitap etmektedir:
وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ
"Ýþ hususunda onlara danýþ."
Yani
Müslümanlara danýþ.
وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ
"Onlarýn iþleri aralarýnda þura/danýþma iledir."
Çünkü
birinci ayet þöyle diyor:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا
غَلِيظَ الْقَلْبِ لانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ
وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ
"Allah’ýn rahmetinden dolayý sen, onlara yumuþak davrandýn. Eðer
kaba ve katý kalpli olsaydýn, þüphesiz etrafýndan daðýlýr
giderlerdi. Onlarý affet onlara maðfiret dile. Ýþ hakkýnda
onlara danýþ."
Bunlarýn
tamamý ancak Resul ile Müslümanlar arasýnda olan iþlerle
ilgilidir. Ýkinci ayet ise þöyle demektedir:
وَالَّذِينَ
اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلاةَ وَأَمْرُهُمْ
شُورَى بَيْنَهُمْ
"Rablerinin çaðrýsýna cevap verenler ve namaz kýlanlar için daha
iyi ve daha süreklidir. Onlarýn iþleri aralarýnda danýþma
iledir."
Bu
ayetlerde anlatýlan vasýflar ancak Müslümanlara ait
niteliklerdir. Bu nedenle þûra yalnýzca Müslümanlar arasýnda
gerçekleþen bir olaydýr.
Þûra,
Kur'an-ý Kerim'de, hadisi þeriflerde ve Müslümanlarýn sözlerinde
meþhur ve bilinen bir þeydir.
Ebu
Hüreyre
Radýyallahu Anhum'dan
þöyle dediði rivayet edilmiþtir:
"Resulullah
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'den
daha fazla arkadaþlarý ile görüþ alýþveriþinde bulunan kimseyi
görmedim."
Hasan
Radýyallahu Anhum'dan
þöyle dediði rivayet edilmiþtir: "Müþavere yapan her kavim
iþlerinin en doðrusuna ulaþýr."
Böylece “görüþ
almak”,
istiþare yapmak veya þûra demektir ki bu Kur’an ve Hadisin nassý
ile sabittir. Ancak birçoklarýnýn bilemediði, vakýf olmadýðý bir
husus var:
Hangi
konular hakkýnda þûra veya istiþare yapýlýr? Yani hangi konu
hakkýnda görüþ alýnýr ve bu görüþün hükmü nedir? Doðru veya
yanlýþ olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn çoðunluðun görüþünü almak
gerekir mi? Yoksa çoðunluðun, azýnlýðýn veya tek kiþinin görüþü
olup olmadýðýna bakmadan yalnýzca doðru olan görüþü almak mý
gerekir?
Bu
sorulara cevap verebilmek için
görüþ
alma
olayýnýn mahiyetini anlamak lazýmdýr. Yani görüþ alýnmak istenen
olay nedir?
Görüþ
almakla ilgili tafsili Þer’î delilleri anlamak ve bu delilleri “görüþ
alma”
ile ilgili olaya teþrii olarak tatbik etmek gerekir.
Ancak
çevremizde
görüþ
alma
olayý ile karþý karþýya geleceðimiz konular dört noktanýn dýþýna
çýkamaz. Dünyadaki bütün görüþler aþaðýda sýralanan dört
görüþten biri ya da bu görüþlerden bir parçadýr veya bu
görüþlerin kapsamý altýna girer. Bu dört görüþ þunlardýr:
1.
Görüþ Þer’î bir hüküm yani teþrii bir görüþ olur.
2.
Herhangi bir iþi/þeyi tarif eden bir görüþ olur. Ya Þer’î hükmün
ne demek olduðunun tarifi gibi Þer’î bir tarif olur ya da aklýn,
toplumun ve bunlara benzer bir þeyin tarifi gibi vakýayý tarif
eden bir görüþ olur.
3.
Bir konudaki düþünceye delalet eden bir görüþ olur veya uzman
kimselerin kavrayabileceði teknik bir iþle alakalý düþünce
hakkýnda bir görüþ olur.
4.
Yerine getirilmesi gereken amellerden birine iþaret eden bir
görüþ olur.
Dünyadaki
görüþlerin vakýasý iþte budur.
Þûra
acaba bu görüþlerin tamamýnýn kapsamýna giriyor mu yoksa bir
kýsmýnýn kapsamýna mý giriyor? Bu görüþler içinden doðru veya
yanlýþ olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn sadece çoðunluðun görüþüne
uygun olan görüþ mü tercih edilir yoksa çoðunluða bakýlmaksýzýn
doðru olan görüþ mü tercih edilir?
Bu
sorulara cevap verebilmek için önce Kur’an’da ve Hadislerde konu
ile ilgili delilleri sunmamýz sonra da bu delilleri bu görüþler
üzerine tatbik etmemiz gerekir.
Kur'an-ý Kerim'deki nasslara
baktýðýmýz zaman
þûranýn
bütün görüþleri kapsamýna aldýðýna iþaret ettiðini görürüz.
Çünkü ayette Allahu Teâla þöyle buyurmaktadýr:
وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ
"Onlarýn iþleri aralarýnda þura iledir."
وَشَاوِرْهُمْ
فِي الأمْرِ
"Ýþ
hususunda onlara danýþ."
Buradaki ifade geneldir.
أَمْرُهُمْ"Onlarýn
iþleri"
ifadesi Müslümanlarýn iþleri anlamýna gelmektedir. Ki bu her
iþte geneldir.
الأَمر
“El-Emru”
kelimesinin baþýndaki
ال
takýsý cins içindir. Yani iþin cinsi demektir. Tahsis edici
herhangi bir delil olmadýkça bu ifadelerdeki umumilik/genellik
devam eder. Buradaki ayette bir þeyde þûrayý tahsis eden bir
delil geçmediði için ayet, her görüþ hakkýnda genel olarak
kalýr.
Fakat þûra yolu ile alýnan bir görüþün baðlayýcý olup olmadýðý
konusunda yani alýnan görüþün doðru olup olmadýðýna
bakýlmaksýzýn çoðunluðun görüþünün tercih edilmesi veya
çoðunluða bakmadan doðru olan görüþün tercih edilmesi durumunda
alýnan görüþün baðlayýcý olup olmadýðý konusuna gelince;
Bazý nasslar çoðunluðun görüþünü alýp kendi görüþünü býrakmanýn
gerektiðine delalet ederken bir kýsým deliller ise çoðunluðun
görüþünün baðlayýcý olmadýðýna delalet etmekte ve yetkili olan
kimsenin hak/doðru olarak gördüðü görüþü çoðunluða bakmadan
uygulamaya koyabileceðine delalet etmektedir.
Resulullah
Sallallahu
Aleyhi Vesellem
Ebu Bekir ve Ömer’e þöyle diyor:
لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا
"Bir
konu hakkýndaki meþverette ittifak ettiðinizde ben size
muhalefet etmem."
Uhud'da çoðunluðun görüþünü kabul ediyordu. Zira Allahu Teâla
Resulüne þöyle diyordu:
وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى
اللَّهِ
"Ýþ
hakkýnda onlara danýþ, fakat karar verdin mi Subhenehû ve
Teala’ya tevekkül et."
Þimdi ne zaman çoðunluðun görüþünün baðlayýcý olduðunu ne zaman
da baðlayýcý olmadýðýný öðrenebilmemiz için önce konu ile ilgili
olarak Kur'an'da ve Sünnette geçen nasslarý sunmamýz sonra da bu
nasslarý dünyada var olan görüþler üzerine uygulamamýz gerekir.
Konu ile ilgili olarak Kur'an'da yalnýzca iki ayet vardýr.
Bunlardan biri þu ayettir:
وَشَاوِرْهُمْ
فِي الأمْرِ
"Ýþ hususunda onlara danýþ."
Bu ayet,
Müslümanlarýn görüþlerini alma hususunda Allah Subhanehû ve
Teala'dan Resulüne bir emirdir. Ancak Allahu Teâla ayný
ayette geçen:
فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ
"Karar verdin mi Allah’a tevekkül et "
ifadesi ile konuyu tamamlayarak, görüþü seçim hakkýný Resule
vermektedir. Yani þûradan sonra bir þey üzerinde bir görüþte
karara vardýðýn zaman seni en doðru olana irþad eden iþin
uygulanmasý hakkýnda Allah Subhenehû ve Teala’ya
tevekkül et. Ayette Allahu Teâla; "Karar verdiðiniz zaman"
demiyor "karar
verdiðin zaman"
diyerek son sözü Allah Subhenehû ve Teala’nýn
Resulüne býrakmaktadýr.
Ýkinci
ayet ise;
وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ
"Onlarýn iþleri aralarýnda þûra iledir."
Bu ayette
ise Allahu Teâla bir konu hakkýnda birbirlerine danýþmadan ferdi
görüþleri ile hareket etmedikleri için Müslümanlarý övmektedir.
Her ne kadar ayet Müslümanlarý þûraya teþvik ediyorsa da ifade
mücmeldir. Bunun için bu mücmeli tafsil eden Resulün fiillerini
ve sözlerini bilmemiz yani Sünnete baþvurmamýz gerekir.
Resul
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in
sözlerine ve fiillerine baþvurduðumuz zaman onun Ebu Bekir ve
Ömer’e þöyle dediðini görürüz:
لَوِ
اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا
"Bir konu hakkýndaki meþverette ittifak ettiðinizde ben size
muhalefet etmem."
Hadis,
Ebu Bekir ve Ömer'in bir meþverette ittifak ettikleri zaman Nebi
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in
onlara muhalefet etmeyeceðini ve onlarýn görüþlerini kabul
edeceðini göstermektedir. Böylece burada Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem,
onlar iki kiþi kendisi de tek olduðu zaman çoðunluðun görüþüne
muhalefet edilmeyeceðini açýklamýþ olmaktadýr.
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Uhud savaþýnda Müslümanlardan ve Ýslam’a destek verenlerden
görüþ sahiplerini topladýðýný ve onlarýn müþavere yaptýðýný
görmekteyiz. Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem,
Kureyþ'i þehrin dýþýnda býrakarak Medine'yi içerden savunma
görüþünde idi. Münafýklarýn baþý Abdullah b. Übey b. Selül'ün
görüþü de buydu. Bu görüþ ayný zamanda sahabenin büyüklerinin de
görüþüydü. Bedir savaþýnda bulunmayan heyecanlý ve ateþli birçok
gencin görüþü ise Medine'nin dýþýnda düþmanla karþýlaþmaktý.
Gençlerin oluþturduðu grubun görüþünü benimseyenler çoðunlukta
olunca Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
kendi
görüþünü ve sahabenin büyüklerinin görüþünü terk ederek
çoðunluðun görüþüne uydu. Bu olay Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
çoðunluðun görüþünü kabul ettiðine, kendi görüþünü ve sahabenin
büyüklerinin görüþlerini terk ederek çoðunluðun görüþü ile amel
ettiðine delalet eder. Hatta insanlar; biz Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'i
zorladýk bunu yapmak bizim için doðru deðil diyerek
yaptýklarýndan piþman olup Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'e
geldiler ona:
"Seni
zorladýk bunu yapmak bize yakýþmaz. Eðer istersen Medine'de kal"
dediler.
Fakat Sallallahu
Aleyhi Vesellem
onlarýn
kendi görüþüne ve sahabenin ileri gelenlerinin görüþüne dönmesi
yönündeki isteklerini geri çevirerek çoðunluðun görüþünde ýsrar
etti.
Bunun
yanýnda ise Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Bedir'de doðru olan görüþü kabul ettiðini görmekteyiz. Doðru
bulduðunda bir kiþinin görüþünü almakla yetindi.
Nitekim Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
ve beraberindeki Müslümanlar Bedir suyundan uzak bir yere
indiklerinde, Habbab b. Münzir bu konaklama yerinden hoþnut
olmayarak Resule:
"Ey
Allah’ýn Resulü. Bu yer, bir adým öteye veya bir adým geriye
hareket edemeyeceðimiz Allah’ýn seni indirdiði bir yer midir?
Yoksa savaþ ve hile türünden bir görüþ müdür?"
deyince Allah’ýn Resulü;
بل هو الرأي, والحرب, والمكيدة
"Hayýr bu
harp ve hile türünden bir görüþtür."
dedi. Bunun üzerine Habbab;
"Ya
Resulullah burasý konaklamaya uygun yer deðildir."
dedi ve sonra da kuyularýn bulunduðu yeri iþaret etti. Bunun
üzerine Resul ve beraberindekiler oradan kalkýp Habbab'ýn
gösterdiði yerde konaklayarak Habbab'ýn görüþüne uydular."
Bu
Hadiste Resul kendi görüþünü terk etti. Cemaatýn görüþüne de
müracaat etmeden doðru olan görüþe tabi oldu. Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem,
kendisinin de belirttiði üzere, harp ve hile türünden bir konuda
yalnýzca bir kiþinin görüþünü almakla yetindi.
Hudeybiye
Gazvesinde ise Resulün yalnýzca kendi görüþünde ýsrar ederek Ebu
Bekir ve Ömer'in görüþünü tamamen geri çevirdiðini görmekteyiz.
Hatta bütün Müslümanlarýn görüþünü reddederek onlarýn
öfkelenmelerine, kýzmalarýna raðmen onlarý ýsrarla kendi
görüþüne baðlanmaya zorlamýþtýr. Ve onlara þöyle demiþti;
إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهُوَ نَاصِرِي
"Muhakkak ki ben Allah’ýn kulu ve rasulüyüm kesinlikle onun
emrine isyan etmem. O, benim yardýmcýmdýr."
Bu dört
Hadisi dikkatlice incelediðimiz zaman þunlarý görmekteyiz:
a.
Resul Sallallahu
Aleyhi Vesellem,
tek baþýna kendi görüþüne sarýlýp, bütün görüþleri bir tarafa
atýyor.
b.
Doðru
olan görüþe dönerek bir kiþiye ait olan doðru görüþü alýyor,
kendi görüþünü terk ediyor ve cemaatin görüþüne de bakmýyor.
c.
Çoðunluðun görüþünün yanýnda yer alarak, çoðunluðun görüþüne
müracaat edileceðine ve muhalefet edilmeyeceðine iþaret ediyor.
Bu Hadislerin tamamýný ve Hadislerin gerçekleþtiði olaylarý
dikkatlice incelediðimiz zaman þunlarý görürüz;
- Resul’ün Hudeybiye'de Þer’î delile yani vahye baðlandýðýný,
- Bedir'de doðru olan görüþe baðlandýðýný,
- Uhud'da da çoðunluðun görüþüne baðlandýðýný,
- Ebu Bekir ve Ömer'e muhalefet etmediðini.
Bu durumda Resulün fiili ve
sözleri üç þeye iþaret etmektedir:
1.
Delil getiren kimsenin kuvvetli delile baðlanmasý insanlara
bakmamasý,
2.
Çoðunluða bakmadan bilakis mutlak olarak çoðunluða itibar
etmeden doðru olana baðlanmasý,
3.
Doðru olup olmadýðýna bakmadan çoðunluðun görüþüne baðlanmasý.
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
fiillerinden ve sözünden istinbat edilen bu üç hükmü dünyada var
olan görüþlere uyguladýðýmýz zaman þu hususlarý görürüz.
1.
Þer’î hüküm yalnýzca delilin kuvvetine göre tercih edilir. Çünkü
Resul Sallallahu
Aleyhi Vesellem
Vahiy indiði zaman vahyi tercih etmiþ ve onun dýþýndakileri
kesinlikle reddetmiþtir. Bu nedenle þöyle demiþtir:
إِنِّي
رَسُولُ اللَّهِ وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهُوَ نَاصِرِي
"Muhakkak
ki ben Allah’ýn kulu ve Resulüyüm, kesinlikle onun emrine isyan
etmem. O, benim yardýmcýmdýr."
Þer’î deliller; Kitap, Sünnet ve Kitap ve Sünnettin
delil olduðuna delalet ettiði delillerdir. Çünkü Allah
Subhanehû ve Teala’dan gelen emir ve yasaklara uyan odur.
Delilin kuvveti, insanlarýn ýstýlahlarýna veya
anlayýþlarýna göre deðerlendirilemez. Delilin kuvveti, delil
getirme yönü yalnýzca onun anlayýþýna göre olsa veya yalnýzca
ona ait ýstýlah olsa bile, þüphetüt delil/delil þüphesine dayalý
olduðu sürece yalnýzca delil getiren kimse nezdinde ortaya
çýkar. Çünkü insanlar nezdinde delilin kuvveti, onlarýn Þer’î
delile bakýþ farklýlýklarýna, lügat ve Þer’î açýdan delilden
anlayýþ keyfiyetine göre farklý olur. Yoksa delilin kuvvetli
olmasý yalnýzca Hadisin kuvvetli olmasý demek deðildir. Bilakis
delilin kuvvetli olmasý ister Kitaptan olsun ister Sünnetten
olsun, rivayet, dirayet ve anlayýþ durumlarýna göre
deðerlendirilir. Bu husus Müslümanlarýn ihtilaf etmedikleri bir
konudur.
2.
Bir konuda bir düþünceye delalet eden görüþte, doðrudan yana
olan tercih edilir. Kalkýnma meselesinde olduðu gibi. Kalkýnma,
fikri yükselme ile mi olur yoksa ekonomik yükselme ile mi olur?
Veya devletlerarasý durum þu anda falan devletten yana mýdýr
yoksa falan devletten yana mýdýr? Ýç durum ve devletlerarasý
durum yalnýzca siyasi amelleri yapmak veya siyasi amellerle
birlikte askeri amelleri yapmak için uygun mudur deðil midir?
Ýþte, bu gibi sorularýn tamamýnda doðru olan görüþe müracaat
edilir. Çünkü türü ne olursa olsun bunlarýn tamamý Resulullah
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in;
بل هو
الرأي, والحرب, والمكيدة
"Bilakis o, harp ve
hile cinsinden bir görüþtür."
sözünün kapsamýna giren konulardýr. Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Bedir'de Habbab b. Münzir'in görüþünü kabul edip ona uyduðu gibi
her türlü teknik konuda da doðru olan görüþe baþvurulur ve kabul
edilir. Çünkü Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
bu yer hakkýnda tecrübeli olduðu için Habbab b. Münzir'in
görüþünü kabul etti. Bu nedenle teknik konularda doðru olan
görüþ geçerlidir.
3.
Çoðunluðun görüþüne göre hareket etmeyi gerektiren durumlarda
çoðunluðun görüþü geçerlidir. Çünkü Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
Uhud savaþýnda, Medine'nin dýþýnda düþmanla karþýlaþmanýn
hatalý, þehri içerden savunmanýn daha doðru olduðu görüþünde
olmasýna raðmen çoðunluðun görüþüne uyarak Medine'nin dýþýnda
düþmanla karþýlaþtý. Ayný zamanda sahabelerin ileri gelenlerinin
görüþü de Medine'nin içinde kalarak savunma yapmak oluðu halde
Allah Subhenehû ve Teala’nýn Resulü, onlarýn görüþüne
de uymayýp çoðunluðun görüþüne uymuþtur. Resulün bu hareketi,
Ebu Bekir ve Ömer'e söylediði;
لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا
"ikiniz bir meþverede ittifak ettiðiniz zaman ben size muhalefet
etmem."
hadisini de açýklamaktadýr. Yani Uhud'da olduðu gibi bir ameli
yerine getirmekle, bir iþi yapmakla ilgili her görüþte
çoðunluðun görüþüne müracaat edilir. Bir baþkan seçimi veya
valinin azledilmesi veya bir projeyi kabul etmek ve buna benzer
bir ameli yerine getirmeye irþad eden konularda çoðunluðun
görüþü tercih edilir. Dolayýsýyla böylesi durumlarda görüþün
doðru olup olmadýðýna bakýlmadan çoðunluðun görüþünü almak
gerekir ve çoðunluðun görüþü de baðlayýcýdýr.
Bu
delillerin dünyada var olan görüþler üzerine tatbik edildiðinde
baðlayýcý olan görüþün yani çoðunluðun görüþünün tercih
edileceði durumun, Uhud'da gerçekleþen görüþ cinsinden bir
görüþün bulunmasý durumunda geçerli olacaðý anlaþýlýr. Ki bu
görüþ; bir hareketi, ameli yerine getirmeye irþad eden görüþtür.
Bu tür bir görüþün dýþýndaki görüþlerde çoðunluðun görüþüne
uyulmaz ve baðlayýcý da deðildir.
Buna göre
çoðunluðun görüþünün baðlayýcý olduðu ve tercih edileceði
durumun dünyada var olan görüþler içerisinde yalnýzca bir tür
görüþle sýnýrlý olduðu, bu tür görüþün de yerine getirilmesi
istenen bir amelin araþtýrýlmasý esnasýnda çoðunluðun görüþüne
uymakla sýnýrlý olduðu görülmektedir. Yine uygulamadan
anlaþýlacaðý üzere Þer’î hükme, bir düþünceye veya teknik bir
iþe götüren görüþlerden hiçbirinde çoðunluðun görüþüne bakýlmaz.
Bu tür durumlarda ancak Þer’î hükme, delilin kuvvetine ve bir
fikre veya teknik bir iþe götüren bir görüþte yani
görüþ,
harp ve hile türünden bir iþte yalnýzca doðru olan
görüþe bakýlýr.
Böylece
tarif,
baðlayýcý olmayan, yani çoðunluðun görüþüne uyulmayan görüþ
olmaktadýr. Çünkü Uhud olayýna uymamaktadýr. Mesele, bir fikre
delalet eden görüþe uygun tarifi yapmaktýr. Tarif edebilmek için
Þer’î hükmün ne olduðunu, tarifini yapabilmek için aklýn ne
olduðunu araþtýrmak, bir þeyin vakýasýný bilebilmek yani
gerçeðini bilebilmek için araþtýrmak demektir. Vakýaya uygun
olduðu sürece elde edilen bu sonuç tercih edilir. Bu nedenle
tarifte
doðru olan taraf tercih edilir. Tarifle ilgili konularda Þer’î
delil araþtýrýlmaz. Çoðunluðun görüþüne de önem verilmez. Burada
Þer’î bir tarif ile Þer’î olmayan herhangi bir þeyin tarif
edilmesi arasýnda fark yoktur.
Tarif,
kendisi ile alakalý her þeyi bünyesinde topladýðý ve alakasý
olmayan her þeyi de bünyesinden çýkardýðý zaman, bu tarif diðer
bütün tariflere tercih edilir. Yani doðru olan
tarif
tercih edilir. Çünkü tarif olunan vakýaya uygun olan da budur.
Bu vakýayý gerçek bir þekilde niteleyen niteleyicidir o.
Þûra
hakkýnda Ýslâm'ýn hükmü budur. Bu husus Kur'an'ýn nasslarýnda,
hadiste ve Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
amellerinde açýkça görülmektedir. Ancak dikkat edildiðinde,
insaný bir iþi yerine getirmeye yönlendiren görüþlerle, bir þey
hakkýnda hüküm koymaya yani düþünceye götüren görüþler arasýnda
ayýrým yapma iþleminde vakýadaki görüþler arasýnda karýþýklýk
olduðu gözlemlenmektedir. Ayný kargaþa dünyada var olan
görüþlere, Þer’î delillerin tatbik edilmesi esnasýnda da
görülmektedir. Bedir ve Uhud olaylarý arasýndaki farkta olduðu
gibi.
“Dünyada
var olan görüþler incelendiði zaman, bir iþi yerine getirmeye
sevk eden görüþle, bir düþünceye yani bir þey hakkýnda hüküm
koymaya götüren görüþler arasýnda fark yoktur” denilebilir.
Dolayýsýyla “böyle bir farkýn varlýðý da nereden çýktý?” diye
bir soru sorulabilir. Böyle bir soruya þu cevap verilir:
Gerçekten
her iki olay arasýnda çok ince bir fark vardýr.
Bir
fikre/düþünceye götüren görüþte, iþe bakýlmaksýzýn yalnýzca konu
araþtýrýlýr.
Dolayýsýyla araþtýrma sahasý iþ deðil, konunun içeriðidir. Bir
konunun araþtýrýlmasýndan kasýt ise, yapýlmasý gereken iþe
bakmadan araþtýrýlan konu hakkýnda bir fikre ulaþmaktýr.
Örneðin
Ebu Bekir
Radýyallahu Anhu
zamanýndaki riddet harplerini Ebu Bekir, tebadan bir grubun
Þer’î hükümlerin uygulanmasýna karþý gelmeleri þeklinde
incelerken, ayný konuyu Ömer; güçlü bir grubun devlete karþý
açmýþ olduðu bir savaþ olarak deðerlendiriyor ve bunlarla
yapýlacak savaþa devletin gücünün yetmeyeceði þeklinde
düþünüyordu. Bu nedenle Ebu Bekir:
"Allah’a
yemin olsun ki Allah’ýn Resulüne verdikleri bir devenin yularýný
dahi bana vermekten sakýnýrlarsa onlarla savaþýrým."
diyordu
Bu konu Ömer'de de netleþince kendi görüþünden vazgeçerek doðru
görüþ olan Ebu Bekir'in görüþüne uydu. Çünkü olay büyük bir
grubun devlete meydan okumasý deðil yalnýzca tebadan bir grubun
karþý çýkmasý meselesiydi. Dolayýsýyla araþtýrma Uhud'da olduðu
gibi savaþa çýkýp çýkmamak gibi bir mesele üzerinde
yapýlmamaktaydý. Araþtýrma, Resulün
Sallallahu Aleyhi Vesellem
vefatýndan sonra bedevilerin zekâtlarýný vermekten kaçýnmalarý
ve devlete karþý meydan okumalarý nedeniyle bir Þer’î hükmün
uygulanmasýna bir grubun karþý çýkmasý mýdýr yoksa büyük bir
grubun devlete meydan okumasý mýdýr? konusunda yapýlmaktaydý.
Gerçekte araþtýrýlan mesele buydu. Bu nedenle araþtýrma bir
fikre götüren bir konu üzerinde yapýlmýþ ve doðru olan görüþe
baðlanýlmýþtýr. Ki bu doðru görüþ de, vatandaþlardan bir grubun
bir Þer’î hükmün uygulanmasýna karþý çýktýklarýný gösteren Ebu
Bekir'in görüþüdür.
Örneðin,
Muaviye'nin, Efendimiz Ali
Radýyallahu Anhu
ile kendisi arasýnda Kur'an'ýn hakemliðini istediðini gösteren
Mushaflarýn kaldýrýlmasý olayýnda da böyle bir durum söz
konusudur. Yani Mushaflarýn kaldýrýlmasý gerçekten Kur'an'ýn
hakemliðine müracaat etmek için yapýlan bir hareket midir yoksa
Muaviye'nin Efendimiz Ali'ye karþý kullandýðý bir tuzak mýdýr?
Ali Radýyallahu
Anhu
bunun bir tuzak olduðunu anlarken, onunla beraber olanlarýn
birçoðu Kur'an'ýn hakemliðine baþvurma olarak anlamýþlardýr.
Mushafýn kaldýrýlmasýndaki olayda, gerçek amaca ulaþabilmek için
bu konu araþtýrýlýr ve bu araþtýrma konu hakkýnda insaný bir
fikre götürür. Dolayýsýyla da bu olayýn, Efendimiz Ali
Radýyallahu Anha'ya
karþý kullanýlan bir hile olduðunu gösteren doðru görüþe
baðlanýlýr.
-
Yöneticilerin sayýsýnýn fazla olmasý devleti güçlendirir mi
yoksa zayýflatýr mý? Bir baþka ifade ile yöneticilerin sayýsý az
olduðu zaman mý devlet güçlü olur yoksa yöneticilerin sayýsýnýn
azalmasý, devletin de güçsüz olmasýna, çok olmasý ise güçlü
olmasýna mý neden olur?
-
Demokratik sistemdeki bakanlar kurulu üyelerinin sayýsýnýn
azlýðýyla mý sistem zayýflar yoksa çokluðuyla mý?
- Ýslâm
nizamýnda, halifenin yardýmcýlarý azaldýðýnda mý devlet güçlü
olur yoksa yardýmcýlarýn sayýsýnýn çokluðu devleti zayýflatýr
mý? Gerçeðine ulaþabilmek için bu konu araþtýrýlýr. Bu araþtýrma
araþtýrýcýlarý bir fikre götürür ve doðru olan görüþe
baðlanýlýr. Böylesi bir konuda doðru olan görüþ ise,
yöneticilerin sayýsýnýn çoðalmasý ile devletin zayýfladýðý
azaldýðýnda ise devletin güçlendiðini ifade eden görüþtür.
Bir fikre
götüren görüþle ilgili olarak üç örnek, iþte bunlardýr. Bu
örneklerden de açýkça görüleceði üzere araþtýrma sahasý iþ deðil
konunun içeriðidir. Her ne kadar varýlan fikir, sonunda bir
ameli gerektirse de araþtýrma asla iþ üzerinde yoðunlaþmamýþ
bilakis bir amelin yerine getirilip getirilmeyeceðini veya
araþtýrýlan konu ile varýlan fikrin gerektirdiði yönde yerine
getirilmesini açýklýða kavuþturan bir fikir üzerinde
yoðunlaþmýþtýr. Araþtýrma, bir konuda bir görüþe yani bir fikre
ulaþmak için yapýlmaktadýr.
Araþtýrma
ile elde edilen bu görüþ doðrudan doðruya amele götürmez, ancak
bir fikre götürür. Elde edilen fikir bazen bir iþin yerine
getirilmesini gerektirebileceði gibi bazen de gerektirmeyebilir.
Bundan dolayý o bir fikre götüren bir görüþ olur.
Ancak
bir iþe
götüren görüþe
gelince; Burada iþin gerektirdiði konuya bakýlmaksýzýn amelin
yerine getirilmesi araþtýrýlýr. Bu durumda ise araþtýrma sahasý
konu deðil “ameli yerine getirmek” olur. Araþtýrmada kastedilen
ise; bir iþi yerine getirip getirmemek veya belli bir niteliðe
göre yerine getirmektir. Yoksa araþtýrmadan maksat bir konuyu
araþtýrmak deðildir. Örneðin;
-
Bir halife seçmek ve ona biat etmek istenildiði zaman, hilafet
farz mýdýr yoksa deðil midir? gibi bir konu araþtýrýlmaz. Veya
halife mi seçilsin yoksa Cumhurbaþkaný mý seçilsin? gibi bir
konu da araþtýrýlmaz. Ancak falan kiþi mi seçilip ona biat
edilsin yoksa falan kiþi mi seçilip ona biat edilsin? sorusuna
cevap aranýr.
-
Devletin borç almasý olayý araþtýrýldýðýnda borç almak caiz
midir yoksa caiz deðil midir? gibi bir sorunun cevabý
araþtýrýlmaz. Böyle bir durumda borç alýnsýn mý alýnmasýn mý?
sorusuna cevap aranýr.
-
Bir yere yol açma meselesi araþtýrýldýðýnda, açýlmak istenen
yolun yerini dolduracak bir yolun bulunmasýndan dolayý yeni bir
yol açmak caiz midir yoksa deðil midir? gibi bir mesele
araþtýrýlmaz. Sadece bu yol açýlsýn mý açýlmasýn mý? konusu
araþtýrýlýr.
Yani yerine getirilip
getirilmeme açýsýndan amelin kendisi araþtýrýlýr. Amelin
gerektirdiði konu araþtýrýlmaz. Dolayýsýyla, araþtýrma konusunu
ve sahasýný “bir fikre götüren görüþ” oluþturmamaktadýr.
Araþtýrma, “bir iþi yerine getirme” hususunda yapýlmaktadýr. Bu
nedenle araþtýrma bir amele götüren görüþ üzerinde olup, görüþ
doðrudan doðruya üzerinde durulan iþin yerine getirilmesi için
belirtilir.
Örneðin Ebu Bekir
Radýyallahu Anhu'nun
kendisinden sonra kimin halife olacaðý hususunu Müslümanlarla
istiþare etmesi halife seçimi konusunda yapýlan bir istiþare
idi. Yani falan kiþi mi yoksa falan kiþi mi halife olsun
konusunda yapýlan bir istiþare idi. Araþtýrma konusu kesinlikle
hilafet deðildi. Bu, bir iþi yerine getirmeye sevkeden bir görüþ
hakkýnda yapýlan bir araþtýrmadýr.
Yine
örneðin; Efendimiz Ali
Radýyallahu Anha
ile Muaviye arasýndaki anlaþmazlýk Kur'an'ýn hakemliðine
müracaat etmekle sona erdiðinde, efendimiz Ali
Radýyallahu Anha
taraftarlarý arasýndaki hakem seçimi de böyledir. Ali
Radýyallahu Anha
Abdullah b. Abbas'ý seçerken, beraberindekilerin büyük bir kýsmý
Ebu Musa El Eþ'ari'yi seçmiþlerdir. Bu araþtýrma, hakemliðin
kabul edilip edilmemesi konusunda yapýlan bir araþtýrma deðil
kimin hakem olarak seçilmesi gerektiði konusunda yapýlan bir
araþtýrmadýr. Yani bir iþin yerine getirilmesindeki görüþü
araþtýrmaktýr.
Örneðin;
günümüzde Müslümanlarýn çoðu, her türlü alet ve edevatý
üretebilecek çapta aðýr sanayinin kurulmasý, risalet sahibi bir
devleti tamamlayýcý ve iyice yerleþtirici etkenlerden birisi
olarak deðerlendirirlerken, baþlarýndaki yöneticiler barajlar
yapmak ve çiftçilerin seviyelerini yükseltmek için tarýmý teþvik
politikalarý ile uðraþmaktadýrlar. Bu araþtýrma, aðýr sanayi mi
kurulsun yoksa barajlar mý inþa edilsin konusunda yapýlan bir
araþtýrmadýr. Yoksa devletin belli bir risaletinin olmasý
gerekir mi gerekmez mi konusunda yapýlan bir araþtýrma deðildir.
Bir iþi yerine getirmeye sevk eden bir görüþ üzerinde yapýlan
bir araþtýrmadýr.
Bir iþi
yerine getirmeye götüren görüþ hakkýnda yukarýda anlatýlan
örnekler, araþtýrmanýn bir konu hakkýnda deðil de iþ
hakkýnda yapýldýðýný açýkça ortaya koymaktadýr. Bu iþler her ne
kadar bazý konularýn incelenmesini gerektirse de, araþtýrma
kesinlikle konular üzerinde yoðunlaþmamaktadýr. Araþtýrma iþ
üzerinde yoðunlaþmaktadýr. Dolayýsýyla araþtýrma
görüþ
hakkýnda deðil
iþ
hakkýndadýr.
Buraya
kadar yapýlan açýklamalardan ve örneklerden de anlaþýlacaðý
üzere, “bir
fikre götüren görüþ”
ile “bir
iþi yapmaya götüren görüþ”
arasýnda fark vardýr. Her ne kadar bu farký anlayabilmek için
dikkatlice düþünmeye ve incelemeye ihtiyaç varsa da farkýn
varlýðý kesindir.
Bütün bu
açýklamalar, bir iþi yapmaya götüren görüþ ile bir fikre götüren
görüþ arasýndaki farkýn kavranmasýnda içine düþülebilecek
karýþýklýklarý bertaraf etmek açýsýndan yapýlan açýklamalardýr.
Bedir olayý ile Uhud olayý arasýndaki farkla ilgili olarak içine
düþülebilecek karýþýklýk açýsýndan konunun ele alýnmasýna
gelince:
Þöyle
sorulabilir: “Bedir olayý da Uhud olayý da savaþa gitme
konusunda olduðu halde ve her iki olay arasýnda da fark
bulunmamasýna raðmen, niçin Bedir olayý bir fikre götüren
bir görüþ, Uhud olayý ise bir iþi yerine getirmeye
götüren bir görüþ sayýlýyor? Hâlbuki Bedir olayý ile Uhud olayý
arasýnda hiç fark yoktur.”
Böylesi
bir soruya þu cevap verilir:
Gerçekten
de iki olay arasýnda apaçýk bir fark vardýr. Çünkü Bedir
olayýnýn vakýasý ile Uhud olayýnýn vakýasý baþka baþka
þeylerdir. Uhud olayýnda þehir dýþýna mý çýkalým þehir içinde mi
kalalým? sorusuna cevap aranmaktaydý. Orada heyecanlý, duygusal
olarak hareket eden gençlerle, akýllý ve tecrübeli olarak
düþünen kimseler vardý ve araþtýrma, savaþ yeri hakkýnda
deðildi. Oysa dað üzerinde stratejik bir yerde ordunun
düzenlenmesi gündeme geldiðinde düzenlemeyi doðrudan doðruya
Resul Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in
yaptýðýný, okçularý daðýn arka tarafýna yerleþtirdiðini ve
kesinlikle kendisinden habersiz olarak yerlerinden ayrýlmamalarý
gerektiðini onlara emrettiðini ve de cemaatin görüþüne müracaat
etmediðini görmekteyiz. Bedir olayýnda ise konu, stratejik bir
yerde ordunun yerleþtirilmesi olduðundan dolayý Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
doðru olan görüþe müracaat etmiþtir. Bir yönden olayýn
açýklamasý budur. Bu tespite yalnýzca Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
fiili deðil, Habbab b. Münzir'e sözlü olarak söylediði;
"Bilakis o harp, hile ve görüþle ilgilidir."
hadiside konuya açýklýk getiren sözlü bir delildir.
Geriye
tek mesele kaldý:
Sözü
tercih edilecek ve doðru olaný açýklayacak olan kimdir?
Biz
biliyoruz ki Þer’î hükümlerde delili kuvvetli olan tercih
edilir. Bir iþi yapmaya götüren görüþlerde ise çoðunluðun
görüþü, teknik iþler ve tarifler gibi bir düþünceye götüren
görüþlerde ise doðru olan taraf tercih edilir.
Þimdi
sözü tercih edilen ve doðru olaný belirleyecek olanýn kim
olduðunu bilmemiz gerekiyor. Bu iþte doðru olaný seçecek olan,
yetki sahibi olan kimsedir. O, kavminin emiridir yani
baþkanýdýr. Çünkü bir iþ hususunda cemaatle istiþare yapan odur.
Eðer bir topluluk birbirleri ile istiþare yapýyorlarsa, bu
istiþareyi ancak, onlarý doðru bir esasa göre yürüyecekleri
görüþe ulaþmak için yapýyorlardýr. Bir iþ hususunda bir cemaatin
yürüyüþü, cemaatin bir emirinin bulunmasýný gerektirir. Böylece
hakkýnda istiþare yaptýklarý hususta yetki sahibi olan
kavmin/cemaatin emiridir. Dolayýsýyla doðru olan görüþü tercih
edecek olan da kavmin baþkanýdýr. Buna delil olarak ayette þöyle
denilmektedir:
وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ
"Ýþ hususunda onlara danýþ. Karar verdiðin zaman Allah‘a
tevekkül et."
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
Müslümanlarýn baþkaný iken þûra yapmýþtýr. Ýstiþare yaptýktan
sonra bir sonuca vardýðýnda karar verdiði iþi yani doðru
gördüðünü uygulama yetkisini Allah Subhanehû ve Teala
ona vermiþtir. Bu durumda doðru olaný tercih edecek olan kiþi
Resul olmaktadýr. Bu durum bir kavmin baþkaný olan herkes için
geçerlidir. Çünkü bu yalnýzca Resule has deðildir. Bilakis bütün
Müslümanlarý kapsamýna almaktadýr. Çünkü ayeti tahsis eden bir
delil bulunmadýkça Resule yapýlan hitap ayný zamanda ümmetine de
hitaptýr. Burada ise ayetin Resul hakkýnda indiðini tahsis
edecek herhangi bir delil bulunmadýðý için hitap genel bir
hitaptýr.
Ancak
doðru olaný tercih edecek bir baþkaný olmayan bir cemaat, tercih
hakkýnýn kime verileceðini tespit etmek isterse, bu durumda
cemaatin içlerinden yalnýzca bir kiþiye doðruyu seçme yetkisini
vermesi gerekir. Hiçbir þekilde birden çok kiþiyi seçmeleri caiz
deðildir. Bu nedenle doðru olan yalnýzca bir kiþi tarafýndan
tercih edilmelidir. Evet, çoðunluk doðru olaný söyleyebilir.
Veya iki kiþi bir kiþiye oranla doðru olaný daha iyi tespit
edebilir. Fakat mesele doðrunun nerede olduðunu araþtýrmak
deðildir. Mesele doðruyu kimin belirleyeceði meselesidir.
Doðruyu bir kiþi mi, yoksa iki kiþi mi belirleyecek? Oysa doðru,
çoðunluk tarafýndan belirlenemez. Çünkü çoðunluk doðru olanýn
dýþýndadýr. "Çoðunluk" ve "doðru olan" birbirine karþý olan bir
iþtir. Bazen doðru olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn çoðunluðun
görüþü ile hareket edilirken bazen de çoðunluðun görüþüne
bakmadan doðru olana göre hareket edilir.
Doðru
olanýn yalnýzca
bir kiþi
tarafýndan belirlenmesinin kesinlikle gerekli olduðu ve birden
çok kiþi tarafýndan belirlenmesinin caiz olmamasýnýn birkaç
sebebi vardýr:
1.
Bu iþin vakýasý doðruyu tercih edenin bir kiþi olmasýný
gerektirmektedir. Çünkü tercih iki veya üç kiþiye býrakýlýrsa
ihtilaf etmemeleri mümkün deðildir. Aralarýndaki ihtilaf, onlarý
hakem tayin etmeye zorlar. Eðer iki kiþinin hakemliðine müracaat
ederlerse yine ihtilaf edebilirler. Bu defa da iki kiþiden
birinin hakemliðine baþvurmalarý gerekir. Eðer üç kiþinin
hakemliðine baþvurulursa ihtilaf etmeleri kaçýnýlmazdýr. Bu
durumda ise hakemlikte ya iki kiþiye ya da bir kiþiye
baþvurulacaktýr. Eðer iki kiþinin görüþüne baþvurulursa
çoðunluðun görüþüne baþvurmuþ sayýlýrlar. Hâlbuki istenen doðru
olana baþvurmaktýr. Bu da tek kiþiye baþvurmayý gerektirir. Bu
nedenle ta baþlangýçta bir kiþinin hakemliðine müracaat etmeleri
gerekir. Yani doðruyu belirleyecek olanýn yalnýzca bir kiþi
olmasý gerekir. Ýki veya üç kiþi arasýnda ihtilaf olabileceði
gibi üçten fazla kiþi arasýnda da olabilir. Dolayýsýyla bir
kiþiden fazlasýnýn hakemliði doðru deðildir. Çünkü bir kiþiden
fazlasýnýn hakem olmasý çoðunluðun hakem olmasý demektir ki bu
doðru deðildir. Ýstenen, çoðunluðun deðil doðrunun hakemliðidir.
2.
Doðru olanýn belirlenmesinde aslolan bunun ancak
yetki
sahibi kimse
tarafýndan yapýlmasýdýr. Yetki ise ancak bir kiþide bulunur.
Çünkü emir yani devlet baþkaný ancak bir kiþiden oluþur.
Ýstiþare sonucunda varýlan iþin uygulanmasý da ancak bir kiþi
tarafýndan yapýlmalýdýr. Çünkü iki kiþi uygulama üsluplarýnda
ihtilaf ederler. Aralarýndaki ihtilaf ise uygulamayý
engelleyebilir. Dolayýsýyla yetki sahibi ancak bir kiþi
olabilir. Bu nedenle doðru olaný tercih edecek kiþinin elbette
ki
bir kiþi
olmasý gerekir.
3.
Müslümanlar katýnda iþlerin en büyüðü Hilafet merkezidir. Þer’î
hükümleri benimseme, bir hükmü bir baþka hükme tercih etme
yetkisini Ýslâm Þeriatý yalnýzca Halife'ye vermiþtir. Delilin
kuvvetli olup olmadýðýna karar verme hakkýný ve doðru olaný
tercih etme yetkisini yalnýzca halifeye vermiþtir. Harp ilan
etme, sulh yapma, kâfir devletlerle olan iliþkileri
sýnýrlandýrma ve bunlarýn dýþýnda Halifenin yetki alanýna giren
iþlerin tamamýnda söz hakký yalnýzca Halifeye aittir. Doðru
olarak gördüðü sürece görüþüne göre iþleri gözetme hakký
yalnýzca ona aittir. Sahabenin Ýcmasý da böyledir. Halifenin
görüþü yalnýzca bir kiþinin görüþü demektir. Bu çok önemli
görevin dýþýndaki bütün iþlerde ise doðru olanýn tercihinde
yalnýzca bir kiþinin karar sahibi olmasý, öncelikle doðru bir
harekettir.
“Þûra” ve “istiþare”
yani “görüþleri alma” meselesinin aslý budur. Bu konu
hakkýndaki Þer’î hüküm de budur. Bu hüküm her yönüyle demokratik
yönetim tarzýna tamamen terstir. Görüþ alma hususunda hak
olan Allah Subhenehû
ve Teala’nýn hükmü
iþte budur. Bunun dýþýnda demokrasiden olanlar batýldýr ve
alýnmasý da caiz deðildir.
