2-Vaz’ın Hitabı
Varlık âleminde meydana gelen fiiller hakkında Şâri’nin hitabı
gelip iktiza ve tahyir bakımından fiillerin hükümlerini
açıklamıştır. Ve yine gelen Şâri’nin hitabı, bu hükümlerin
gerçekleşmesi veya tamamlanmasının kendisine bağlı olduğu
hususlardan gerekli olanları da belirlemiştir. Yani Şer’î hükmün
gerektirdiği hususu ortaya koymuştur. Şâri’nin hitabı iktiza ve
tahyir ile geldiği gibi iktiza ve tahyirin gerektirdiği şeyle de
gelmiştir. O da şöyle olmaktadır: Bir hususu sebep veya şart
veya mani veya sahih-batıl veya azimet-ruhsat kılmasıdır. İktiza
ve tahyir hitabı hükümler olarak insanın fiilini çözüme
kavuşturduğuna göre, vaz’în hitabı da bu hükümleri ve
bunlarla ilgili hususları çözüme kavuşturmaktadır. Şu halde
iktiza ve tahyir hitabı insanın fiiline ait hükümlerdir.
Vaz’i hitabı ise, bu hükümlere ait hükümler olup onlara
belirli vasıflar kazandırır. Vaz’în hitabının bu konumda olması
onu insan fiilleri ile alakalı olmaktan çıkartmaz. Çünkü bir
şeyle ilişkili olanla ilişkilendirilen, o şeyle de ilişkilidir.
Buna göre; ızdırrar/zorunluluk hali ölü eti yemenin mubahlığına
sebeptir, günaha düşme korkusu cariye ile nikâhlanmanın
mubahlığına sebeptir, idrarı tutamamak abdestli iken idrarın
çıkması halinde her namaz için abdest yenileme farziyetinin
düşmesine sebeptir, güneşin zevali/tam tepede olması veya
batması veya fecrin doğması bu namazların edası farziyeti için
bir sebeptir. V.b. Bütün bunlar, hükümle ilgili olarak Şâri’nin
hitabından hususlardır. Yani ölü eti yemenin mubahlığı, cariyeyi
nikâhlamanın mubahlığı, idrarın çıkması halinde her namaz için
abdest alma farziyetinin düşmesi namazın edası farziyeti
hükümleriyle ilgili Şâri’nin hitabıdır. Bundan dolayı sebep,
vaz’ın hitabındandır.
Bir tam yılın geçmesi zekâtın farziyetinde şart olması, buluğa
ermek teklifte mutlak bir şart olması, Rasullerin gönderilmesi
sevap ve ikapta şart olması, teslime kudretli olmanın
alış-verişin sıhhatinde şart olması, rüşte ermenin yetimin
malının kendisine teslim edilmesinde şart olması; bütün bunlar
Şâri’nin hükümle ilgili hitabındandır. Bundan dolayı şart,
vaz’ın hitabındandır.
Hayzın; cinsi münasebete, Kabe’yi tavaf etmeye, namazların
farziyetine ve oruç tutmaya engel olması, deliliğin ibadetleri
yapmaya ve tasarruflarda bulunmaya engel olması v.b. nin her
biri hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bundan dolayı
mani vaz’ın hitabındandır.
Ayakta durmaktan aciz hastaya oturarak namaz kılma
ruhsatının/izninin verilmesi, yolcunun Ramazanda orucunu
yemesinin caiz olması, ikra-ı mulci ile zorlanan kimseye küfür
sözlerini söylemesinin caiz olması gibi hususların her birisi de
hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bu hükümler, oturarak
namaz kılmak, Ramazanda oruç tutmamak ve küfür sözlerini
söylemektir. Bundan dolayı ruhsatlar vaz’ın
hitabındandır.
Bu dört husustan da kolayca anlaşılıyor ki; Şâri’nin hitabı
hükmü getirdiği gibi bu hükümle ilgili hususları da getirmiştir.
Namaz sıfatıyla namaz, oruç sıfatı ile oruç, cihad sıfatı ile
cihad gibi genel olarak konulmuş hükümlerden gelen ise; kullar
onunla amel etmeye zorlanırlar. Bu hükümler hakkındaki vaz’in
hitabı, bunların genel olarak konulmuş hükümler olması
bakımından ve kulların onunla amel etmeye zorlanmaları
bakımından vasıflandırılmalarıdır. Bu genel konuluş ve kendisine
zorunlu kılınış “azimet” olarak isimlendirilir. Onun için
azimetler vaz’ın hükümlerindendir. Azimetler ve ruhsatlar aynı
guruptan sayılırlar. Çünkü azimetler asıldır, ruhsatlar ise
azimetlerden bir parçadır. Dolayısıyla azimetler ve
ruhsatlar vaz’ın hitabındandırlar.
Dünyada amelin neticeleri ile alakalı olan hususa gelince;
vaz’ın hitabı bu neticeler bakımından ortaya çıkmaktadır.
Örneğin; rükünlerinin tamamı oluştuğunda namaz sahihtir
deriz, tüm şartları oluştuğunda alış-veriş sahihtir deriz, Şer’î
şartları tamamlandığı zaman şirket sahihtir deriz. Bu, hükmün
konulması bakımından değil, hükmün edası bakımından hüküm için
bir vasıftır. Şâri’ bunu böylece getirmiştir. Ondan dolayı
alış-veriş sahih ve namaz sahih sayılmıştır. Aynı şekilde
alış-veriş “icabtan” yoksun ise veya namazın “rükusu” yoksa veya
şirkette “kabul” yoksa bunlar o zaman batıl sayılırlar.
Bunların batıllığı hükmün teşriisi bakımından değil edası
bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böyle getirmiş ve
onları batıl sayılmıştır. Bu nedenledir ki sıhat
ve butlan/batıllık ikisi birlikte bir guruptur. Çünkü her
ikisi hakkında Şâri’nin hitabı tek bir hükümle ilgilidir, ya
sahihtir, ya batıldır. Çünkü sıhat asıldır, butlan ise sıhat
hükümlerinin neticeleridir. Bu nedenle de sıhat ve
batıllık tek bir guruptur.
İşte vaz’ın hitabı budur. Vaz’ın hitabı hükmün gerektirdiği bir
hususla alakalı olup beş kısma ayrılır: 1-Sebep, 2-Şart,
3-Mani, 4-Sıhat-butlan-fesad, 5-Azimetler-Ruhsatlar.
Sebep, usulcülerin ıstılahında; -hükmün teşrii için
değil- hükmün varlığı için belirleyici olmak üzere semi delilin
delâlet ettiği her açıkça belirlenmiş sıfattır. Güneşin
zevalinin namazın varlığını bildiren bir işaret kılınması gibi.
أَقِمْ الصَّلاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ
“Güneşin batıya dönmesinden ... namaz kıl.”
ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in;
إِذَا زَالَتِ الشَّمْسُ وَيُصَلِّي
“Güneş tam tepeden batıya doğru kaymaya başladığında
namaz kılın.”
hadisi gibi.
Bu ayet ve hadiste geçen “güneşin zevali” o vakit namazının
farziyetine işaret değildir.
Aynı şekilde; فَمَنْ
شَهِدَ مِنْكُمْ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ “İçinizden
kim (Ramazan) ayına şahit olursa oruç tutsun.”
Ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’inصُومُوا
لِرُؤْيَتِهِ “Hilali
görünce oruç tutun.”
hadisi gibi.
Bu ayet ve hadisde “hilalin” görülmesinin Ramazan orucunun
varlığını belirleyici bir işaret kılınması gibi.
Böylece sebep, hükmü vacib kılan değil sadece varlığını
bildirendir. Sebebin vakıası hükmün gerektirdiği bir hikmete
binaen Şer’î hüküm için Şer’an konulan husus olmasıdır. Nisabın
hâsıl olması zekâtın varlığına sebeptir, Şer’î akidler
intifa/yararlanmanın ve mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığına
sebeptir. Zekâtın farziyeti bir hükümdür, nisab
miktarının hâsıl olması ise hükmün varlığını belirtmek
maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan bir husustur. İntifanın
veya mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığı bir hükümdür,
akidler ise bu hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm
için Şer’an konulan husustur. Sebepler, teklif eden tarafından
gelen hükmün varlığını mükellefe bildirmek için Şâri’nin koyduğu
işaretlerdir. Böylece Şâri’ mükellef için Şer’î hükmü koyup
mükellefi onunla sorumlu kılmıştır. Aynı zamanda bu hükmün
varlığına delâlet eden emareler de koymuştur. Bu işaretler ise
Şer’î sebeplerdir. Böylece sebep, bildirmektir, hükmün varlığını
belirleyendir. Sebep, hükmün bizzat kendisini ve sıfatını
belirten değildir. Sebebin anlamı ancak hükmün varlığını
belirleyen olmaktır. Çünkü hükmü farz kılan husus hüküm hakkında
gelen delildir. Delilin delâlet ettiği bu hükmün varlığını
bildiren husus ise sebeptir.
Sebep, illetten farklıdır. Zira illet, hükmün
kendisinden dolayı var olduğu husustur. Hüküm onunla
konulmuştur. Hükmün konuluş sebebidir. İllet hükmün
varlığı için değil teşri/konulması için bir sebeptir. İllet,
hükmün delillerinden bir delildir. Onun durumu hükmün teşriinde
nâssın konumu gibidir. İllet hükmün varlığının işareti değildir.
Bilakis illet, hükmün teşrii için belirleyici bir işarettir.
Bu nedenledir ki cuma namazı vakti, “namazdan alıkoymak” şu
ayetlerden çıkartılmış bir illettir:
إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى
ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ “Cuma günü namaza
çağrıldığınızda alış-verişi bırakıp Allah’ın zikrine koşunuz.”
فَإِذَا قُضِيَتْ الصَّلاةُ
فَانتَشِرُوا فِي الأرْضِ “Namaz
kılındığında yeryüzüne dağılınız.”
Bu ayetlerden çıkartılan; “namazdan alıkoyan husus” cuma
vaktinde alış-verişin haram olması hükmünün kendisinden dolayı
konduğu husustur. Onun için bu sebep değil illettir. Bu,
“güneşin batıya doğru yönelmesi” gibi değildir. Zira, “güneşin
batıya yönelmesi” illet değildir. Çünkü öğle namazı hükmü ondan
dolayı konulmamıştır. Güneşin batıya yönelmesi ancak öğle namazı
hükmünün varlığına işarettir.
Şart; şart koşulan hususun gerektirdiği konuda veya şart
koşulan ilgili hükmün gerektirdiği konuda şart koşulduğu hususu
tamamlayıcı bir vasıftır.
Paranın zekâtında, üzerinden “bir yılın geçmesi” nisab
mülkiyetini tamamlayan bir husustur ve zekâtın farz olabilmesi
için nisab mülkiyetinde aranan bir şarttır. Böylece “bir yılın
geçmesi” şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.
İhsan/sahih bir nikâh ile evlenmiş olmak, evli zina eden erkeğe
recm cezasının uygulanmasında zina eden erkeğin vasfını
tamamlayan bir husustur. İhsan, zina eden erkeğe recm cezasının
vacib olması için gerekli bir şarttır. Buna göre ihsan şart
koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.
Abdest, hükmün gerektirdiği hususta namaz fiilini
tamamlayıcıdır. Namazda abdest şarttır. Abdest şart koşulan bu
meselede hükmün gerektirdiği hususlardandır.
Setrül avret/avret mahallinin örtülmesi, hükmün namaz hakkında
gerektirdiği hususlarda namaz fiilini tamamlayıcıdır. Setrül
avret, namazda şarttır ve hükmün şart koşulan hususta
gerektirdiğindendir. Diğer şartlar da böyledir.
Şart, meşruttan/şart koşulandan başka bir şeydir. Çünkü
şart, meşrutu tamamlayan bir vasıftır. Meşrutun parçalarından
bir parça değildir. Böylelikle şart rükunden farklı
olmaktadır. Çünkü rükun bir şeyin yapısından bir
parçadır. Ondan kopuk değildir. Rükunun şeyden başka olduğu ya
da benzeri olduğu söylenemez. Çünkü rükun, onun parçalarından
bir parçadır. Şartta ise, şeyden başka olmak ve aynı zamanda onu
tamamlayıcı olmak kaçınılmazdır.
Şart, ‘yokluğu yokluğu gerektiren, varlığı ise varlığı
gerektirmeyen husustur’ şeklinde tarif edilmiştir. Bu, netice
bakımından şartı açıklamaktadır. Şartla meşrut ilişkisi, sıfatla
sıfatlanan ilişkisi gibidir ve sıfat olmadığında sıfatlanan
olmaz. Fakat sıfat olduğu halde sıfatlanan olmayabilir. Şart da
böyledir. Taharet olmadığında namaz olmaz. Fakat taharet
bulunmasına rağmen namaz olmayabilir.
Şart sadece teklifi hükme has değildir. Bilakis bazen
teklifi hükümde bazen de vazi hükümde söz konusu olabilir. Zira
bazı şartlar vardır ki teklifi hitaba aittir. Mesela; taharet,
setrül avret, elbisenin temizliği bütün bunlar namazın
şartlarındandır. Bazı şartlar da vardır ki, vaz’ın hitabıyla
ilgilidir. Mesela; zekâtta bir tam yılın geçmesi, zinada recm
için muhsan olma hali, el kesmede malın saklanmış olması hali
şartları sebep için şartlardır.
Bütün bunlar şartlar olarak itibara alındığında şartın tarifine
uygun düşmektedir. Bunların tamamı haklarında delil geldiği için
şer’an şarttırlar. Ancak birinci kategorideki şartlar hüküm için
şarttırlar. İkinci kategorideki şartlar ise hükmün gerektirdiği
hususlarda hüküm için konulan şartlardır.
Alış-veriş, şirket ve vakıf şartları gibi sözleşmelerde yer alan
şartlar da Şer’î şartlar kapsamına girer. Ancak bu şartlar
teklifi hüküm ve vaz’î hüküm şartları gibi değildir. Zira
teklifi hüküm ve vaz’ın hükmü ile ilgili şartlarda bir şartın
şart sayılabilmesi için ona delâlet eden bir Şer’î delilin
bulunması gerekir.
Fakat bu sözleşme şartlarının Şeriatın belirlediği hususlara
ters düşmemesi şart koşulur. Yani Şer’î hükmün ve vaz’î hükmün
şartlarının şart sayılabilmesi için Şer’î delilin ona delâlet
etmesi zorunlu iken sözleşme şartlarında durum böyle değildir.
Sözleşme şartlarını Şeriatın getirmesi zorunluluğu yoktur.
Bilakis sözleşme yapan iki tarafın istedikleri hususu şart
koşmaları caizdir. Fakat sözleşme yapan iki taraf ya da onlardan
birisi Şeriatın belirlediği hususlara ters şart koşmaları caiz
değildir. Şu halde sözleşmelerde şart koşulan şartların Şeriata
muhalif olmamaları zorunludur. Bu şartları Şer’î delilin
getirmiş olması şart koşulmaz.
Bu hususta şu hadisler geçmiştir:
مَا بَالُ رِجَالٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا
لَيْسَتْ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا كَانَ مِنْ شَرْطٍ لَيْسَ فِي
كِتَابِ اللَّهِ فَهُوَ بَاطِلٌ وَإِنْ
كَانَ مِائَةَ شَرْطٍ قَضَاءُ اللَّهِ أَحَقُّ وَشَرْطُ اللَّهِ
أَوْثَقُ
“Bir takım adamlara ne
oluyor ki, Allah’ın Kitabında olmayan şeyleri şart koşuyorlar.
Allah’ın Kitabından olmayan şart batıldır, yüz tane olsa da.
Zira Allah’ın hükmü en doğru olandır. Allah’ın şartı en doğru
olandır.”
“Allah’ın Kitabında olmayan” ifadesinin anlamı, Allah’ın
Kitabında olana muhalif olmasıdır. Yani Allah’ın hükmünde olması
ve hükmünün gereğince olması değildir. Çünkü Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şartların koşulmasına
mutlak/sınır getirmeksizin izin vermiştir. Allah’ın hükmüne
muhalif olanın ise batıl olduğunu açıklamıştır. Böylece
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem “Allah’ın
Kitabında olmayanı” olumsuz sayarken şartların koşulmasını
nehyetmemiştir. Zira Allah’ın Kitabında olmayanı olumsuz
saymanın manası, Allah’ın Kitabında olana muhalif olanı olumsuz
saymaktır.
Yukarıda geçen hadisin metni Buhari’de şöyledir:
“Aişe RadıyAllah’u Anha’dan: Dedi ki; Berire
bana gelip şöyle dedi: “Her yıl bir ukiye ödemem koşuluyla
sahibimle dokuz ukiye üzerine anlaştım (mukatebe anlaşması
yaptım). Bana yardımcı ol.” Aişe RadıyAllah’u Anha
dedi ki; “Eğer sahibin razı olursa onlara bunu hazırlarım,
velayetin de bana ait olur.” Berire gitti ve bu teklifi onlara
anlattı. Onlar bunu reddetti. Berire onlardan ayrılıp Aişe
RadıyAllah’u Anha’nın yanına döndü. O esnada Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem oturuyordu. Berire dedi
ki; “O teklifi onlara anlattım. Fakat onlar bunu reddettiler ve
velayet hakkının kendilerinde saklı kalmasını şart koştular.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bunu işitti.
Aişe RadıyAllah’u Anha’da durumu ona anlattı. Bunun
üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Aişe
RadıyAllah’u Anha’ya şöyle dedi:
خُذِيهَا وَاشْتَرِطِي لَهُمُ الْوَلاءَ
فَإِنَّمَا الْوَلاءُ لِمَنْ أَعْتَقَ فَفَعَلَتْ عَائِشَةُ ثُمَّ
قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي
النَّاسِ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ ٍ ...
“Onu al ve onlara velayeti şart koş. Zira velayet
köleyi azad edene aittir.” Aişe RadıyAllah’u Anha
öyle yaptı. Sonra Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
kalkıp insanların arasına gitti. Allah’a hamd ve senadan
sonra... (yukarıda geçen hadisi okudu).”
Bu da gösteriyor ki; yasaklanan şey Allah’ın Kitabında ve
Rasulü’nün Sünnetinde var olana muhalif şart koşmaktır. Yoksa bu
hadis, şartın Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde yer
alması gerekliliğine delâlet etmemektedir.
Buna binaen sözleşme şartlarında Şeriatın nâsslarında herhangi
bir nâssa muhalif olmayarak veya Şer’î delili olan herhangi bir
Şer’î hükme muhalif olmayarak Şeriata muhalif olmamaları şart
koşulur.
Mesela; Şeriat velâ hakkını köleyi azad eden kimseye tanımıştır.
Bu durumda köle satışında velâ hakkını şart koşmak doğru olmaz.
Zira şart geçersizdir, dikkate alınmaz ve satış sahih olur.
Mesela; ‘Bu şeyi sana peşin olarak 1000’e, veresiye olarak da
2000’e sattım” demen sahih değildir. Zira bu satış tek satıştır
ve içerisinde birbirinden farklı maksatlı iki şarta yer
vermektedir. Bu şart batıldır ve bu nedenle satış da batıldır.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurmaktadır: لا يَحِلُّ
سَلَفٌ وَبَيْعٌ وَلا شَرْطَانِ فِي بَيْعٍ “Borç
ve satışı bir arada bulundurmak ve aynı satışta iki şart helâl
değildir.”
Mesela; Bir kişi başka birisine mal satarken bu malı başkasına
satmamasını şart koşarsa, buradaki şart geçersizdir, dikkate
alınmaz, alış-veriş sahihtir. Çünkü bu şart akdin gereğine ters
düşmektedir. Akdin gereği ise satılan malın mülkiyetine ve
tasarrufuna sahip olmaktır. Bu durumda şart Şer’î hükme muhalif
olur.
Böylece, Şeriata muhalif olan şartlar kesinlikle dikkate
alınmazlar. İster Şer’î bir nâssa muhalif olsunlar, ister ise
Şeriatın getirdiği Şer’î bir hükme ya da vaz’ın hükümlerinden
bir hükme muhalif olsunlar, fark etmez.
Şu kesin bir husustur ki; Allah’ın Kitabında yer alan bir hususa
veya Şer’î bir hükme ters olmadığı müddetçe Şeriat Müslümanlara
sözleşmelerde dilediği şartları koymasını mubah kılmıştır. Bu,
Berire’nin durumu ile ilgili olarak gelen Aişe RadıyAllah’u
Anha hadisinde yer almaktadır.
Buhari’nin rivayetlerinden birisinde Aişe RadıyAllah’u Anha’ya
şöyle demektedir:
اشْتَرِيهَا فَأَعْتِقِيهَا وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا
“Onu satın al, onu azad et ve diledikleri şeyleri
şart koşsunlar.”
Bu teyid, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu; وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا
“Dilediklerini şart koşsunlar” sözünde açıkça yer
almaktadır. Bu ifade, şartlardan dilediğini şart koşmasının
mubah olduğunu gösterir. Bunu Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem şöyle diyerek teyid etmektedir:
والمسلمون عند شروطهم
“Müslümanlar şartları yanındadırlar.”
Yani Müslümanların koydukları
şartlar anlamındadır. Zira burada şart Müslümanlara izafe
edilmiştir.
Ayrıca, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
sözleşmelerde Allah’ın Kitabında yer almayan şartların şart
koşulmasını ikrar etmiştir.
Müslim, Cabir’den rivayet ettiğine göre: “O kendisine ait bir
devesi ile yolculuk yapmaktaydı. Güçten kesilince onu serbest
bırakmak istedi. Dedi ki: “Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem bana yetişti ve bana dua etti. Deveye vurdu.
Bunun üzerine deve misli görülmemiş biçimde hızlı hızlı yürümeye
başladı. Sonra bana; “Onu bana sat.” dedi.
Ben de onu sattım. Yükünü istisna ettim.”
Bu hadiste yer alan “yükünü istisna etmek”, satışta bir şart
koşmaktır.
Süfeyne Ebu Abdurrahman’dan rivayette dedi ki: “Ümmü Seleme
beni, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
hizmet etmem koşuluyla azad etti.”
Bir başka lafızda ise şöyle dedi: “Ben Ümmü Seleme’nin
kölesiydim. Dedi ki: Seni yaşadığın müddetçe Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmen koşuluyla azad
ediyorum. Dedim ki: Bana şart koşmamış olsan bile ben yaşadığım
müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
ayrılmam. Bunun üzerine beni şart koşarak azad etti.”
İşte böylece şartlarını insanların koştuğu, şartları Şeriat
tarafından belirlenmemiş birçok olay hâsıl olmuştur. Ancak
konulan her şartın Allah’ın Kitabı’na ve Şeriatın hükümlerinden
herhangi bir hükme muhalif olmaması kaydı vardır. Şartta helalı
haram, haramı helâl kılmaması şartı vardır.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurdu: وَالْمُسْلِمُونَ
عَلَى شُرُوطِهِمْ إِلا شَرْطًا حَرَّمَ حَلالاً أَوْ أَحَلَّ
حَرَامًا “Helalı haram, haramı helâl
kılan şart dışında Müslümanlar şartları üzeredirler.”
Mani; hükmün manisi olur, sebebin manisi olur.
Hükmün manisi; varlığı, hükmün gerektirdiğinin aksini
zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; düşmanca
kasıtlı öldürme, katil çocuk için babasının mirasına mani’dir.
Hâlbuki evlatlık, mirası gerektirir.
Sebebin manisi; varlığı, sebebin gerektirdiğinin aksini
zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; nisab
miktarını tamamlamış olmasına ve borç üzerinden tam bir yılın
geçmesine rağmen borç, zekâtın vacib olmasına manidir.
Borç, tamamlanan sebep olan nisabın varlığına mani’dir. Zira
nisab (sebep) üzerinden tam bir yılın geçmesi ile zekâtın
farziyetini gerektirmektedir. Borç (mani’), sebebin
gerektirdiğinin aksini gerektirmektedir. Yani nisab olmasına ve
üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen zekâtın farz olmamasını
gerektirmektedir. Sebebe mani’ olan borç ise, olduğunda nisabı
azaltan çok borçtur.
Mani’ler iki kısma ayrılırlar: Birincisi; hem talebi hem
de edayı engelleyenlerdir. İkincisi ise; talebe mani olurken,
edaya mani olmaz.
Birincisi; uyumakla veya delirmekle aklın gitmesi gibi
hem talebi hem de edasını engelleyen manidir. Bu tür mani,
namaz, oruç, alış-veriş gibi hükümlerin hem talebini hem de
edasını engeller. Zira bu aslı itibarı ile talebe engeldir.
Çünkü akıl, mükellefin fiilleri ile ilgili hitapla alakalı
olduğundan şarttır. Çünkü akıl, teklifin dayanağıdır.
Hayız ve nifas da bu tür engeldendir. Hayız ve nifas, namaza,
oruca, mescide girmeye engeldir. Hem edası yönünden hem de
talebin aslından dolayı engeldir. Çünkü hayızdan ve nifastan
temizlenmiş olmak, namaz kılmak, oruç tutmak ve mescide girmek
için şarttır.
Aklın gitmişliğinin varlığı, hayız ve nifastan birisinin varlığı
hem talebe hem de edasına mani’dir.
Talebi engelleyip edasını engellemeyen hususlara gelince; Cuma
namazı açısından dişilik, oruç açısından ise buluğa ermek gibi
hususlardır. Dişilik Cuma namazı talebine engeldir. Çocuk olmak
ise namaz ve oruç talebine engeldir. Çünkü Cuma namazı kadına
farz değildir. Namaz ve oruç çocuğa farz değildir. Fakat kadın
Cuma namazını kılarsa, çocuk namaz ve oruç tutarsa sahih olur.
Çünkü buradaki mani’, talepten mani’dir, edadan mani’ değildir.
Aynı şekilde yolculuk oruç talebine ve namazların tamamlanması
talebine mani’dir. Fakat yolcu oruç tutup, namazını kısaltmayıp
tamamlarsa caizdir. Çünkü burada mani’ talebe mani’dir, edaya
mani’ değildir. Ruhsat sebeblerinin tamamı böyledir. Talebe
mani’dirler edaya mani’ değildirler.
Sıhat; Şâri’nin emrine uygunluktur. “Sıhat” kelimesi ile
amelin dünyadaki neticelerinin gerektirdiği hususlar kast
edilir. Aynı şekilde bu ifade ile amelin ahiretteki sonuçları da
kast edilir.
Namazın rükünleri ve şartları namaz kılan tarafından eda
edilmesi durumunda namaz sahih olur. O halde mükellefin
borçtan, sorumluluktan kurtulması ve hükmün düşmesi anlamında
“namaz sahihtir” dersin.
Alış-verişin tüm şartları ile yapılması durumunda alış-veriş
sahih olur. Mülkiyetin Şer’an gerçekleşmesi, mülk edinilende
tasarruf ve faydalanma mubahlığının sağlanmış olması anlamında
“alış-veriş sahihtir” dersin.
Bunlar amelin dünyadaki neticeleri açısındandır. Amelin
ahiretteki neticeleri açısından ise; namazın ahirette sevap
kazandıracağı ümidi anlamında “bu namaz sahihtir” dersin.
Alış-veriş ile ilgili olarak ise; Şâri’nin emrine bağlanmaya
niyet etmek, alış-verişin emir ve nehyin gereğine göre olmasını
kast etmek sevabı gerektirdiğinden “bu alış-veriş sahihtir”
dersin. Zira bu niyet ve kasıtla yapılan amele, Allah’ın hükmü
ile kayıtlı olmaya ve ona bağlanmaya binaen ahirette sevap
beklenir.
Ancak amelin neticesinin ahiretteki gerektirdiği hususlar,
sadece ibadetlerde dikkate alınmaktadır. İbadetler dışında kalan
hususlarda ise genelde dikkate alınmazlar. Amelin neticelerinin
ahiretteki gerektirdiğinin dikkate alınması, namaz, oruç, hac
v.b. ibadet kapsamına giren konularda sınırlandırıldığı,
muamelatta, doğruluk gibi, ahlakla ilgili hükümlerde ve ukubatta
dikkate alınmadığı gözlemlenmektedir.
Sıhatle ilgili olarak ağırlıklı kanaat budur. Bunun içindir ki
sıhatle ilgili olarak çoğunlukla dönüp dolaşan husus, zimmetten
kurtarması, sorumluluğun yerine getirilmesi bakımından amelin
neticelerinin dünyadaki sonuçlarıdır.
Fakat ibadetler dışında kalan konularda sıhatten murad
helâl olmasıdır, “butlandan”/batıllıktan maksad ise, haram
olmasıdır. Muamelatta “sıhat”, helâl anlamına gelir. Yani
faydalanmanın mubah olmasıdır. “Butlan” ise haram anlamına
gelir, yani faydalanmanın haram olmasıdır. Haramlılık ise hem
dünyada hem de ahirette cezayı gerektirir. Kim bir batıl
sözleşme ile bir mal sahibi olursa, bu mal haram olur ve faili
ahirette cezaya müstahak olur.
“Butlana” gelince;
butlan sıhatın karşıtıdır. Şâri’nin emrine uygun olmamaktır.
Butlan kelimesi ile amellerin neticelerinin dünyada müspet
bir sonuç gerektirmemesi, ahirette ise azabı gerektirmesi kast
edilir. Amelin mükafat dışı olması, zimmetten kurtulmamak,
sorumluluğun yerine getirilmemesi ve hükmün düşürülmemesi
anlamına gelir. Rükünlerinden birisi terk edildiğinde namaz
batıl olur. Sıhat şartlarından birisini kaybettiği zaman şirket
batıl olur. Örneğin; mudarib ortak sıfatı ile iki kişi bankaya
para koyuyorlar sonra da bankadaki parayı kullanarak ticaret
yapması için vekil tayin ediyorlar. Kazanç aralarında eşit
oluyor. Bu şirket batıldır. Çünkü emek ortaklığı üzerinde icab
ve kabul gerçekleşmediğinden şirket oluşmamıştır. Emek ortaklığı
üzerinde icab ve kabulün gerçekleşmesi, şirket sözleşmesinin
tamamlanmasının şartıdır. Onun için bu şirket batıldır, vekilin
tasarrufu da batıldır. Çünkü mudarib ortak bu niteliği ile ortak
kabul edildiğinden tasarrufta bulunma ve vekil tayin etme
hakkına sahip değildir. Bu nedenle de sözleşme batıldır. Bu
sözleşme tıpkı gebe devenin karnındaki yavrunun satılması gibi
yasaklanmış satışa benzemektedir.
Butlan, malın mülkiyetinden faydalanmayı haram kılar ve ahirette
de cezayı gerektirir. Bunun içindir ki dünyada sonuçları olduğu
gibi bu sonuçlar gereğince ahirette de sonuçları vardır.
“Fesad” ise, butlandan farklıdır. Çünkü butlan, aslı
bakımından Şâri’nin emrine uygun olmamaktadır. Yani gebe devenin
karnındaki yavrunun satılması gibi aslının yasak olması ya da
fiilin aslını tümden ihlal eden şartı ihtiva etmesidir. Fesad
ise, böyle değildir. Fesad aslı itibarı ile Şâri’nin
emrine uygundur, fakat niteliği, -aslı ihlal etmemekle beraber-
Şâri’nin emrine muhaliftir. İbadetlerde fesadın varlığı
düşünülmez. Çünkü ibadetlerin şartları ve rükünleri
incelendiğinde tamamının asılla alakalı olduğu görülür.
Fesadın varlığı ancak muamelatta ve sözleşmelerde düşünülebilir.
Örneğin gebe devenin karnındaki yavrunun satılması esası itibarı
ile batıldır. Bunun hilafına bir durum olan, şehirlinin bedeviye
yaptığı satış ise, bedevinin fiyat hakkındaki bilgisizliği
nedeni ile fasiddir. Bu durumda bedevi pazar fiyatını
gördüğünde bu satışı kabullenme veya feshetme hakkı vardır.
Örneğin; anonim şirket esası itibarı ile batıldır. Çünkü anonim
şirket, emek ortağı kabulünden yoksundur. Bu ise asıl ile
alakalı bir şartın yoksun olması demektir. Ortakların malı
hakkında bilgisizliğin söz konusu olduğu şirkette ise durum
böyle değildir. Bu şirket fasiddir. Mal bilindiği zaman şirket
sahih olur. Veya ortakların malı beyan etmeleri gerekir ve
böylece şirket tamam olur.
Azimet, hükümlerden genel olarak konulan ve kendisi ile
amel edilmesinde kulları bağlayıcı olan husustur.
Ruhsat ise, azimet hükmü baki kalmak sureti ile bir
özürden dolayı azimeti hafifletmek için konulan hükümlerdendir
ve kendisi ile amel etmede kulları bağlayıcı değildir.
Örneğin oruç tutmak azimettir, hastanın oruç tutmaması ise
ruhsattır. Abdestte azaların yıkanması azimettir. Yaralı veya
kırık bir uzvun meshedilmesi ise ruhsattır. Namazın ayakta
kılınması azimettir. Acziyet halinde oturarak namaz kılmak ise
ruhsattır.
Azimet genel olarak konulan husustur. Mükelleflerden
yalnızca bir kısmına tahsis edilmez. Azimetle amel etmekle başka
bir şey ile amel etmek arasında seçenek de yoktur. Sadece
kendisi ile amel edilmede bağlayıcıdır.
Ruhsat ise bir özürden dolayı aniden ortaya çıkan
durumlarla ilgili olarak konulan husustur. Özür bulunduğu sürece
ruhsat geçerlidir. Özür ortadan kalktığında geçerli değildir.
Ruhsat yalnızca bu özürlü mükelleflere hastır.
Buna göre, bir nâssın genelliğinde istisna edilen hüküm ruhsat
sayılmaz, bilakis o azimettir. Aynı şekilde bazı durumlara
tahsis edilen hüküm de ruhsat değil, azimettir. Çünkü bu
durumlar özür değildir
Örneğin, kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Kocası
ölen hamile bir kadının iddeti ise, doğum yapıncaya kadardır. Bu
hüküm, nâssın genelliğinden istisna edilmiştir. Böylece ruhsat
olmaz.
Aynı şekilde bir satış, şartlarına sahipse ve yasaklanan bir
satış değilse sahihtir. Fakat sahtekârlık yoluyla yapılan satış,
şartlarını bünyesinde taşıyor olsa da fasid bir satıştır. Sahibi
bu satışta serbesttir. Fakat bu ruhsat değildir.
Tamamen teslim alınmamış bir şeyin satışı batıldır. Henüz teslim
alınmamış hayvanın satışı ise sahihtir. Fakat bu ruhsat
değildir. Bu nedenledir ki selem/para peşin, mal veresiye olan
satış, araya satışı/taze hurmanın dalında iken tahmin yoluyla
satılması, müsakata/bağ-bahçenin sulanıp bakımının yapılmasına
mukabil ürünün belli bir miktarına sahip olma v.b. sözleşmeler
azimettirler, ruhsat değildirler.
Aynı şekilde bütün mubahlar azimettirler, ruhsat değildirler.
Buna göre “kulları kendisi ile amel edilmesinde bağlayıcı
olmasından” murad, ister vacib, ister mendup, ister mubah, ister
haram veya mekruh olsun hüküm gereğince amel etmektir. Görmez
misin ki; ölü eti yemek haramdır. Ve zaruret halinde olan
kimsenin yemesi ise caizdir. Bu ise ruhsattır. Dolayısıyla
amelin kendisi yapılmamış, hükümle amel edilmiş olur.
Araya hakkında Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu hadisine gelince:
ارَخَص فِي الْعَرَايَا
“Araya hakkında size ruhsat veriyorum.”
Bu ifade ile kast olunan; sözlük anlamıdır, ‘o size kolay
kılınmıştır’ demektir. Allah’ın insanlar için kolaylaştırmış
olduğu tüm sözleşmeler böyledir. Bunlar azimettirler. Bu tür
sözleşmeler, özür gittiği zaman istisna edilen hususu da
gideren, bir özürden dolayı yasak olan bir asıldan istisna
edilmemişlerdir. Bilakis bu tür sözleşmeler, kullara kolaylık
olarak meşru kılınmıştır. Teşriileri geneldir ve süreklidir.
Fakat ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya meşakkatle
ayakta duran kimse namazı oturarak kılar. Rükünlerinden birisi
eksik olsa da o kişi ayakta durmaya zorlanmaz. Bu bir ruhsattır.
Bu durumda çocuklarına yedirmek için ağaçlarında taze hurmaları
tahmin yoluyla satın alan kimsenin durumu arasında fark vardır.
Çünkü ikinci durum ruhsat değildir. Çünkü bu ikinci durum
özürden dolayı istisna edilmemiştir. Bilakis yaş ve kuru
hurmanın karışık olarak satılmasının caiz olduğu bir haldir. Bu
her ne kadar istisna kılınmış bir hal olsa da bir özürden dolayı
konulmadı ki ruhsat olsun. Bu ancak insanlara kolaylık olarak
konulmuştur. İnsanlara kolaylık olarak konulan hususlardandır,
özürlerden dolayı değildir. Dolayısıyla ruhsat değildir.
Ruhsatın Şeriata göre ruhsat sayılabilmesi için ona
delâlet eden bir Şer’î delilin olması kaçınılmazdır. Ona delâlet
eden bir Şer’î delil yoksa o ruhsat sayılmaz. Zira ruhsat
Allah’ın bir özürden dolayı koymuş olduğu bir hükümdür. Özür
ise hükmün konuluş sebebidir. Dolayısıyla özüre delâlet eden bir
Şer’î delilin olması da kaçınılmazdır. Diğer taraftan ruhsat da
Şer’î sebeplerdendir. Bizzat kendisi vaz’ın hükümlerinden bir
hükümdür. Ruhsat, Şâri’nin kulların fiilleriyle ilgili vaz’i
hitabıdır. Madem ki o Şâri’nin hitabıdır, o halde ona delâlet
eden bir Şer’î delilin olması da kaçınılmazdır.
Körlük, topallık ve hastalık cihada katılmama konusunda
özürlerdir.
Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
لَيْسَ عَلَى الأعْمَى حَرَجٌ وَلا عَلَى
الأعْرَجِ حَرَجٌ وَلا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ
“Köre vebal yoktur, topala vebal yoktur, hastaya da vebal
yoktur.”
Yolculuk, Ramazan’da orucu bozmaya bir özürdür.
Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى
سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ “Sizden her
kim hasta ya da yolcu olursa, o günler sayısınca başka günlerde
oruç tutsun.”
Unutma, hata, zorlanma; sahibi bir harama düştüğünde günahı
kaldıran özürlerdir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurdu: إن الله وضع عَنْ
أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ
“Ümmetimden hata, unutma ve üzerinde zorlandıkları
hususlar (dan dolayı hesaba çekilme) kaldırıldı.”
Hakkında bilgisi olmadığı bir konudaki cehalet özür sayılır.
Çünkü Muaviye b. el-Hakem namazdayken aksıran birisine;
“yerhamukeAllah” diye cevap verdi. Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem bunu işitti. O namaz bittikten sonra
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem namazda
konuşmanın namazı bozduğunu ona öğretti. Zira ona şöyle dedi:
إِنَّ هَذِهِ الصَّلَاةَ لَا
يَصْلُحُ فِيهَا شَيْءٌ مِنْ كَلَامِ النَّاسِ إِنَّمَا هُوَ
التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ وَقِرَاءَةُ الْقُرْآنِ
“Namazda insan sözünden bir şeyin
olması doğru olmaz. Onda sadece tesbih, tekbir ve Kur’an
okunması olur.”
Fakat namazı iade etmesini ona emretmedi.
Bunlar, haklarında Şer’î delil var olduğundan özür sayılırlar.
Bunun gibi belirli hükümlere ait belirli özürler olduğuna dair
hakkında deliller gelmiş olan her husus özür sayılır. Hakkında
delil gelmeyen hususun bir kıymeti yoktur ve kesinlikle Şer’î
özür sayılmaz.
Bu özürler, içinde yer alan bir illetten dolayı değil zatından
dolayı özürler olarak sayılmıştır. Çünkü onların özür
olduklarına delâlet eden Şer’î delil, onların özür sayılmalarını
illetlendirmemiştir. Bilakis bu haliyle özür olarak
vasıflandırmıştır, illetlendirmemiştir. Çünkü Şeriat onları
yalnızca haklarında geldiği hüküm için özür kılarken
illetlendirmemiştir. Bu özürler yalnızca haklarında geldikleri
hüküm için has/özel özürdürler, her hüküm için geçerli özür
değildirler. Bunun içindir ki mesela körlük cihadı terk etmek
için özürdür, namazı terk etmek için özür değildir.
Üstelik bu özürler; hastalık, topallık, yolculuk, unutmak,
zorlanma ve hata her ne kadar birer vasıf iseler de,
illetlendirme için oldukları anlamını ve illiyet yönü anlamını
veren bir vasıf değildir. Onun için buna binaen kıyas yapılmaz.
İlliyet için bir sebep olarak da alınmaz. Bundan dolayı hakkında
illet hükmü uygulanmaz.
Bunun içindir ki, içinde meşakkat olduğu için yolculuğun illet
olduğu söylenemez. Bilakis yolculuk meşakkatli olduğundan dolayı
değil, Allah onu öyle illet saydığı için illettir. Bu nedenledir
ki yolcu, uçakla yolculuk yapsa bile namazı kısaltabilir. Fakat
kısaltma mesafesinin altındaki bir mesafeyi çölde güneşin
şiddetli sıcağı altında kat etse de o kimse namazı kısaltamaz.
Çünkü meşakkat, kısaltmada hakkında ruhsat verilen özür
değildir. Bilakis namazı kısaltmada ruhsat olan özür meşakkat
olup olmadığına bakılmaksızın, zatı itibarı ile yolculuktur.
Şer’î nâssla hakkında ruhsat verilen diğer özürlerle ilgili
durum da böyledir.
Bu açıklamalar ruhsat ve azimetin Şer’an vakıası ve gerçeği
açısındandır. Ruhsat ve azimetle amel etme açısından ise durum
şudur: Bunlardan birisi ile amel etmek mubahtır. Kişi dilerse
azimetle, dilerse ruhsatla amel eder. Çünkü ruhsatın nâssları
buna delâlet etmektedir.
Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ
مُتَجَانِفٍ لأثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara
düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.”
فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ
وَلا عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ “Her kim bunlardan
yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi
aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur.”
Haram olan bir şeyi yemekten doğan günahın kaldırılmasında
ruhsat verilmesi onun mubah olması demektir. Yaptığı işten
dolayı onun bağışlanması da mubahlıktır.
Allah’u Teâla şöyle dedi: فَلَيْسَ
عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَقْصُرُوا مِنْ الصَّلاةِ
“Namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.”
Buradan, günahın kaldırılması, mubahlık demektir.
Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
وَمَنْ كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ
فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ “Kim de
hasta ve yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer
günlerde tutsun.”
Bu da mubahlıktır.
Böylece ruhsatların delillerin kendileri, vaciblik veya
mendubluk hükmünü değil, mubah hükmünü koymaktadır.
Ayrıca Müslim, Hamza b. Amru el-Eslemi’den şu hadisi rivayet
etmiştir: “Eslemi dedi ki; “Ya Rasulullah, kendimde
yolculuk esnasında oruç tutma gücünü buluyorum. Bana bir günah
var mı?” Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem dedi ki: هِيَ
رُخْصَةٌ مِنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَمَنْ أَخَذَ بِهَا فَحَسَنٌ
وَمَنْ أَحَبَّ أَنْ يَصُومَ فَلا جُنَاحَ عَلَيْهِ
“O, Allah’u Teâla’dan bir ruhsattır. Kim onunla amel ederse
iyidir. Kim de oruç tutmak isterse ona bir günah yoktur.”
Ebu Said’den rivayetle dedi ki: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ile birlikte yolculuk yaptık.
Oruç tutan vardı, tutmayan vardı. Onlardan kimseyi ayıplamıyordu.”
Bu nâsslar, bu ruhsatın mubah olduğuna, kişinin azimet ve
ruhsattan dilediği ile amel etme hakkının olduğuna açıkça
delâlet etmektedirler.
Denilebilir ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
şöyle buyurdu: إِنَّ اللَّهَ
يُحِبُّ أَنْ تُؤْتَى رُخَصُهُ يحب ان تؤتي عزائمه
“Allah, azimetleri ile amel edilmesinden hoşlandığı
gibi ruhsatları ile amel edilmesinden de hoşlanır.”
Bu bir taleptir, ruhsat ve azimetle amelin mendub olduğuna
delildir. Zorda kalan kimse, kendisinin ölmesinden korkarsa, ölü
etinden yemesi ona vacib olur, yemek istememesi ise haram olur.
Boğazına bir şey tıkanıp yutkunamayan kimse, içkiden başka bir
içecek bulamıyorsa ölmekten korktuğundan tıkayan şeyi içki ile
gidermesi ona vacib olur, içmeyip ölmesi haram olur. Oruçlunun
karşılaştığı zorluk onun ölümüne yol açabilecek bir sınıra
ulaştığında orucunu bozması üzerine farz olur, oruca devam
etmesi haram olur. İşte, bu örnekler ruhsatla amel etmenin farz
olduğu durumlardandır. Bunun içindir ki ruhsatla amel etmek
bazen farz, bazen mendub ve bazen de mubah olur.”
Buna cevap şudur: Ruhsat hakkındaki izahlar ruhsat olması
bakımındandır. Ruhsatın ruhsat olması bakımından hükmü
kesinlikle mubahtır. Bunun delili yukarıda geçen delillerdir.
Ruhsatın teşrî bakımından hükmü mubahlıktır.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ أَنْ تُؤْتَى
رُخَصُهُ “Allah ruhsatları ile amel
etmeyi sever” hadisine gelince; bu hadiste ruhsatın mendub
oluşuna dair bir delâlet yoktur. Bilakis bu hadis ruhsatın
mubahlığına delâlet etmektedir. Çünkü hadis, Allah’u Teâla’nın
ruhsatlarla amel edilmesinden hoşlandığını ve azimetlerle amel
edilmesinden hoşlandığını açıklamaktadır. Bu açıklama birisini
dilediğinden evla kılan bir talep değildir.
Zira hadisin nâssı şöyledir:
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ أَنْ تُؤْتَى رُخَصُهُ يحب ان تؤتي عزائمه
“Allah, azimetleri ile amel edilmesinden hoşlandığı
gibi ruhsatları ile amel edilmesinden de hoşlanır.”
Onun için hadiste ruhsatlarla amel etmenin mendub olabileceğine
dair bir delâlet yoktur.
Ölü etinin yenilmesi meselesine gelince; “zorda kalan kimse”
ifadesi ölecek durumda olan kimse anlamına gelmez. Bilakis
mücerret olarak ölüm korkusu “zorda kalma” olarak sayılır. Bu
durumda olan kimsenin yemesi ona vacib değil, mubah olur. Fakat
yemediğinde ölüm tahakkuk edecek olursa yemekten kaçınması ona
haram olur ve bu yiyeceği yemesi vacib olur. Ancak bu ruhsat
olduğundan değil bilakis vacib olduğundandır. Şöyle ki: Burada
yemekten kaçınmak olan azimetle amel mubahtır. Fakat bu mubah
kesin olarak insanın ölmesi olan harama götürüyorsa, “harama
götüren vesile de haramdır” Şer’î kaidesine göre haram olur.
Böylece bu durumda azimetle amel etmek haram olduğundan ölüm
tahakkuku olan arizi bu nedenden dolayı ruhsatla amel etmek
vacib olur. Bu durum, ruhsat hükmünden kaynaklanan bir sonuç
değildir. Bilakis “Harama vesile olan şey de haramdır” Şer’î
kaidesine uyan durumlardan bir durumun varlığından dolayıdır.
Üstelik bu durum sadece ruhsata has değil, bütün mubahlar için
genel bir husustur. Boğazı tıkanan kimsenin şarap içmesi, ölüm
durumunda olan kimsenin orucunu bozması ve başka durumlar da
böyledir.
Buna binaen ruhsat, ruhsat olduğundan ve ruhsat olarak teşri
kılındığından mubahtır. Ruhsatın terk edilmesi ve azimetle amel
edilmesi kesin olarak harama götürüyorsa, mubah haram olur.