Kitap, Efendimiz Muhammed SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’e indirilen Kur'an’dır. Kur'an, mutevatir olarak
mushafın iki kapağı arasında bize nakledilendir. Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
kendisine indirilen Kur'an’ı
sözleri kesin hüccet olan bir
topluluğa öğretmek ve yazdırmakla mükellefti. Sözleri
kesin hüccet olan topluluğun ise, yalan söylemeleri
düşünülemeyeceği gibi Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den işittiklerine herhangi bir şey katmakta
birleşmeleri ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
işittikleri herhangi bir şeyi nakletmemekte birleşmeleri de
düşünülemez.
Kur'an-ı Kerim, Arapça olup içinde yer alan Allah’ın emirleri ve
yasaklarının kolayca anlaşılabilmesi için Arap kelamı (cümle ve
ifade yapısı) üslupları üzere inmiştir.
Allah şöyle buyurmaktadır:
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ “Andolsun biz Kur'an'ı öğüt
alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?”
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ
بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ “Biz onu (Kur'an'ı),
öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını
sağladık.”
قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ “Bilen bir toplum için Arapça bir
Kur'an.”
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ
مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا
الألْبَابِ “Ayetlerini tedebbür edip, akıl sahipleri
ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitaptır.”
Bu ifadeler, iyice düşünme ve anlamaya ulaşma imkânını
gerektirmektedir. Kur'an her ne kadar mucize ise de, mucize oluşu
onu kolayca anlaşılır olmaktan çıkarmaz.
Kur'an’dan bize mutevatir olarak nakledilen ve Kur'an’dan olduğunu
bildiğimiz ancak hüccet olur. İbn Mesud’un mushafı ve diğerleri
gibi bize ahad olarak ulaşanlar ise hüccet sayılmazlar. Çünkü Nebi
SallAllah’u Aleyhi Ve Selem kendisine indirilen
Kur'an’ı sözleri kesin hüccet sayılan bir topluluğa öğretmek ve
yazdırmakla mükellefti, sözleri kesin hüccet sayılan topluluğun
ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
işittiklerini nakletmemek hususunda birleşmeleri düşünülemez.
Kur'an’dan sözleri kesin hüccet sayılan bir topluluk tarafından
nakledilmeyen bir şey varsa o ancak ahad olarak nakledilmiştir ve
ona itibar edilmez. Çünkü o, naklinde tek kalmış olması nedeni ile
Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sorumlu tutulduğu
şeklin dışındadır, Kur'an Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
alınış şekline muhalif olarak gelmiştir. Çünkü sözleri kesin
hüccet konumunda olan Müslümanlardan bir gurup Rasul
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den Kur'an olarak aldıklarını
ezberlemeleri yanında bir de Rasul SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem Kur'an’ın yazılmasını emrediyordu. Bu nedenledir
ki bir veya birkaç kişinin tek başına Kur'an’dan bir şey nakletmiş
olmaları hali, onların ahad olarak naklettiklerinin kesinlikle
hüccet olmadığını ortaya koyar.
Denilebilir ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
zamanındaki hafızların sayıları az oluşları nedeni ile tevatür
derecesine ulaşmamıştır. Üstelik Kur'an’ın toplanması, ayetlerinin
ahad yolla alınması şeklinde olmuştur. Bu nedenle de sahabenin
mushafları farklı olmuştur. Eğer Kur'an, sözleri kesin hüccet olan
bir topluluğa öğretilmiş olsaydı böyle olmazdı.” Buna birkaç
yönden cevap verilir:
1-Kur'an’ın, sözleri kesin hüccet sayılan bir topluluktan
alınması konusunda sahabelerden tek bir kişi bile ihtilaf
etmemiştir. Hatta Müslümanlardan tek bir kişi dahi ihtilaf
etmemiştir. Üstelik Kur'an Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in doğruluğuna kesin olarak delâlet eden bir
mucizedir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i
görmeyen kimseye, Kur'an, mütevatir bir yolla ulaşmaması halinde
onun açısından kesin hüccet olmaz, dolayısıyla o, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in tasdik edilmesinde de hüccet
olmaz.
2-Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in,
bir ayet ya da ayetler inerken yazmaları için vahiy kâtiplerini
çağırdığı, sözleri kesin hüccet oluşturan Müslümanlardan bir
topluluğa öğrettiği, kendisine gelen veya namazlarda onunla
beraber olan Müslümanlara da öğrettiği, ulaştırdığı sabittir.
Kur'an’ın ulaştırılması ve öğretilmesi, bir tek kişiye öğreterek
değil Müslümanlardan bir topluluğa öğretmek şeklinde olmuştur. Onu
işitenlerin sayısı tevatür derecesine ulaşmıştır. Böylece onun
ulaştırılmasının vakıası; onun, sözleri hüccet teşkil eden bir
topluluğa öğretilmesidir.
3-Buradaki konu Kur'an’ın tamamının ezberlenmesi meselesi
değildir. Asıl konu ayetlerin teker teker nakledilmesidir.
Kur'an’ın tamamını ezberleyen hafızların sayısının tevatür
derecesine ulaşmadığını varsaysak dahi; bu ayetlerin teker teker
nakledilmesinin tevatür derecesine ulaşmadığı anlamına gelmez.
Dolayısıyla Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem zamanında
Kur'an’ın tamamını ezberleyenlerin tevatür sayısına ulaşmaması,
Kur'an’ın ayetlerini teker teker ezberleyenlerin tevatür sayısına
ulaşmamış olmasını gerektirmez. Zira Kur'an ayetlerinden her
birini ezberleyenlerin sayısı, yazılmasına ilaveten tevatür
derecesine ulaşmıştır. Dolayısıyla Kur'an ayetlerinden her biri
Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’den mütevatiren
nakledilmiştir. Bundan dolayı ‘Kur'an’ı hıfz edenlerin sayısı Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem zamanında tevatür
derecsine ulaşmamıştır’ sözüne yer yoktur.
4-Kur'an’ın toplanması, onun Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den nakledilmesinden farklı bir olaydır.
Çünkü nakil Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den yüz
yüze, şifai olarak dinlemektir ki söz konusu olan da budur. Kur'an
ayetlerinin bir mushafta toplanması ise, toplananların Kur'an olup
olmaması üzerinde bir bahis değildir. Kur'an’ın toplanması,
ayetlerinin bir birine göre önceliği ve sonralığı, uzunluğu ve
kısalığı ile ilgili bir konudur. Ayrıca Kur'an’ın toplanması,
hafızlarda olanın yazılması değildir. Ancak Kur'an’ın tamamı, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in yanında bir mushafta
toplanmış haldeydi. Kur'an ayetleri her sürede Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in onayı ile birbiri ardına
konuluyordu. Bu, hafızlarının hafızalarındaki ile
karşılaştırılıyordu ve bir tek mekana konuluyordu. Dolayısıyla
Kur'an’ın toplanması meselesi, nakledilmesi meselesinden başkadır
ve buradaki bahis konusu olan da nakil meselesidir. Bu nedenle
Kur'an’ın toplanması meselesinin burada yeri yoktur.
Mushafların ihtilafına gelince; onlardan ahad yoluyla gelenler
Kur'an değildirler, hüccet de olmazlar. Onlardan mütevatir yoluyla
gelenler Kur'an’dırlar ve hüccet sayılırlar.
Öyleyse mesele mushafla alakalı değildir. Mushafın içerisinde yer
alan ayetler ile alakalıdır. Eğer ayetler Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem ’den mütevatir olarak nakledilmişse yani
tevatür sayısına ulaşan bir topluluk Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den almışsa yani sözleri hüccet sayılan bir
topluluk Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den almışsa
Kur'an’dan sayılır ve hüccet olur. Böyle değilse Kur'an’dan
sayılmaz. Bunun içindir ki; Osman mushafının tamamı Kur'an’dır.
Çünkü içerisinde yer alan ayetlerin tamamı, sözleri kesin hüccet
olan bir topluluk tarafından mütevatir olarak nakledilmiştir.
Ancak İbn Mesud’un mushafına gelince; Onun içerisinde mütevatir
olarak nakledilen ayetler Kur'an’dan sayılır. “Üç gün peş peşe
oruç tutulması gerekir” ayeti gibi ahad olarak nakledilen ayetler
Kur'an’dan sayılmaz ve hüccet olmazlar.
Böylece Kur'an hafızları ve sahabelerin mushafları hakkında ortaya
konan itirazlar reddolunur. Sabit olur ki, mütevatir olarak
nakledilen Kur'an’dır, ahad olarak nakledilen Kur'an’dan değildir.
Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’e vahiy inerken şahid olanlar onu Rasul
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den nakletmişlerdir ve o,
hıfz edilmesi yansıra yazılmıştır. Sahabeler Rıdvanullahi
aleyhim Kur'an’ı Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet etmemişler, aynen nakletmişlerdir. Yani vahyin indirdiğini
ve Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in yazılmasını
emrettiğini aynen nakletmişlerdir. Hadis ise böyle değildir. Hadis
söylenirken ve rivayet edilirken yazılmamıştır. Hadisin yazılması
ve toplanması ancak tabiin tabileri döneminde olmuştur. Fakat
Kur'an, vahyin indiği anda kayda geçmiş, kitap haline getirilmiş
ve sahabe inen vahyin bizzat aynısını nakletmiştir. Bu nedenledir
ki “Sahabeler Kur'an’ı bize naklen ulaştırmışlardır” denilir.
Kur'an, Allah’ın şu ayetine göre muhkem ayetleri ve
müteşabih ayetleri kapsamaktadır.
مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ
الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ “Onlardan bir
kısım ayetler muhkemdir. Onlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısım
da müteşabihtir”
“Muhkem”, manası açıkça görülen, ihtimali ortadan kaldırıp
manayı belirgin olarak ortaya koyandır.
Şu ayetlerde olduğu gibi:
وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا
“Allah alış-verişi helâl, faizi haram kıldı.”
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ
فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan erkek ile
hırsızlık yapan kadının ellerini kesin.”
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ
حَيَاةٌ يَاأُوْلِي الألْبَابِ “Ey akıl sahipleri,
kısasta sizin için hayat vardır.”
Müteşabih ise muhkemin karşıtıdır. “Müteşabih” eşit
ağırlıklı anlam yönünden veya böyle bir eşitliğin bulunmaması
yönünden birden fazla anlam taşıyandır. Eşit ağırlılık yönüyle
anlam taşıyan müteşabihe şu ayetler örnektir:
وَالْمُطَلَّقَاتُ
يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاثَةَ قُرُوءٍ
“Boşanan kadınlar kendilerinden üç kuru’ müddeti beklerler.”
Ayette geçen قُرُوء
“kuru’” lafzının hem hayızlı hem de temizlenmeyi kastetmiş olması
ihtimali vardır.
أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ
عُقْدَةُ النِّكَاحِ “Ancak nikâh akdini elinde
bulunduran kimse bağışlarsa ayrı.”
Ayette geçen; الَّذِي بِيَدِهِ
عُقْدَةُ النِّكَاح “nikâh
akdini elinde bulunduran kimse” ifadesi ile “kocanın” veya
“velinin” kast edilmiş olması ihtimali vardır.
أَوْ لامَسْتُمْ النِّسَاءَ
“Kadınlara dokunduğunuz zaman...”
Bu ayette yer alan “dokunmak” ifadesinin “el ile dokunmayı”
veya “cinsi münasebeti” kast etme ihtimali vardır.
Mana olarak aralarında eşitlik bulunmayan müteşabihe şu ayetler
örnektir:
وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ
“Rabbinin vechi baki kalıcıdır.”
وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي
“Ona ruhumdan üflediğimde.”
مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا
“Kendi ellerimizle var ettiğimiz.”
اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ
“Asıl Allah onlarla alay eder.”
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللَّهُ
“Onlar hile yaptılar, Allah de hile yaptı.”
وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ
بِيَمِينِهِ “Gökler ise O’nun sağ eliyle dürülmüş
olacaktır.”
Bu ayetler ve benzerleri, Arapların kullandıkları üsluplar
bakımından Arap dilinin anlaşılmasına ve Şer’î manalara göre bir
çok anlamlara gelmektedir. İşte bunların tamamı müteşabihtir.
Müteşabih olarak isimlendirilmesi, dinleyende manası hakkında
şüpheler ve benzeşmeler uyandırmasından dolayıdır. Yoksa müteşabih,
manası anlaşılmayan demek değildir. Çünkü Kur'an’da manası
anlaşılmayan bir şey yoktur. Kur'an’ın içinde manası olamayan ya
da anlaşılması imkânsız olan bir şeyin varlığı, onu insanlar için
bir açıklama konumundan dışarı çıkarır.
Bu ise Allah’ın şu ayetine ters düşer:
هَذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ “Bu,
insanlar için bir açıklamadır.”
Sürelerin başlarındaki mukatta harflere gelince; onların da
manaları vardır. Çünkü onlar, sürelerin isimleri ve
tanıtıcılarıdırlar. Zira “elif, lâm, mim” Bakara- “Elif, lâm, mim”
Ali İmran- “Kaf, hâ, yâ, ayn Saad”, Meryem- “Hâ, mim” Fussilet
v.b. şekilde süreler isimlendirilirler.
Kur'an’da manası olmayan ve anlaşılması imkânsız olan bir şey
yoktur. Bilakis Kur'an’da geçen her hususun anlaşılması mümkündür.
Allah, anlaşılması imkânsız olan ile insanlara hitap etmekten
yücedir.
 |