Sünnet; lügatte yol demektir. Şeriatta ise; bazen Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den nafile olarak
nakledilen ibadetlerin isimlendirilmesinde, bazen de Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den sadır olan söz, fiil
ve takrire isim olarak kullanılır.
Şer’î deliller hakkında konuşulurken Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in sözü, fiili ve takrirlerine “Sünnet”
denir. Bunların hepsi Sünnettir. Bunların tamamı vahiydendir.
Zira Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى
(3)
إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “O, kendi hevasından bir söz
söylemez. O, kendisine bildirilen vahiyden başkası değildir.”
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ
“De ki, ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum.”
Sünnet; Efendimiz Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
nübüvvetine ve risaletine dair kesin delilden dolayı Şer’î
delildir. Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
kendi hevasından değil de kendisine vahy edileni konuştuğuna ve
yaptığı uyarıların ancak kendisine Allah’tan gelen vahiy olduğunu
gösteren hem sübutu hem de delâleti katî delil olduğundan dolayı
da Şer’î delildir.
Ancak Sünnetteki vahiy Sünnetin lafızlarını değil ancak anlamını
kapsamaktadır. Allah, Rasulü’ne o anlamları vahyetmiş, o da bu
vahyi kendisinden bir lafızla veya fiille veya takrir ile yani
sükût ile ifade etmiştir.
Sünnet, aralarında herhangi bir fark olmaksızın Kitap gibi
bir delildir. Bunun nedeni de, Kur'an’ın delil oluşuna dair kesin
delil getirildiği gibi Sünnetin delil oluşuna da kesin delil
getirilmiş olmasıdır.
Delili, Kitap ile sınırlandırmak İslâm’a karşı
çıkanların/saldıranların görüşüdür.
Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا
نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا
“Rasul size ne verdi ise alın, sizi neden nehyettiyse
ondan sakının.”
مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ
أَطَاعَ اللَّهَ “Rasule itaat eden, Allah’a itaat etmiş
olur.”
فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ
يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ
يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Rasul’ün emrine muhalefet
edenler, kendilerine bir fitne veya elim bir azabın isabet
etmesinden sakınsınlar.”
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا
مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ
لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ “Mü’min bir erkek ve
kadın için Allah ve Rasulü bir işte hükmettiğinde o işlerinden
dolayı onlara bir seçenek yoktur.”
فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ
حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي
أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan bir ihtilafta
seni hakem kılmadıkça ve senin verdiğin hükme içlerinde bir
sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman
etmiş olmazlar.”
فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ
إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ “Bir hususta ihtilafa
düşerseniz onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün.”
Vefatından sonra bir işi Allah’ın Rasulü’ne götürmek, onun
Sünnetine götürmektir.
Allah’u Teala şöyle buyurdu:
أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ “Allah’a
itaat edin, Rasul’e itaat edin.”
قُلْ إِنْ
كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ
“Deki; Eğer Allah’ı
seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”
Bu; sübutu ve delâleti katî nâsslar; Kur'an’ın alınması gibi
Sünnetin de alınmasının vacibiyetine ve Sünneti inkâr edenin kesin
olarak kâfir olduğuna dair gayet açık delillerdir. Böylece
aralarında herhangi bir fark olmaksızın Kur'an’ın alınması gibi
Sünnetin de delil olarak alınması farz olmaktadır.
“Yanımızda Allah’ın Kitabı var, onu alırız” denmesi caiz değildir.
Çünkü bu ifadeden Sünnetin terki anlaşılabilir. Bilakis Sünnetin
Kur'an’la birleştirilmesi, birbirinden ayrılmaması zorunludur.
Nitekim Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Hadisinde bu
konuya dikkat çekmiştir ve şöyle buyurmuştur:
يُوشِكُ الرَّجُلُ مُتَّكِئًا عَلَى أَرِيكَتِهِ
يُحَدَّثُ بِحَدِيثٍ مِنْ حَدِيثِي فَيَقُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ
كِتَابُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ مَا وَجَدْنَا فِيهِ مِنْ حَلالٍ
اسْتَحْلَلْنَاهُ وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ مِنْ حَرَامٍ حَرَّمْنَاهُ
أَلا وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ مِثْلُ مَا حَرَّمَ اللَّهُ
“İleride sizden bir adam koltuğuna yaslanmış olarak
benden bir Hadis okuyacak sonra şöyle diyecektir: ‘Bizimle
sizin aranızda Allah’ın Kitabı vardır. Onda helâl bulduğunuzu
helâl kabul ederiz, haram bulduğumuzu da haram kabul ederiz.’
Dikkat ediniz! Allah’ın Rasulü’nün haram kılması, Allah’ın haram
kılması gibidir.”
Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği
rivayet edildi: يوشك أحدكم
يقول : هذا كتاب الله ما كان فيه من حلال أحللناه وما كان من حرام
حرمناه ألا من بلغه عني حديث فكذب به فقد كذب الله ورسوله والذي
حدثه “İleride sizden birisi şöyle
diyecek: ‘Bu Allah’ın kitabıdır. Onda helâl olanı helâl kabul
ederiz, haram olanı da haram kabul ederiz.’ Dikkat edin! Kime
benden bir Hadis ulaşır ve onu yalanlarsa, Allah’ı, Rasulü’nü ve
ona Hadisi söyleyeni yalanlamış olur.”
Sünnet, Kitaba ilave hüküm koymaktadır. Çünkü Kitap iki
veya daha fazla hususa ihtimalle gelmekte, Sünnet ise bu ikisinden
birisini tayin etmektedir. Dolayısıyla Sünnete başvurulup Kitabın
görünürdeki gereği terk edilmektedir.
Örnek olarak Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَأُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَاءَ ذَلِكُمْ
“Geriye kalanlar size helâl kılındı.”
Bu, şu ayetin son kısmıdır:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ
وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاتُكُمْ وَبَنَاتُ الأخِ وَبَنَاتُ الإخْتِ
وَأُمَّهَاتُكُمْ اللاتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ مِنْ
الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَائِكُمْ وَرَبَائِبُكُمْ اللاتِي فِي
حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَائِكُمْ اللاتِي دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَإِنْ
لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ
وَحَلائِلُ أَبْنَائِكُمْ الَّذِينَ مِنْ أَصْلابِكُمْ وَأَنْ
تَجْمَعُوا بَيْنَ الإخْتَيْنِ إِلا مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللَّهَ
كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا (23) وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ النِّسَاءِ إِلا
مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ كِتَابَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَأُحِلَّ
لَكُمْ مَا وَرَاءَ ذَلِكُمْ “Anneleriniz,
kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek
kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren anneleriniz, süt
kız kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri ve kendileriyle zifafa
girdiğiniz eşlerinizden üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer o
kadınlarla zifafa girmemiş iseniz onların kızları ile evlenmenizde
sizin için bir vebal yoktur. Öz oğullarınızın hanımları ve iki kız
kardeşi aynı anda nikâhınızda birleştirmeniz size haram kılındı.
Ancak daha önce geçmiş olan müstesna. Şüphesiz ki Allah mağfiret
edendir, çok bağışlayandır. Evli kadınlarla nikâhlanmanız da size
haram kılındı. Sahip olduğunuz cariyeler müstesna. Bunlar Allah’ın
size yazdıklarıdır. Geriye kalanlar ise size helâl kılındı.”
Bu ayette zikredilenler dışında kalanların tamamının helâl
olduğuna delâlet etmektedir. Sünnet gelip karısının üzerine;
karısının halası ve teyzesi ile nikâhlanmasını bu genellilikten
çıkarmıştır.
Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurdu:
لا تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ عَلَى عَمَّتِهَا وَلا
عَلَى خَالَتِهَا
“Kadın, halası veya teyzesi üzerine nikâhlanmaz.”
Böylece Kitabın zahiri terk edilmiş, Sünnet Kitab’ın önüne
geçmiştir.
Bazen Kitabın zahiri bir emir olur, Sünnet gelip onun zahirinden
çıkarır. Nitekim Kur'an’ın zahiri, tüm mallardan zekâtın
alınmasını getirmiştir. Sünnet ise tayin ettiği belirli mallarla
bu emri tahsis etmiştir. Zekâtın alınmasını bu mallarla sınırlı
kılmıştır. Böylece bu malların dışındaki mallardan zekât alınmaz.
Kur'an’a nispetle Sünnet, çoğunlukla Kur'an’ı açıklayandır.
Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ
لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ “Onlara
indirileni açıklayasın diye Biz sana zikri indirdik.”
Bu nedenledir ki Kur'an’ın Şer’î hükümleri tarifi çoğunlukla
küllidir, cüzi değildir. Cüzi olarak gelenler ise, külli üzerine
getirilmiştir. Kur'an cami’dir/toplayandır. İçinde külli hükümleri
toplamamış olan, cami olmaz. Çünkü Şeriat Kur'an’ın nüzulünün
tamamlanması ile tamamlanmıştır. Sünnet ise, sayısının ve
konularının çok olması nedeni ile Kitab’ın açıklayıcısıdır.
Sünnette var olan her şeyin Kitap’ta aslı vardır, onu tafsili veya
icmâli olarak veya her iki şekilde birden açıklamıştır. Sünnet,
açıklamak ve netleştirmek yönüyle bir bütün olarak Kur'an üzerine
hüküm koyucu olarak gelmiştir.
Sünnet, Kur'an-ı Kerim’de haklarında nâss bulunmayan bir
çok hükümler getirmiştir. Ancak bu hükümler Kur'an’da zikredilen
asıllarına ilave olarak gelmiştir. Bu hükümler Kur'an’da olanı
beyan kabilindendir. Böylece Sünnet Kur'an’ın açıklayıcısı
olmaktadır. Sünnetin Kur'an’ın açıklayıcısı olması şu şekilde
özetlenebilir:
1- Kur'an’ın mücmelini tafsilatlandırmak:
Allah, Kitabında vakitlerini, rükunlarını ve rekatlarının sayısını
beyan etmeden namazı emretmiştir. Bu hususları Sünnet
açıklamıştır.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurmuştur: وَصَلُّوا كَمَا
رَأَيْتُمُونِي أُصلِّي
“Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle namaz
kılınız.”
Kitap’ta, haccın farziyeti detayları belirtilmeksizin yer
almıştır. Bu detayları Sünnet beyan etmiştir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurmuştur: ألا فخذوا عني
مناسككم “Hac ile ilgili hususları benden
alınız.”
Kitap’ta zekâtın vacibiyeti, zekâtın neler hakkında farz olduğu
ve farz olan miktar beyan edilmeksizin yer almıştır.
Sünnet bunları beyan etmiştir. V.b.
2- Genelini tahsis etmek:
Kur'an’da bir takım genel konular yer almıştır. Sünnet bu
genelliği tahsis etmiştir. Örneğin;
-Allah’u Teâla, çocukların babalarına mirasçı olmalarının
gerektiğini şu ayeti kerimede belirtmiştir:
يُوصِيكُمْ اللَّهُ فِي أَوْلادِكُمْ لِلذَّكَرِ
مِثْلُ حَظِّ الإنثَيَيْنِ “Çocuklarınız hakkında
Allah şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar veriniz.”
Bu hüküm, her babanın miras bırakacağı ve her çocuğun da mirasçı
olabileceği hususunda geneldir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu;
إِنَّا مَعْشَرَ الأنْبِيَاءِ لا
نُورَثُ مَا تَرَكْناه صَدَقَةٌ
“Biz nebiler
topluluğu, miras bırakmayız. Geride bıraktıklarımız sadakadır”
sözü ile Sünnet, miras bırakan babalardan nebilerin olmadığı
hususunda ayeti tahsis etmiştir.
Yine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in;
الْقَاتِلُ لا يَرِثُ
“Katil varis olamaz”
sözü, mirasçıları katil dışındaki kimselerle tahsis etmiştir.
Aynı şekilde Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ
أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ
وَعَشْرًا “İçinizden eşler bırakarak vefat
edenlerin eşleri kendilerinden dört ay on gün beklerler.”
Bu ayet, kocalarının vefatı durumunda kadının bekleme süresinin
dört ay on gün olduğuna delâlet eder. Bu ayet, kocasının
vefatından 25 gün sonra doğum yapan Sabia el-Eslemiye Hadisi ile
tahsis edilmiştir. Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem onun serbest olduğunu haber vermiştir. Böylece
ayetin, hamile kadınlar dışındaki kadınlara mahsus olduğu beyan
edilmiştir.
3- Kitabın mutlak olanını sınırlandırması:
Kur'an’da mutlak olarak gelen ayetler vardır. Sünnet bu mutlakı
muayyen bir şey ile takyid etmiştir/sınırlandırmıştır. Örnek
olarak;
Allah’u Teâla şöyle demiştir:
وَلَا تَحْلِقُوا رُءُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ
الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ بِهِ أَذًى
مِنْ رَأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ
“Kurban, yerine varıncaya
kadar başlarınızı
tıraş
etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından
bir rahatsızlığı
varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir.”
Bu ayette geçen; صيام –oruç,
صدقة –sadaka,
نسك –kurban
mutlak lafızlar şeklinde geçmişlerdir. Bunlar, Müslim’in Ka’ab b.Ucra
yoluyla rivayet ettiği şu hadisle sınırlandırılmışlardır:
“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, ona dedi ki:
فَاحْلِقْ رَأْسَكَ وَأَطْعِمْ
فَرَقًا بَيْنَ سِتَّةِ مَسَاكِينَ وَالْفَرَقُ ثَلَاثَةُ آصُعٍ أَوْ
صُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ أَوِ انْسُكْ نَسِيكَةً
"...Öyleyse tıraş ol ve üç gün oruç
tut veya altı fakiri, her birine yarım sa` vermek veya bir kurban
kes.”
Bu hadisle; orucun mutlaklığı üç gün ile, sadakanın
mutlaklığı altı fakir için her birisine yarım sa’ vermek ile,
kurbanın mutlaklığı ise bir koyun kesmek ile
sınırlandırılmıştır.
4- Hükümlerin detaylarından bir feri Kur'an’da geçen aslına
ilhak etmek. Zira bu feri yeni bir teşri olarak açığa çıkıyor.
İncelendiğinde onun Kur'an’da geçen aslına ilhak olduğu anlaşılır.
Bu tür durumlar çoktur. Örnek olarak;
-Allah’u Teâla varis için feraizi/miras haklarını belirlenmiş
olarak zikretmiştir. Fakat;
يُوصِيكُمْ اللَّهُ فِي أَوْلادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ
الإنثَيَيْنِ “Çocuklarınız hakkında Allah şöyle
emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar veriniz.”
وَإِنْ كَانُوا إِخْوَةً
رِجَالاً وَنِسَاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الإنثَيَيْنِ
“Şayet erkek ve kız kardeşler iseler o zaman erkek için kadının
iki payı vardır.”
Bu ayetlerin nâssları dışında “asabe” mirasçılarını/baba
tarafından yakını olanları zikretmemiştir. Bu ayetler, çocuklar ve
kardeşler dışında kalan asabe/baba tarafından yakınlara
mukadder/belirlenmiş bir miras payı olmadığını, bilakis
belirlenmiş miras paylarının ödenmesinden sonra, arta kalanı
almasını gerektirmektedir.
Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şu sözü
ile bunu beyan etmiştir:
أَلْحِقُوا الْفَرَائِضَ بِأَهْلِهَا فَمَا بَقِيَ فَهُوَ لأوْلَى
رَجُلٍ ذَكَرٍ
“Miras kalan malı feraiz sahipleri arasında paylaştırınız.
Feraizden arta kalanı ise en yakın erkeğe veriniz.”
Böylece bu Hadiste erkek çocuklardan olmayan akrabalar da
kardeşlere ve evlatlara katılmıştır.
-Aynı şekilde kız kardeşler ve kızlar da asabe sayılmışlardır.
Esved RadıyAllah’u Anh’dan şöyle rivayet edildi: “Muaz
b. Cebel, bir kız çocuk ile bir kız kardeşe miras paylaştırırken
onlardan her birine yarım hisse verdi. O zaman o, Yemen’de idi ve
Nebiyulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de hayatta
idi.”
Bildiği bir delil olmasaydı Muaz, Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem hayatta iken böyle bir durumda hüküm
vermekte acele etmezdi.
-Allah’u Teâla, iki kız kardeşi aynı anda nikâh altında
bulundurmayı haram kılmıştır ve şöyle buyurmuştur:
وَأَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ
الإخْتَيْنِ “Ve iki kız kardeşi birleştirmeniz
(aynı anda nikâh altında bulundurulması) da haram kılındı.”
Ayet, kadının teyzesi veya halası ile aynı anda nikâh altında
bulundurulamayacağını zikretmemiş, fakat Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şu sözü ile bunu beyan
etmiştir: لا تُنْكَحُ
الْمَرْأَةُ عَلَى عَمَّتِهَا وَلا عَلَى خَالَتِهَا
“Kadın, halası veya teyzesi üzerine nikâhlanmaz.”
Böylece bütün bunları iki kız kardeşin aynı anda nikâh altında
bulundurulması yasağına ilhak etmiş oldu.
-Allah’u Teâla’nın şu ayeti de böyledir:
وَيُحِلُّ لَهُمْ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ
عَلَيْهِمْ الْخَبَائِثَ “Onlara tayyibat/temiz
şeyleri helal kılar ve habais/pis şeyleri haram kılar.”
Bu ayette tafsilat zikredilmedi. Sünnet, “tayyibat”
olanlardan mı yoksa “habais” olanlardan mı olduğu hususunda
şüpheye düştüğü hükümleri bilmesi için müçtehidin başvuracağı
hususları belirleyip o hususu ayette geçen “tayyibat” ve “habaise”
ilhak etmiştir. Zira Sünnet evcil eşeklerin etinin, pençesi olan
kuşların ve köpek dişi olan vahşi hayvanların etinin yenmesini
yasaklayıp bunları “habaise” ilhak etmiştir.
Nitekim İbn Abbas RadıyAllah’u Anh’da şöyle rivayet
edilmiştir: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem,
köpek dişi olan her vahşi hayvanın ve pençesi olan kuşun etinin
yenmesini yasakladı.”
Cabir RadıyAllah’u Anh’dan da şu rivayet edildi:
“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Hayber günü
evcil eşeklerin ve katırların etlerinin, köpek dişi olan vahşi
hayvan ve pençesi olan kuşların etinin yenmesini haram kıldı.”
-Ayrıca Sünnet, kertenkele, tavşan v.b. hayvanların etinin
yenilmesini mubah kılıp bunları “tayyibata” ilhak etti.
İbn Ömer RadıyAllah’u Anh’dan şöyle rivayet edildi:
“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e bir adam
kertenkelenin yenilmesi hakkında sordu. Bunun üzerine şöyle dedi:
لا آكُلُهُ وَلا أُحَرِّمُهُ
“Onu yemem ve haram da kılmam.”
Ebu Hureyre yoluyla şu rivayet edilmiştir: “Bedevinin
birisi Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
kızarmış tavşan ve katık olarak hazırladığı sınâbı getirip önüne
koydu. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onu
aldı. Yemedi. Fakat ashabına ondan yemelerini istedi.”
“Sınâb”, hardal ve kuru üzümden hazırlanan bir tür katıktır.
Allah, öğretilmiş av hayvanlarının yakaladığı hayvanların etinin
yenmesini mubah kılmıştır. Buradan anlaşılıyor ki; eğitilmemiş ise
avı ancak kendisi için yakalamış olacağından, yakaladığı av
haramdır. Hayvan eğitilmiş olmasına rağmen avdan yerse, iki asıl
arasında kalmış olur. Zira eğitilmiş olmak, avı senin için
yakalamasını gerektirir. “Yemek” ise, avı senin için değil kendisi
için yakalamış olmasını gerektirir. Dolayısıyla iki asıl arasında
bir çelişki vardır. İşte bu noktada Sünnet durumu açıklığa
kavuşturmuştur.
Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurmaktadır: فَإِنْ أَكَلَ
فَلا تَأْكُلْ فَإِنِّي أَخَافُ أَنْ يَكُونَ إِنَّمَا أَمْسَكَ
عَلَى نَفْسِهِ
“Eğer yiyecek olursa sen o avdan yeme. Çünkü ben bu durumda
onun avı ancak kendisi için yakalamış olmasından korkarım.”
Allah’u Teâla, emzirmeden/sütten dolayı haram kılınanlar hakkında
şöyle dedi: وَأُمَّهَاتُكُمْ
اللاتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ مِنْ الرَّضَاعَةِ
“Sizi emziren süt anneleriniz ve süt kardeşleriniz ... (de haram
kılındı).”
Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sütten dolayı haram
olan bu iki hususa sütten dolayı akraba olanları nesepten dolayı
haram kılınan diğer akrabalar gibi ilhak etmiştir. Sütten dolayı,
hala, teyze, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları ve
benzerlerini de ilhak etti. Şöyle buyurdu:
يَحْرُمُ مِنَ الرَّضَاعِ مَا
يَحْرُمُ مِنَ النَّسَبِ “Nesepten dolayı haram
kılınan sütten dolayı da haram kılınır.”
-Bir başka örnek de; Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ
فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ
“(Bu işlerde) sizden iki erkek şahit getirin. İki erkek
şahit olmazsa, bir erkek iki kadın şahit getirmek lazım olur.”
Bu ayette mali konularda bir erkeğin şahitliğine kadınların
şahitliği ilave edilerek hüküm verilmiştir. Sünnet buna bir
şahitle birlikte yemini de ilhak etmiştir. Zira Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bu şekilde hüküm vermiştir. Ali
RadıyAllah’u Anh’dan rivayet edildiğine göre; “Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bir tek kişinin şahitliği
ve hak sahibinin yeminiyle hükmetmiştir.”
Böylece bir şahit ve yemin, iki erkek şahidin veya bir erkek iki
kadın şahidin yerini almıştır.
İşte bu minval üzere Sünnet, Kitap’ta yer almayan ve yeni
teşri olan fakat aslına ilhak edilmiş birçok hüküm getirmiştir.
Ancak bu demek değildir ki; Kur'an’daki aslına ilhakın dışında
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem yeni bir teşri
getirmemiştir. Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
getirdiği her yeni teşrinin mutlaka Kur'an’daki aslına ilhak
edilmiş olması gerektiği anlamına da gelmez. Bilakis bu çok
rastlanan ve genel olandır. Fakat Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem, bazen Kur'an’da bir asıla ilhak olmamış
yeni teşri getirmiştir. Hatta bazen getirdiği yeni bir teşriin
Kur'an’da bir aslı olmayabilir.
Buna örnek; kamu menfaatlerinden sayılan hususlar arasında yer
aldığı sabit olunan kamu mülkiyeti Rasul SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in getirdiği yeni bir teşri olup Rasul
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü ile belirlenmiştir:
الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي
ثَلاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلا وَالنَّارِ
“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve
ateş.”
Bu, Kur'an’daki bir asla ilhak olunmuş bir teşri değildir.
-Gümrüklerden vergi almanın haram oluşu da Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in şu sözü ile sabittir:
لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ
“Gümrük vergisi alan da cennete giremez.”
Bu hüküm de Kur'an’daki bir asla ilhak şeklinde değildir.
Ancak bu tür hükümler azdır. Genel olan ise Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in getirmiş olduğu teşriin Kur'an’daki
aslına ilhak etme şeklinde olmasıdır.
İşte böylece Sünnetin, Kitaba dönücü olduğunu görürüz.
Kur'an’ın mücmelini tafsil, genelini tahsis, mutlakını takyid ve
feri aslına ilhak gibi Sünnette yer alan hususlar, Kitab’ın
hükümlerinin anlamlarını şerh ve tefsir konumundadırlar. Bununla
birlikte Sünnette, aslı Kur'an’da geçmeyen yeni teşriler de
vardır. Böylece Sünnet, Kur'an beyan etmekte ve yeni hükümler
koymaktadır.
-Sünnetin Kur'an’ı beyan etmesine şu ayet delâlet etmektedir:
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ
لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ “Sana, insanlara
indirileni beyan edesin diye bu zikri indirdik.”
-Sünnetin yeni teşride bulunduğuna ise şu ayet delâlet etmektedir:
فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ
إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ “Herhangi bir şey
hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah ve Rasulü’ne
götürünüz.”
Allah’a götürmek, Kitabına götürmektir. Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’e götürmek, hayatında söz konusudur.
Ölümünden sonra ise götürmek işlemi onun Sünnetine olur.
Anlaşmazlık Kur'an’ı anlamada ve hükümlerin çıkartılmasında
mutlaktır. Sünnete götürmek de Kur'an’da var olan husus hakkında
olsun yeni teşri hakkında olsun mutlaktır.
Bunun için Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ
“Rasule itaat edenler, Allah’a itaat etmiş olur.”
فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ
يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ “Onun emrine muhalefet
edenler ... sakınsınlar.”
أمره “Onun emri”
tabiri geneldir. Çünkü o, muzaf olan bir cins isimdir.
Buna binaen Sünnet Kur'an gibi Şer’î bir delildir.
Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurdu: تَرَكْتُ فِيكُمْ
أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ
اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ
“Size iki şey bırakıyorum. Ona sarıldığınızda asla
sapıtmazsınız. Allah’ın Kitabı ve Nebisinin Sünneti.”
 |