ŞER’Î HÜKÜM


2-Vaz’ın Hitabı

Varlık âleminde meydana gelen fiiller hakkında Şâri’nin hitabı gelip iktiza ve tahyir bakımından fiillerin hükümlerini açıklamıştır. Ve yine gelen Şâri’nin hitabı, bu hükümlerin gerçekleşmesi veya tamamlanmasının kendisine bağlı olduğu hususlardan gerekli olanları da belirlemiştir. Yani Şer’î hükmün gerektirdiği hususu ortaya koymuştur. Şâri’nin hitabı iktiza ve tahyir ile geldiği gibi iktiza ve tahyirin gerektirdiği şeyle de gelmiştir. O da şöyle olmaktadır: Bir hususu sebep veya şart veya mani veya sahih-batıl veya azimet-ruhsat kılmasıdır. İktiza ve tahyir hitabı hükümler olarak insanın fiilini çözüme kavuşturduğuna göre, vaz’în hitabı da bu hükümleri ve bunlarla ilgili hususları çözüme kavuşturmaktadır. Şu halde iktiza ve tahyir hitabı insanın fiiline ait hükümlerdir. Vaz’i hitabı ise, bu hükümlere ait hükümler olup onlara belirli vasıflar kazandırır. Vaz’în hitabının bu konumda olması onu insan fiilleri ile alakalı olmaktan çıkartmaz. Çünkü bir şeyle ilişkili olanla ilişkilendirilen, o şeyle de ilişkilidir.

Buna göre; ızdırrar/zorunluluk hali ölü eti yemenin mubahlığına sebeptir, günaha düşme korkusu cariye ile nikâhlanmanın mubahlığına sebeptir, idrarı tutamamak abdestli iken idrarın çıkması halinde her namaz için abdest yenileme farziyetinin düşmesine sebeptir, güneşin zevali/tam tepede olması veya batması veya fecrin doğması bu namazların edası farziyeti için bir sebeptir. V.b. Bütün bunlar, hükümle ilgili olarak Şâri’nin hitabından hususlardır. Yani ölü eti yemenin mubahlığı, cariyeyi nikâhlamanın mubahlığı, idrarın çıkması halinde her namaz için abdest alma farziyetinin düşmesi namazın edası farziyeti hükümleriyle ilgili Şâri’nin hitabıdır. Bundan dolayı sebep, vaz’ın hitabındandır.

Bir tam yılın geçmesi zekâtın farziyetinde şart olması, buluğa ermek teklifte mutlak bir şart olması, Rasullerin gönderilmesi sevap ve ikapta şart olması, teslime kudretli olmanın alış-verişin sıhhatinde şart olması, rüşte ermenin yetimin malının kendisine teslim edilmesinde şart olması; bütün bunlar Şâri’nin hükümle ilgili hitabındandır. Bundan dolayı şart, vaz’ın hitabındandır.

Hayzın; cinsi münasebete, Kabe’yi tavaf etmeye, namazların farziyetine ve oruç tutmaya engel olması, deliliğin ibadetleri yapmaya ve tasarruflarda bulunmaya engel olması v.b. nin her biri hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bundan dolayı mani vaz’ın hitabındandır.

Ayakta durmaktan aciz hastaya oturarak namaz kılma ruhsatının/izninin verilmesi, yolcunun Ramazanda orucunu yemesinin caiz olması, ikra-ı mulci ile zorlanan kimseye küfür sözlerini söylemesinin caiz olması gibi hususların her birisi de hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bu hükümler, oturarak namaz kılmak, Ramazanda oruç tutmamak ve küfür sözlerini söylemektir. Bundan dolayı ruhsatlar vaz’ın hitabındandır.

Bu dört husustan da kolayca anlaşılıyor ki; Şâri’nin hitabı hükmü getirdiği gibi bu hükümle ilgili hususları da getirmiştir.

Namaz sıfatıyla namaz, oruç sıfatı ile oruç, cihad sıfatı ile cihad gibi genel olarak konulmuş hükümlerden gelen ise; kullar onunla amel etmeye zorlanırlar. Bu hükümler hakkındaki vaz’in hitabı, bunların genel olarak konulmuş hükümler olması bakımından ve kulların onunla amel etmeye zorlanmaları bakımından vasıflandırılmalarıdır. Bu genel konuluş ve kendisine zorunlu kılınış “azimet” olarak isimlendirilir. Onun için azimetler vaz’ın hükümlerindendir. Azimetler ve ruhsatlar aynı guruptan sayılırlar. Çünkü azimetler asıldır, ruhsatlar ise azimetlerden bir parçadır. Dolayısıyla azimetler ve ruhsatlar vaz’ın hitabındandırlar.

Dünyada amelin neticeleri ile alakalı olan hususa gelince; vaz’ın hitabı bu neticeler bakımından ortaya çıkmaktadır. Örneğin; rükünlerinin tamamı oluştuğunda namaz sahihtir deriz, tüm şartları oluştuğunda alış-veriş sahihtir deriz, Şer’î şartları tamamlandığı zaman şirket sahihtir deriz. Bu, hükmün konulması bakımından değil, hükmün edası bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böylece getirmiştir. Ondan dolayı alış-veriş sahih ve namaz sahih sayılmıştır. Aynı şekilde alış-veriş “icabtan” yoksun ise veya namazın “rükusu” yoksa veya şirkette “kabul” yoksa bunlar o zaman batıl sayılırlar. Bunların batıllığı hükmün teşriisi bakımından değil edası bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böyle getirmiş ve onları batıl sayılmıştır. Bu nedenledir ki sıhat ve butlan/batıllık ikisi birlikte bir guruptur. Çünkü her ikisi hakkında Şâri’nin hitabı tek bir hükümle ilgilidir, ya sahihtir, ya batıldır. Çünkü sıhat asıldır, butlan ise sıhat hükümlerinin neticeleridir. Bu nedenle de sıhat ve batıllık tek bir guruptur.

İşte vaz’ın hitabı budur. Vaz’ın hitabı hükmün gerektirdiği bir hususla alakalı olup beş kısma ayrılır: 1-Sebep, 2-Şart, 3-Mani,              4-Sıhat-butlan-fesad, 5-Azimetler-Ruhsatlar.

 

1. Sebep:
 

Sebep, usulcülerin ıstılahında; -hükmün teşrii için değil- hükmün varlığı için belirleyici olmak üzere semi delilin delâlet ettiği her açıkça belirlenmiş sıfattır. Güneşin zevalinin namazın varlığını bildiren bir işaret kılınması gibi. أَقِمْ الصَّلاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ     “Güneşin batıya dönmesinden ... namaz kıl.”[1] ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in; إِذَا زَالَتِ الشَّمْسُ وَيُصَلِّي  “Güneş tam tepeden batıya doğru kaymaya başladığında namaz kılın.”[2] hadisi gibi.

Bu ayet ve hadiste geçen “güneşin zevali” o vakit namazının farziyetine işaret değildir.

Aynı şekilde;  فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمْ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ “İçinizden kim (Ramazan) ayına şahit olursa oruç tutsun.”[3] Ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’inصُومُوا لِرُؤْيَتِهِ     “Hilali görünce oruç tutun.”[4] hadisi gibi.

Bu ayet ve hadisde “hilalin” görülmesinin Ramazan orucunun varlığını belirleyici bir işaret kılınması gibi.

Böylece sebep, hükmü vacib kılan değil sadece varlığını bildirendir. Sebebin vakıası hükmün gerektirdiği bir hikmete binaen Şer’î hüküm için Şer’an konulan husus olmasıdır. Nisabın hâsıl olması zekâtın varlığına sebeptir, Şer’î akidler intifa/yararlanmanın ve mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığına sebeptir. Zekâtın farziyeti bir hükümdür, nisab miktarının hâsıl olması ise hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan bir husustur. İntifanın veya mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığı bir hükümdür, akidler ise bu hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan husustur. Sebepler, teklif eden tarafından gelen hükmün varlığını mükellefe bildirmek için Şâri’nin koyduğu işaretlerdir. Böylece Şâri’ mükellef için Şer’î hükmü koyup mükellefi onunla sorumlu kılmıştır. Aynı zamanda bu hükmün varlığına delâlet eden emareler de koymuştur. Bu işaretler ise Şer’î sebeplerdir. Böylece sebep, bildirmektir, hükmün varlığını belirleyendir. Sebep, hükmün bizzat kendisini ve sıfatını belirten değildir. Sebebin anlamı ancak hükmün varlığını belirleyen olmaktır. Çünkü hükmü farz kılan husus hüküm hakkında gelen delildir. Delilin delâlet ettiği bu hükmün varlığını bildiren husus ise sebeptir.

Sebep, illetten farklıdır. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu husustur. Hüküm onunla konulmuştur. Hükmün konuluş sebebidir. İllet hükmün varlığı için değil teşri/konulması için bir sebeptir. İllet, hükmün delillerinden bir delildir. Onun durumu hükmün teşriinde nâssın konumu gibidir. İllet hükmün varlığının işareti değildir. Bilakis illet, hükmün teşrii için belirleyici bir işarettir.

Bu nedenledir ki cuma namazı vakti, “namazdan alıkoymak” şu ayetlerden çıkartılmış bir illettir: إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ  “Cuma günü namaza çağrıldığınızda alış-verişi bırakıp Allah’ın zikrine koşunuz.”[5] فَإِذَا قُضِيَتْ الصَّلاةُ فَانتَشِرُوا فِي الأرْضِ “Namaz kılındığında yeryüzüne dağılınız.”[6]

Bu ayetlerden çıkartılan; “namazdan alıkoyan husus” cuma vaktinde alış-verişin haram olması hükmünün kendisinden dolayı konduğu husustur. Onun için bu sebep değil illettir. Bu, “güneşin batıya doğru yönelmesi” gibi değildir. Zira, “güneşin batıya yönelmesi” illet değildir. Çünkü öğle namazı hükmü ondan dolayı konulmamıştır. Güneşin batıya yönelmesi ancak öğle namazı hükmünün varlığına işarettir.

 

2. Şart:
 

Şart; şart koşulan hususun gerektirdiği konuda veya şart koşulan ilgili hükmün gerektirdiği konuda şart koşulduğu hususu tamamlayıcı bir vasıftır.

Paranın zekâtında, üzerinden “bir yılın geçmesi” nisab mülkiyetini tamamlayan bir husustur ve zekâtın farz olabilmesi için nisab mülkiyetinde aranan bir şarttır. Böylece “bir yılın geçmesi” şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.

İhsan/sahih bir nikâh ile evlenmiş olmak, evli zina eden erkeğe recm cezasının uygulanmasında zina eden erkeğin vasfını tamamlayan bir husustur. İhsan, zina eden erkeğe recm cezasının vacib olması için gerekli bir şarttır. Buna göre ihsan şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.

Abdest, hükmün gerektirdiği hususta namaz fiilini tamamlayıcıdır. Namazda abdest şarttır. Abdest şart koşulan bu meselede hükmün gerektirdiği hususlardandır.

Setrül avret/avret mahallinin örtülmesi, hükmün namaz hakkında gerektirdiği hususlarda namaz fiilini tamamlayıcıdır. Setrül avret, namazda şarttır ve hükmün şart koşulan hususta gerektirdiğindendir. Diğer şartlar da böyledir.

Şart, meşruttan/şart koşulandan başka bir şeydir. Çünkü şart, meşrutu tamamlayan bir vasıftır. Meşrutun parçalarından bir parça değildir. Böylelikle şart rükunden farklı olmaktadır. Çünkü rükun bir şeyin yapısından bir parçadır. Ondan kopuk değildir. Rükunun şeyden başka olduğu ya da benzeri olduğu söylenemez. Çünkü rükun, onun parçalarından bir parçadır. Şartta ise, şeyden başka olmak ve aynı zamanda onu tamamlayıcı olmak kaçınılmazdır.   

Şart, ‘yokluğu yokluğu gerektiren, varlığı ise varlığı gerektirmeyen husustur’ şeklinde tarif edilmiştir. Bu, netice bakımından şartı açıklamaktadır. Şartla meşrut ilişkisi, sıfatla sıfatlanan ilişkisi gibidir ve sıfat olmadığında sıfatlanan olmaz. Fakat sıfat olduğu halde sıfatlanan olmayabilir. Şart da böyledir. Taharet olmadığında namaz olmaz. Fakat taharet bulunmasına rağmen namaz olmayabilir.

Şart sadece teklifi hükme has değildir. Bilakis bazen teklifi hükümde bazen de vazi hükümde söz konusu olabilir. Zira bazı şartlar vardır ki teklifi hitaba aittir. Mesela; taharet, setrül avret, elbisenin temizliği bütün bunlar namazın şartlarındandır. Bazı şartlar da vardır ki, vaz’ın hitabıyla ilgilidir. Mesela; zekâtta bir tam yılın geçmesi, zinada recm için muhsan olma hali, el kesmede malın saklanmış olması hali şartları sebep için şartlardır.

Bütün bunlar şartlar olarak itibara alındığında şartın tarifine uygun düşmektedir. Bunların tamamı haklarında delil geldiği için şer’an şarttırlar. Ancak birinci kategorideki şartlar hüküm için şarttırlar. İkinci kategorideki şartlar ise hükmün gerektirdiği hususlarda hüküm için konulan şartlardır.

Alış-veriş, şirket ve vakıf şartları gibi sözleşmelerde yer alan şartlar da Şer’î şartlar kapsamına girer. Ancak bu şartlar teklifi hüküm ve vaz’î hüküm şartları gibi değildir. Zira teklifi hüküm ve vaz’ın hükmü ile ilgili şartlarda bir şartın şart sayılabilmesi için ona delâlet eden bir Şer’î delilin bulunması gerekir.

Fakat bu sözleşme şartlarının Şeriatın belirlediği hususlara ters düşmemesi şart koşulur. Yani Şer’î hükmün ve vaz’î hükmün şartlarının şart sayılabilmesi için Şer’î delilin ona delâlet etmesi zorunlu iken sözleşme şartlarında durum böyle değildir. Sözleşme şartlarını Şeriatın getirmesi zorunluluğu yoktur. Bilakis sözleşme yapan iki tarafın istedikleri hususu şart koşmaları caizdir. Fakat sözleşme yapan iki taraf ya da onlardan birisi Şeriatın belirlediği hususlara ters şart koşmaları caiz değildir. Şu halde sözleşmelerde şart koşulan şartların Şeriata muhalif olmamaları zorunludur. Bu şartları Şer’î delilin getirmiş olması şart koşulmaz.

Bu hususta şu hadisler geçmiştir: مَا بَالُ رِجَالٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا لَيْسَتْ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا كَانَ مِنْ شَرْطٍ لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَهُوَ بَاطِلٌ وَإِنْ كَانَ مِائَةَ شَرْطٍ قَضَاءُ اللَّهِ أَحَقُّ وَشَرْطُ اللَّهِ أَوْثَقُ  “Bir takım adamlara ne oluyor ki, Allah’ın Kitabında olmayan şeyleri şart koşuyorlar. Allah’ın Kitabından olmayan şart batıldır, yüz tane olsa da. Zira Allah’ın hükmü en doğru olandır. Allah’ın şartı en doğru olandır.”[7]

“Allah’ın Kitabında olmayan” ifadesinin anlamı, Allah’ın Kitabında olana muhalif olmasıdır. Yani Allah’ın hükmünde olması ve hükmünün gereğince olması değildir. Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şartların koşulmasına mutlak/sınır getirmeksizin izin vermiştir. Allah’ın hükmüne muhalif olanın ise batıl olduğunu açıklamıştır. Böylece Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem  “Allah’ın Kitabında olmayanı” olumsuz sayarken şartların koşulmasını nehyetmemiştir. Zira Allah’ın Kitabında olmayanı olumsuz saymanın manası, Allah’ın Kitabında olana muhalif olanı olumsuz saymaktır.

Yukarıda geçen hadisin metni Buhari’de şöyledir:

Aişe RadıyAllah’u Anha’dan: Dedi ki; Berire bana gelip şöyle dedi: “Her yıl bir ukiye ödemem koşuluyla sahibimle dokuz ukiye üzerine anlaştım (mukatebe anlaşması yaptım). Bana yardımcı ol.” Aişe RadıyAllah’u Anha dedi ki; “Eğer sahibin razı olursa onlara bunu hazırlarım, velayetin de bana ait olur.” Berire gitti ve bu teklifi onlara anlattı. Onlar bunu reddetti. Berire onlardan ayrılıp Aişe RadıyAllah’u Anha’nın yanına döndü. O esnada Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem oturuyordu. Berire dedi ki; “O teklifi onlara anlattım. Fakat onlar bunu reddettiler ve velayet hakkının kendilerinde saklı kalmasını şart koştular.” Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bunu işitti. Aişe RadıyAllah’u Anha’da durumu ona anlattı. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Aişe RadıyAllah’u Anha’ya şöyle dedi: خُذِيهَا وَاشْتَرِطِي لَهُمُ الْوَلاءَ فَإِنَّمَا الْوَلاءُ لِمَنْ أَعْتَقَ فَفَعَلَتْ عَائِشَةُ ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي النَّاسِ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ ٍ ...     “Onu al ve onlara velayeti şart koş. Zira velayet köleyi azad edene aittir.”  Aişe RadıyAllah’u Anha öyle yaptı. Sonra Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem kalkıp insanların arasına gitti. Allah’a hamd ve senadan sonra... (yukarıda geçen hadisi okudu).[8]

Bu da gösteriyor ki; yasaklanan şey Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde var olana muhalif şart koşmaktır. Yoksa bu hadis, şartın Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde yer alması gerekliliğine delâlet etmemektedir.

Buna binaen sözleşme şartlarında Şeriatın nâsslarında herhangi bir nâssa muhalif olmayarak veya Şer’î delili olan herhangi bir Şer’î hükme muhalif olmayarak Şeriata muhalif olmamaları şart koşulur.

Mesela; Şeriat velâ hakkını köleyi azad eden kimseye tanımıştır. Bu durumda köle satışında velâ hakkını şart koşmak doğru olmaz. Zira şart geçersizdir, dikkate alınmaz ve satış sahih olur.

Mesela; ‘Bu şeyi sana peşin olarak 1000’e, veresiye olarak da 2000’e sattım” demen sahih değildir. Zira bu satış tek satıştır ve içerisinde birbirinden farklı maksatlı iki şarta yer vermektedir. Bu şart batıldır ve bu nedenle satış da batıldır.

Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurmaktadır: لا يَحِلُّ سَلَفٌ وَبَيْعٌ وَلا شَرْطَانِ فِي بَيْعٍ  “Borç ve satışı bir arada bulundurmak ve aynı satışta iki şart helâl değildir.”[9]

Mesela; Bir kişi başka birisine mal satarken bu malı başkasına satmamasını şart koşarsa, buradaki şart geçersizdir, dikkate alınmaz,  alış-veriş sahihtir. Çünkü bu şart akdin gereğine ters düşmektedir. Akdin gereği ise satılan malın mülkiyetine ve tasarrufuna sahip olmaktır. Bu durumda şart Şer’î hükme muhalif olur.

Böylece, Şeriata muhalif olan şartlar kesinlikle dikkate alınmazlar. İster Şer’î bir nâssa muhalif olsunlar, ister ise Şeriatın getirdiği Şer’î bir hükme ya da vaz’ın hükümlerinden bir hükme muhalif olsunlar, fark etmez.

Şu kesin bir husustur ki; Allah’ın Kitabında yer alan bir hususa veya Şer’î bir hükme ters olmadığı müddetçe Şeriat Müslümanlara sözleşmelerde dilediği şartları koymasını mubah kılmıştır. Bu, Berire’nin durumu ile ilgili olarak gelen Aişe RadıyAllah’u Anha hadisinde yer almaktadır.

Buhari’nin rivayetlerinden birisinde Aişe RadıyAllah’u Anha’ya şöyle demektedir: اشْتَرِيهَا فَأَعْتِقِيهَا وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا “Onu satın al, onu azad et ve diledikleri şeyleri şart koşsunlar.”[10]

Bu teyid, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu; وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا    “Dilediklerini şart koşsunlar” sözünde açıkça yer almaktadır. Bu ifade, şartlardan dilediğini şart koşmasının mubah olduğunu gösterir. Bunu Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle diyerek teyid etmektedir: والمسلمون عند شروطهم “Müslümanlar şartları yanındadırlar.”[11]

Yani Müslümanların koydukları şartlar anlamındadır. Zira burada şart Müslümanlara izafe edilmiştir.

Ayrıca, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sözleşmelerde Allah’ın Kitabında yer almayan şartların şart koşulmasını ikrar etmiştir.

Müslim, Cabir’den rivayet ettiğine göre: “O kendisine ait bir devesi ile yolculuk yapmaktaydı. Güçten kesilince onu serbest bırakmak istedi. Dedi ki: “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bana yetişti ve bana dua etti. Deveye vurdu. Bunun üzerine deve misli görülmemiş biçimde hızlı hızlı yürümeye başladı. Sonra bana; “Onu bana sat.” dedi. Ben de onu sattım. Yükünü istisna ettim.[12]

Bu hadiste yer alan “yükünü istisna etmek”, satışta bir şart koşmaktır.

Süfeyne Ebu Abdurrahman’dan rivayette dedi ki: “Ümmü Seleme beni, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmem koşuluyla azad etti.[13] Bir başka lafızda ise şöyle dedi: “Ben Ümmü Seleme’nin kölesiydim. Dedi ki: Seni yaşadığın müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmen koşuluyla azad ediyorum. Dedim ki: Bana şart koşmamış olsan bile ben yaşadığım müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den ayrılmam. Bunun üzerine beni şart koşarak azad etti.[14]

İşte böylece şartlarını insanların koştuğu, şartları Şeriat tarafından belirlenmemiş birçok olay hâsıl olmuştur. Ancak konulan her şartın Allah’ın Kitabı’na ve Şeriatın hükümlerinden herhangi bir hükme muhalif olmaması kaydı vardır. Şartta helalı haram, haramı helâl kılmaması şartı vardır.

Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurdu: وَالْمُسْلِمُونَ عَلَى شُرُوطِهِمْ إِلا شَرْطًا حَرَّمَ حَلالاً أَوْ أَحَلَّ حَرَامًا   “Helalı haram, haramı helâl kılan şart dışında Müslümanlar şartları üzeredirler.”[15]

 

3. Mani/Engel:

Mani; hükmün manisi olur, sebebin manisi olur.

Hükmün manisi; varlığı, hükmün gerektirdiğinin aksini zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela;  düşmanca kasıtlı öldürme, katil çocuk için babasının mirasına mani’dir. Hâlbuki evlatlık, mirası gerektirir.

Sebebin manisi; varlığı, sebebin gerektirdiğinin aksini zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; nisab miktarını tamamlamış olmasına ve borç üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen borç, zekâtın vacib olmasına manidir.

Borç, tamamlanan sebep olan nisabın varlığına mani’dir. Zira nisab (sebep) üzerinden tam bir yılın geçmesi ile zekâtın farziyetini gerektirmektedir. Borç (mani’), sebebin gerektirdiğinin aksini gerektirmektedir. Yani nisab olmasına ve üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen zekâtın farz olmamasını gerektirmektedir. Sebebe mani’ olan borç ise, olduğunda nisabı azaltan çok borçtur.

Mani’ler iki kısma ayrılırlar: Birincisi; hem talebi hem de edayı engelleyenlerdir. İkincisi ise; talebe mani olurken, edaya mani olmaz.

Birincisi; uyumakla veya delirmekle aklın gitmesi gibi hem talebi hem de edasını engelleyen manidir. Bu tür mani, namaz, oruç, alış-veriş gibi hükümlerin hem talebini hem de edasını engeller. Zira bu aslı itibarı ile talebe engeldir. Çünkü akıl, mükellefin fiilleri ile ilgili hitapla alakalı olduğundan şarttır. Çünkü akıl, teklifin dayanağıdır.

Hayız ve nifas da bu tür engeldendir. Hayız ve nifas, namaza, oruca, mescide girmeye engeldir. Hem edası yönünden hem de talebin aslından dolayı engeldir. Çünkü hayızdan ve nifastan temizlenmiş olmak, namaz kılmak, oruç tutmak ve mescide girmek için şarttır.

Aklın gitmişliğinin varlığı, hayız ve nifastan birisinin varlığı hem talebe hem de edasına mani’dir.

Talebi engelleyip edasını engellemeyen hususlara gelince; Cuma namazı açısından dişilik, oruç açısından ise buluğa ermek gibi hususlardır. Dişilik Cuma namazı talebine engeldir. Çocuk olmak ise namaz ve oruç talebine engeldir. Çünkü Cuma namazı kadına farz değildir. Namaz ve oruç çocuğa farz değildir. Fakat kadın Cuma namazını kılarsa, çocuk namaz ve oruç tutarsa sahih olur. Çünkü buradaki mani’, talepten mani’dir, edadan mani’ değildir. Aynı şekilde yolculuk oruç talebine ve namazların tamamlanması talebine mani’dir. Fakat yolcu oruç tutup, namazını kısaltmayıp tamamlarsa caizdir. Çünkü burada mani’ talebe mani’dir, edaya mani’ değildir. Ruhsat sebeblerinin tamamı böyledir. Talebe mani’dirler edaya mani’ değildirler.

 

4. Sıhat - Butlan – Fesat:
 

Sıhat; Şâri’nin emrine uygunluktur. “Sıhat” kelimesi ile amelin dünyadaki neticelerinin gerektirdiği hususlar kast edilir. Aynı şekilde bu ifade ile amelin ahiretteki sonuçları da kast edilir.

Namazın rükünleri ve şartları namaz kılan tarafından eda edilmesi durumunda namaz sahih olur. O halde mükellefin borçtan, sorumluluktan kurtulması ve hükmün düşmesi anlamında “namaz sahihtir” dersin.

Alış-verişin tüm şartları ile yapılması durumunda alış-veriş sahih olur. Mülkiyetin Şer’an gerçekleşmesi, mülk edinilende tasarruf ve faydalanma mubahlığının sağlanmış olması anlamında “alış-veriş sahihtir” dersin.

Bunlar amelin dünyadaki neticeleri açısındandır. Amelin ahiretteki neticeleri açısından ise; namazın ahirette sevap kazandıracağı ümidi anlamında “bu namaz sahihtir” dersin. Alış-veriş ile ilgili olarak ise; Şâri’nin emrine bağlanmaya niyet etmek, alış-verişin emir ve nehyin gereğine göre olmasını kast etmek sevabı gerektirdiğinden “bu alış-veriş sahihtir” dersin. Zira bu niyet ve kasıtla yapılan amele, Allah’ın hükmü ile kayıtlı olmaya ve ona bağlanmaya binaen ahirette sevap beklenir.

Ancak amelin neticesinin ahiretteki gerektirdiği hususlar, sadece ibadetlerde dikkate alınmaktadır. İbadetler dışında kalan hususlarda ise genelde dikkate alınmazlar. Amelin neticelerinin ahiretteki gerektirdiğinin dikkate alınması, namaz, oruç, hac v.b. ibadet kapsamına giren konularda sınırlandırıldığı, muamelatta, doğruluk gibi, ahlakla ilgili hükümlerde ve ukubatta dikkate alınmadığı gözlemlenmektedir.

Sıhatle ilgili olarak ağırlıklı kanaat budur. Bunun içindir ki sıhatle ilgili olarak çoğunlukla dönüp dolaşan husus, zimmetten kurtarması, sorumluluğun yerine getirilmesi bakımından amelin neticelerinin dünyadaki sonuçlarıdır.

 Fakat ibadetler dışında kalan konularda sıhatten murad helâl olmasıdır, “butlandan”/batıllıktan maksad ise, haram olmasıdır. Muamelatta “sıhat”, helâl anlamına gelir. Yani faydalanmanın mubah olmasıdır. “Butlan” ise haram anlamına gelir, yani faydalanmanın haram olmasıdır. Haramlılık ise hem dünyada hem de ahirette cezayı gerektirir. Kim bir batıl sözleşme ile bir mal sahibi olursa, bu mal haram olur ve faili ahirette cezaya müstahak olur.

Butlana gelince; butlan sıhatın karşıtıdır. Şâri’nin emrine uygun olmamaktır. Butlan kelimesi ile amellerin neticelerinin dünyada müspet bir sonuç gerektirmemesi, ahirette ise azabı gerektirmesi kast edilir. Amelin mükafat dışı olması, zimmetten kurtulmamak, sorumluluğun yerine getirilmemesi ve hükmün düşürülmemesi anlamına gelir. Rükünlerinden birisi terk edildiğinde namaz batıl olur. Sıhat şartlarından birisini kaybettiği zaman şirket batıl olur. Örneğin; mudarib ortak sıfatı ile iki kişi bankaya para koyuyorlar sonra da bankadaki parayı kullanarak ticaret yapması için vekil tayin ediyorlar. Kazanç aralarında eşit oluyor. Bu şirket batıldır. Çünkü emek ortaklığı üzerinde icab ve kabul gerçekleşmediğinden şirket oluşmamıştır. Emek ortaklığı üzerinde icab ve kabulün gerçekleşmesi, şirket sözleşmesinin tamamlanmasının şartıdır. Onun için bu şirket batıldır, vekilin tasarrufu da batıldır. Çünkü mudarib ortak bu niteliği ile ortak kabul edildiğinden tasarrufta bulunma ve vekil tayin etme hakkına sahip değildir. Bu nedenle de sözleşme batıldır. Bu sözleşme tıpkı gebe devenin karnındaki yavrunun satılması gibi yasaklanmış satışa benzemektedir.

Butlan, malın mülkiyetinden faydalanmayı haram kılar ve ahirette de cezayı gerektirir. Bunun içindir ki dünyada sonuçları olduğu gibi bu sonuçlar gereğince ahirette de sonuçları vardır.

Fesad” ise, butlandan farklıdır. Çünkü butlan, aslı bakımından Şâri’nin emrine uygun olmamaktadır. Yani gebe devenin karnındaki yavrunun satılması gibi aslının yasak olması ya da fiilin aslını tümden ihlal eden şartı ihtiva etmesidir. Fesad ise, böyle değildir. Fesad aslı itibarı ile Şâri’nin emrine uygundur, fakat niteliği, -aslı ihlal etmemekle beraber- Şâri’nin emrine muhaliftir. İbadetlerde fesadın varlığı düşünülmez. Çünkü ibadetlerin şartları ve rükünleri incelendiğinde tamamının asılla alakalı olduğu görülür.

Fesadın varlığı ancak muamelatta ve sözleşmelerde düşünülebilir. Örneğin gebe devenin karnındaki yavrunun satılması esası itibarı ile batıldır. Bunun hilafına bir durum olan, şehirlinin bedeviye yaptığı satış ise, bedevinin fiyat hakkındaki bilgisizliği nedeni ile fasiddir. Bu durumda bedevi pazar fiyatını gördüğünde bu satışı kabullenme veya feshetme hakkı vardır. Örneğin; anonim şirket esası itibarı ile batıldır. Çünkü anonim şirket, emek ortağı kabulünden yoksundur. Bu ise asıl ile alakalı bir şartın yoksun olması demektir. Ortakların malı hakkında bilgisizliğin söz konusu olduğu şirkette ise durum böyle değildir. Bu şirket fasiddir. Mal bilindiği zaman şirket sahih olur. Veya ortakların malı beyan etmeleri gerekir ve böylece şirket tamam olur.

 

5. Azimet ve Ruhsat:
 

Azimet, hükümlerden genel olarak konulan ve kendisi ile amel edilmesinde kulları bağlayıcı olan husustur.

Ruhsat ise, azimet hükmü baki kalmak sureti ile bir özürden dolayı azimeti hafifletmek için konulan hükümlerdendir ve kendisi ile amel etmede kulları bağlayıcı değildir.

Örneğin oruç tutmak azimettir, hastanın oruç tutmaması ise ruhsattır. Abdestte azaların yıkanması azimettir. Yaralı veya kırık bir uzvun meshedilmesi ise ruhsattır. Namazın ayakta kılınması azimettir. Acziyet halinde oturarak namaz kılmak ise ruhsattır.

Azimet genel olarak konulan husustur. Mükelleflerden yalnızca bir kısmına tahsis edilmez. Azimetle amel etmekle başka bir şey ile amel etmek arasında seçenek de yoktur. Sadece kendisi ile amel edilmede bağlayıcıdır.

Ruhsat ise bir özürden dolayı aniden ortaya çıkan durumlarla ilgili olarak konulan husustur. Özür bulunduğu sürece ruhsat geçerlidir. Özür ortadan kalktığında geçerli değildir. Ruhsat yalnızca bu özürlü mükelleflere hastır.

Buna göre, bir nâssın genelliğinde istisna edilen hüküm ruhsat sayılmaz, bilakis o azimettir. Aynı şekilde bazı durumlara tahsis edilen hüküm de ruhsat değil, azimettir. Çünkü bu durumlar özür değildir

Örneğin, kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Kocası ölen hamile bir kadının iddeti ise, doğum yapıncaya kadardır. Bu hüküm, nâssın genelliğinden istisna edilmiştir. Böylece ruhsat olmaz.

Aynı şekilde bir satış, şartlarına sahipse ve yasaklanan bir satış değilse sahihtir. Fakat sahtekârlık yoluyla yapılan satış, şartlarını bünyesinde taşıyor olsa da fasid bir satıştır. Sahibi bu satışta serbesttir. Fakat bu ruhsat değildir.

Tamamen teslim alınmamış bir şeyin satışı batıldır. Henüz teslim alınmamış hayvanın satışı ise sahihtir. Fakat bu ruhsat değildir. Bu nedenledir ki selem/para peşin, mal veresiye olan satış, araya satışı/taze hurmanın dalında iken tahmin yoluyla satılması, müsakata/bağ-bahçenin sulanıp bakımının yapılmasına mukabil ürünün belli bir miktarına sahip olma v.b. sözleşmeler azimettirler, ruhsat değildirler.

Aynı şekilde bütün mubahlar azimettirler, ruhsat değildirler. Buna göre “kulları kendisi ile amel edilmesinde bağlayıcı olmasından” murad, ister vacib, ister mendup, ister mubah, ister haram veya mekruh olsun hüküm gereğince amel etmektir. Görmez misin ki; ölü eti yemek haramdır. Ve zaruret halinde olan kimsenin yemesi ise caizdir. Bu ise ruhsattır. Dolayısıyla amelin kendisi yapılmamış, hükümle amel edilmiş olur.

Araya hakkında Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu hadisine gelince: ارَخَص فِي الْعَرَايَا   “Araya hakkında size ruhsat veriyorum.”[16] Bu ifade ile kast olunan; sözlük anlamıdır, ‘o size kolay kılınmıştır’ demektir. Allah’ın insanlar için kolaylaştırmış olduğu tüm sözleşmeler böyledir. Bunlar azimettirler. Bu tür sözleşmeler, özür gittiği zaman istisna edilen hususu da gideren, bir özürden dolayı yasak olan bir asıldan istisna edilmemişlerdir. Bilakis bu tür sözleşmeler, kullara kolaylık olarak meşru kılınmıştır. Teşriileri geneldir ve süreklidir.

Fakat ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya meşakkatle ayakta duran kimse namazı oturarak kılar. Rükünlerinden birisi eksik olsa da o kişi ayakta durmaya zorlanmaz. Bu bir ruhsattır. Bu durumda çocuklarına yedirmek için ağaçlarında taze hurmaları tahmin yoluyla satın alan kimsenin durumu arasında fark vardır. Çünkü ikinci durum ruhsat değildir. Çünkü bu ikinci durum özürden dolayı istisna edilmemiştir. Bilakis yaş ve kuru hurmanın karışık olarak satılmasının caiz olduğu bir haldir. Bu her ne kadar istisna kılınmış bir hal olsa da bir özürden dolayı konulmadı ki ruhsat olsun. Bu ancak insanlara kolaylık olarak konulmuştur. İnsanlara kolaylık olarak konulan hususlardandır, özürlerden dolayı değildir. Dolayısıyla ruhsat değildir.

Ruhsatın Şeriata göre ruhsat sayılabilmesi için ona delâlet eden bir Şer’î delilin olması kaçınılmazdır. Ona delâlet eden bir Şer’î delil yoksa o ruhsat sayılmaz. Zira ruhsat Allah’ın bir özürden dolayı koymuş olduğu bir hükümdür. Özür ise hükmün konuluş sebebidir. Dolayısıyla özüre delâlet eden bir Şer’î delilin olması da kaçınılmazdır. Diğer taraftan ruhsat da Şer’î sebeplerdendir. Bizzat kendisi vaz’ın hükümlerinden bir hükümdür. Ruhsat, Şâri’nin kulların fiilleriyle ilgili vaz’i hitabıdır. Madem ki o Şâri’nin hitabıdır, o halde ona delâlet eden bir Şer’î delilin olması da kaçınılmazdır.

Körlük, topallık ve hastalık cihada katılmama konusunda özürlerdir.

Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır: لَيْسَ عَلَى الأعْمَى حَرَجٌ وَلا عَلَى الأعْرَجِ حَرَجٌ وَلا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ     “Köre vebal yoktur, topala vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur.”[17]

Yolculuk, Ramazan’da orucu bozmaya bir özürdür.

Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır: فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ “Sizden her kim hasta ya da yolcu olursa, o günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun.”[18]

Unutma, hata, zorlanma; sahibi bir harama düştüğünde günahı kaldıran özürlerdir.

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem  şöyle buyurdu: إن الله وضع عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ  “Ümmetimden hata, unutma ve üzerinde zorlandıkları hususlar (dan dolayı hesaba çekilme) kaldırıldı.”[19]

Hakkında bilgisi olmadığı bir konudaki cehalet özür sayılır. Çünkü Muaviye b. el-Hakem namazdayken aksıran birisine; “yerhamukeAllah” diye cevap verdi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bunu işitti. O namaz bittikten sonra Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem namazda konuşmanın namazı bozduğunu ona öğretti. Zira ona şöyle dedi:  إِنَّ هَذِهِ الصَّلَاةَ لَا يَصْلُحُ فِيهَا شَيْءٌ مِنْ كَلَامِ النَّاسِ إِنَّمَا هُوَ التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ وَقِرَاءَةُ الْقُرْآنِ   “Namazda insan sözünden bir şeyin olması doğru olmaz. Onda sadece tesbih, tekbir ve Kur’an okunması olur.”[20]    Fakat namazı iade etmesini ona emretmedi.

Bunlar, haklarında Şer’î delil var olduğundan özür sayılırlar. Bunun gibi belirli hükümlere ait belirli özürler olduğuna dair hakkında deliller gelmiş olan her husus özür sayılır. Hakkında delil gelmeyen hususun bir kıymeti yoktur ve kesinlikle Şer’î özür sayılmaz.

Bu özürler, içinde yer alan bir illetten dolayı değil zatından dolayı özürler olarak sayılmıştır. Çünkü onların özür olduklarına delâlet eden Şer’î delil, onların özür sayılmalarını illetlendirmemiştir. Bilakis bu haliyle özür olarak vasıflandırmıştır, illetlendirmemiştir. Çünkü Şeriat onları yalnızca haklarında geldiği hüküm için özür kılarken illetlendirmemiştir. Bu özürler yalnızca haklarında geldikleri hüküm için has/özel özürdürler, her hüküm için geçerli özür değildirler. Bunun içindir ki mesela körlük cihadı terk etmek için özürdür, namazı terk etmek için özür değildir.

Üstelik bu özürler; hastalık, topallık, yolculuk, unutmak, zorlanma ve hata her ne kadar birer vasıf iseler de, illetlendirme için oldukları anlamını ve illiyet yönü anlamını veren bir vasıf değildir. Onun için buna binaen kıyas yapılmaz. İlliyet için bir sebep olarak da alınmaz. Bundan dolayı hakkında illet hükmü uygulanmaz.

Bunun içindir ki, içinde meşakkat olduğu için yolculuğun illet olduğu söylenemez. Bilakis yolculuk meşakkatli olduğundan dolayı değil, Allah onu öyle illet saydığı için illettir. Bu nedenledir ki yolcu, uçakla yolculuk yapsa bile namazı kısaltabilir. Fakat kısaltma mesafesinin altındaki bir mesafeyi çölde güneşin şiddetli sıcağı altında kat etse de o kimse namazı kısaltamaz. Çünkü meşakkat, kısaltmada hakkında ruhsat verilen özür değildir. Bilakis namazı kısaltmada ruhsat olan özür meşakkat olup olmadığına bakılmaksızın, zatı itibarı ile yolculuktur. Şer’î nâssla hakkında ruhsat verilen diğer özürlerle ilgili durum da böyledir.

Bu açıklamalar ruhsat ve azimetin Şer’an vakıası ve gerçeği açısındandır. Ruhsat ve azimetle amel etme açısından ise durum şudur: Bunlardan birisi ile amel etmek mubahtır. Kişi dilerse azimetle, dilerse ruhsatla amel eder. Çünkü ruhsatın nâssları buna delâlet etmektedir.

Allah’u Teâla şöyle buyurdu: فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لأثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ     “Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[21] فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلا عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ      “Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur.”[22]

Haram olan bir şeyi yemekten doğan günahın kaldırılmasında ruhsat verilmesi onun mubah olması demektir. Yaptığı işten dolayı onun bağışlanması da mubahlıktır.

Allah’u Teâla şöyle dedi:   فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَقْصُرُوا مِنْ الصَّلاةِ       “Namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.”[23]

Buradan, günahın kaldırılması, mubahlık demektir.

Allah’u Teâla şöyle buyurdu: وَمَنْ كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ         “Kim de hasta ve yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun.”[24]   Bu da mubahlıktır.

Böylece ruhsatların delillerin kendileri, vaciblik veya mendubluk hükmünü değil, mubah hükmünü koymaktadır.

Ayrıca Müslim, Hamza b. Amru el-Eslemi’den şu hadisi rivayet etmiştir: Eslemi dedi ki; “Ya Rasulullah, kendimde yolculuk esnasında oruç tutma gücünü buluyorum. Bana bir günah var mı?” Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem  dedi ki: هِيَ رُخْصَةٌ مِنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَمَنْ أَخَذَ بِهَا فَحَسَنٌ وَمَنْ أَحَبَّ أَنْ يَصُومَ فَلا جُنَاحَ عَلَيْهِ     “O, Allah’u Teâla’dan bir ruhsattır. Kim onunla amel ederse iyidir. Kim de oruç tutmak isterse ona bir günah yoktur.”[25]

Ebu Said’den rivayetle dedi ki: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ile birlikte yolculuk yaptık. Oruç tutan vardı, tutmayan vardı. Onlardan kimseyi ayıplamıyordu.”[26]

Bu nâsslar, bu ruhsatın mubah olduğuna, kişinin azimet ve ruhsattan dilediği ile amel etme hakkının olduğuna açıkça delâlet etmektedirler.

Denilebilir ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurdu: إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ أَنْ تُؤْتَى رُخَصُهُ يحب ان تؤتي عزائمه  “Allah, azimetleri ile amel edilmesinden hoşlandığı gibi ruhsatları ile amel edilmesinden de hoşlanır.”[27]   

Bu bir taleptir, ruhsat ve azimetle amelin mendub olduğuna delildir. Zorda kalan kimse, kendisinin ölmesinden korkarsa, ölü etinden yemesi ona vacib olur, yemek istememesi ise haram olur. Boğazına bir şey tıkanıp yutkunamayan kimse, içkiden başka bir içecek bulamıyorsa ölmekten korktuğundan tıkayan şeyi içki ile gidermesi ona vacib olur, içmeyip ölmesi haram olur. Oruçlunun karşılaştığı zorluk onun ölümüne yol açabilecek bir sınıra ulaştığında orucunu bozması üzerine farz olur, oruca devam etmesi haram olur. İşte, bu örnekler ruhsatla amel etmenin farz olduğu durumlardandır. Bunun içindir ki ruhsatla amel etmek bazen farz, bazen mendub ve bazen de mubah olur.”

Buna cevap şudur: Ruhsat hakkındaki izahlar ruhsat olması bakımındandır. Ruhsatın ruhsat olması bakımından hükmü kesinlikle mubahtır. Bunun delili yukarıda geçen delillerdir. Ruhsatın teşrî bakımından hükmü mubahlıktır.

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in   إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ أَنْ تُؤْتَى رُخَصُهُ   “Allah ruhsatları ile amel etmeyi sever” hadisine gelince; bu hadiste ruhsatın mendub oluşuna dair bir delâlet yoktur. Bilakis bu hadis ruhsatın mubahlığına delâlet etmektedir. Çünkü hadis, Allah’u Teâla’nın ruhsatlarla amel edilmesinden hoşlandığını ve azimetlerle amel edilmesinden hoşlandığını açıklamaktadır. Bu açıklama birisini dilediğinden evla kılan bir talep değildir.

Zira hadisin nâssı şöyledir: إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ أَنْ تُؤْتَى رُخَصُهُ يحب ان تؤتي عزائمه  “Allah, azimetleri ile amel edilmesinden hoşlandığı gibi ruhsatları ile amel edilmesinden de hoşlanır.”[28]

Onun için hadiste ruhsatlarla amel etmenin mendub olabileceğine dair bir delâlet yoktur.

Ölü etinin yenilmesi meselesine gelince; “zorda kalan kimse” ifadesi ölecek durumda olan kimse anlamına gelmez. Bilakis mücerret olarak ölüm korkusu “zorda kalma” olarak sayılır. Bu durumda olan kimsenin yemesi ona vacib değil, mubah olur. Fakat yemediğinde ölüm tahakkuk edecek olursa yemekten kaçınması ona haram olur ve bu yiyeceği yemesi vacib olur. Ancak bu ruhsat olduğundan değil bilakis vacib olduğundandır. Şöyle ki: Burada yemekten kaçınmak olan azimetle amel mubahtır. Fakat bu mubah kesin olarak insanın ölmesi olan harama götürüyorsa, “harama götüren vesile de haramdır” Şer’î kaidesine göre haram olur. Böylece bu durumda azimetle amel etmek haram olduğundan ölüm tahakkuku olan arizi bu nedenden dolayı ruhsatla amel etmek vacib olur. Bu durum, ruhsat hükmünden kaynaklanan bir sonuç değildir. Bilakis “Harama vesile olan şey de haramdır” Şer’î kaidesine uyan durumlardan bir durumun varlığından dolayıdır. Üstelik bu durum sadece ruhsata has değil, bütün mubahlar için genel bir husustur. Boğazı tıkanan kimsenin şarap içmesi, ölüm durumunda olan kimsenin orucunu bozması ve başka durumlar da böyledir.

Buna binaen ruhsat, ruhsat olduğundan ve ruhsat olarak teşri kılındığından mubahtır. Ruhsatın terk edilmesi ve azimetle amel edilmesi kesin olarak harama götürüyorsa, mubah haram olur.


[1] İsra: 78

[2] Ebu Davud, K. Salât, 337

[3] Bakara: 185

[4] Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâşim, 1830

[5] Cuma: 9

[6] Cuma: 10

[7] Buhari, K. Şurût, 2527

[8] Buhari, K. Şurût, 2527

[9] Nesei, K. Buyu’, 4532

[10] Buhari, K. Şurût, 2524

[11] Hâkim tahriç etmiştir,

[12] Müslim

[13] Ahmed b.Hanbel tahriç etti,

[14] Ebu Davud tahriç etti,

[15] Tirmizi, K. Ahkâm, 1272

[16] Buhari, K. Buyu’, 2027

[17] Fetih: 17

[18] Bakara: 184

[19] İbni Mace, K. Talâk, 2035

[20] Müslim

[21] Maide: 3

[22] Bakara: 173

[23] Nisa: 101

[24] Bakara: 185

[25] Nesei, K. Sıyâm, 2264

[26] Müslim

[27] Ahmed b. Hanbel, Müs, 5606

[28] Ahmed b. Hanbel, Müs, 5606