Rasulullah’ın Fiilleri Arasında Çelişki:
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiilleri
arasında çelişkinin varlığı tasavvur edilmez. Çünkü iki
husustaki çelişki, her ikisinin birden sahibini engelleyecek
şekilde karşı karşıya olması demektir. Birinin diğerini nesh
etmesi veya tahsis etmesi bakımından Rasul’ün fiilleri arasında
bu çelişkinin olması tasavvur edilmez. Çünkü o fiillerinin
hükümleri arasında bir çelişki yoksa, fiillerde de çelişki
yoktur. Hükümler arasında bir çelişki varsa o fiillerde yine
çelişki yoktur. Çünkü bir vakitte vacib olan bir fiilin olması
ve aynı vakitte ilk hükmü iptal etmeksizin farklı bir hüküm
getiren fiilin olması caizdir. Çünkü sözlerin aksine
fiillerde genellilik yoktur. Evet fiille birlikte, fiilin
tekrarlanmasını vacib kılan bir söz olduğunda ikinci fiil; fiili
değil sözü tahsis ediyor ya da nesh ediyor olabilir. Dolayısıyla
iki fiil arasında çelişkinin varlığı asla tasavvur edilmez.
İki fiil arasında çelişkinin tasavvur edilemeyişinin nedeni
şudur: İki fiil arasındaki çelişki; ya birbirinin aynı iki
vakitte veya birbirinden farklı iki vakitteki öğle namazı fiili
gibi birbirine benzeyen türden olur. Ya da birbirinden farklı
türden olur. Birbirine benzeyen iki fiil arasında çelişkinin
olmayacağı ortadadır. İki vakitteki öğle namazında olduğu gibi.
birbirinden farklı iki fiile gelince: Eğer namaz ve oruç gibi
bir araya getirilmeleri caiz olan fiiller ise, çelişkinin
olmayacağında şüphe yoktur. Fakat bir araya getirilmeleri
tasavvur edilmeyen ve hükümleri çelişkili olmayan, öğle ve
ikindi namazı gibi fiillerden ise cem etme/birleştirme
imkânından dolayı aralarında çelişki yoktur. Zira namazla orucun
bir araya getirilmesi mümkün olduğu gibi öğle namazı ile ikindi
namazı arasını cem etmek mümkündür. Eğer o iki fiil, bir araya
getirilmesi düşünülmeyen ve hükümleri arasında da tenakuz olan
hususlardan ise, belirli bir günde oruç tutmak, başka bir günde
oruç tutmamak gibi, bir vakitte vacibliğin ve bir başka vakitte
ise caizliğin birleştirilmesi nedeni ile aralarında bir çelişki
yoktur. Yani bir fiil bir vakitte vacib veya mendub veya caiz
olması, bir başka vakitte ise tersi olması mümkündür. Bunlardan
birisinin diğerinin hükmünü kaldırması veya iptal etmesi söz
konusu değildir. Çünkü iki fiil ve ikisinden birisi için
genellik yoktur.
Nesh hali dışında Rasul’ün fiili ve sözü arasında çelişki olmaz.
Bu halin dışında söz ile fiil arasında kesinlikle çelişki
yoktur. Ancak Rasul’ün bazı sözleri ve fiillerine ilk bakışta,
söz ile fiil arasında bir çelişki olduğu görülebilir. Fakat
dikkatlice incelendiğinde, bunlardan her birinin durumunun
diğerinin durumundan farklı olduğu anlaşılır. Bunun içindir ki
aralarını cem etmek (bir arada anlaşılması) mümkündür. Çelişki
üç halde söz konusudur:
1- Sözün fiilden önce gelmesi. Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bir fiil yaptığında, o fiilin
Nebi’ye has olduğuna dair bir delil de yoksa fiil kendisine
muhalif olan ve önce gelen sözü nesh eder. Bu söz ister; “şu gün
oruç tutmak üzerimize vacibtir” deyip sonra da o gün oruç
tutmaması ve varsaydığımız gibi ona uyulmasına delil olarak
getirilen genel bir söz olsun. İster ise, ona has olduğuna
delâlet eden bir delille ya da bize has olduğuna delâlet eden
bir delille olsun fark etmez. Bu demek- tir ki; Rasul
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiilinde tekerrür
sabittir, onu örnek almak da vacibtir. Kendisine veya bize has
olan veya onun için ve bizim için genel olan bir fiil, sözden
sonra ise; kendisi hakkındaki ya da bizim hakkımızdaki ya da hem
bizim hem de onun hakkındaki söz nesh edilir. Fiil, ona has ise,
neshin varlığı ortadadır. Bize has ise tabi olmak vacibtir. Hem
ona hem bize genel ise tabi olmak vacibtir.
2-Sözün zikredilen fiilden sonra gelmiş olması. O söz,
Rasul’e has olduğuna dair bir delil olmadığı için, kendisinde
Rasul’e tabi olmamızın vacib olduğuna delâlet eden bir delil
olmasıdır. Bu durumda bakılır:
Eğer delil, fiilin tekrarlanmasının vacib olduğuna delâlet
etmiyorsa fiil ile sonradan söylenen söz arasında asla bir
çelişki yoktur. Çünkü fiil, bir kere olup bitmiştir ve tekrarı
da talep edilmemiştir.Dolayısıyla fiil yok sayılır. Böylece söz
fiille çelişmez. Çünkü fiilin tekrarı istenmemektedir.
Eğer delil, hem Rasul hem de ümmeti hakkında fiilin
tekrarlanmasının vacib oluşuna delâlet ediyorsa sonradan
söylenen söz; bazen genel olabilir, yani hem SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’i hem de ümmetini kapsar, bazen ona has
olabilir, bazen de bize has olabilir. Söz genel ise önce geçen
fiili nesh eder. Örneğin; Aşure günü oruç tuttuğunda, fiili
tekrarlamasına bizim de mükellef tutulduğumuza delil
getirildiğinde; daha sonra orucunun bizim üzerimize vacib
olmadığını söylemesi gibidir. Bu söz genel bir söz ise böyledir.
Sonradan söylenen söz Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
has kılınırsa bizim hakkımızda olanı değil, onun hakkında önce
gelen fiili nesh etmiş olur. Sonradan gelen söz, bize yani
ümmete has kılınırsa –oruç tutmanız size vacib değildir sözünde
olduğu gibi- Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
açısından bu sözde bir çelişki yoktur. Dolayısıyla onun
hakkındaki teklif devam eder, bizim hakkımızda ise bu fiili
yapmakta mükellef olmadığımıza delâlet eder. Ancak bu durum fiil
bizden sadır olmadan önce ise geçerli olur. Söz tahsis edici
olur, yani vacib olmadığını beyan edici olur. Yani bizim fiilden
istisna tutulduğumuzu ifade eder. Eğer fiil bizden sadır
olduktan sonra bu söz söylenmişse, beyanın ihtiyaç anından sonra
gelmiş olması nedeni ile sözün tahsise hamledilmesi/yorulması
mümkün değildir. Dolayısıyla söz önceki fiili nesh edici olur.
3-Söz veya fiilden hangisinin sonra olduğunun meçhul olması.
Yani fiilin mi yoksa sözün mü önce olduğunun bilinmemesi hali.
Böyle bir halde bakılır: Eğer her ikisinin bir arada anlaşılması
imkânı varsa, çelişki kaldırılmış olur. Eğer her ikisinin
arasını birleştirmek mümkün değilse, bizim hakkımızda tahsis
edilen veya Rasul’e ve bize genel olan söz alınır, onun hakkında
özel olan ise hariç tutulur. Böylece söz öne geçer, söz alınır
ve fiil terk edilir. Bunun nedeni şudur:
Söz konulduğu hususa delâlet etmekte bağımsızdır. Fiil ise böyle
değildir. Zira fiil delâlet için konulmamıştır. Delâlet etse
bile ancak söz aracılığı ile delâlet eder. Çünkü söz delâlet
bakımından olanı da olmayanı da, akılla kavranılanı da
hissedileni de kapsamına aldığından daha geneldir. Fiil ise var
olana ve hissedilene has olduğundan böyle değildir.
Aralarında çelişkiye benzer bir durum varmış gibi görünüp de
bunun daha önce geçen bir nâssı açıklayıcı olması haline örnek,
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in hac ile ilgili
ayetten sonra şöyle demesidir:
من قرن حجـا إلى عمرة فاليطف طوافا واحدا ويسع
سعيا واحدا “Hac ile umreyi birleştiren
kimse bir tavaf yapsın ve bir sa’y yapsın.”
El-Dârektunî, SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den şunu
rivayet etti: “O SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
(hac ile umreyi) birleştirdi. Sonra da iki tavaf ve iki sa’y
yaptı.”
Bu durumda fiille sözün cem edilmesi, ‘Kitab ve Sünnet
Kısımları’ bölümünün ‘beyan–mübeyyen’ başlığı altında
açıklandığı gibidir.
Rasul’ün fiili ile sözü arasındaki çelişki durumları bunlardır.
Buna örnek şunlardır:
Ebu Davud, Rubeyyi’ bint Maûz b.Afrâi yoluyla rivayet etti ki:
“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
ellerindeki artan su ile başını mesh etti.”
Süfyan es-Sevri’den şöyle dediği rivayet edildi: “Rubeyyi’ bint
Maûz b. Afrâi bana şunu anlattı: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bize geliyordu..... elinde
abdesten kalan su ile başını mesh etti.”
Bu fiil, Taberani’nin tahriç ettiği şu hadisle çelişmektedir:
“Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki;
خذوا للرأس مَاءً جَدِيدًا
“Başı mesh etmek için yeni su alın.”
Bu ikisi arasını birleştirmek şöyledir:
خذوا “alın”
lafzı ümmetine has bir hitaptır, genel değildir. Her ne kadar
Rasul’ün ümmetine hitabı kendisine de hitap ise de -çünkü
kelamın genelliği içine kendisi de dâhil olur- fakat onun,
Rasul’e has bir hüküm olduğuna delâlet eden bir karine varsa, o
takdirde Rasul’ün özelliklerinden olur. Burada ise, abdestinden
kalan su ile başını mesh etmesinin yanına “Başını mesh etmek
için yeni su alın.” sözü konulduğunda, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiilinin ona has olduğuna,
sözünün ise ümmetine has olduğuna karine olur. Böylece “başını
mesh etmek için yeni su alın” sözü ile kendisine has olan
başını mesh etmek için yeni su almayıp abdesten kalan su ile
başını mesh etmesi hakkındaki Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in fiili arasında çelişkinin olmadığı açığa
çıkar. Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
ümmetine bu emri, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
ait fiil karinesi ile ümmete has emir olur. Zira o, fiillerinde
ve sözlerinde kendisine tabi olmayı gerekli kılan “örnek olma”
delillerinden daha özeldir/hastır. Dolayısıyla has olan genel
olan üzerine bina edilir. Ümmete, farklı bir emrin geçtiği bu
fiilde Rasulü örnek almak vacib olmaz.
Bir başka örnek de şöyledir: İbrahim et-Teymi, Aişe
RadıyAllah’u Anha’dan şunu rivayet etmiştir: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hanımlarından bazılarını
öper, sonra da abdest almadan namaz kılardı.”
Bu hadisin zayıf olduğu söylendi ise de, zayıf olduğunu
söyleyenlerin, hadis mürsel olduğundan dolayı söyledikleri
görülmüştür. Oysa mürsel hadisle delil getirilir. Bu hadis
hakkında Nesâi şöyle demektedir: “Mürsel olmasına rağmen bu
babda bu hadisten daha iyisi yoktur.” Dârektunî bu hadisi
bağlantılı olarak zikretmiştir. Dedi ki; “İbrahim’den o da
babasından o da Aişe RadıyAllah’u Anha’dan...”
Aişe RadıyAllah’u Anha’den rivayetle dedi ki: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem namaz kılıyordu ve ben
de önünde boylu boyunca cenaze gibi uzanmış oluyordum. Vitir
kılmak isteyince ayağı ile bana dokundu.”
Yine Aişe RadıyAllah’u Anha’den rivayetle dedi ki:
“Gecenin birinde Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’i yanımda yatakta bulamadım. Onun nerede
olduğunu elimle aramaya koyuldum. Ellerimi kendisi secdede iken
ve ayakları (secde halinde) dikilmiş olduğu halde iken,
ayaklarının iç tarafına dokundum.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiiline
delâlet eden bu hadisler, şu ayetle de çelişmektedirler:
أَوْ لامَسْتُمْ النِّسَاءَ
فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا
“Kadınlara dokunduğunuzda su bulamazsanız teyemmüm ediniz.”
Bu ayet dokunmanın abdesti farz kılan olaylar cümlesinden olduğu
hususunda sarihtir. لا مستم
kelimesi “elle dokunma anlamında” hakikattir. “Cinsi münasebet”
anlamında ise mecazdır. Hakiki mana hakkında bir özür
bulunmadıkça mezaca gidilemez. Burada ise hakiki mana özürlü
değildir, bilakis kesindir. Bir karine bulunmadıkça mecaz manaya
gidilmez. Burada ise onu mecaz kılan bir karine yoktur.
Dolayıyla mananın hakiki olması belirlenmiş olur. Onun hakiki
manada kalmasını أو لمستم
“onlara temas ederseniz” kıraatı da teyid etmektedir. Çünkü bu
okuyuşta cima dışında mücerret olarak dokunma anlamı zahirdir.
Buna göre Rasul’ün kadına ve kadının da Rasul’e dokunması ile
ilgili olarak Rasul’ün fiili, özellikle Aişe’nin Nebi’nin
ayağına dokunması merfu ve mevkuf olarak sabit olmuştur.
Rasul’ün bu fiili ayet ile çelişmektedir. Yani sözlü nâssla yani
Kur'an’la çelişmektedir.
Araları birleştirildiğinde ise şöyle olur: Ayette,
أو لامستم “ya da
onlara dokunduğunuz zaman” denilmektedir. Bu ümmete has
olanlardandır. Her ne kadar Rasul sözün genelliği içine
giriyorsa da, Rasul’ün fiilinin sözlü nâssın hilafına olması,
fiilin Rasul’e, sözlü nâssın ise ümmete has olduğuna karinedir.
Zira “elle dokunma”, Rasul’den sadır oldu ve abdest almadı,
dolayısıyla ona has bir davranıştır. Çünkü Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiili; ümmetine has olan
sözlü nâss ile çelişmez, bilakis kendisine has olduğunu
gösterir. Çünkü ayet, kendisine muhalif olmasına rağmen Rasul’ün
fiili ile bir araya getirildiğinde ayetin ümmete has olduğuna
dair bir karine olur. Bu durumda sözlü nâss ile fiil arasında
çelişki olmaz.
İşte, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiiller
ile sözleri arasında bir çelişkinin var olduğu görüldüğü zaman
araları birleştirilmeye çalışılır. Eğer birleştirmek mümkün
olmazsa onlar hakkıda üç durumun kuralları uygulanır.
Nesh hali dışında
Rasulullah’ın sözleri arasında çelişki olmaz. Bu halin dışında
kalan durum ise, ya teracih ya da teadül/denkleştirme
babındandır, ya da aralarında tevfik/uyumlaştırma imkânı vardır.
Nesh meselesi hakkında, nesh konusunda bahsedilecektir. Teadil
ve teracih konusuna da bu başlık altındaki konuda
değinilecektir.
Birbiri ile çelişen iki söz
arasındaki tevfike gelince; o, her iki sözün durumlarını ve
içerisinde söylendikleri şartları anlamak için dikkatlice
incelenmesi ile olur. O zaman çelişkinin olmadığı ortaya çıkar.
Çünkü yaşam halleri birbirinden farklıdır. Dolayısıyla sadece
benzerlik nedeni ile bir şey diğerine kıyas yapılmaz. Zira bir
hususta benzerlik olabileceği gibi çeşitli hususlarda vakıa
bakımından farklılık da olabilir.
Bu nedenledir ki teşride ve
siyasette genelleştirmeden ve soyutlamadan uzak durmak lazımdır.
Çünkü teşri, kulların fiillerinin
hükmünü açıklayan bir çözümdür.
Siyaset
ise, fiillerinin üzerine kurulu olduğu maslahatları hakkında
insanların işlerinin gözetilmesi ve yürütülmesi demektir.
Bunların her ikisi de hayatla, hayatın şartları ile ve durumları
ile alakalıdır.
Bu
şartlar ve durumlar
çok sayıda olup birbirinden farklı ve ayrıdır. Fakat çoğu kere
birbirine benzerler. Dolayısıyla bu farklılığın veya ihtilafın
veya çeşitliliğin görülmemesinden korkulur. Zira bu, genellemeyi
yani aynı cinsten olan her şey hakkında hüküm verilmesine
sürükler. Aynı şekilde soyutlamaya yani her bir fiili ve her işi
kendisi ile alakalı durumlar ve şartlardan soyutlamaya sürükler.
İşte bu iki nedenden dolayı hataya düşülür. Bundan dolayı bir
tek fiil ve iş hakkında iki çözüm arasında çelişki görülür. Yani
konuya bakan kişiye iki söz çelişkili görünür.
Bu nedenledir ki
Rasulullah’ın söylediği sözler arasında çelişkinin var olduğu
zannı ortaya çıkar. Ancak genellemeden uzaklaşıp her olay
kendisine ait çözümle ele alındığı ve soyutlamadan
uzaklaşıldığında yani vakıa, durumlarından ve şartlarından
soyutlanmadığında çözümün aynı olayla bağlantısı kurulduğunda ve
olaylar ortamları ile irtibatlandırıldığında iki olay arasında
fark bulunduğu görülür.
Her iki olaya ait ortamlar,
şartlar birbirinden farklı olması nedeni ile veya birisini
diğerinden ayırarak münferid hale getirmeden çözüme veya olaya
bakışın esası kılınmasında ikisinden birisi diğeri ile
irtibatlandırıldığı zaman iki olay arasında çelişki olmadığı
açığa çıkar.
Fakihin veya siyasinin
yapması gereken; olaylar arasındaki ayırt edici incelik
kendisine beyan olasıya kadar her bir olayı diğerinden ayrı
olarak ele almaktır. Böylece olayın farklı çözümüne ulaşır,
teşrii ve siyasi anlayışta ve olayların çözümünde doğruya ve
hakka en yakın olana ulaşır.
Teşrii açısından: Teşrii
nâsslar, olayların ve vakıaların hükmü olması nedeniyle farklı
olmaları Şer’î nâssların tabiatındadır. Şer’î nâssların
aralarındaki ihtilafın
inceliğinden dolayı ve bu ihtilafla birlikte benzerliğin
kaçınılmaz oluşundan dolayı, aralarında çelişki varmış gibi
görünmeleri onların tabiatının gereğidir.
Bu nedenledir ki fakih, hükmü
vermeden önce teşrii nâssları dikkatlice incelemesi gerekir.
Çünkü teşrii nâsslar, sadece birtakım manalara delâlet eden
edebî ifadeler değildirler. Bilakis vakıaların çözümüdürler.
Dolayısıyla nâssların zihnindeki anlamlarını hissettiği
vakıalarla bir araya getirip ilişkilendirmelidir. Öyle ki teşrii
anlayış ve çözüme kavuşturmak istediği vakıayı idrak edesiye
kadar vakıaya parmağını bassın. İşte o zaman nâssların
delaletleri arasındaki ince farkları, genelleme yapmanın ve
soyutlamanın tehlikesini idrak eder. Nebevî hadislere bu esasa
göre bakılmalıdır. İşte o zaman çelişkinin olmadığı idrak
edilir.
Çelişkili görülen Nebevî
hadislere bakan kimse, bunları dikkatlice incelemesi halinde,
aralarını bulmanın mümkün olduğunu görür. Buna örnek çoktur.
Mesela; Rasul bir kısım hadislerde bazı şeyleri emrederken,
başka gurup hadislerde ise emrettiği bu şeylerin kabulünü red
etmektedir. Bu durumda ise bu hadisler arasında bir çelişki
olduğu görülür. Fakat gerçekte herhangi bir çelişki yoktur. Zira
Rasul’ün emri bir fiilin talebidir. Bu emir, beraberinde bir
karine olmadan vaciblik veya mendubluk veya mubahlığı ifade
etmez. Bu emirden sonra, Rasul’ün emrettiğini yapmadığını
gösteren bir durumun olması bu emrin mubah olduğuna karinedir.
Dolayısıyla emrettiği şeylerin kabulünü reddetmesi, onlarla
ilgili emrine çelişki olmaz, bilakis emrinin vaciblik ve
mendubluk için değil mubahlık için olduğuna dair bir karine
olur.
*
Bir örnek: Kays b. Sa’ad’dan rivayet edilen şu hadistir:
“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem evimizde bizi ziyaret
etti.... Sa’ad onun için gusül edeceği suyun hazırlanmasını
emretti. Sa’ad ona safran veya alaçehre boya ile boyanmış bir
örtü verdi. O da ona büründü.”
Gusül ve abdesten sonra kurulanmanın caiz olduğuna delâlet eden bu hadis,
Meymûne’den rivayet edilen şu hadisle çelişmektedir:
“Sonra
mendil getirildi. O onunla kurulanmadı.”
Bu hadis Rasul’ün kurulanmadığına delâlet etmektedir.
Bazıları bu iki hadisi; Rasul’ün
kurulanmamış olmasını dikkate alıp kurulanmayı mekruhluğa
hamlederek uyumlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat mekruhluğa
hamletmek, ancak Rasul’ün bir şeyi nehyetmesi ve onu emretmesi
durumunda olur. Burada ise Rasul’ün bir seferinde bir şeyi
yapması bir başka seferde yapmaması söz konusudur. Bu iki fiil
arasında çelişki yoktur. Aralarında bir çelişkinin olduğu
varsayılsa bile bu, mubahlığa hamledilir. Çünkü Rasul’ün bir
fiili yapmaması nehye delâlet etmez. Zira çoğu kere bazı
mubahlardan yüz çevirdiği görülmüştür.
*
Bir başka örnek: Abdurrahman b. Ka’ab b. Malik’ten rivayet
edildi ki:
“Cirit oyuncusu Amr b. Malik, müşrik iken Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e gelip hediye verdi. Bunun
üzerine Rasulullah ona dedi ki;
إني لا أقبل هدية مشرك “Ben müşrikin hediyesini kabul etmem.”
Bu hadis, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in müşriklerden hediye
kabul ettiğini ve kabul edilmesini emrettiğini tespit eden
hadislerle çelişmektedir.
Ali
RadıyAllah’u Anha’dan şöyle dediği rivayet edildi:
“Kisra,
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hediye
gönderdi. O bunu kabul etti. Kayser’in hediyesini kabul etti.
Krallar hediye gönderdi, kabul etti.”
Amr b. Abdullah
b. ez-Zubeyr’den, o da babsından şöyle dediği rivayet edildi:
“Mâlik b. Hasel
oğullarından Abduluzza b. Abdiesade’nin kızı Kuteyle, kızı Ebu
Bekir’in kızı Esma’ya kertenkele, süzme peynir ve eritilmiş
yağdan müteşekkil hediyelerle geldi. O müşrik bir kadındı. Esma,
onun hediyelerini kabul etmekten ve onu evine sokmaktan kaçındı.
Aişe onu Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e sordu.
Allah şu ayeti indirdi:
لا يَنْهَاكُمْ اللَّهُ عَنْ الَّذِينَ لَمْ
يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ
“Allah sizinle din konusunda savaşmayan kimselere ...
yasaklamaz.” Bunun üzerine Nebi,
Esma’ya onun hediyesini kabul etmesini ve evine sokmasını
emretti.”
Böylece Rasul’ün müşrik
birisinden hediye kabul etmesi ve müşrik birisinden hediye kabul
etmemesi arasında bir çelişki görülmektedir.
Bu iki hadisin
birleştirilmesi şöyledir: Rasul’ün müşrikten hediye kabul
etmemesi, o hediyeyi kabul etmenin vacib veya mendub değil mubah
olduğuna dair bir karinedir. Çünkü Rasul birçok defa mubahlardan
yüz çevirmiştir. Kertenkele yemeyi, kendisine tiksinti verdiğini
söyleyerek reddetmiştir, tavşan yemeyi de reddetmiştir.
*
Bir başka örnek: Buhari’nin
hicret eden mü’min kadınlar hakkında rivayet ettiği şu
hadistir. Dedi ki;
“Allah’u
Teâla haklarında;
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءَكُمْ
الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ اللَّهُ أَعْلَمُ
بِإِيمَانِهِنَّ فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا
تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا
هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ
“Ey iman edenler! Mü’min
kadınlar, hicret ederek size geldiklerinde kendilerini imtihan
ediniz.
Allah onların imanlarını
daha iyi bilir. Eğer siz de onların
inanmış
kadınlar
olduklarını
öğًِrenirseniz
onları
kâfirlere geri göِndermeyin.
Bunlar onlara helal olmazlar onlar da bunlara helal olmazlar...”
ayetini
indirdiğinde Urve dedi ki: Aişe bana haber verdi ki; Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bu ayetle birlikte
mü’min muhacir kadınları imtihan ediyordu. Urve dedi ki; Aişe
dedi ki; “O kadınlardan bu şartları kabul eden kadına Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem; “Ben de seninle
söylediğim hususlara göre sözlü olarak biatlaşıyorum.” derdi.
Allah’a yemin olsun ki, biatlaşmada onun eli hiçbir kadının
eline değmedi. Onlarla ancak sözlü biatlaştı.”
Ümeyme bint Rakîka’dan
rivayet edildi ki;
“Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e İslam üzerine biat
etmek için bir gurup kadınlarla birlikte geldim. Kadınlar ona
dediler ki; “Ya Rasulullah! Biz; Allah’a hiç bir şeyi ortak
koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina
yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, ellerimiz ile
ayaklarımız arasında bir iftira uydurup getirmeyeceğimize, maruf
olan hususlarda sana karşı gelmeyeceğimize dair sana biat
ediyoruz.” Bunun üzerine dedi ki;
فِيمَا اسْتَطَعْتُنَّ وَأَطَقْتُنَّ
“Gücünüz
yettiği ve yapabildiğiniz kadar.”
Kadınlar dediler ki; “Allah ve Rasulü bize nefislerimizden daha
merhametlidir. Ya Rasulullah! Seninle biatlaşmıyor muyuz? O da
dedi ki;
إِنِّي لا أُصَافِحُ النِّسَاءَ إِنَّمَا قَوْلِي لِمِائَةِ
امْرَأَةٍ كَقَوْلِي لأمْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ أَوْ مِثْلِ قَوْلِي
لأمْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ
“Ben
kadınlarla tokalaşmam. Benim bir kadına sözüm yüz kadına sözüm
gibidir.”
Buhari, Urve’den o da Aişe
RadıyAllah’u Anha’dan şunu dediğini rivayet etti:
“Sahip
olduğu kadınlar dışında Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in eli hiçbir kadının eline değmedi.”
Bu hadisler, Buhari’nin Ümmü
Atiye’den rivayet ettiği şu hadisle çelişmektedir: Ümmü Atiye
dedi ki; “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e biat ettik. O bize “Allah’a
hiçbir şeyi ortak koşmasınlar...”
ayetini okudu. Ve ölünün arkasından feryad etmemizi yasakladı.
Bunun üzerine bizden bir kadın elini geri çekip şöyle dedi:
“Falan kadın bu konuda bana yardımcı olmuştu. Ona olan borcumu
ödemek istiyorum.” Nebi bunun üzerine ona bir şey demedi.”
Bu hadiste yer alan;
قبضت امرأة منا يدها
“Bizden bir kadın
elini geri çekti.”
ifadesi, Rasul’ün kadınlarla tokalaşarak biat ettiğine delâlet
etmektedir. Bunun anlamı şudur: O kadınla beraber orada bulunan
kadınlar ellerini çekmediler yani elleriyle tokalaşarak
biatlaştılar. Ümeyme hadisinde ise şöyle demektedir:
إِنِّي لا أُصَافِحُ النِّسَاءَ
“Ben kadınlarla
musafaha yapmam/tokalaşmam.”
Aişe
RadıyAllah’u Anha ise şöyle diyor:
ما
مست يده يد امرأة
“Onun
eli hiçbir kadının eline dokunmadı.”
İşte burada bir çelişki vardır. Zira musafaha ile biat hadisi,
kadınlarla musafaha yapmadığına dair hadisle çelişmektedir.
Bunların arasını birleştirmek
şöyledir: Rasul’ün bir fiili yapmaktan kaçınması, nehyetmesi
değildir. Dolayısıyla musafahanın yasak olduğuna da delâlet
etmez. Ancak onun mubahlardan bir mubahtan kaçındığına delâlet
eder ki bu, Rasul’ün kadınlarla musafaha yaparak biat alması
fiilinin vacib veya mendub değil bilakis mubah olduğuna
karinedir. Çünkü musafaha yapmadığına dair Rasul’ün sözü
musafahayı nehyettiği anlamına gelmez. Zira o kesin bir
yasaklama değildir. Bilakis Rasul’ün bir kısım mubahlardan uzak
durduğu gibi ondan da uzak olduğuna hamledilir. Tıpkı evinde
dinar ve dirhem olduğu halde gecelemekten kaçınması gibidir.
Nafi’nin İbn Ömer’den rivayet ettiği hadiste yer alan, çobanın
kaval sesini işitmesine rağmen ona karşı çıkmayıp, engellemeyip
sadece sesi işitmekten sakınması, kaval sesinin dinlenilmesini
ikrar ettiğine delâlet etmesi gibidir. Kertenkele ve tavşan eti
yemekten kaçınması gibidir. Buna binaen Ümeyme hadisi ile bundan
önceki hadis arasında çelişki yoktur.
Burada Ümeyme hadisindeki
çelişki şüphesinin Ümmü Atiyye hadisinden kaynaklandığına
dikkati çekmek gerekmektedir. Çünkü Ümmü Atiyye hadisi musafaha
ile biat hakkında ve biata hastır. Zira bu hadisler biata has
hadislerdir. Bundan dolayı da çelişki şüphesi gelmektedir.
Dokunmanın caiz olduğuna
delâlet eden delillere gelince;
أو لا مستم النساء
“kadınlara
dokunursanız” bir
başka kıraatte ise;
أو
لمستم النساء “kadınlara
(cima dışında)
dokunursanız”
ayeti, işaretin delâleti ile erkeğin kadına dokunmasının caiz
olduğuna delâlet etmektedir. Ümeyme
hadisi ile bu ayet arasında
herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü bu ayet her dokunma hakkında
geneldir. Ümeyme hadisi ise biata hastır.
Buna binaen Rasul’ün bir
fiili yapmaktan imtina ettiğine delâlet eden bir hadis gelir ve
onun açıklaması da onu yapmamasının nehiy ifade etmediğini
gösteriyorsa, Rasul’ün o işi başka bir vakitte yapması çelişki
oluşturmaz. O şeyi yapmayı emretmesi de çelişki oluşturmaz. Her
halükarda Rasul’ün yaptığı veya emrettiği o şeyin vacib veya
mendub değil mubah olduğuna karine olur. Zira Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem birçok mubahtan kaçınmıştır.
*Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bir seferinde yasakladığı,
bir başkasında ise yapılmasını emrettiği, böylelikle aralarında
bir çelişki görüntüsünün var olduğu ancak aralarında tevfikin/uyumun
mümkün olduğu hadislere necis ve haram kılınanla tedavi olma
hadisleri örnek olarak gösterilebilir. Necis ve haram olan şeyle
tedavi olmayı yasaklayan hadislere örnek:
Vail El-Hadramî’den
rivayet edilmiştir ki;
“Tarık
b. Süved el-Cu’fiyyi Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
içki hakkında sordu. O da onu içkiden nehyetti yada onu
yapmasını kerih buldu. O dedi ki; “Ben onu ancak ilaç olarak
kullanacağım”. Bunun üzerine Nebi dedi ki;
إِنَّهُ لَيْسَ بِدَوَاءٍ وَلَكِنَّهُ دَاءٌ
“Şüphesiz ki o ilaç değil hastalıktır.”
Ebu Derda’dan
rivayet edildiğine göre Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem şöyle dedi:
إِنَّ
اللَّهَ أَنْزَلَ الدَّاءَ وَالدَّوَاءَ وَجَعَلَ لِكُلِّ دَاءٍ
دَوَاءً فَتَدَاوَوْا وَلا تَدَاوَوْا بِحَرَامٍ
“Şüphesiz ki
Allah, hastalığı da ilacı da indirdi. Her hastalık için ilaç
yarattı. Öyle ise tedavi olun, fakat haramla tedavi olmayınız.”
Ebu Hureyre’den rivayet
edildiğine göre; “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem habis/pis olanla
tedaviden yani zehirle tedaviden nehyetti.”
Bu hadisler Rasul’ün, necis
ve haram kılınan şeyle tedavi olmayı emreden hadisleri ile
çelişmektedir. Katâde Enes’ten şunu rivayet etti: “Ukl ve Urayne
kabilelerinden bir gurup insan Medine’ye Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in yanına geldi. İslâm’ı konuştular.
Dediler ki; “Ya Nebiyallah! Biz hayvancılıkla uğraşan bir
topluluğuz, rençberlikle uğraşan bir topluluk değiliz.”
Medine’nin havası onlara iyi gelmedi ve hastalandılar. Bunun
üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
onlar için bir gurup deve ve çoban hazırlanmasını emretti.
Onlara Medine dışına çıkmalarını, develerin sütlerinden ve
idrarlarından içmelerini emretti.”
Enes’den şu rivayet edildi:
“Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Abdurrahman b. Avf ve
Zubeyre, ikisinde olan kaşıntı nedeni ile ipek giyme izni
vermiştir.”
Aynı olayı Tirmizi şu
lafızlarla rivayet etti:
“Abdurrahman
b. Avf ve Zubeyr bitlendiler. Bunun üzerine Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, katıldıkları bir gazada
onlara ipek gömlek giyme izni verdi.” Dedi ki; “onu onların
üzerinde gördüm.”
Bu iki hadis, necis ve haram
olan ile tedaviye cevaz vermektedir. Birinci hadis, necis olduğu
halde sidik içmeye cevaz vermektedir. İkinci hadis, haram olduğu
halde ipek giymeye cevaz vermektedir. Bu iki hadisten önceki
hadisler ise haram olanla ve necisle tedavi olmayı
engellemektedirler. Çelişki burada ortaya çıkmaktadır.
Her iki hadis gurubunu
birleştirmeye gelince: Haram olan ve necisle tedaviyi emreden
hadisler mekruhluğa hamledilir. Çünkü nehy, terk talebi olup
kesin veya kesin olmayan talep olduğuna delâlet eden bir
karineye muhtaçtır. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
necis veya haram olanla tedaviye cevaz verirken bir taraftan da
her ikisi ile tedaviyi yasaklıyor olması necis ve haram olanla
tedaviden nehyin kesin nehiy olmayıp mekruh olduğuna karinedir.
*Çelişkili görüldüğü halde
aralarını uyumlaştırmanın mümkün olduğu hadislerden bir başka
grup ise konuları tek olan fakat
şartları farklı
olan hadislerdir.
Buna örnek de şudur: Zeyd b.
Halid el-Cüheyni’in rivayet ettiğine göre Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
أَلا أُخْبِرُكُمْ بِخَيْرِ الشُّهَدَاءِ
الَّذِي يَأْتِي بِشَهَادَتِهِ قَبْلَ أَنْ يُسْأَلَهَا
“Size
şahitlerin hayırlısını haber vereyim mi? O kimse, çağrılmadan
şahitlik yapmaya gelen kimsedir.”
Bu hadis, İbn Ömer’den
yapılan rivayetle çelişmektedir. “Dedi ki; Câbiye kapısında Ömer
bize şöyle dedi: “Ey insanlar! Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem benim aranızda kalktığım gibi kalktı ve
şöyle dedi:
أُوصِيكُمْ بِأَصْحَابِي ثُمَّ الَّذِينَ
يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ
حَتَّى يَحْلِفَ الرَّجُلُ وَلا يُسْتَحْلَفُ وَيَشْهَدَ
الشَّاهِدُ وَلا يُسْتَشْهَدُ
“Size
ashabımı tavsiye ediyorum. Sonra onların ardından gelenleri,
sonra onların ardından gelenleri. Daha sonra yalan
yaygınlaşacak. Hatta bir adamdan yemin etmesi istenmeden yemin
edecek, şahitliğe çağrılmadan şahitlik edecektir.”
Bu hadiste Rasul, çağrılmadan
şahitlik yapan kimseyi zemmetmektedir. Önceki hadiste ise, Rasul
çağrılmadan şahitlikte bulunan kimseyi övmektedir. Bu iki hadis
arasında çelişki görülmektedir.
Bu iki hadis
birleştirildiğinde: Çağrılmadan şahitlikte bulunan kimsenin
övüldüğü birinci hadis; köle azad etmek, vakıf ve genel vasiyet
gibi Allah’u Teala’nın hakkı ile alakalı hisbe konularına ait
şahitlikler hakkındadır. Şahitlerin en hayırlısı olarak
vasfedilen şahit işte bu hisbe şahididir. Çünkü hisbeyi
ilgilendiren bir konuyu ortaya çıkarmamış olsaydı, dinin
hükümlerinden bir hükmün ve Şer’î kaidelerden bir kaidenin kayıp
olması kaçınılmaz olurdu. Bir insanın hakkına ait bir şeye şahit
olan, sahibi de onu bilmiyorsa, şahidin gelerek onu haber
vermesinde de durum aynıdır.
Çağrılmadan gelip şahitlikte
bulunduğu için Rasul’ün zemmettiği ikinci hadise gelince: Bu
hadis, kul haklarındaki şahitlik hakkındadır. Bu nedenle her iki
hadisin konuları aynı olsa da, zarfları/şartları farklıdır.
*Çelişkili görüldüğü halde
birleştirilmeleri mümkün olan hadislerden bir başka gurup
hadisler ise;
konuları aynı olduğu halde, durumları
farklı olan hadislerdir. Buna örnekler şunlardır:
Aişe RadıyAllah’u Anha,
eşi Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den şunu
rivayet etti: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Bedir’den önce yola
çıkıp el- Vebre taşlığına geldiğinde kahramanlığı ve cesareti
ile anılan bir adam ona yetişti. O adamı gördüklerinde
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabı
sevindiler. Adam Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
ulaşınca dedi ki; “Sana tabi olup seninle beraber olmak için
geldim”. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ona
dedi ki;
تؤمن
يالله ورسوله“Allah’a
ve Rasulü’ne inanıyor musun?” O, “hayır” dedi. Bunun üzerine
Rasul ona dedi ki:
فَارْجِعْ فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ
“Öyle ise geri
dön, kesinlikle müşriklerden yardım almam.”
Aişe dedi ki;
Müslümanlar ağaçlık bir bölgeye vardıklarında adam tekrar
Rasul’ün yanına geldi. Adam ilk söylediklerini söyledi. Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de ona ilk cevap verdiği
gibi cevap verdi. Dedi ki;
فَارْجِعْ فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِك “Geri dön, kesinlikle
müşriklerden yardım almam.”
Adam döndü, sonra tekrar
Rasul’e çölde yetişti ve ilk söylediklerini söyledi. Ona Rasul;
تؤمن
يالله ورسوله “Allah’a
ve Rasulü’ne inanıyor musun?”
diye sorunca adam “evet” dedi. Bunun üzerine Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
فانطلق “Öyle
ise katıl” dedi.”
Hubeyd b. Abdurrahman
babasından, o da dedesinden şöyle dediği rivayet edildi:
“Gazvelerinden
birinde kavmimden bir adamla beraber Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’e geldim. Henüz Müslüman değildik. Dedik
ki; Kavmimizin katılıp da bizim onlarla birlikte katılmadığımız
bir olaya şahit olmaktan utanıyoruz. Rasulullah dedi ki;
أو
أسلمنما “Müslüman
oldunuz mu?” Dedik
ki; “hayır.” Dedi ki;
فَإِنَّا لا نَسْتَعِينُ بِالْمُشْرِكِينَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ
“Biz
müşriklere karşı müşriklerden yardım almayız.”
Bunun üzerine biz
Müslüman olduk ve onunla birlikte savaşa katıldık.”
Enes’ten Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet
edildi:
لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ وَلا
تَنْقُشُوا عَلَى خَوَاتِيمِكُمْ عَرَبِيًّا
“Müşriklerin
ateşi ile aydınlanmayınız. Yüzükleriniz üzerine Arap nakışları
ile nakış yaptırmayınız.”
Ebu Humeyd es-Saidi’den şöyle
dediği rivayet edildi:
“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Uhud günü yola çıkıp
el- Veda tepesinin ardına varmıştı ki, bir süvari birliği ile
karşılaştı. Dedi ki; “Kim bunlar?” Dediler ki;
Kaynukaoğullarından Abdullah b. Selâm gurubu. Dedi ki; “Müslüman
mı oldular?”
Dediler ki; Hayır, onlar dinleri üzerindedirler. Bunun üzerine
dedi ki;
فإنا
لا نَسْتَعِينُ بِمُشْرِكٍ
قل
لهم فليرجعوا “Onlara
geri dönmelerini söyle.
Biz müşriklerden yardım almayız.”
Bu hadisler, müşriklerden
yardım almanın caiz olduğuna dair gelen hadislerle
çelişmektedir.
Zi Mahber’den şöyle dediği
rivayet edildi: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i şöyle derken işittim:
سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحًا آمِنًا
وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ
“Rumlarla bir
barış anlaşması yapacaksınız. Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana
karşı savaşacaksınız.”
Zuhri’den rivayet edildi ki;
“Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Hayber savaşında
yahudilerden bir guruptan yardım aldı ve onlara paylarını verdi.”
Bir başka rivayette;
“Kuzman,
Uhud günü Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabı
ile birlikte çıktı. O müşrikti. Müşriklerin sancağını taşıyan
Abdulkadir oğullarından üç kişiyi öldürdü.”
Bu hadisler, müşriklerden
yardım almanın caiz olduğuna delâlet etmektedirler. Önceki
hadisler ise müşriklerden yardım almanın caiz olmadığına delâlet
etmektedirler. Böylece hadislerin çelişkili olduğu
görülmektedir.
Her iki gurup hadis
birleştirildiğinde; Aişe hadisinde, Rasul müşriklerden yardım
almaktan kendisini nefyetmektedir. Rasul’ün bir fiil yapmayı
reddetmesi, onu nehyetmesine delâlet etmez. Çünkü herhangi bir
mubahtan kaçındığı gibi ondan da kaçınması ihtimali vardır.
Bilakis o, yapmaktan kaçındığı fiilin tersine emrin ya da fiilin
vacib veya mendub olmadığına bir karinedir. Dolayısıyla bu
hadiste bir çelişki yoktur.
إنا لا نسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ
“Biz müşriklerden
yardım istemeyiz.”
İfadesinin yer aldığı Ebu Humeyd es-Sa’idi hadisine gelince; Bu nâss hem
Rasul hem de ümmet hakkında geneldir. Bu nedenle de nehiy ifade
eder. Fakat hadisin konusu, sancağı altında savaşan bir askeri
süvari birliğidir. Dolayısıyla yasaklanan kendi sancağı altında
savaşacak olan bir ordudan yardım istemektir.
Rasul’ün yardım istediğinin
ifade edildiği hadislerde ise fertlerden yardım almıştır.
Dolayısıyla her iki hadisin
halleri
birbirinden farklıdır. Yardım istemenin yasaklanması kendi sancağı
altında savaşan ordudan yardım istemekle ilgilidir. Yardım
istemenin caiz kılınması ise, fertlerden yardım istemekle
ilgilidir.
Enes hadisine gelince;
النار
“Ateş”,
bir kabilenin siyasi varlığına kinayedir. Kabile, savaş ilan
ettiğini belirtmek için işaret olarak bir ateş yakar. Onun
ateşinden aydınlanmak, onun siyasi yapısı içine girmek demektir.
Yasaklanan ise budur.
Rumlarla ilgili hadise
gelince; Bu demektir ki onlar bize cizye verip himayemiz altına
girmişler. Çünkü sulh bunu gerektirir. O zaman onlar bizim
sancağımız altında savaşmış olurlar.
Buna binaen bu hadsiler
arasında çelişki olmaz. Çünkü müşrikten yardım almaktan nehy
edilmesi, kendi sancağı altında olduğu halde bir ordu vasfında
olanlardan yardım almak halinde söz konusudur. Müşrikten yardım
almanın caiz olması ise ancak fert olmaları ya da İslâm bayrağı
altında bir ordu olmaları durumunda söz konusudur.
*Çelişkili olarak
görüldüğü halde araları uyumlaştırılması mümkün olan hadislere
bir başka örnek de; Rasul bir hususu genel olarak nehy ettiği ve
belirli bir halde de mubah kıldığı hadislerdir. Burada muayyen
hal istisna konumundadır. Yani mubah kılınan hal çelişkisi,
yasaklamanın illeti olmaktadır
Ebu Hudâş’ın, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabından bir adamdan
rivayet ettiği şu hadis buna örnektir: Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ
وَالْكَلا وَالنَّارِ
“Müslümanlar üç
şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.”
Bu hadis, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Taif’te ve Medine’de bazı
fertlere su gözelerini ferdi mülkiyet olarak mülk edinmelerini
mubah kıldığını tespit eden rivayetlerle çelişmektedir.
Ancak bunların arasını
birleştirmek mümkündür. Zira Rasul’ün ferdi mülkiyet halinde
mülk edinilmesini mubah kıldığı sular, toplumun ihtiyacı olan
sulardan değildir. Topluluğun ihtiyacından fazla olan sulardır.
Bunun delili Rasul’ün bir
başka hadisteki şu sözüdür:
لا يُمْنَعُ فَضْلُ الْمَاءِ بعد ان يستغني عنه
“İhtiyaç
fazlası olan su men edilmez.”
Bunun anlamı şudur: Ferdi
mülkiyet olarak sahip olunan su, toplumun ihtiyaç duymadığı
sudur. Dolayısıyla bunun zıttı, toplumun ihtiyaç duyduğu su
demektir ki hakkında insanların ortak olduğu su da budur. İşte
bu durum insanların suda ortak oluşlarının illetidir.
Dolayısıyla iki hadis arasında bir çelişki yoktur.
İşte böylece aralarında
çelişkinin görüldüğü tüm hadisler, dikkatlice incelendiği zaman
aralarındaki var olan ihtilaftan dolayı çelişkili olmadıkları
açığa çıkar. Bundan dolayı Rasul’ün sözleri arasında nesh
halinin dışında çelişkinin olmadığı açığa çıkmaktadır.