Delil; sözlükte yol gösteren anlamına gelir. “Delil”
kelimesi bazen içinde delâlet ve irşadı bulunduran şey hakkında
kullanılır ki, fakihlerin tarifinde delil olarak isimlendirilen
şey de budur. Usul âlimleri delili şöyle tarif
etmişlerdir: “Kendisine sahih olarak bakmakla matlubi haberiyeyi/haberle
talep edileni bilmeye ulaşmayı mümkün kılan şeydir.” Bir başka
ifade ile delil; hakkında araştırma yapılanın bir Şer’î
hüküm olduğuna dair hüccet olarak alınandır.
Her Şer’î delil, hükme ya kati olarak ya da zanni olarak
delâlet eder. Kur'an ve mütevatir hadis gibi katî bir delille katî
olarak delâlet ediyorsa delâleti katî olur ve dikkate alınmasında
şüphe olunmaz. Kur'an ve mütevatir hadis gibi aslı katî delil olup
delâleti zanni ise yine muteberdir. Eğer delilin aslı haberi ahad
gibi zanni ise tespit edilmesi/araştırılması gerekir. Sözün
doğrudan kabul edilmesi doğru olmaz. Haberin tespitinden kasıt,
hükme delil olarak kabul edilmeden önce sahih olup olmadığına
bakmaktır. Eğer sahih ise zanni olmasına rağmen kabul edilir.
Çünkü kaynağı güvenilir olan ahad haber, her ne kadar kaynağı
itibarı ile kesinlik kazanmamış olsa da hüccet sayılır. Tespit ise
onun Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den çıktığına
dair güveni ve sağlamlığını bilmek içindir.
Şer’î deliller iki türdür: Birincisi sadece nakle aittir,
sadece nâssla ilgilidir. Yani nâssın lafızları bu lafızların
mantukunun ve mefhumunun delâlet ettiği hususla ilgilidir.
İkincisi ise yalnızca reyle ilgili delildir ki o, nâssın
anlaşılmasıyla yani Şer’î illetle ilgilidir. Sadece nakil olanlar
Kitap, Sünnet ve Sahabenin İcmaıdır ki onlar
anlaşılmaya ve incelemeye muhtaçtır. Rey ise kıyastır. O da
Şer’î nâssın kendisine delalet ettiği Şer’î illete muhtaçtır.
Şer’î delil, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
tarafından gelmiş olmadıkça Şer’î delil sayılmaz. Bu delilin
gelişi ya nâssla olur ya da nâss ona delâlet eder ki o da aynı
zamanda nâssla bağlantılıdır. Böyle olmadığında Şer’î delil
sayılmaz.
Nâss, kesin olarak delildir. İster lafzı ve manasıyla vahiy
ile inen –ki o Kur'an’dır-
tilavet olunan nâss olsun, ister ise manası vahiyle gelen ve
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kendi
sözüyle, fiiliyle veya sükûtu ile ifade ettiği –ki o Sünnettir-
tilavet olunmayan nâss olsun fark etmez.
Nâssın delâlet ettiği hususa gelince; o şeyin delâleti aynı nâssla
bağlantılı olduğundan –ki o Sahabenin İcmaı ve kıyastır- delil
sayılmaktadır.
Sahabenin İcması ise; nâsstan bir delilin varlığını ortaya koyuyor
olması, onun delaletini aynı nâssla bağlantılı kılmaktadır. Ayrıca
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem tarafından
gelen nâsslar da Sahabenin İcmasının hüccet sayılmasına delâlet
etmektedir. Zira Kur'an ve hadiste var olan nâsslar açıkça
sahabeleri övmekte ve onların
uyulmasını dikkate almaktadır. Çünkü sahabe sözü ile, fiili ile,
sükûtu ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i
gördüler. Dolayısıyla onların bu husustaki icmâsı bir delili
gördüklerine ve bu delilin aralarında meşhur olduğuna, delilini
rivayet etmeksizin hükümde icmâ ettiklerine delâlet eder. Bu
nedenledir ki Sahabenin İcmasına Şer’î delil olarak itibar edilir.
Sahabenin İcmasına delâlet eden Şer’î nâssın olması açısından ve
nâsstan bir delilin varlığını açığa çıkarması açısından Sahabenin
İcması kendisine dayanılan bir hüccettir. Zira Sahabenin İcması
aynı nâssa dönmektedir.
Kıyasın delâleti de aynı nâssa dönücüdür. Çünkü nâss, bünyesinde
herhangi bir illeti içermekten veya içermemekten uzak değildir.
Eğer nâssın bünyesinde bir illet varsa nerede bulunursa bulunsun
hüccet sayılır ve ona kıyas yapılır. Eğer nâssın bünyesinde illet
yoksa kıyas kapsamına girmez. Ayrıca Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den gelen nâsslar da kıyasın hüccet
sayıldığına delâlet etmektedir. Zira Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem kıyası öğretmiş, ona yönlendirmiş ve ikrar
etmiştir. Buna binaen kıyas Şer’î delil sayılmıştır. Kıyasın
kendisi ile yapıldığı Şer’î illetin, nâssın kapsamında olmasından
dolayı aynı nâssa ait oluşu bakımından ve Şer’î nâssın kendisine
delâlet etmiş olması bakımından kıyas kendisine dayanılan
bir hüccettir.
Şer’î deliller, Şer’î hükümlerin asıllarıdır. Şer’î
deliller dinin asılları yani akideler/inançlar gibidirler,
aralarında fark yoktur. Zira zanni değil katidirler. Şeriatın
asıllarının tamamı, ister dinin asılları olsun isterse hükümlerin
asılları olsun –ki bunlar Şer’î delillerdir- mutlaka kesin
olmalıdırlar, zanni olmaları caiz değildir.
Çünkü Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَلا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ
“Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardınca gitme.”
وَمَا يَتَّبِعُ
أَكْثَرُهُمْ إِلا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لا يُغْنِي مِنْ الْحَقِّ
شَيْئًا “Onların çoğu bir zan peşinde koşarlar. Zan
haktan bir şey ifade etmez.”
Hükümlerin asıllarının kesin olması gerektiği konusunda ulema
arasında ihtilaf yoktur. Şâtibi adıyla meşhur Hafız Müçtehid Ebu
İshak İbrahim b. Musa el-Lahmi el-Gırnati, “el-Muvafakat” isimli
kitabında şöyle diyor:
“Dinde fıkıh usulü zanni değil katidir. Buna delil fıkıh usulünün
Şer’î külliyata ait olmasıdır ki o da katidir.” “Zannın Şer’î
külliyatla ilişkilendirilmesi caiz olsaydı, Şeriatın aslı ile
ilişkilendirilmesi de caiz olurdu. Çünkü Şeriatın aslı külli
olanın ilkidir. Bu nedenle de zanni olması caiz değildir.” “Eğer
zannı, fıkıh usulünde asıl kılmak caiz olsaydı, dinin usulünde de
asıl kılmak caiz olurdu ki bu ittifakla böyle değildir. Aynı
şekilde fıkıh usulünün Şeriatın aslına göre konumu dinin aslı
gibidir.” “...Bazıları dediler ki; Şeriatın asıllarını zan ile
ispata yer yoktur. Çünkü o teşridir. Furuat dışındaki konularda
zan ile kulluk yapmayız.” “Asıl, her durumda kesinleşmiş
olmalıdır. Zira zanni olursa ihtilaf ihtimaline yol açar. Böylesi
bir şey ise dinde asıl kılınmaz.”
İmam Cemaleddin Abdurrahim el-Esnevi, “Nihayet-i Essu’ül” isimli
kitabında zanni delilin muteber olmaması bakımından “افعل”
delâleti hakkındaki anlatımında şöyle demektedir:
“Ahad habere gelince, o batıldır. Çünkü ahaddın rivayeti her ne
kadar bir şey ifade etse de ancak zan ifade eder. Şâri’ ise, ancak
ameli konularda zanna cevaz vermiştir ki bunlar furuattır. Dinin
esaslarının kaideleri gibi “ilmi” konularda zanna izin
verilmemiştir. Fıkıh usulünün kaideleri de böyledir. “el-Burhan”
isimli kitabı şerh eden el-Enbari de âlimlerin tümünden böyle
nakletmiştir.”
Diğer taraftan Kur'an ayetleri, asıllarda zannın nehyedilmesinde
ve zanna tabi olan kimseyi kınamakta sarihtirler. Bu ayetler,
ister usul’uddin ister ise usul’ul ahkam olsun, Şeriatın
asıllarının mutlak olarak kesin olması gerektiği, zanni
olmalarının doğru olmadığı hususunda nâsstırlar. Bunun için fıkıh
usulünde bu konudaki açık yasaktan dolayı kesinlikle katî olmayan
bir husus yoktur. Bilakis fıkıh usulünün tamamı kesindir.
Buna göre Şer’î delilin hüccet sayılabilmesi için onun delil
oluşuna dair katî delil getirilmesi zorunludur. Bu konuda katî
delil getirilmeyen, Şer’î delil sayılmaz. Delilliği hususunda katî
delilin getirildiği deliller yalnızca dört tanedir. Onlar da
Kitap, Sünnet, Sahabenin İcması ve Şer’î nâssın illetine delâlet
ettiği kıyastır. Bu dört tanesinin dışında kalanlar Şer’î delil
sayılmazlar. Çünkü onlar hakkında kesin delil getirilmemiştir.
Buna binaen Şer’î hükümlerin asılları yani Şer’î deliller bu dört
delil ile sınırlıdır, bunların dışındakilere itibar edilmez.
 |