Fýkýh;
Ýslâmî bilgilerin en kýymetli olanlarýndan ve toplum üzerinde
de etkisi en büyük olanlarýndandýr. Ýslâm kültürüne ait
bölümlerin en önemlisidir. Zira Ýslâm kültürü, Kitap Sünnet ve
bu ikisinin anlaþýlmasý için ortaya konan ve bunlarýn uzantýsý
olan bilgilerden meydana gelmektedir. Ýslâm kültürü, Arapça
lisaný ile ilgili ilim dallarýný, Hadis ilimlerini ve tefsirle
ilgili ilimleri kuþatmasýna raðmen, onun en belirgin yönü,
hayata bakýþ açýsý ile baðlantýlý fikirler ve hayatýn
sorunlarýný çözen çözümlerdir. Bir baþka ifade ile o hem akide
hem de Þer’î hükümlerde kendini gösterir. Çünkü Ýslâm kültürü,
hayatta karþýlaþýlan sorunlarý çözmeye yönelik olarak alýnan
pratik kültürdür. Ýçerisinde akideye ait konulardan daha
ziyade sorunlara ait çözümleri yani daha çok hükümleri
bulundurmaktadýr. Fýkýh, ancak bu hükümleri bilmekle olur.
Ýslâmî
kültürün ve Þer’î hükümlerin öðrenilmesi Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
resul olarak gönderilmesinden itibaren baþlar. Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
tek baþýna Þer'î hükümlerin kaynaðý idi. Çünkü insanlara Allah
Subhenehû ve Teala’nýn dinini öðretmesi için
gönderilmiþti. Allahu Teâla þöyle buyurmaktadýr:
يَاأَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ
وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ
"Ey Resul Rabbinden sana indirileni teblið et. Eðer yapmazsan
onun elçiliðini yapmamýþ olursun."
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا
نُزِّلَ إِلَيْهِمْ
"Sana da insanlara indirileni açýklayasýn diye bu zikri
indirdik."
Resulün
dýþýnda Müslümanlardan herhangi biri, yalnýz baþýna herhangi bir
konuda veya herhangi bir hüküm hakkýnda görüþ belirtemez. Çünkü
Resul onlarýn aralarýndadýr ve herhangi bir mesele ile ilgili
olarak ona müracaat etmeleri kolaydýr. Resul varken ne tür bir
olay olursa olsun, herhangi birinin kendinden bir görüþ
belirtmesine asla yol yoktur. Bu nedenle onlar, bir olayla
karþýlaþtýklarýnda ve bir ihtilaf vuku bulduðunda ve onlardan
birinin aklýna bir þey takýldýðýnda hemen Resule soruyorlar ve
Resul bazen bir ayet ile bazen de Hadis ile görüþünü onlara
bildiriyor, aralarýndaki ihtilafý gideriyor ve onlarýn
sorularýný cevaplandýrýyordu.
Ancak
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
zamanýnda bazý Sahabelerin ictihad ettiklerine ve bazý
anlaþmazlýklara ictihadlarý ile hükmettiklerine veya bazý
vakýalarla ilgili olarak hüküm istinbat ettiklerine dair gelen
haberlere gelince:
Bu
ictihadlarýn hiçbiri Þer’î hükümlere kaynak teþkil etmemekteydi.
Bunlar ancak, Þeriatý anlamak için yapýlan hareketlerden,
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
gelen bir emirin yerine getirilmesi ve Þeriatýn tatbikinden
ibarettir. O müçtehitlerin de anladýklarý gibi bunlar Kitap ve
Sünnete dayanmaktadýr. Buna bu ictihadlarýn içerisinde meydana
geldiði durum delâlet etmektedir. Zira. Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Ali b. Ebi Talib'i Yemen'e kadý olarak gönderirken ona þöyle
dediði rivayet edilir:
إِنَّ اللَّهَ سَيَهْدِي قَلْبَكَ
وَيُثَبِّتُ لِسَانَكَ فَإِذَا جَلَسَ بَيْنَ يَدَيْكَ
الْخَصْمَانِ فَلا تَقْضِيَنَّ حَتَّى تَسْمَعَ مِنَ الآخَرِ كَمَا
سَمِعْتَ مِنَ الأوَّلِ فَإِنَّهُ أَحْرَى أَنْ يَتَبَيَّنَ لَكَ
الْقَضَاءُ "Allah, kalbine hidayet verecek ve
lisanýný sabitleþtirecektir. Davalý ve davacý iki hasým senin
önünde oturduðu zaman birinci konuþaný dinlediðin gibi diðerini
de dinlemedikçe aralarýnda hüküm verme. Böyle davranman, durumun
aydýnlanmasý açýsýndan senin için daha iyidir."
Yine
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken ona þöyle dediði rivayet
olunur:
كيف تقضي إذا عرض لك قضاء ولم تجد في كتاب الله ولا في سنة رسوله
ما تقضي به؟ فقال معاذ اجتهاد رأيي فقال الرسول الحمد لله الذي وفق
رسول رسول الله لما يرضي الله ورسوله
"Sana bir dava geldiði zaman onun hükmünü Allah’ýn Kitabýnda
ve Resulü'nün Sünnetinde de bulamazsan ne ile hükmedeceksin?
Muaz,
görüþümle ictihad ederim dedi. Bunun üzerine Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
þöyle dedi: Allah’ýn Resulünün elçisini Allah ve Resulünün
razý olacaðý hususta muvaffak kýlan Allah’a hamdolsun."
Yine
aralarýndaki duvarýn her birinin de kendisine ait olduðunu iddia
eden iki komþusu arasýndaki anlaþmazlýða hükmetmesi, gidermesi
için Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
Huzeyfe
b. el-Yeman'ý görevlendirdi.
Bir
baþka olayda ise Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
Amr b.
al-As'a þöyle dediði rivayet edilir:
أحكم في هذه القضية. فقال عمرو أأجتهاد وأنت حاضر؟ قال نعم ان أصبت
فلك أجران وان أخطأت فلك أجر
“Bu dava
hakkýnda hükmet.
Bunun üzerine de Amr; Sen burada iken ben ictihad mý edeyim?
Diye sordu. Allah’ýn Resulü ise þöyle dedi:
Evet,
eðer isabet edersen senin için iki sevap, hata edersen bir sevap
vardýr."
Bütün
bunlar ve benzerleri, Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
zamanýnda Müslümanlarýn yapmýþ olduðu ictihadlarýn, ancak Resul
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in
emri ile yapýldýðýna ve bunun kaynaðýnýn da yine kendisi
olduðuna delâlet etmektedir.
Buna
göre, Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
dönemi bütün Ýslâm kültürünün ortaya çýkýp vücut bulduðu
dönemdir. Bu durum
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
gönderiliþinden vefatýna kadar geçen yirmi iki küsür yýl devam
etti. Kur'an'ýn tamamý bu zaman içerisinde indi. Ve yine
Sünnet-i Þerif de bu müddette tamamlandý. Kur'an ve Sünnet;
fikirler, hükümler ve kültür için Ýslâm'ýn tek kaynaðýdýrlar.
Hicretin
on birinci yýlýnda Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
vefatý ile Sahabe dönemi baþladý. Sahabe dönemi ayný zamanda
tefsir ve hakkýnda nassýn bulunmadýðý ortaya koymadýðý olaylarla
ilgili olarak istinbat/hüküm çýkarma kapýlarýnýn açýldýðý
dönemdir. Sahabeler, Kur'an'ýn ve Sünnetin nasslarýnýn tamamýnýn
henüz Müslümanlar arasýnda yayýlmadýðýný ve herkesin elde
edebileceði þekilde bulunmadýðýný gördüler. Çünkü Kur'an'ýn
nasslarý, Resulün ve bazý Sahabelerin evinde özel sayfalarda
yazýlmýþ bir þekilde bir arada bulunuyordu. Sünnet ise henüz bir
araya toplanmýþ deðildi.
Sahabeler Kur'an ve Sünnetin teþrii sýrasýnda meydana gelen
birtakým olaylar hakkýnda hükümler koyduðunu, olmasý muhtemel
varsayýma dayalý olaylar hakkýnda ise hükümler koymadýðýný
gördüler. Müslümanlar, Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
zamanýnda vuku bulmayan birtakým olaylar ve sorunlarla
karþýlaþtýlar. Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem’in
bu olaylar ve sorunlarýn hükümlerini belirleyen açýk nasslar
býrakmadýðýný gördüler. Ayný zamanda Müslümanlardan her ferdin
Kur'an ve Sünnetin nasslarýndan kendi baþýna hüküm çýkarabilecek
güçte olmadýðýný da gördüler. Çünkü insanlar bu nasslarý ancak,
onlara bunlarý anlatacak kimseler aracýlýðý ile
anlayabilmektedirler. Dolayýsýyla da insanlara bu nasslarý
anlatabilecek þahýslarýn bulunmasý gerekmektedir. Bu nedenle,
Müslümanlar arasýnda Kur'an’ý Kerimi ve Resulün Hadislerini
yaymanýn kendilerine ait bir görev olduðunu idrak ettiler.
Bu
amaçla Kur'an’ý toplama ve toplanan nüshadan birçok nüshalar
çoðaltarak Müslümanlar arasýnda yayma iþini yerine getirdiler.
Sünnetin rivayetinde, bunu nakleden ravilerin güvenilir kimseler
olmasýný saðlayacak gerekli ihtiyati tedbirleri aldýlar. Ayný
zamanda, Kitap ve Sünnetin nasslarý ile ilgili olarak
Müslümanlarýn muhtaç olduklarý tefsir ve açýklamalarý yapmanýn
da onlarýn üzerine düþen bir görev olduðunu idrak ettiler. Ve
insanlara dinlerini öðretmeye baþladýlar.
Sonra da
insanlarýn, hakkýnda nass bulunmayan olaylarla
karþýlaþtýklarýnda insanlara fetva vermek zorunda olduklarýný
gördüler. Bu amaçla da ortaya çýkan meselelerde gerekli
hükümleri istinbat etmeye, dinin en güzel emrini yerine
getirmeye baþladýlar.
Þer’î
hükümler konusunda Sahabelerin takip ettikleri metot þöyle idi:
-
Karþýlaþtýklarý olayýn hükmünü gösteren Kur'an'da ve Sünnette
bir nass bulduklarý zaman bulduklarý nassdan öteye geçmezler ve
nassý olaya doðru bir þekilde tatbik edebilmek için bütün
gayretlerini bu nasslardan kastedilen manayý anlamaya
harcarlardý.
-
Karþýlaþtýklarý olayýn hükmünü gösteren Kur'an'da ve Sünnette
bir delil bulamadýklarý zaman ise, hükmü istinbat için ictihad
ederlerdi.
-
Ýçtihatlarýnda Þer’î nasslarý iyi bir þekilde anlamaya ve þifaen
Resulden öðrendikleri bilgilere, ayetlerin iniþine ve olaylara
tatbik edilmelerine þahit olarak sahip olduklarý bilgilere
dayanýyorlardý.
Onlarýn
yaptýklarý ictihadlarý inceleyenler, hakkýnda nass olmayan
olayý, hakkýnda nass bulunan olaya Kýyas ettiklerini görürler.
Onlar "Maslahatý celb ve mefsedeti def etmeyi/maslahatý elde
etmeyi ve zararlarý gidermeyi " hükümler için bir illet
saymýyorlardý. Þeriatýn kendisine delâlet ettiði maslahata
itibar ediyorlardý. Hakkýnda nass bulunmayan maslahatlarý,
hakkýnda nass bulunan maslahatlara Kýyas ediyorlardý. Maslahatý
tespit hakkýnda kendi görüþlerini söylemiyorlardý. Çünkü kiþisel
görüþe dayanarak söz söylemek nehyedilmiþti.
Tarihçiler, muhaddisler ve fakihler Sahabelerden birçok ictihad
nakletmiþlerdir. Bunlardan, onlarýn Þeriata ne kadar baðlý
olduklarý ve Þeriatý ne kadar anladýklarý anlaþýlmaktadýr.
Bunlara birkaç örnek:
Bir
kadýn, dostu ile kocasýnýn oðlunu öldürmek üzere anlaþmýþ ve onu
öldürmüþtü. Olay Ömer'e intikal edince Ömer; Bir kiþiye karþýlýk
iki kiþi öldürülebilir mi diye tereddüt etti. Bunun üzerine Ali
Radýyallahu Anhu
þöyle dedi: "Söyle bakalým, bir grup bir deveyi beraberce
çalsalar ve deveyi kesip aralarýnda paylaþsalar her biri bir
parça alsa, her birine hýrsýzlýk cezasýný uygular mýydýn?
deyince Ömer: "Evet" diye cevap verdi. Ali de dedi ki; "Ýþte bu
da öyledir." Bunun üzerine Ömer Ali'nin görüþü ile amel etti ve
amiline ikisini de öldürmesini emrederek þöyle yazdý: "Eðer
San'a halkýnýn tamamý bu cinayete katýlmýþ olsaydý hepsini
öldürürdüm."
Yine bir
gün ortak bir meselede ihtilaf ettiler: Bir kadýn ölmüþ ve
geride kocasý, anasý, ana bir kardeþleri ve öz erkek kardeþleri
kalmýþtý. Ömer kocaya 1/2, anneye 1/6 ana bir kardeþlere 1/3
verdi ve öz kardeþlere hiçbir þey kalmadý. Bunun üzerine öz
kardeþler ona; “Diyelim ki babamýz eþekti. Biz ayný anneden
deðil miyiz?” Ömer görüþünü deðiþtirdi ve onlarý da mirasa ortak
etti.
Eðer
maslahat bizzat nassýn kendisinden anlaþýlýyorsa, Sahabeler
nassýn kendisi için geldiði maslahatý yakalayýp anlamaya
çalýþýyorlardý. Allahu Teâla'nýn þu ayeti buna örnektir:
إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ
وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ
"Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak; ancak fakirler,
miskinler, sadaka üzerinde memur olanlar, kalpleri
ýsýndýrýlanlar... aittir."
Allahu
Teâla, kalpleri Ýslâm'a ýsýndýrýlanlarý zekât verilecek kimseler
arasýnda saymaktadýr. Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
de kalpleri Ýslâm'a ýsýndýrýlmak istenen bazý kimselere sadaka
verdiði sabittir. Resulün vefatýndan sonra Ömer'in onlara zekât
vermediði ve onlara þöyle dediði rivayet edilir:
"Allah
Ýslâm'ý güçlendirdi ve artýk Ýslâm'ýn size ihtiyacý kalmadý.
Eðer Ýslâm üzere devam ederseniz ne ala. Eðer devam etmek
istemezseniz sizin ile bizim aramýzda kýlýç vardýr."
Ömer
kalplerin ýsýndýrýlmasýnýn devletin güçsüz olmasý nedeniyle
yapýlan bir hareket olduðunu ve
وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ
"kalplerin ýsýndýrýlmasý" kelimesinin de bu anlama geldiðini,
söyledi. Zira Ömer’e göre; kalplerin ýsýndýrýlmasý ancak onlara
ihtiyaç olduðu zaman geçerlidir. Ýslâm'ýn güçlenmesi ile ise
artýk onlara ihtiyaç kalmadýðýný, ihtiyacýn ortadan kalkmasý ile
de, kalplerin ýsýndýrýlmasýna neden olan
illet
de ortadan kalkmýþtýr. Dolayýsýyla bununla ilgili bu hüküm de
kalkmýþtýr.
Sahabeler bilmedikleri nasslarý öðrenmek maksadýyla insanlara
soruyorlar ve araþtýrýyorlardý. Sahabeler Radýyallahu Anhum
Hicaz'da toplanarak Kitap ve Sünneti araþtýrýyorlardý. Kitap ve
Sünnette bir mesele ile ilgili hükmü bulamadýklarý zaman,
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
böyle bir mesele hakkýnda bir hükümde bulunduðunu bilen bir
kimsenin olup olmadýðýný araþtýrmak üzere Müslümanlara
soruyorlardý. Bu nedenle birbirlerine müracaat ediyorlar ve
sorduklarý mesele hakkýnda görüþ belirtebilmek amacýyla bir
araya gelip meseleyi soruþturuyorlardý.
Ebu
Bekir ve Ömer hükümleri istinbat ederken halka müracaat
ediyorlardý. el- Baðavi "Mesabihi's Sünne" isimli eserinde þöyle
demektedir:
“Kendisine bir dava geldiði zaman Ebu Bekir, Allah
Subhenehû ve Teala’nýn Kitabýna bakar. Eðer orada bir
hüküm bulursa onunla hükmederdi. Kitapta bulamazsa, bu konu ile
ilgili olarak Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Sünnetinden bildiði ile hükmederdi. Eðer bu ikisinde de
bulamazsa çýkýp Müslümanlara sorar ve þöyle derdi: Bana þöyle
þöyle bir dava geldi. Eðer bu konuda Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
verdiði bir hükmü biliyorsanýz bana söyleyin. Bazen ashabdan bir
cemaat yanýna gelerek Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
o konudaki hükmünü bildirirlerdi de bunun üzerine Ebu Bekir
þöyle derdi: "Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
uyguladýðý hükümleri ezberleyen insanlarý aramýzda bulunduran
Allah Subhenehû ve Teala’ya hamd olsun." Eðer o
meselenin hükmünü Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Sünnetinde de bulamazsa halkýn ileri gelenlerini toplar ve
onlarýn seçkinleri ile istiþare ederdi. Eðer onlarýn görüþleri
bir hüküm üzerinde birleþirse ona göre hükmederdi.”
Ömer
Radýyallahu Anhu'nun
de bildiði halde sahabeler ile istiþare ettiði rivayet edilir.
Hatta kendisine bir olay getirildiði zaman; "Bana Ali'yi çaðýrýn
ve bana Zeyd'i çaðýrýn" derdi. Onlarla istiþare eder sonra da
ittifak ettikleri ile karar verirdi.
Sahabelerin birbirlerine müracaat ettiði bu metotla, aralarýnda
görüþ ayrýlýklarý nadiren görülmekteydi. Çünkü onlardan her biri
kendinde var olan görüþü diðerine açýklýyor ve görüþünü hangi
delille delillendirdiðini gösteriyordu. Böylece onlarýn tamamý
hak ve doðru olana yöneliyorlar ve bir kýsmý diðerinin görüþüne
baþvuruyordu. Onlar her ne kadar bazý hükümlerle ilgili
görüþlerinde ihtilaf ediyorlarsa da onlarýn ihtilaflarý nadiren
görülmekteydi ve ihtilaflarý, anlama metodunda deðil anlamada
oluyordu.
Fetihlerin geniþlemesiyle Sahabeler çeþitli þehirlere daðýlýnca
hakkýnda nass bulunmayan bir olayla karþýlaþýldýðý zaman bu
Sahabeleri bir araya toplamak kolay olmadý. Þehirlerin
birbirinden uzak olmasý ve yaþadýklarý þehirde karþýlaþtýklarý
olay hakkýnda hemen hüküm verme zaruretinden dolayý, görüþünü
diðerlerine açmaya veya baþkasýnýn görüþüne baþvurmaya imkân
bulamadýlar ve bulunduðu yerde her Sahabe gösterdiði görüþte
yalnýz kaldý. Müslümanlarýn yaþadýðý þehirlerin her birinde bir
veya daha fazla Sahabe bulunuyordu. Onlar bulunduklarý yerlerde
meseleler hakkýnda kendilerine Þer’î hükmün sorulduðu
kimselerdi. Hakkýnda nass bulunmayan meselelerde hükümler
istinbat ediyorlar, insanlara Kitap ve Sünneti öðretme görevini
üstlendikleri gibi nasslarýn açýklanmasý iþini de
üstlenmiþlerdi.
O dönem,
Sünnet henüz bir araya getirilmemiþti. Bu nedenle de tek olay
hakkýnda Sahabelerin görüþleri de farklý oluyordu. Onlardan her
birinin istinbat ettiði ve fetva verdiði görüþüne göre bir
delili vardý. Bununla beraber bu görüþlerin tamamý, onlarýn
tamamý tarafýndan kabul görmüþ Þer’î hükümlerdi. Çünkü onlar
yalnýzca nassý anlama konusunda ihtilaf etmiþlerdi. Ýçtihat
metotlarý ise, Kur'an ve Hadisle ilgili nassý esas alarak önce
bunlarý araþtýrmaya dayanan tek bir metotlarý vardý. Onlara göre
maslahatlar ancak Þeriatýn delâlet ettiði maslahatlardýr.
Meseleleri ve maslahatlarý da Kýyaslýyorlardý. Ýçtihat
metotlarýnýn tek olmasý, anlayýþtaki bu farklýlýk üzerinde
herhangi bir etki meydana getirmiyordu. Tam tersine fýkhýn
geliþmesi ve büyümesine bir sebep teþkil ediyordu. Ortaya çýkan
olaylar ve sorunlar kadar fetvalar vermiþlerdir. Aralarýndaki
ihtilaflar önemli bir yer iþgal etmediði gibi fûruu konularý da
aþmamýþtýr.
Sahabeler arasýnda detay konulardaki ihtilaf iki sebebe
dayanmaktadýr:
1.
Kur'an'ýn ve Sünnetin nasslarýnýn büyük bir bölümü kast edilene
delâletleri açýsýndan katiyyet deðil zannilik ifade etmekteydi.
Bir nass, þu manaya delâlet edeceði gibi lügat açýsýndan iki
veya daha fazla anlama gelebilen müþterek manaya da delâlet
etmesi nedeniyle bir baþka manaya da delâlet etmekte veya lafýz
tahsis ihtimali olan genel bir lafýz olabilmektedir. Onlardan
her müctehid kendinde var olan karinelere göre belli bir anlamý
tercih ediyordu.
2.
Sünnet henüz bir araya toplanmamýþtý. Bütün Hadisler bir kitapta
toplanmadýðý gibi bütün Müslümanlarýn ayný seviyede istifade
edebileceði þekilde Müslümanlar arasýnda yaygýn da deðildi.
Sünnet henüz rivayet ve ezber yoluyla intikalini sürdürüyordu.
Bazen Mýsýr'daki bir müctehidin bildiði bir Hadisi Þam'daki bir
müçtehit bilemiyordu. Daha önceden bilmediði bir Sünneti
baþkasýndan öðrendiði zaman bazý müçtehitler çoðu kez verdikleri
fetvadan dönüyorlardý. Bu da detay konularda ihtilaflara neden
oluyordu. Ancak deliller ve usul deðiþmiyordu. Bu nedenle de
ictihad metodunda farklýlýk olmuyordu.
Özetle
Sahabeler, Þeriatý biliyorlardý. Kur'an'ý öðrendiler ve Hadisi
Resul Sallallahu
Aleyhi Vesellem'den
aldýlar. Risalet sahibi Efendimiz Muhammed
Sallallahu Aleyhi Vesellem'le
olan beraberliklerinden dolayý kendilerini Ýslâm hükümlerini
uygulamaya vakfettiler. Ýnsanlarýn arasýnda hükmediyorlar,
meseleleri belli bir hükme baðlýyorlar ve onlara dinlerini
öðretiyorlardý. Ýkamet ettikleri belde insanlarý için bir nur ve
Þeriat için güvenilir bekçi idiler. Ýslâm'a davette güven veren
ve sadýk kimselerdi. Ýnsanlara Kur'an'ý okuyorlar, Þeriatý ve
hükümlerini öðretiyorlardý. Ýnsanlara Ýslâm'ýn öðretilmesinde
teorik yolu deðil pratik bir yolu takip ediyorlardý. Ýnsanlara,
Ýslâm'ý ve hükümlerini, bu hükümlere göre hayatýn sorunlarýnýn
nasýl çözüleceðini ve onlardan yararlanma metodunu da
öðretiyorlardý.
Onlar,
yönetici kimselerdi. Ayný zamanda da öðretici kimselerdi.
Ýnsanlar, kendilerinden Ýslâm kültürünü, Ýslâm'ý almak ve
hükümleri anlamak için Sahabeye doðru koþuyorlardý. Þer’î
hükümler hakkýnda açýkladýklarý görüþler fetvalar olarak
isimlendirildi. Kadýn erkek Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
ashabýndan 130 civarýnda fetva ezberlenmiþtir. Bunlarýn
içerisinde ilim ve görüþ belirtmede yedi kiþi ön plana
çýkmaktadýr. Ve bunlar “El-Müksirûn” diye isimlendirilmiþtir. Bu
yedi kiþi þunlardýr: Ömer, Ali, Ýbni Mesud, Aiþe, Zeyd b. Sabit,
Ýbni Abbas ve Ýbni Ömer.
Halifeler, valiler ve diðer yöneticiler Þer’î hükümler konusunda
fakih, âlim kimselerdi. Fetva ile meþgul idiler. Onun için Ýslâm
onlarda cisimleþmiþti. Zira akýllarý Ýslâm kültürü ile dolu idi.
Fikirleri bu kültürden kaynaklanmaktaydý. Doðruladýklarý
mefhumlarý bu fikirlerin anlamlarý idi. Bu emirleri, yasaklarý
ve hükümleri onlar infaz ediyorlardý. Halife ve vali düþünüyor,
düþündüðü ile amel ediyor, anlýyor ve anladýðý ile de
hükmediyordu. Bu nedenle amelleri isabetli, iþleri dosdoðru,
þahsiyetleri üstün, insanlara karþý konuþmalarýnda doðru sözlü
ve verdikleri hükümler bütün incelikleri ile Ýslâm çizgisine
tamamen baðlý kimselerdi.
Tabiinden bir grup Sahabelerden ayrýlmayarak, onlardan Kur'an'ý
aldýlar, Sünneti onlardan rivayet ettiler, onlarýn fetvalarýný
ezberlediler ve hükümleri istinbat metotlarýný anladýlar.
Sahabeler hayatta iken fetva veren Tabiinin ileri gelenlerinden,
Medine'de Said b. el-Müseyyeb'i, Kufe'de de Said b. Cübeyr'i
zikredebiliriz. Bu nedenle Sahabeler dünyadan göçtüklerinde
fýkýhta ve istinbatta onlarýn yerini Tabiinin doldurduðunu
görmekteyiz. Tabiin de ictihadlarýna göre hükümler istinbat
ediyorlardý. Onlar bir mesele hakkýnda hüküm vermek istedikleri
zaman cevabýný önce Allah Subhenehû ve Teala’nýn
Kitabý'nda ve Resulünün Sünnetinde arýyorlardý. Bu ikisinde
bulamazlarsa Sahabelerin fetvalarýný inceliyorlardý. Onlar fýkhi
açýdan Sahabelerin fetvalarý arasýnda tercih yapýyorlar,
onlardan bir kýsmýnýn görüþünü alýyorlar, bazen de Sahabelere
muhalefet ediyorlardý.
Hüküm
istinbatýnda Tabiin de Sahabelerin metodunu uyguluyordu. Bu
nedenle verdikleri fetvalar, herhangi bir varsayýma göre deðil
ortaya çýkan olaylar ve sorunlar kadardý. Yani olaylar kadar
fetvalar bulunmaktaydý. Yine onlar arasýndaki ihtilaflar da pek
fazla deðildi. Ayný zamanda ihtilaf sebepleri, Sahabelerin
ihtilaflarýný da aþmýyordu. Bu ihtilaflar Þer’î deliller
üzerinde deðil, nasslarýn anlaþýlmasý konusunda idi. Bu nedenle
onlarýn ihtilaflarý Müslümanlar arasýnda hayatta herhangi bir
etkisi olmamýþtýr.
