ÞÛRA VEYA ÝSLÂM'DA GÖRÜÞ ALMAK


“Þûra” veya “görüþ almak”, ya halife tarafýndan veya baþkan, lider, komutan, sorumlu gibi herhangi bir yetki sahibi kimse tarafýndan gerçekleþtirilir. Çünkü bunlarýn hepsi emir konumundadýrlar. Þûra, karý-koca arasýnda da olur. Allahu Teâla þöyle buyurmaktadýr:

فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ    "Ana baba aralarýnda danýþarak ve anlaþarak sütten kesmek isterlerse…"[1]

Ýster devlet baþkaný olsun, ister komutan olsun veya bunlarýn dýþýnda yetki sahibi bir kimse olsun, onun için görüþ ortaya koymak gerekli bir iþtir. Çünkü o bir nevi nasihattýr. Müslümanlarýn imamlarýna ve geneline insanlara açýklanan meþru bir iþtir.

Ancak devlet baþkaný veya emir veya baþkan gibi yetki sahibi bir kimsenin insanlarýn görüþlerine müracaat etmesi konusu; özellikle demokratik mefhumlar Müslümanlarýn aklýný çeldikten ve aralarýnda yayýldýktan sonra dikkatle incelenmesi gereken karmakarýþýk bir konu haline geldi. "Rey/görüþ" tabiri, Ýslâm'da "þûra" ve "müþavere" þeklinde kullanýlan kelimelerin yerini aldý.

Müslümanlarýn ve Müslüman olmayanlarýn görüþlerini açýklamalarý, ortaya koymalarý caizdir. Çünkü Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem "Hýlfu'l fudul" olayýnda ortaya konulan görüþü ikrar ederek þöyle demiþtir:

ولو دعيت به لأجبت وما أحب أن أخيس به, وأن لي به حمر النعم   "Ýslâm geldikten sonra bile çaðrýlsaydým ona icabet ederdim. Bu hilfe/ittifaka katýlmak benim için kýrmýzý tüylülerden daha hayýrlýdýr."[2]

Oysa "Hýlfu'l fudul" olayýnda ortaya atýlan görüþ müþrik kimselerin görüþüydü.

Ancak, görüþe baþvurmak sadece Müslümanlarýn hakkýdýr. Yani þura/danýþmak yalnýzca Müslümanlarýn hakkýdýr. Çünkü Allahu Teâla Resulüne þöyle hitap etmektedir:

وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ "Ýþ hususunda onlara danýþ."[3] Yani Müslümanlara danýþ.

وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ   "Onlarýn iþleri aralarýnda þura/danýþma iledir."[4] Çünkü birinci ayet þöyle diyor:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ    "Allah’ýn rahmetinden dolayý sen, onlara yumuþak davrandýn. Eðer kaba ve katý kalpli olsaydýn, þüphesiz etrafýndan daðýlýr giderlerdi. Onlarý affet onlara maðfiret dile. Ýþ hakkýnda onlara danýþ."[5]

Bunlarýn tamamý ancak Resul ile Müslümanlar arasýnda olan iþlerle ilgilidir. Ýkinci ayet ise þöyle demektedir:

 وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ   "Rablerinin çaðrýsýna cevap verenler ve namaz kýlanlar için daha iyi ve daha süreklidir. Onlarýn iþleri aralarýnda danýþma iledir."[6]

Bu ayetlerde anlatýlan vasýflar ancak Müslümanlara ait niteliklerdir. Bu nedenle þûra yalnýzca Müslümanlar arasýnda gerçekleþen bir olaydýr.

Þûra, Kur'an-ý Kerim'de, hadisi þeriflerde ve Müslümanlarýn sözlerinde meþhur ve bilinen bir þeydir.

Ebu Hüreyre Radýyallahu Anhum'dan þöyle dediði rivayet edilmiþtir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den daha fazla arkadaþlarý ile görüþ alýþveriþinde bulunan kimseyi görmedim."[7]

 Hasan Radýyallahu Anhum'dan þöyle dediði rivayet edilmiþtir: "Müþavere yapan her kavim iþlerinin en doðrusuna ulaþýr." 

Böylece “görüþ almak”, istiþare yapmak veya þûra demektir ki bu Kur’an ve Hadisin nassý ile sabittir. Ancak birçoklarýnýn bilemediði, vakýf olmadýðý bir husus var:

Hangi konular hakkýnda þûra veya istiþare yapýlýr? Yani hangi konu hakkýnda görüþ alýnýr ve bu görüþün hükmü nedir? Doðru veya yanlýþ olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn çoðunluðun görüþünü almak gerekir mi? Yoksa çoðunluðun, azýnlýðýn veya tek kiþinin görüþü olup olmadýðýna bakmadan yalnýzca doðru olan görüþü almak mý gerekir?

Bu sorulara cevap verebilmek için görüþ alma olayýnýn mahiyetini anlamak lazýmdýr. Yani görüþ alýnmak istenen olay nedir?

Görüþ almakla ilgili tafsili Þer’î delilleri anlamak ve bu delilleri “görüþ alma” ile ilgili olaya teþrii olarak tatbik etmek gerekir.

Ancak çevremizde görüþ alma olayý ile karþý karþýya geleceðimiz konular dört noktanýn dýþýna çýkamaz. Dünyadaki bütün görüþler aþaðýda sýralanan dört görüþten biri ya da bu görüþlerden bir parçadýr veya bu görüþlerin kapsamý altýna girer. Bu dört görüþ þunlardýr:

1. Görüþ Þer’î bir hüküm yani teþrii bir görüþ olur.

2. Herhangi bir iþi/þeyi tarif eden bir görüþ olur. Ya Þer’î hükmün ne demek olduðunun tarifi gibi Þer’î bir tarif olur ya da aklýn, toplumun ve bunlara benzer bir þeyin tarifi gibi vakýayý tarif eden bir görüþ olur.

3. Bir konudaki düþünceye delalet eden bir görüþ olur veya uzman kimselerin kavrayabileceði teknik bir iþle alakalý düþünce hakkýnda bir görüþ olur.

4. Yerine getirilmesi gereken amellerden birine iþaret eden bir görüþ olur.

Dünyadaki görüþlerin vakýasý iþte budur. Þûra acaba bu görüþlerin tamamýnýn kapsamýna giriyor mu yoksa bir kýsmýnýn kapsamýna mý giriyor? Bu görüþler içinden doðru veya yanlýþ olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn sadece çoðunluðun görüþüne uygun olan görüþ mü tercih edilir yoksa çoðunluða bakýlmaksýzýn doðru olan görüþ mü tercih edilir?

Bu sorulara cevap verebilmek için önce Kur’an’da ve Hadislerde konu ile ilgili delilleri sunmamýz sonra da bu delilleri bu görüþler üzerine tatbik etmemiz gerekir.

Kur'an-ý Kerim'deki nasslara baktýðýmýz zaman þûranýn bütün görüþleri kapsamýna aldýðýna iþaret ettiðini görürüz. Çünkü ayette Allahu Teâla þöyle buyurmaktadýr:

وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ "Onlarýn iþleri aralarýnda þura iledir."[8]

 وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ   "Ýþ hususunda onlara danýþ."[9]

Buradaki ifade geneldir.  أَمْرُهُمْ"Onlarýn iþleri" ifadesi Müslümanlarýn iþleri anlamýna gelmektedir. Ki bu her iþte geneldir. الأَمرEl-Emru” kelimesinin baþýndaki ال takýsý cins içindir. Yani iþin cinsi demektir. Tahsis edici herhangi bir delil olmadýkça bu ifadelerdeki umumilik/genellik devam eder. Buradaki ayette bir þeyde þûrayý tahsis eden bir delil geçmediði için ayet, her görüþ hakkýnda genel olarak kalýr.

Fakat þûra yolu ile alýnan bir görüþün baðlayýcý olup olmadýðý konusunda yani alýnan görüþün doðru olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn çoðunluðun görüþünün tercih edilmesi veya çoðunluða bakmadan doðru olan görüþün tercih edilmesi durumunda alýnan görüþün baðlayýcý olup olmadýðý konusuna gelince;

Bazý nasslar çoðunluðun görüþünü alýp kendi görüþünü býrakmanýn gerektiðine delalet ederken bir kýsým deliller ise çoðunluðun görüþünün baðlayýcý olmadýðýna delalet etmekte ve yetkili olan kimsenin hak/doðru olarak gördüðü görüþü çoðunluða bakmadan uygulamaya koyabileceðine delalet etmektedir.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ebu Bekir ve Ömer’e þöyle diyor:

لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا  "Bir konu hakkýndaki meþverette ittifak ettiðinizde ben size muhalefet etmem."[10]

Uhud'da çoðunluðun görüþünü kabul ediyordu. Zira Allahu Teâla Resulüne þöyle diyordu: وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ   "Ýþ hakkýnda onlara danýþ, fakat karar verdin mi Subhenehû ve Teala’ya tevekkül et."[11]

Þimdi ne zaman çoðunluðun görüþünün baðlayýcý olduðunu ne zaman da baðlayýcý olmadýðýný öðrenebilmemiz için önce konu ile ilgili olarak Kur'an'da ve Sünnette geçen nasslarý sunmamýz sonra da bu nasslarý dünyada var olan görüþler üzerine uygulamamýz gerekir.

Konu ile ilgili olarak Kur'an'da yalnýzca iki ayet vardýr. Bunlardan biri þu ayettir:

 وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ    "Ýþ hususunda onlara danýþ."[12]

Bu ayet, Müslümanlarýn görüþlerini alma hususunda Allah Subhanehû ve Teala'dan Resulüne bir emirdir. Ancak Allahu Teâla ayný ayette geçen: فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ "Karar verdin mi Allah’a tevekkül et " ifadesi ile konuyu tamamlayarak, görüþü seçim hakkýný Resule vermektedir. Yani þûradan sonra bir þey üzerinde bir görüþte karara vardýðýn zaman seni en doðru olana irþad eden iþin uygulanmasý hakkýnda Allah Subhenehû ve Teala’ya tevekkül et. Ayette Allahu Teâla; "Karar verdiðiniz zaman"  demiyor "karar verdiðin zaman" diyerek son sözü Allah Subhenehû ve Teala’nýn Resulüne býrakmaktadýr.

Ýkinci ayet ise; وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ   "Onlarýn iþleri aralarýnda þûra iledir."[13]

Bu ayette ise Allahu Teâla bir konu hakkýnda birbirlerine danýþmadan ferdi görüþleri ile hareket etmedikleri için Müslümanlarý övmektedir. Her ne kadar ayet Müslümanlarý þûraya teþvik ediyorsa da ifade mücmeldir. Bunun için bu mücmeli tafsil eden Resulün fiillerini ve sözlerini bilmemiz yani Sünnete baþvurmamýz gerekir.

Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözlerine ve fiillerine baþvurduðumuz zaman onun Ebu Bekir ve Ömer’e þöyle dediðini görürüz:

 لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا   "Bir konu hakkýndaki meþverette ittifak ettiðinizde ben size muhalefet etmem."[14]

Hadis, Ebu Bekir ve Ömer'in bir meþverette ittifak ettikleri zaman Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in onlara muhalefet etmeyeceðini ve onlarýn görüþlerini kabul edeceðini göstermektedir. Böylece burada Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem, onlar iki kiþi kendisi de tek olduðu zaman çoðunluðun görüþüne muhalefet edilmeyeceðini açýklamýþ olmaktadýr.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Uhud savaþýnda Müslümanlardan ve Ýslam’a destek verenlerden görüþ sahiplerini topladýðýný ve onlarýn müþavere yaptýðýný görmekteyiz. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem, Kureyþ'i þehrin dýþýnda býrakarak Medine'yi içerden savunma görüþünde idi. Münafýklarýn baþý Abdullah b. Übey b. Selül'ün görüþü de buydu. Bu görüþ ayný zamanda sahabenin büyüklerinin de görüþüydü. Bedir savaþýnda bulunmayan heyecanlý ve ateþli birçok gencin görüþü ise Medine'nin dýþýnda düþmanla karþýlaþmaktý. Gençlerin oluþturduðu grubun görüþünü benimseyenler çoðunlukta olunca Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem kendi görüþünü ve sahabenin büyüklerinin görüþünü terk ederek çoðunluðun görüþüne uydu. Bu olay Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in çoðunluðun görüþünü kabul ettiðine, kendi görüþünü ve sahabenin büyüklerinin görüþlerini terk ederek çoðunluðun görüþü ile amel ettiðine delalet eder. Hatta insanlar; biz Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'i zorladýk bunu yapmak bizim için doðru deðil diyerek yaptýklarýndan piþman olup Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e geldiler ona: "Seni zorladýk bunu yapmak bize yakýþmaz. Eðer istersen Medine'de kal" dediler. Fakat Sallallahu Aleyhi Vesellem onlarýn kendi görüþüne ve sahabenin ileri gelenlerinin görüþüne dönmesi yönündeki isteklerini geri çevirerek çoðunluðun görüþünde ýsrar etti.

Bunun yanýnda ise Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Bedir'de doðru olan görüþü kabul ettiðini görmekteyiz. Doðru bulduðunda bir kiþinin görüþünü almakla yetindi.

Nitekim Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem ve beraberindeki Müslümanlar Bedir suyundan uzak bir yere indiklerinde, Habbab b. Münzir bu konaklama yerinden hoþnut olmayarak Resule: "Ey Allah’ýn Resulü. Bu yer, bir adým öteye veya bir adým geriye hareket edemeyeceðimiz Allah’ýn seni indirdiði bir yer midir? Yoksa savaþ ve hile türünden bir görüþ müdür?" deyince Allah’ýn Resulü;  بل هو الرأي, والحرب, والمكيدة "Hayýr bu harp ve hile türünden bir görüþtür." dedi. Bunun üzerine Habbab; "Ya Resulullah burasý konaklamaya uygun yer deðildir." dedi ve sonra da kuyularýn bulunduðu yeri iþaret etti. Bunun üzerine Resul ve beraberindekiler oradan kalkýp Habbab'ýn gösterdiði yerde konaklayarak Habbab'ýn görüþüne uydular."[15]                                  

Bu Hadiste Resul kendi görüþünü terk etti. Cemaatýn görüþüne de müracaat etmeden doðru olan görüþe tabi oldu. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem, kendisinin de belirttiði üzere, harp ve hile türünden bir konuda yalnýzca bir kiþinin görüþünü almakla yetindi.

Hudeybiye Gazvesinde ise Resulün yalnýzca kendi görüþünde ýsrar ederek Ebu Bekir ve Ömer'in görüþünü tamamen geri çevirdiðini görmekteyiz. Hatta bütün Müslümanlarýn görüþünü reddederek onlarýn öfkelenmelerine, kýzmalarýna raðmen onlarý ýsrarla kendi görüþüne baðlanmaya zorlamýþtýr. Ve onlara þöyle demiþti;

إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهُوَ نَاصِرِي    "Muhakkak ki ben Allah’ýn kulu ve rasulüyüm kesinlikle onun emrine isyan etmem. O, benim yardýmcýmdýr."[16]

Bu dört Hadisi dikkatlice incelediðimiz zaman þunlarý görmekteyiz:

a. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem, tek baþýna kendi görüþüne sarýlýp, bütün görüþleri bir tarafa atýyor.

b. Doðru olan görüþe dönerek bir kiþiye ait olan doðru görüþü alýyor, kendi görüþünü terk ediyor ve cemaatin görüþüne de bakmýyor.

c. Çoðunluðun görüþünün yanýnda yer alarak, çoðunluðun görüþüne müracaat edileceðine ve muhalefet edilmeyeceðine iþaret ediyor.

Bu Hadislerin tamamýný ve Hadislerin gerçekleþtiði olaylarý dikkatlice incelediðimiz zaman þunlarý görürüz;

- Resul’ün Hudeybiye'de Þer’î delile yani vahye baðlandýðýný, 

- Bedir'de doðru olan görüþe baðlandýðýný,

- Uhud'da da çoðunluðun görüþüne baðlandýðýný,

- Ebu Bekir ve Ömer'e muhalefet etmediðini.

Bu durumda Resulün fiili ve sözleri üç þeye iþaret etmektedir:

1. Delil getiren kimsenin kuvvetli delile baðlanmasý insanlara bakmamasý,

2. Çoðunluða bakmadan bilakis mutlak olarak çoðunluða itibar etmeden doðru olana baðlanmasý,

3. Doðru olup olmadýðýna bakmadan çoðunluðun görüþüne baðlanmasý.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in fiillerinden ve sözünden istinbat edilen bu üç hükmü dünyada var olan görüþlere uyguladýðýmýz zaman þu hususlarý görürüz.

1. Þer’î hüküm yalnýzca delilin kuvvetine göre tercih edilir. Çünkü Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem Vahiy indiði zaman vahyi tercih etmiþ ve onun dýþýndakileri kesinlikle reddetmiþtir. Bu nedenle þöyle demiþtir:

 إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهُوَ نَاصِرِي  "Muhakkak ki ben Allah’ýn kulu ve Resulüyüm, kesinlikle onun emrine isyan etmem. O, benim yardýmcýmdýr."[17]

 Þer’î deliller; Kitap, Sünnet ve Kitap ve Sünnettin delil olduðuna delalet ettiði delillerdir. Çünkü Allah Subhanehû ve Teala’dan gelen emir ve yasaklara uyan odur.

 Delilin kuvveti, insanlarýn ýstýlahlarýna veya anlayýþlarýna göre deðerlendirilemez. Delilin kuvveti, delil getirme yönü yalnýzca onun anlayýþýna göre olsa veya yalnýzca ona ait ýstýlah olsa bile, þüphetüt delil/delil þüphesine dayalý olduðu sürece yalnýzca delil getiren kimse nezdinde ortaya çýkar. Çünkü insanlar nezdinde delilin kuvveti, onlarýn Þer’î delile bakýþ farklýlýklarýna, lügat ve Þer’î açýdan delilden anlayýþ keyfiyetine göre farklý olur. Yoksa delilin kuvvetli olmasý yalnýzca Hadisin kuvvetli olmasý demek deðildir. Bilakis delilin kuvvetli olmasý ister Kitaptan olsun ister Sünnetten olsun, rivayet, dirayet ve anlayýþ durumlarýna göre deðerlendirilir. Bu husus Müslümanlarýn ihtilaf etmedikleri bir konudur.

 2. Bir konuda bir düþünceye delalet eden görüþte, doðrudan yana olan tercih edilir. Kalkýnma meselesinde olduðu gibi. Kalkýnma, fikri yükselme ile mi olur yoksa ekonomik yükselme ile mi olur? Veya devletlerarasý durum þu anda falan devletten yana mýdýr yoksa falan devletten yana mýdýr? Ýç durum ve devletlerarasý durum yalnýzca siyasi amelleri yapmak veya siyasi amellerle birlikte askeri amelleri yapmak için uygun mudur deðil midir? Ýþte, bu gibi sorularýn tamamýnda doðru olan görüþe müracaat edilir. Çünkü türü ne olursa olsun bunlarýn tamamý Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in; بل هو الرأي, والحرب, والمكيدة  "Bilakis o, harp ve hile cinsinden bir görüþtür." sözünün kapsamýna giren konulardýr. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Bedir'de Habbab b. Münzir'in görüþünü kabul edip ona uyduðu gibi her türlü teknik konuda da doðru olan görüþe baþvurulur ve kabul edilir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu yer hakkýnda tecrübeli olduðu için Habbab b. Münzir'in görüþünü kabul etti. Bu nedenle teknik konularda doðru olan görüþ geçerlidir.

3. Çoðunluðun görüþüne göre hareket etmeyi gerektiren durumlarda çoðunluðun görüþü geçerlidir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Uhud savaþýnda, Medine'nin dýþýnda düþmanla karþýlaþmanýn hatalý, þehri içerden savunmanýn daha doðru olduðu görüþünde olmasýna raðmen çoðunluðun görüþüne uyarak Medine'nin dýþýnda düþmanla karþýlaþtý. Ayný zamanda sahabelerin ileri gelenlerinin görüþü de Medine'nin içinde kalarak savunma yapmak oluðu halde Allah Subhenehû ve Teala’nýn Resulü, onlarýn görüþüne de uymayýp çoðunluðun görüþüne uymuþtur. Resulün bu hareketi, Ebu Bekir ve Ömer'e söylediði; لَوِ اجْتَمَعْتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْتُكُمَا "ikiniz bir meþverede ittifak ettiðiniz zaman ben size muhalefet etmem." hadisini de açýklamaktadýr. Yani Uhud'da olduðu gibi bir ameli yerine getirmekle, bir iþi yapmakla ilgili her görüþte çoðunluðun görüþüne müracaat edilir.  Bir baþkan seçimi veya valinin azledilmesi veya bir projeyi kabul etmek ve buna benzer bir ameli yerine getirmeye irþad eden konularda çoðunluðun görüþü tercih edilir. Dolayýsýyla böylesi durumlarda görüþün doðru olup olmadýðýna bakýlmadan çoðunluðun görüþünü almak gerekir ve çoðunluðun görüþü de baðlayýcýdýr.

Bu delillerin dünyada var olan görüþler üzerine tatbik edildiðinde baðlayýcý olan görüþün yani çoðunluðun görüþünün tercih edileceði durumun, Uhud'da gerçekleþen görüþ cinsinden bir görüþün bulunmasý durumunda geçerli olacaðý anlaþýlýr. Ki bu görüþ; bir hareketi, ameli yerine getirmeye irþad eden görüþtür. Bu tür bir görüþün dýþýndaki görüþlerde çoðunluðun görüþüne uyulmaz ve baðlayýcý da deðildir.

Buna göre çoðunluðun görüþünün baðlayýcý olduðu ve tercih edileceði durumun dünyada var olan görüþler içerisinde yalnýzca bir tür görüþle sýnýrlý olduðu, bu tür görüþün de yerine getirilmesi istenen bir amelin araþtýrýlmasý esnasýnda çoðunluðun görüþüne uymakla sýnýrlý olduðu görülmektedir. Yine uygulamadan anlaþýlacaðý üzere Þer’î hükme, bir düþünceye veya teknik bir iþe götüren görüþlerden hiçbirinde çoðunluðun görüþüne bakýlmaz. Bu tür durumlarda ancak Þer’î hükme, delilin kuvvetine ve bir fikre veya teknik bir iþe götüren bir görüþte yani görüþ, harp ve hile türünden bir iþte yalnýzca doðru olan görüþe bakýlýr.

Böylece tarif, baðlayýcý olmayan, yani çoðunluðun görüþüne uyulmayan görüþ olmaktadýr. Çünkü Uhud olayýna uymamaktadýr. Mesele, bir fikre delalet eden görüþe uygun tarifi yapmaktýr. Tarif edebilmek için Þer’î hükmün ne olduðunu, tarifini yapabilmek için aklýn ne olduðunu araþtýrmak,  bir þeyin vakýasýný bilebilmek yani gerçeðini bilebilmek için araþtýrmak demektir. Vakýaya uygun olduðu sürece elde edilen bu sonuç tercih edilir. Bu nedenle tarifte doðru olan taraf tercih edilir. Tarifle ilgili konularda Þer’î delil araþtýrýlmaz. Çoðunluðun görüþüne de önem verilmez. Burada Þer’î bir tarif ile Þer’î olmayan herhangi bir þeyin tarif edilmesi arasýnda fark yoktur. Tarif, kendisi ile alakalý her þeyi bünyesinde topladýðý ve alakasý olmayan her þeyi de bünyesinden çýkardýðý zaman, bu tarif diðer bütün tariflere tercih edilir. Yani doðru olan tarif tercih edilir. Çünkü tarif olunan vakýaya uygun olan da budur. Bu vakýayý gerçek bir þekilde niteleyen niteleyicidir o.

Þûra hakkýnda Ýslâm'ýn hükmü budur. Bu husus Kur'an'ýn nasslarýnda, hadiste ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in amellerinde açýkça görülmektedir. Ancak dikkat edildiðinde, insaný bir iþi yerine getirmeye yönlendiren görüþlerle, bir þey hakkýnda hüküm koymaya yani düþünceye götüren görüþler arasýnda ayýrým yapma iþleminde vakýadaki görüþler arasýnda karýþýklýk olduðu gözlemlenmektedir. Ayný kargaþa dünyada var olan görüþlere, Þer’î delillerin tatbik edilmesi esnasýnda da görülmektedir. Bedir ve Uhud olaylarý arasýndaki farkta olduðu gibi.

“Dünyada var olan görüþler incelendiði zaman, bir iþi yerine getirmeye sevk eden görüþle, bir düþünceye yani bir þey hakkýnda hüküm koymaya götüren görüþler arasýnda fark yoktur” denilebilir. Dolayýsýyla “böyle bir farkýn varlýðý da nereden çýktý?” diye bir soru sorulabilir. Böyle bir soruya þu cevap verilir:

Gerçekten her iki olay arasýnda çok ince bir fark vardýr. Bir fikre/düþünceye götüren görüþte, iþe bakýlmaksýzýn yalnýzca konu araþtýrýlýr. Dolayýsýyla araþtýrma sahasý iþ deðil, konunun içeriðidir. Bir konunun araþtýrýlmasýndan kasýt ise, yapýlmasý gereken iþe bakmadan araþtýrýlan konu hakkýnda bir fikre ulaþmaktýr.

Örneðin Ebu Bekir Radýyallahu Anhu zamanýndaki riddet harplerini Ebu Bekir, tebadan bir grubun Þer’î hükümlerin uygulanmasýna karþý gelmeleri þeklinde incelerken, ayný konuyu Ömer; güçlü bir grubun devlete karþý açmýþ olduðu bir savaþ olarak deðerlendiriyor ve bunlarla yapýlacak savaþa devletin gücünün yetmeyeceði þeklinde düþünüyordu. Bu nedenle Ebu Bekir: "Allah’a yemin olsun ki Allah’ýn Resulüne verdikleri bir devenin yularýný dahi bana vermekten sakýnýrlarsa onlarla savaþýrým." diyordu Bu konu Ömer'de de netleþince kendi görüþünden vazgeçerek doðru görüþ olan Ebu Bekir'in görüþüne uydu. Çünkü olay büyük bir grubun devlete meydan okumasý deðil yalnýzca tebadan bir grubun karþý çýkmasý meselesiydi. Dolayýsýyla araþtýrma Uhud'da olduðu gibi savaþa çýkýp çýkmamak gibi bir mesele üzerinde yapýlmamaktaydý. Araþtýrma, Resulün Sallallahu Aleyhi Vesellem vefatýndan sonra bedevilerin zekâtlarýný vermekten kaçýnmalarý ve devlete karþý meydan okumalarý nedeniyle bir Þer’î hükmün uygulanmasýna bir grubun karþý çýkmasý mýdýr yoksa büyük bir grubun devlete meydan okumasý mýdýr? konusunda yapýlmaktaydý. Gerçekte araþtýrýlan mesele buydu. Bu nedenle araþtýrma bir fikre götüren bir konu üzerinde yapýlmýþ ve doðru olan görüþe baðlanýlmýþtýr. Ki bu doðru görüþ de, vatandaþlardan bir grubun bir Þer’î hükmün uygulanmasýna karþý çýktýklarýný gösteren Ebu Bekir'in görüþüdür.

Örneðin, Muaviye'nin, Efendimiz Ali Radýyallahu Anhu ile kendisi arasýnda Kur'an'ýn hakemliðini istediðini gösteren Mushaflarýn kaldýrýlmasý olayýnda da böyle bir durum söz konusudur. Yani Mushaflarýn kaldýrýlmasý gerçekten Kur'an'ýn hakemliðine müracaat etmek için yapýlan bir hareket midir yoksa Muaviye'nin Efendimiz Ali'ye karþý kullandýðý bir tuzak mýdýr? Ali Radýyallahu Anhu bunun bir tuzak olduðunu anlarken, onunla beraber olanlarýn birçoðu Kur'an'ýn hakemliðine baþvurma olarak anlamýþlardýr. Mushafýn kaldýrýlmasýndaki olayda, gerçek amaca ulaþabilmek için bu konu araþtýrýlýr ve bu araþtýrma konu hakkýnda insaný bir fikre götürür. Dolayýsýyla da bu olayýn, Efendimiz Ali Radýyallahu Anha'ya karþý kullanýlan bir hile olduðunu gösteren doðru görüþe baðlanýlýr.

- Yöneticilerin sayýsýnýn fazla olmasý devleti güçlendirir mi yoksa zayýflatýr mý? Bir baþka ifade ile yöneticilerin sayýsý az olduðu zaman mý devlet güçlü olur yoksa yöneticilerin sayýsýnýn azalmasý, devletin de güçsüz olmasýna, çok olmasý ise güçlü olmasýna mý neden olur?

- Demokratik sistemdeki bakanlar kurulu üyelerinin sayýsýnýn azlýðýyla mý sistem zayýflar yoksa çokluðuyla mý?

- Ýslâm nizamýnda, halifenin yardýmcýlarý azaldýðýnda mý devlet güçlü olur yoksa yardýmcýlarýn sayýsýnýn çokluðu devleti zayýflatýr mý? Gerçeðine ulaþabilmek için bu konu araþtýrýlýr. Bu araþtýrma araþtýrýcýlarý bir fikre götürür ve doðru olan görüþe baðlanýlýr. Böylesi bir konuda doðru olan görüþ ise, yöneticilerin sayýsýnýn çoðalmasý ile devletin zayýfladýðý azaldýðýnda ise devletin güçlendiðini ifade eden görüþtür.

Bir fikre götüren görüþle ilgili olarak üç örnek, iþte bunlardýr. Bu örneklerden de açýkça görüleceði üzere araþtýrma sahasý iþ deðil konunun içeriðidir. Her ne kadar varýlan fikir, sonunda bir ameli gerektirse de araþtýrma asla iþ üzerinde yoðunlaþmamýþ bilakis bir amelin yerine getirilip getirilmeyeceðini veya araþtýrýlan konu ile varýlan fikrin gerektirdiði yönde yerine getirilmesini açýklýða kavuþturan bir fikir üzerinde yoðunlaþmýþtýr. Araþtýrma, bir konuda bir görüþe yani bir fikre ulaþmak için yapýlmaktadýr.

Araþtýrma ile elde edilen bu görüþ doðrudan doðruya amele götürmez, ancak bir fikre götürür. Elde edilen fikir bazen bir iþin yerine getirilmesini gerektirebileceði gibi bazen de gerektirmeyebilir. Bundan dolayý o bir fikre götüren bir görüþ olur.

Ancak bir iþe götüren görüþe gelince; Burada iþin gerektirdiði konuya bakýlmaksýzýn amelin yerine getirilmesi araþtýrýlýr. Bu durumda ise araþtýrma sahasý konu deðil “ameli yerine getirmek” olur. Araþtýrmada kastedilen ise; bir iþi yerine getirip getirmemek veya belli bir niteliðe göre yerine getirmektir. Yoksa araþtýrmadan maksat bir konuyu araþtýrmak deðildir. Örneðin;

- Bir halife seçmek ve ona biat etmek istenildiði zaman, hilafet farz mýdýr yoksa deðil midir? gibi bir konu araþtýrýlmaz. Veya halife mi seçilsin yoksa Cumhurbaþkaný mý seçilsin? gibi bir konu da araþtýrýlmaz. Ancak falan kiþi mi seçilip ona biat edilsin yoksa falan kiþi mi seçilip ona biat edilsin? sorusuna cevap aranýr.

- Devletin borç almasý olayý araþtýrýldýðýnda borç almak caiz midir yoksa caiz deðil midir? gibi bir sorunun cevabý araþtýrýlmaz. Böyle bir durumda borç alýnsýn mý alýnmasýn mý? sorusuna cevap aranýr.

- Bir yere yol açma meselesi araþtýrýldýðýnda, açýlmak istenen yolun yerini dolduracak bir yolun bulunmasýndan dolayý yeni bir yol açmak caiz midir yoksa deðil midir? gibi bir mesele araþtýrýlmaz. Sadece bu yol açýlsýn mý açýlmasýn mý? konusu araþtýrýlýr.

Yani yerine getirilip getirilmeme açýsýndan amelin kendisi araþtýrýlýr. Amelin gerektirdiði konu araþtýrýlmaz. Dolayýsýyla, araþtýrma konusunu ve sahasýný “bir fikre götüren görüþ” oluþturmamaktadýr. Araþtýrma, “bir iþi yerine getirme” hususunda yapýlmaktadýr. Bu nedenle araþtýrma bir amele götüren görüþ üzerinde olup, görüþ doðrudan doðruya üzerinde durulan iþin yerine getirilmesi için belirtilir.

Örneðin Ebu Bekir Radýyallahu Anhu'nun kendisinden sonra kimin halife olacaðý hususunu Müslümanlarla istiþare etmesi halife seçimi konusunda yapýlan bir istiþare idi. Yani falan kiþi mi yoksa falan kiþi mi halife olsun konusunda yapýlan bir istiþare idi. Araþtýrma konusu kesinlikle hilafet deðildi. Bu, bir iþi yerine getirmeye sevkeden bir görüþ hakkýnda yapýlan bir araþtýrmadýr.

Yine örneðin; Efendimiz Ali Radýyallahu Anha ile Muaviye arasýndaki anlaþmazlýk Kur'an'ýn hakemliðine müracaat etmekle sona erdiðinde, efendimiz Ali Radýyallahu Anha taraftarlarý arasýndaki hakem seçimi de böyledir. Ali Radýyallahu Anha Abdullah b. Abbas'ý seçerken, beraberindekilerin büyük bir kýsmý Ebu Musa El Eþ'ari'yi seçmiþlerdir. Bu araþtýrma, hakemliðin kabul edilip edilmemesi konusunda yapýlan bir araþtýrma deðil kimin hakem olarak seçilmesi gerektiði konusunda yapýlan bir araþtýrmadýr. Yani bir iþin yerine getirilmesindeki görüþü araþtýrmaktýr.

Örneðin; günümüzde Müslümanlarýn çoðu, her türlü alet ve edevatý üretebilecek çapta aðýr sanayinin kurulmasý, risalet sahibi bir devleti tamamlayýcý ve iyice yerleþtirici etkenlerden birisi olarak deðerlendirirlerken, baþlarýndaki yöneticiler barajlar yapmak ve çiftçilerin seviyelerini yükseltmek için tarýmý teþvik politikalarý ile uðraþmaktadýrlar. Bu araþtýrma, aðýr sanayi mi kurulsun yoksa barajlar mý inþa edilsin konusunda yapýlan bir araþtýrmadýr. Yoksa devletin belli bir risaletinin olmasý gerekir mi gerekmez mi konusunda yapýlan bir araþtýrma deðildir. Bir iþi yerine getirmeye sevk eden bir görüþ üzerinde yapýlan bir araþtýrmadýr.

Bir iþi yerine getirmeye götüren görüþ hakkýnda yukarýda anlatýlan örnekler, araþtýrmanýn bir konu hakkýnda deðil de hakkýnda yapýldýðýný açýkça ortaya koymaktadýr. Bu iþler her ne kadar bazý konularýn incelenmesini gerektirse de, araþtýrma kesinlikle konular üzerinde yoðunlaþmamaktadýr. Araþtýrma üzerinde yoðunlaþmaktadýr. Dolayýsýyla araþtýrma görüþ hakkýnda deðil hakkýndadýr.

Buraya kadar yapýlan açýklamalardan ve örneklerden de anlaþýlacaðý üzere, “bir fikre götüren görüþ” ile “bir iþi yapmaya götüren görüþ” arasýnda fark vardýr. Her ne kadar bu farký anlayabilmek için dikkatlice düþünmeye ve incelemeye ihtiyaç varsa da farkýn varlýðý kesindir.

Bütün bu açýklamalar, bir iþi yapmaya götüren görüþ ile bir fikre götüren görüþ arasýndaki farkýn kavranmasýnda içine düþülebilecek karýþýklýklarý bertaraf etmek açýsýndan yapýlan açýklamalardýr. Bedir olayý ile Uhud olayý arasýndaki farkla ilgili olarak içine düþülebilecek karýþýklýk açýsýndan konunun ele alýnmasýna gelince:

Þöyle sorulabilir: “Bedir olayý da Uhud olayý da savaþa gitme konusunda olduðu halde ve her iki olay arasýnda da fark bulunmamasýna raðmen, niçin Bedir olayý bir fikre götüren bir görüþ, Uhud olayý ise bir iþi yerine getirmeye götüren bir görüþ sayýlýyor? Hâlbuki Bedir olayý ile Uhud olayý arasýnda hiç fark yoktur.”

Böylesi bir soruya þu cevap verilir:

Gerçekten de iki olay arasýnda apaçýk bir fark vardýr. Çünkü Bedir olayýnýn vakýasý ile Uhud olayýnýn vakýasý baþka baþka þeylerdir. Uhud olayýnda þehir dýþýna mý çýkalým þehir içinde mi kalalým? sorusuna cevap aranmaktaydý. Orada heyecanlý, duygusal olarak hareket eden gençlerle, akýllý ve tecrübeli olarak düþünen kimseler vardý ve araþtýrma, savaþ yeri hakkýnda deðildi. Oysa dað üzerinde stratejik bir yerde ordunun düzenlenmesi gündeme geldiðinde düzenlemeyi doðrudan doðruya Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in yaptýðýný, okçularý daðýn arka tarafýna yerleþtirdiðini ve kesinlikle kendisinden habersiz olarak yerlerinden ayrýlmamalarý gerektiðini onlara emrettiðini ve de cemaatin görüþüne müracaat etmediðini görmekteyiz. Bedir olayýnda ise konu, stratejik bir yerde ordunun yerleþtirilmesi olduðundan dolayý Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem doðru olan görüþe müracaat etmiþtir. Bir yönden olayýn açýklamasý budur. Bu tespite yalnýzca Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in fiili deðil, Habbab b. Münzir'e sözlü olarak söylediði; "Bilakis o harp, hile ve görüþle ilgilidir." hadiside konuya açýklýk getiren sözlü bir delildir.

Geriye tek mesele kaldý: Sözü tercih edilecek ve doðru olaný açýklayacak olan kimdir?

Biz biliyoruz ki Þer’î hükümlerde delili kuvvetli olan tercih edilir. Bir iþi yapmaya götüren görüþlerde ise çoðunluðun görüþü, teknik iþler ve tarifler gibi bir düþünceye götüren görüþlerde ise doðru olan taraf tercih edilir.

Þimdi sözü tercih edilen ve doðru olaný belirleyecek olanýn kim olduðunu bilmemiz gerekiyor. Bu iþte doðru olaný seçecek olan, yetki sahibi olan kimsedir. O, kavminin emiridir yani baþkanýdýr. Çünkü bir iþ hususunda cemaatle istiþare yapan odur. Eðer bir topluluk birbirleri ile istiþare yapýyorlarsa, bu istiþareyi ancak, onlarý doðru bir esasa göre yürüyecekleri görüþe ulaþmak için yapýyorlardýr. Bir iþ hususunda bir cemaatin yürüyüþü, cemaatin bir emirinin bulunmasýný gerektirir. Böylece hakkýnda istiþare yaptýklarý hususta yetki sahibi olan kavmin/cemaatin emiridir. Dolayýsýyla doðru olan görüþü tercih edecek olan da kavmin baþkanýdýr. Buna delil olarak ayette þöyle denilmektedir:

وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ   "Ýþ hususunda onlara danýþ. Karar verdiðin zaman Allah‘a tevekkül et."[18]

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanlarýn baþkaný iken þûra yapmýþtýr. Ýstiþare yaptýktan sonra bir sonuca vardýðýnda karar verdiði iþi yani doðru gördüðünü uygulama yetkisini Allah Subhanehû ve Teala ona vermiþtir. Bu durumda doðru olaný tercih edecek olan kiþi Resul olmaktadýr. Bu durum bir kavmin baþkaný olan herkes için geçerlidir. Çünkü bu yalnýzca Resule has deðildir. Bilakis bütün Müslümanlarý kapsamýna almaktadýr. Çünkü ayeti tahsis eden bir delil bulunmadýkça Resule yapýlan hitap ayný zamanda ümmetine de hitaptýr. Burada ise ayetin Resul hakkýnda indiðini tahsis edecek herhangi bir delil bulunmadýðý için hitap genel bir hitaptýr.

Ancak doðru olaný tercih edecek bir baþkaný olmayan bir cemaat, tercih hakkýnýn kime verileceðini tespit etmek isterse, bu durumda cemaatin içlerinden yalnýzca bir kiþiye doðruyu seçme yetkisini vermesi gerekir. Hiçbir þekilde birden çok kiþiyi seçmeleri caiz deðildir. Bu nedenle doðru olan yalnýzca bir kiþi tarafýndan tercih edilmelidir. Evet, çoðunluk doðru olaný söyleyebilir. Veya iki kiþi bir kiþiye oranla doðru olaný daha iyi tespit edebilir. Fakat mesele doðrunun nerede olduðunu araþtýrmak deðildir. Mesele doðruyu kimin belirleyeceði meselesidir. Doðruyu bir kiþi mi, yoksa iki kiþi mi belirleyecek? Oysa doðru, çoðunluk tarafýndan belirlenemez. Çünkü çoðunluk doðru olanýn dýþýndadýr. "Çoðunluk" ve "doðru olan" birbirine karþý olan bir iþtir. Bazen doðru olup olmadýðýna bakýlmaksýzýn çoðunluðun görüþü ile hareket edilirken bazen de çoðunluðun görüþüne bakmadan doðru olana göre hareket edilir.

Doðru olanýn yalnýzca bir kiþi tarafýndan belirlenmesinin kesinlikle gerekli olduðu ve birden çok kiþi tarafýndan belirlenmesinin caiz olmamasýnýn birkaç sebebi vardýr:

1. Bu iþin vakýasý doðruyu tercih edenin bir kiþi olmasýný gerektirmektedir. Çünkü tercih iki veya üç kiþiye býrakýlýrsa ihtilaf etmemeleri mümkün deðildir. Aralarýndaki ihtilaf, onlarý hakem tayin etmeye zorlar. Eðer iki kiþinin hakemliðine müracaat ederlerse yine ihtilaf edebilirler. Bu defa da iki kiþiden birinin hakemliðine baþvurmalarý gerekir. Eðer üç kiþinin hakemliðine baþvurulursa ihtilaf etmeleri kaçýnýlmazdýr. Bu durumda ise hakemlikte ya iki kiþiye ya da bir kiþiye baþvurulacaktýr. Eðer iki kiþinin görüþüne baþvurulursa çoðunluðun görüþüne baþvurmuþ sayýlýrlar. Hâlbuki istenen doðru olana baþvurmaktýr. Bu da tek kiþiye baþvurmayý gerektirir. Bu nedenle ta baþlangýçta bir kiþinin hakemliðine müracaat etmeleri gerekir. Yani doðruyu belirleyecek olanýn yalnýzca bir kiþi olmasý gerekir. Ýki veya üç kiþi arasýnda ihtilaf olabileceði gibi üçten fazla kiþi arasýnda da olabilir. Dolayýsýyla bir kiþiden fazlasýnýn hakemliði doðru deðildir. Çünkü bir kiþiden fazlasýnýn hakem olmasý çoðunluðun hakem olmasý demektir ki bu doðru deðildir. Ýstenen, çoðunluðun deðil doðrunun hakemliðidir.

2. Doðru olanýn belirlenmesinde aslolan bunun ancak yetki sahibi kimse tarafýndan yapýlmasýdýr. Yetki ise ancak bir kiþide bulunur. Çünkü emir yani devlet baþkaný ancak bir kiþiden oluþur. Ýstiþare sonucunda varýlan iþin uygulanmasý da ancak bir kiþi tarafýndan yapýlmalýdýr. Çünkü iki kiþi uygulama üsluplarýnda ihtilaf ederler. Aralarýndaki ihtilaf ise uygulamayý engelleyebilir. Dolayýsýyla yetki sahibi ancak bir kiþi olabilir. Bu nedenle doðru olaný tercih edecek kiþinin elbette ki bir kiþi olmasý gerekir.

3. Müslümanlar katýnda iþlerin en büyüðü Hilafet merkezidir. Þer’î hükümleri benimseme, bir hükmü bir baþka hükme tercih etme yetkisini Ýslâm Þeriatý yalnýzca Halife'ye vermiþtir. Delilin kuvvetli olup olmadýðýna karar verme hakkýný ve doðru olaný tercih etme yetkisini yalnýzca halifeye vermiþtir. Harp ilan etme, sulh yapma, kâfir devletlerle olan iliþkileri sýnýrlandýrma ve bunlarýn dýþýnda Halifenin yetki alanýna giren iþlerin tamamýnda söz hakký yalnýzca Halifeye aittir. Doðru olarak gördüðü sürece görüþüne göre iþleri gözetme hakký yalnýzca ona aittir. Sahabenin Ýcmasý da böyledir. Halifenin görüþü yalnýzca bir kiþinin görüþü demektir. Bu çok önemli görevin dýþýndaki bütün iþlerde ise doðru olanýn tercihinde yalnýzca bir kiþinin karar sahibi olmasý, öncelikle doðru bir harekettir.

Þûra” ve “istiþare” yani “görüþleri alma” meselesinin aslý budur. Bu konu hakkýndaki Þer’î hüküm de budur. Bu hüküm her yönüyle demokratik yönetim tarzýna tamamen terstir. Görüþ alma hususunda hak olan Allah Subhenehû ve Teala’nýn hükmü iþte budur. Bunun dýþýnda demokrasiden olanlar batýldýr ve alýnmasý da caiz deðildir.


[1] Bakara: 233

[2] Beyhakî’nin Süneni

[3] Âl-i Ýmran: 159

[4] Þura: 38

[5] Âl-i Ýmran: 159

[6] Þura: 38

[7] Beyhakî’nin Süneni

[8] Þura: 38

[9] Âl-i Ýmran: 159

[10] Ahmed b. Hanbel, Müs. Þamiyyîn, 17309

[11] Âl-i Ýmran: 159

[12] Âl-i Ýmran: 159

[13] Þura: 38

[14] Ahmed b. Hanbel, Müs. Þamiyyîn, 17309

[15] Beyhaki, Delailü El-Nübüvve

[16] Buhari, Þarvat, 2529; Ahmed b. Hanbel, Müs. Kufiyyîn, 18166

[17] Buhari, Þarvat, 2529; Ahmed b. Hanbel, Müs. Kufiyyîn, 18166

[18] Âl-i Ýmran:159