Arap dilinin bilinmesinden ve dilin lafýzlarý ve onlarýn
kýsýmlarýnýn açýklanmasý ile dilin kýsýmlarýnýn bilinmesinden
sonra Kitap ve Sünnetle istidlâl/delil getirme kolaylaþtý. Çünkü
Kitap ve Sünnetle delil getirmek, ancak o ikisinin lafýzlarý ile
delil getirmektir. Arap dilinin lafýzlarý açýklandýðý zaman,
dille delil getirmenin gerektirdiði husus saðlanmýþ olur. O
husus, dilin lafýzlarý ve kýsýmlarýnýn açýklanmasýdýr.
Ancak lafýzlarla istidlâl, delil getirmek keyfiyetini bilmeye
baðýmlýdýr. Ýstidlâl ya mantuk yoluyla ya da mefhum yoluyla olur.
Yani ya lafzýn delâlet ettiðine delâleti yoluyla olur ya da
delâlet edilenin baþka bir delâlet edilene delâleti yoluyla olur.
Yani ya lafzýn delâlet ettiði manaya göre olur ya da lafzýn
kendisi deðil de lafzýn manasýnýn delâlet ettiði manaya göre olur.
Bundan dolayý mantuk ve mefhumun incelenmesi kaçýnýlmazdýr.
Mantuk ve mefhumun incelenmesinden önce þu iki husustan
bahsedilmesi kaçýnýlmazdýr. Birincisi; Kur'an’da, mühmel lafýz
yoktur. Sünnette de öyledir. Ýkincisi; Allah’u Teâla, açýklama
olmaksýzýn, sözünde zahirden baþkasýný kast etmez.
Birinci hususa gelince; Allah’u Teâla bize mühmel ile yani
manaya delâleti olmayan bir þeyle hitap etmez. Bu Allah hakkýnda
imkânsýzdýr. Çünkü mühmel hezeyandýr/noksanlýktýr. Hezeyan ise,
mühmel lafýzlarý bir araya getirip konuþmaktýr. Ya da o haliyle
sözün toplamýnýn bir manaya delâlet etmemesidir, her ne kadar
sözün her cüzü bir manaya delâlet etse de. Mühmelin bu her iki
þekli de Allah’a yaraþmaz. Bundan dolayý Allah’u Teâla’nýn bize
mühmelle hitap etmesi muhaldir. Dolayýsýyla Kur'an’da mühmel
olmaz. Ayný þekilde Sünnette de mühmel olmaz. Çünkü Sünnet,
manalarý bakýmýndan Allah’u Teâla’dan vahyedilendir ve Rasul
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onu kendi lafýzlarýyla ifade
etmiþtir. Dolayýsýyla Sünnette de mühmel olmasý muhaldir.
Bazý sürelerin ilk harflerine gelince, onlarýn manalarý vardýr.
Fakat müfessirler onlar hakkýnda ihtilaf edip çok þey
söylemiþlerdir. Onlar hakkýnda doðru olan; onlarýn sürelerin
isimleri olmasýdýr. Buna binaen o harfler mühmel olmazlar.
Allah’u Teâla’nýn þu sözüne gelince:
وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ
وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ
عِنْدِ رَبِّنَا “Hâlbuki onun tevilini ancak
Allah bilir. Ýlimde yüksek pâyeye eriþenler ise: Ona inandýk;
hepsi Rabbimiz tarafýndandýr derler.”
Bu ayette الا الله
sözünde durulup, والراسخون في
العلم “Ýlimde ilerlemiþ
olanlar” sözünü yeni bir cümlenin baþlangýcý yapmakla
Kur'an’da, manasýný sadece Allah’ýn bildiði hususlar olmuþ olur.
Böylelikle de Allah, bize manasýný bilmediðimiz þeyle yani mühmel
ile hitap etmiþ olur. Bu iki yönden reddedilir:
Birincisi; إلا الله
-sözünden sonra durulmaz. Çünkü buradaki
و
-Vav, atýf “vav”ýdýr. Yeni cümlenin baþlangýç
vavý deðil. Zira الراسخون
-kelimesi الله
lafzýna atfedilmiþtir. Dolayýsýyla mana þöyle olur: “Onun
te’vilini Allah ve ilimde ilerlemiþ olanlar bilir.” Ýsti’naf
vavý/yeni cümle baþlangýcý vavý, ancak söz ve mana
bitip yeni bir söz ve yeni bir manaya baþladýðýnda olur. Bunun
dýþýnda kesinlikle olmaz. Burada ise söz ve mana tamamlanmamýþtýr.
Allah’u Teâla’nýn يقولون آمنا به
“Biz ona iman ettik, derler” sözü ise;
والراسخون في العلم
“Ýlimde ilerlemiþ olanlar” sözünün hâl cümlesidir.
Zira bu cümle, haber cümlesi deðil hâl cümlesidir.
Þöyle denilmez: “Hâl, atfedilen ve kendisine atfedilenden sonra
gelince, ikisini kapsar. Dolayýsýyla ikisinin de hâl cümlesi olur.
Burada ise, Allah’u Teâla’nýn آمنا
به “Biz ona iman ettik” demesi muhal olduðundan dolayý,
hâl cümlesi hem atfedilene, hem de kendisine atfedilene ait olmaz.
Sadece atfedilenin hâl cümlesi olur. Bu ise lügate ters düþer.
Dolayýsýyla, يقولون آمنا به
“Biz ona iman ettik, derler” cümlesi,
والراسخون في العلم
“Ýlimde ilerlemiþ olanlar” sözünün haberi olur, hâl
cümlesi deðil.”
Böyle denilmez. Çünkü bunun yeri bir karine olmadýðý zamandýr.
Fakat, bir karine bulunduðunda atfedilen ve kendisine atfedilenden
sonra hâl cümlesine gelince; kendisine atfedilen olmaksýzýn sadece
atfedilene hasredilir.
Allah’u Teâla’nýn þu sözünde olduðu gibi:
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً “Ona Ýshak’ý ve Yakub’u nâfile/torun
olarak lütfettik.”
Burada geçen نافلة
-kelimesi, يعقوب
-Yakub kelimesinin yani kendisine atfedilen olmaksýzýn
atfedilenin halidir. Çünkü نافلة
-“Nâfile”, çocuðun çocuðudur. Dolayýsýyla
يعقوب
-“Yakub” kelimesinin hali olur. Ayný þekilde yukarýdaki
ayette Allah’ýn; آمنا به
“Biz iman ettik” demesinin muhal olmasý, o sözün kendisine
atfedilen olmaksýzýn, atfedilene ait hâl cümlesi olduðuna dair bir
karinedir. Böylece; “Ýlimde ilerlemiþ olanlar onun te’vilini
bilirler” manasý açýða çýkmaktadýr. Dolayýsýyla Kur'an’da bir
manaya delâleti olmayan bir lafýz olmaz. Zira Kur'an’da mühmel
olmaz.
Ýkincisi; ayette geçen,
الراسخون في العلم “Ýlimde ilerleyenler” sözünün
atýf olmasý, istinaf olmasýna tercih edilir. Çünkü cümle baþý
olsaydý, þöyle derdi: ولا يعلم
تأويله إلا الله والعلماء يقولون آمنا به “Onun
te’vilini sadece Allah bilir, âlimler ise ona iman ettik derler.”
Fakat böyle demedi. Ancak þöyle dedi:
والراسخون في العلم
“Ýlimde ilerlemiþ olanlar.” Böylece ilme ilave bir vasýf verdi, o
da الراسخون
-kelimesidir. Bu vasýf sadece bilgiden söz edilirken
verilmez. Burada الراسخون
-kelimesinin ifade edilmesinde, bilgisizlikten deðil,
bilgiden söz edildiðinin kast edildiðine dair bir iþaret vardýr.
Yani “Onu Allah bilir ve âlimlerden râsihûn/ilimde ilerlemiþ
olanlar bilir” demektir.
Allah’u Teâla’nýn þu sözüne gelince: طَلْعُهَا
كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ “Tomurcuklarý sanki
þeytanlarýn baþlarý gibidir.”
Bu tabir, Araplarda bilinen bir husustur. Zira o çirkin
bulduklarý, hoþlanmadýklarý hususlar hakkýnda aralarýnda dolaþan
bir darbý meseldir/özdeyiþtir. Çünkü onlar, þeytaný çirkin olarak
tasavvur ediyorlardý. Dolayýsýyla bu ayetteki o tabir, Araplar
nezdinde manasý olan bir hususla hitap olur, mühmel deðil. Buna
binaen Allah’u Teâla bize mühmel ile hitap etmez.
Allah’u Teâla’nýn sözünde, bir açýklama olmaksýzýn zahirden
baþkasýný kast etmemesine gelince: Çünkü lafýz, ancak bir manaya
delâlet etmesi için konuldu. Bir kiþi o lafzý telaffuz ettiðinde,
sadece lafzýn delâlet ettiði manayý kast eder. Lafzý telaffuz
eden/konuþan kimse, lafzýn delâlet ettiði manalardan baþkasýný
kast ediyorsa, lafzýn konulduðu manadan baþkasýný kast ettiðine
delâlet eden bir karine koyar. Ya da böyle derken þöyle demeyi
kast ettiðini açýklar. Fakat lafzýn kendisi için konulduðu manadan
baþkasýný kast ettiðine delâlet eden bir karine bulunmadýðýnda ve
bu sözle falanca manayý kast ettiðini açýklamadýðýnda; o lafýzdan
ancak lügat ehlinin kendisi için koyduðu ya da o lafýzda örfi veya
Þer’î olarak kullandýðý mana kast edilir. Bundan dolayý; zahirden
baþkasýný kast ettiðine dair bir açýklama olmaksýzýn, “Allah’u
Teâla þu sözünde zahirden baþkasýný kast etmiþtir” denilmez. Çünkü
lafýzlardan delâlet ettiklerinden baþkasýný anlamak mümkün
deðildir. Dolayýsýyla Kur'an’da lafýzlarýn delaletlerinden
baþkasýnýn kast ettiði bir husus yoktur. Yani Kur'an’da Allah’u
Teâla’nýn kendisine zahir manasýndan baþka manayý kast ettiði bir
söz bulunmaksýzýn ya da açýklama olmaksýzýn lafýzlarýn
delaletlerinden baþkasýnýn kast edildiði bir söz olmaz.
Ayrýca Allah’u Teâla’nýn bir sözde açýklama yapmaksýzýn, zahirden
baþkasýný kast ettiðini söylemek ve Allah’u Teâla’nýn insanlara,
lafýzla kast edilenden baþkasýný ifade eden bir sözle hitap etmiþ
olduðunu söylemek, Allah insanlara mühmel ile hitap etmiþtir
demektir. Çünkü lafýzlarýn delaletine göre manasý olmayan söz,
mühmel sözdür. Zira hakkýnda bilgi verilmediðinden ve ona delâlet
etmediðinden dolayý, o kast edilen manaya göre lafýz mühmeldir.
Allah’u Teâla’ya, bize mühmel ile hitap etmesi yakýþýr olmaz.
Böylelikle sabit oluyor ki; Kur'an’da açýklama olmaksýzýn Allah’u
Teâla’nýn, kendisinde zahirden baþkasýný kast ettiði bir söz
yoktur. Buna binaen Kur'an’da, bâtýn mana, zahir mana ayýrýmý
yoktur. Bilakis Kur'an’da olanýn hepsinde Allah sadece, lafýzlarýn
lügat ehlinin kendisi için koyduðu ya da örfi veya Þer’î olarak
kullandýðý delaletini kast eder. Ortada bir karine veya açýklama
olmadýkça bundan baþkasýný kesinlikle kast etmez.
Hitabýn hükme delâleti; lafýzdan olursa mantuk delaletidir. Lafzýn
delâlet ettiði manadan olursa mefhum delaletidir. Mantuk,
lafzýn konuþma mahallinde kesin olarak delâlet ettiðidir. Yani
lafýzdan, bir vasýta ve ihtimal olmaksýzýn doðrudan anlaþýlandýr.
Dolayýsýyla iktiza/gereklilik delâleti devre dýþý kalýr. Çünkü
iktiza delâleti, kesin olarak anlaþýlmaz., bilakis ihtimal olarak
anlaþýlýr. Lafýzdan doðrudan anlaþýlmaz, o sadece lafýzdan
anlaþýlanýn gerektirdiðidir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözünde
olduðu gibi: لا صَلاةَ إِلا
بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ
“Kitabýn fatihasý ile olmadýkça namaz yoktur.”
Bu söz, bilfiil olmasýna raðmen namazýn varlýðýný
nefyetmektedir/yok saymaktadýr. Dolayýsýyla kast olunan ya sýhatin
nefyedilmesi olur ya da kemalin/tam olmanýn nefyedilmesi olur.
Zira hadisin namazýn sýhatine veya tamamlanmamasýna delâleti,
mantuk delaletinden deðildir. Çünkü bu delâlet doðrudan lafýzdan
anlaþýlmaz, ancak onu lafýzdan anlaþýlan mana gerekli kýlar.
Onun için; mantuk tarifinde, “konuþma mahallinde lafýzdan
anlaþýlandýr” denilmez ve bu ifade ile yetinilmez. Bilakis lafzýn,
kendisine kesin olarak delâlet ettiðine delâlet eden bir þey
zikretmek kaçýnýlmazdýr. Bu ise,
قطعا -kesinlikle, kelimesini
ilave etmekle olur. Öyle ki iktiza delâleti devre dýþý kalsýn.
Buna binaen mantuk; lafzýn konuþma mahallinde kendisine
kesin olarak delâlet ettiði husustur.
Allah’u Teâla’nýn þu sözünden anlaþýlan Ramazan orucunun farz
oluþu gibi: فَمَنْ شَهِدَ
مِنْكُمْ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ “Ýçinizden kim
(Ramazan) ayýna þahit olursa oruç tutsun.”
Lafzýn mantuku ile manaya delâlet etmesi, “lafzi delâlet” olarak
isimlendirilendir. Zira lafzýn kendisine mutabýk olarak ya da
tazammun/kapsayarak delâlet ettiði husus mantuktur, sözün
akýþýndan anlaþýlan deðil. Þöyle ki: Lafýz, sadece delâlet eden
olmasý bakýmýndan üç kýsma ayrýlýr: Mutabýk/uyum,
tazammun/kapsamak, iltizam/gerekliliktir. Lafzýn, manasýnýn
tamamýna delâlet etmesi “mutabýktýr”. Bu, mantuktandýr. Lafzýn
manasýnýn cüzüne delâlet etmesi, tazammundur. Bu da mantuktandýr.
Hitab, hükme, mantuku ile delâlet ettiðinde önce Þer’î hakikata
hamledilir/yorumlanýr.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözü
gibi: ليس من البر الصيام في
السفر “Yolculukta oruç tutmak birrden/zühtten deðildir.”
Burada الصيام
-kelimesi, lügavi oruca deðil, Þer’î oruca hamledilir.
Çünkü Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Þer’î olanlarý
açýklamak için gönderilmiþtir. Lafýz, eðer Þer’î hakikat olmazsa
ya da Þer’î hakikate hamledilmesi mümkün olmazsa Rasul
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in zamanýnda mevcut olan örfi
hakikate hamledilir. Çünkü o, ilk akla gelendir. Ve Þeriat
yeminlerde olduðu gibi hükümlerden birçoðunda örfe itibar
etmektedir. Eðer lafzýn Þer’î hakikate ve Rasul’ün zamanýnda
mevcut olan örfi hakikate hamledilmesi mümkün olmazsa, lügavi
hakikate hamledilir.
Þer’î nâsslar, teþri lafýzlardýr. Ýslâm Þeriatýný beyan için
gelmiþlerdir. Dolayýsýyla onlarýn delaletinde asýl olan Þer’î
manadýr. Sonra örfi manadýr, sonra lügavi manadýr. Bu, lügatin
dýþýnda ikisinden birisinin öne geçmesi bakýmýndan Þer’î ve
örfinin kullanýmý çoðaldýðýnda olur. Üç hakikat imkânsýz olursa,
sözün ihmal edilmesinden korunmak için mecaza hamledilir.
Mefhum; lafýzdan konuþma/telaffuz mahalli dýþýnda anlaþýlan
husustur. Yani mefhum, lafzýn delâlet edilenin kendisine delâlet
ettiði husustur. Yani lafzýn manasýnýn delâlet ettiði manadýr.
Mantuk, lafzýn delaletinden anlaþýlandýr. Mefhum ise, lafzýn
delâlet edileninden anlaþýlandýr.
Allah’u Teâla’nýn þu sözü gibi:
ولا تقل لهما أف “O ikisine (anne ve babaya)
öf, bile deme!”
Bu ayetteki lafzýn delâleti, “o ikisine homurdanma” demektir. Bu
mantuktur. Fakat lafzýn delâlet edileni/anlamý þudur: Homurdanmayý
yasaklamaktan anlaþýlan “onlara vurma!” demektir. Böylece Allah’u
Teâla’nýn; ولا تقل لهما أف
“O ikisine (anne ve babaya) öf, bile deme!”
Sözünden anlaþýlan; “onlara vurma!”dýr. Dolayýsýyla Allah’ýn bu
sözünden anlaþýlan, anne ve babaya vurmanýn haram kýlýnmasý
hükmüne, ayetin mefhumu delâlet etmiþtir.
Hitapta, hükme mefhumla delâlet edilmiþtir. Bu “manevi delâlet” ve
“iltizami delâlet/gereklilik delâleti” olarak isimlendirilmiþtir.
Þöyle ki: Lafýz, sadece delâlet eden olmasý bakýmýndan þu üç kýsma
ayrýlýr: Mutabýk, tazammun, iltizam.
Mutabýk; lafzýn manasýnýn tamamýna delaletidir. Tazammun;
lafzýn manasýnýn cüzüne delaletidir. Bu ikisi, ihtimal olmaksýzýn
kesin olarak lafýzdan delalettir. Yani lafýzdan doðrudan
delalettir. Onun için bu ikisi mantuktandýr.
Ýltizam delâleti ise; lafzýn manasýnýn gereðine
delaletidir. Onun hakikati, mananýn delâlet edilenidir, lafzýn
delâlet edileni deðil. Ýltizam delaletine lafýz; dolaylý bir
þekilde yani lafzýndan deðil de manaya delaletinden dolayý delâlet
etmiþtir. Yani mana lafýzdan konuþma mahallinde anlaþýlmaz. Yani
lafzýn manasýndan anlaþýlýr.
Buna binaen mefhum, iltizam delaletidir. Zira lafzýn delaletleri,
lafzýn sadece delâlet eden olmasý bakýmýndan bu üç delaletle
sýnýrlýdýrlar. Mutabýk delâleti ve tazammun delâleti, ikisi
mantuktan olduðuna göre geriye sadece bir delâlet kalýyor ki o da
iltizam delaletidir ve mefhumdan olan odur. Dolayýsýyla
delaletlerden her delâlet, mantuktan olmadýðýnda mefhumdandýr.
Böylece lafzýn delâleti; mantuk ve mefhum ile sýnýrlý olmaktadýr.
Lafzýn delâleti mantuktan olmadýðýnda mefhumdandýr, bundan baþkasý
yoktur.
Buna binaen; iktiza delâleti, tenbih ve ima delâleti, iþaret
delâleti mefhumdan olurlar. Ayný þekilde mefhum’ul muvafaka,
mefhum’ul muhalefe de mefhumlardandýrlar.
Ancak iltizam delâleti mefhumdandýr ve o “manevi delâlet” olarak
isimlendirilmiþtir. Ýltizam delaletine bakýldýðýnda anlaþýlýr ki;
gereklilik, telaffuz edenin doðru oluþunun zorunluluðundan dolayý
veya telaffuz edilenin meydana geliþ sýhhatinden dolayý, ya aklýn
gerektirdiði hususlardan olabilir ya da þeriatýn gerektirdiði
hususlardan olabilir ki bu, “iktiza delaletidir”. Gereklilik
lafzýn konuluþu ile kendisine delâlet eden olmasý bakýmýndan deðil
de konuluþu bakýmýndan lafzýn delâlet edileninden dolayý olabilir
ki bu, “tenbih ve ima delaletidir”. Gereklilik, sözün bir hükmü
beyan veya bir hükme delâlet için ileri sürülmesinden dolayý
olabilir. Bu gereklilik kast edilen olmaz. Bilakis kast edilen
sadece hükümdür. Fakat kelam, ondan kast edilen olmasa da o manayý
verir. Bu ise “iþarettir”. Gereklilik, kelamýn terkibi/oluþumu
için cümlenin terkibinden elde edilmiþ olabilir. Bu ise,
mefhumdur. O olumluluk ve olumsuzlukta mantuka muvafýk ise
mefhum’ul muvafýkadýr. Bu, hitabýn anlamý olarak yani manasý
olarak isimlendirildiði gibi hitabýn tenbihi olarak da
isimlendirilir. Mantuka muhalif ise; o, “mefhum’ul muhalifedir”.
Hitabýn delili olarak isimlendirildiði gibi, hitabýn lahni/tersi
olarak da isimlendirilir.
Ýktiza delâleti, kendisindeki gerekliliðin lafýzlarýn manalarýndan
elde edilmiþ olandýr. Bu, onun delâlet edilen manaya mutabýk
olarak þart olmasý ile olur. Gerekliliði, akýl gerektiriyor
olabilir, Þeriat gerektiriyor olabilir. Ya konuþanýn doðru
oluþunun zorunluluðundan dolayý ya da telaffuz edilenin meydana
geliþ sýhhatinden dolayý.
Buna örnek Allah’u Teâla’nýn þu sözüdür: قَاتِلُوا
الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنْ الْكُفَّارِ “Kâfirlerden
yakýnýnýzda olanlara karþý savaþýn.”
Bu ayette geçen قاتلوا
–“Savaþýn”, sözü; silah, mühimmat, askeri eðitim gibi savaþ
araçlarýný elde etmeyi emretmeyi gerektirmektedir. Zira bu aklýn
gerektirdiði hususlardandýr. Bu telaffuz edilen
قاتلوا
-“Savaþýn” emrinin yerine getiriliþinin sýhhati için
þarttýr.
Baþka bir örnek, bir baþkasýna þöyle demendir: “Köleni benden bin
dirheme azad et.” Delâlet olunan “azad et”den gerekli olan mefhum,
köleye satýn alarak veya hibe yolu ile sahip olmaktýr. Bu mefhum,
o delâlet olunanýn Þer’an gerçekleþmesinin kendisine baðlý olduðu
hususlardandýr. Zira Ademoðlu sahip olmadýðýný azad edemez.
Yukarýdaki söz sanki þöyledir: “Bu köleyi benim için sat veya
baðýþ et. Sonra da azad etmekte benim vekilim ol.” Zira bu,
Þeriatýn gerektirdiði husustandýr. Bu, telaffuz edilen “azad et”
sözünün meydana gelmesinin sýhhati için þarttýr.
Baþka bir örnek, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þu sözüdür: رَفَعَ عَنْ
أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ
“Ümmetimden hata, unutma ve üzerinde zorlandýklarý hususlar
(dan dolayý hesaba çekilme) kaldýrýldý.”
Yani hatanýn, unutmanýn, hakkýnda zorlandýklarý hususun hükmü
kaldýrýldý, demektir. Zira bu þeylerin gerçekleþmeleri kesin
olduðundan dolayý, onlarýn kendilerinden kaldýrýlmasý doðrulanmaz
Bu konuþanýn doðru oluþunun zorunluluðundan dolayý Þeriatýn
gerektirdiklerindendir.
Baþka bir örnek, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þu sözüdür: لا صِيَامَ
لِمَنْ لَمْ يَفْرِضْهُ مِنَ اللَّيْلِ
“Geceden oruca niyetlenmeyenin orucu yoktur.”
لا صَلاةَ إِلا بِفَاتِحَةِ
الْكِتَابِ “Kitabýn
fatihasý ile olmadýkça namaz
yoktur.”
Orucun, amelin, namazýn
gerçekleþmesine raðmen kaldýrýlmasý imkânsýzdýr.
Dolayýsýyla nefy edilenin, nefyi mümkün olan hüküm olmasý
kaçýnýlmazdýr. Oruç hadisinde sýhatin nefyedilmesi, niyet
hadisinde faydanýn/sevabýn, avantajýn nefyedilmesi, namaz
hadisinde sýhat veya kemalin nefyedilmesinde olduðu gibi.
Baþka bir örnek de Allah’u Teâla’nýn þu sözüdür:
وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً “Allah kâfirler için
mü’minler üzerinde asla bir yol kýlmaz.”
Kâfirler için mü’minler üzerinde yolun var olmasý gerçekleþmiþtir.
Bu, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem zamanýnda
Mekke’de olmuþtur. Zira orada Müslümanlar, kâfirlerin yönetimi
altýndaydýlar. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
zamanýndan sonra da olmuþtur. Zira Endülüs’te kâfirlerin yönetimi
altýnda Müslümanlar var idi. Bu durum günümüzde de mevcuttur.
Böylece kâfirler için mü’minler üzerinde bir yolun olmasýnýn,
te’yid/kesinlik ifade eden لن
–Len, lafzý ile nefyedilmesi, meydana geliþinin
gerçekleþmesinden dolayý imkânsýzdýr. Dolayýsýyla nefyi mümkün
olan bir hüküm için nefy olmalýdýr. O da, “cevaz” hükmünün
nefyedilmesidir. Yani kâfirler için mü’minlerin üzerinde yol
olmasýnýn haram kýlýnmasýdýr. Bu, haberin doðru oluþunun
zaruriyetinden dolayý Þeriatýn gerekli kýldýðý husustandýr.
Tenbih ve ima delâleti
ancak, illetle ilgili duruma delâlet eden hususlarda meydana
gelir. Bu delâlet; lafzýn konuluþu ile illetlendirmeye delâlet
eden olmasý deðil de, konuluþ bakýmýndan lafzýn delâlet
edileninden illetlendirmenin gerekli olmasýdýr. Yani lafýz,
konuluþu ile illetlendirmeye delâlet etmez. Zira delâlet etseydi,
tenbih ve ima delaletinden olmazdý. Bilakis konuluþ bakýmýndan
lafzýn delâlet edileninden, lügatin konuluþuna göre, lafzýn
delâlet ettiði mana dýþýnda baþka bir mana gerekli olmaktadýr.
Böylece dilin konuluþuna göre, lafzýn delâlet edileni için gerekli
baþka manaya delâlet, “tenbih ve ima delâleti” olmaktadýr.
Buna örnek Allah’u Teâla’nýn þu sözüdür:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ
فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا “Hýrsýzlýk yapan erkek ile
hýrsýzlýk yapan kadýnýn ellerini kesin.”
Allah’u Teâla’nýn bu sözü hýrsýzlýðýn, “el kesme” sebebi olduðuna
delâlet etmektedir. Bu delâlet, lafzýn konuluþu bakýmýndan
ف –Fâ’nýn
manasýndan dolayý gereklidir. Zira hükmün
ف –Fâ, ile neticesi
olduðu husus, hüküm için sebep olur. Çünkü
ف –Fâ, lügatte,
takip etmek hususunda bir emaredir. Bundan sebeple ilgili durum
gerekli olur. Çünkü kendisi üzerine arkadan gelen hüküm sabit
olmadýkça vasfýn sebep olmasýnýn bir manasý yoktur. Dolayýsýyla
ف –Fâ’nýn kendisi
için konulduðu manadan baþka bir manaya gerekli olur ki o da;
ف –Fâ’dan önceki
mananýn sonraki mana için sebep olmasýdýr. Bu gereklilik lügatin
konuluþuna göredir, akla ve Þeriata göre deðil.
Buna bir örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
’in þu sözüdür: لا يَقْضِي
الْقَاضِي وَهُوَ غَضْبَانُ “Kadý gadaplý
iken hüküm vermez.”
Bu söz, gadabýn/kýzgýnlýðýn hükümle beraber zikredilmiþ “uygun bir
vasýf” oluþundan dolayý yargýlamaktan nehy etmenin illeti olduðuna
delâlet etmektedir. Zira o, onun “uygun vasýf” olmasýndan –ki o
lügatte kendisi için konulan husustur- hükümle birlikte
zikredildiðinde “illet” olmasý gerekir. Bu gereklilik de lügatin
konuluþuna göredir. Zira câmid olup vasýf olmasaydý veya “uygun
vasýf” olmasaydý lügatin konuluþuna göre hükümle birlikte
olduðunda “illet” olmasý gerekmezdi. O halde onu lügatin
konuluþuna göre gerekli kýlar. Ki o mana, hükümle birlikte
olduðunda illet olmasýdýr.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözleri
gibi: الْقَاتِلُ لا يَرِثُ
“Katil varis olamaz.”
لا يَرِثُ الْكَافِرُ
“Kâfir, varis olmaz.”
Bu hükümle birleþtirilmiþ uygun bir vasýftýr. Dolayýsýyla onun
illet olduðuna delâlet eder. Zira onun “uygun bir vasýf” olmasý,
hükümle birleþtirildiðinde illet olmasýný gerekli kýlar. Bu
gereklilik lügatin konuluþuna göredir.
 |