1- EMİR VE NEHİY


Bir Şeyin Emredilmesi Zıddının Nehy Edilmesi Değildir

Bir Şeyin Nehyedilmesi de Zıddının Emredilmesi Değildir

 

Emir, Şâri’nin hükme delâlet eden hitabıdır. Nehiy de, Şâri’nin hükme delâlet eden hitabıdır. İkisinin hükme delâleti, mefhum delâleti değil, mantuk delaletidir. Çünkü hüküm, nutuk mahallinde lafzın delaletinden kesin olarak anlaşılandır. Dolayısıyla emir ve nehyin delâleti, mutabaka delaletinden ya da tazammun delaletindendir, iltizam delaletinden değildir. Emir ve nehyin iltizam delâleti ile bir alakası yoktur.

Nitekim Allah’u Teâla’nın şu;    واقيموا الصلاة   “Namaz kılınız.”   sözü namaz emridir. Bu kelamın kesinlikle bir mefhumu yoktur. Allah’u Teâla’nın şu; وَلا تُؤْتُوا السُّفَهَاءَ أَمْوَالَكُمْ  “Mallarınızı sefihlere/aklı ermezlere vermeyin”[1] sözü de, malların sefihlere verilmesinin nehyidir. Bu sözün de kesinlikle bir mefhumu yoktur.

Emir ve nehiy, hükme delâlet eden bir hitaptır. Hükme delâlet eden hitabın, hükme delâleti bakımından bir mefhumu yoktur. Yani vacib oluşa, haram oluşa, mendub oluşa, mekruh oluşa, mubah oluşa delâleti bakımından bir mefhumu yoktur, sıfat bakımından bir mefhumu olsa da... Mesela; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü;  ...فِي صدقة  الْغَنَمِ في سائمةها   “Saime/otlayan koyunlarda sadaka/zekât vardır.”[2]  Bu söze ait hitabın, “otlayan koyunda” zekâtın farz oluşu hükmüne delâleti bakımından bir mefhum yoktur. Hadisten anlaşılan zekâtın farz oluşunun, farz oluş bakımından bir mefhumu yoktur. Burada mefhum ancak sıfat bakımındandır. Yani “otlayan koyun” sıfatı. Burada mefhum, zekâtın farz oluşu olan hitabın delâleti bakımından değildir.

Allah’u Teâla’nın şu sözü:  ولا تقل لهما أف    “Anne-babaya öf bile deme!”[3]   Bu sözün, anne-babaya öf demenin haram oluşu olan hükme hitabın delâleti bakımından kesinlikle bir mefhumu yoktur. Zira ayetten anlaşılan, homurdanmanın haram kılınmasının, haram kılınması bakımından bir mefhumu yoktur. Burada mefhum hitabın haram kılmak olan delâleti bakımından değil, sadece sıfat bakımındandır.

Buna binaen, bir şeyin emredilmesi, zıddının nehyedilmesi değildir. Bir şeyin nehyedilmesi de zıddının emredilmesi değildir. Çünkü bir şeyin emredilmesi, zıddının nehyedilmesi olsaydı ve bir şeyin nehyedilmesi de zıddının emredilmesi olsaydı, hitabın delâleti mantuktan değil de mefhumdan olurdu ve iltizam delaletinden olurdu. Bu ise gerçeğe aykırıdır. Zira hitabın delâleti, mantuktandır, mefhumdan değil. Hitabın delâleti, mutabaka delaletinden ya da tazammun delaletindendir, iltizam delâletinden değil. Şöyle ki; emrin delâleti, emir lafzının kast ettiği husustur. Yani nutuk mahallinde lafızdan anlaşılandır. Aynı şekilde nehyin delâleti de, nehiy lafzının kast ettiğidir. Yani nutuk mahallinde lafızdan anlaşılandır. Bundan dolayı bir şeyin emredilmesi zıddının nehyedilmesi demek değildir. Bir şeyin nehyedilmesi de zıddının emredilmesi demek değildir.

Allah’u Teâla’nın, farzın terk edilmesine ve haramın işlenmesine günahı bağlayıp, mendubun terk edilmesine ve mekruhun işlenmesine günahı bağlamamasına gelince; bu başka bir delilden kaynaklanmaktadır. O delil ise; ister fiilin yapılması talebi isterse terk edilmesi talebi olsun, kesin olarak ya da kesin olmayarak Allah’ın talep ettiği hususa muhalif olma durumudur. Zira farzın terk edilmesine günahın bağlanması, bir şeyin emredilmesinin, zıddının nehyedilmesi hususundan gelmemektedir. O sadece, Allah’ın emrettiği hususa muhalefetten gelmektedir. Aynı şekilde haramın yapılmasına günahın bağlanması da, bir şeyin nehyedilmesinin zıddının emredilmesi hususundan gelmemektedir. Fakat Allah’ın nehyettiği hususa muhalefetten gelmektedir. Bunun için farzın terk edilmesine ve haramın işlenmesine günahın bağlanması; bir şeyin emredilmesinin zıddının nehyedilmesine, bir şeyin nehyedilmesinin de zıddının emredilmesine delâlet etmez. Zira günah, bir yönden kulun farzı terk ederek Allah’tan gelen bir fiilin talebine muhalif olmasından gelmiştir. Bir yönden de; haram işleyerek, Allah’tan gelen bir fiili terk etme talebine muhalif olmasından gelmiştir.

Bunun için “farzın terk edilmesi haramdır” denilmez, fakat “günahtır” denilir, haramın yapılmasına “günah” denildiği gibi. Aynı şekilde, haramın terk edilmesine “farzdır” veya farzın yapılmasına “farzdır” denilmez. Çünkü farz, terk etmek değil, bilakis yapmaktır. Haram ise fiili yapmamak değil, bilakis yapmaktır. Zira her ikisi de taleptir. Dolayısıyla fiilin talebi ise hüküm, o fiilin yapılmasının farz ya da mendub olmasıdır, terk edilmesi değil. Terkin talebi ise hüküm fiilin yapılmasını terk etmektir, yapmak değil.

Hitabın delaletinin vakıası, onun talep ya da tahyir şeklinde Şâri’nin hitabı olmasıdır. Talep; ya fiilin talebi olur ya da terkin talebi olur. Fiilin talebinin delâleti, eğer kesin talep şeklinde ise farzdır, kesin olmayan talep şeklinde ise mendubtur. Terkin talebinin delâleti de, eğer kesin talep şeklinde ise haramdır, kesin olmayan talep şeklinde ise mekruhtur. Dolayısıyla fiilin talebinde harama ya da mekruha bir delâlet yoktur. Terkin talebinde de farza veya menduba bir delâlet yoktur. Bu delâlet ediyor ki; haramın terk edilmesi hakkında “farzdır”, farzın terk edilmesi hakkında “haramdır” denilmez. Yani bir şeyi terk etmek, Şeriata göre onun zıddını nehyetmek demek değildir. Yani onun zıddı haramdır demek değildir. Çünkü haramın Şâri’nin hitabında özel bir delâleti vardır. Aynı şekilde bir şeyden nehyetmek, Şeriata göre onun zıddını emretmek demek değildir. Yani onun zıddı farz demek değildir. Çünkü farzın Şeriat koyucunun hitabında özel bir delâleti vardır.

Farzın terk edilmesi haramdır, haramın terk edilmesi farzdır denilmediği gibi, aynı şekilde farz ve haramın arasında olması nedeniyle mendubun terk edilmesine mekruh ya da mekruhun terk edilmesine mendub denilmez. Zira hepsi de talep hükmüne dâhildirler. Talepte kesin olup olmamaktan başka aralarında fark yoktur.

Dikkate alınması gereken bir husus da şudur: Detayları/kelimeleri ve terkiplerinde teşri ile ilgili lafızların delaletinde akla ve mantıksal önermelere değil, sadece Arapça diline ve Şer’î nâsslara başvurulur. Çünkü mesele teşri anlamaktır, yasama yapmak değil. Yasama üzerinde mantıktan yani mantıksal önermelerden daha tehlikelisi yoktur. Çünkü teşrii farklı hissedilir detayları olan vakıayı inceler. O detaylar, birisinde başkasına uygun düşen bir illet olmadıkça kıyas edilmezler. Dolayısıyla tehlikeli olduğundan kıyastan kaçınılır. Mantıksal önermeler böyle değildir. Zira onlar, aklın kendilerine ait bir vakıanın varlığını tasavvur ettiği faraziyelerdir. Onların kaideleri, kapsamlı ve genelleştirmeli olur. İşte onların yasamaya tehlikesi bundan gelmektedir.

Bir şeyin emredilmesi, onu zıddının nehyedilmesi midir, bir şeyin nehyedilmesi onun zıddının emredilmesi midir, yoksa değil midir konusu, istinbat usulü ile alakalı olan teşrii konusudur. Kelam ilmi ile alakalı olan akli konu değildir. Zira kast olunan; detaylar/kelimeler ve terkipler bakımından emrin lafızlarının ve nehyin lafızlarının delaletini yani talebin lafızlarının delaletini anlamaktır. Fiilin talebinin ve terkin talebinin delaletinin dil ve Şeriat bakımından hangi şeye delâlet ettiğini anlamaktır. Kast olunan, emir ve nehiyden Allah’ın kastının ne olduğunu anlamak değildir. Dolaysıyla burada akli delalete ve mantıksal önermelere yer yoktur.

Onun için şöyle denilmez: “Emir, bağımsız taleptir. Öyle ki, bir şeyin emredilmesi, bizzat zıddının nehyedilmesi midir, fiilin talebi, bizzat zıddının terk edilmesinin talebi midir diye araştırılır. Ya da emir neyhinin aynısı olduğu için zıddın nehyedilmesini gerektirmesi anlamında, bir şeyin emredilmesi, bizzat zıddının nehyedilmesi midir diye araştırılır.”

Böyle denilmez. Çünkü bahis konusu olan, emrin bağımsız talep olması değildir. Fakat bahis konusu olan Kitab ve Sünnette talep için yani emir için ve nehiy için farklı tarzlarda geçen bu sîgalardır. Yukarıda zikredilen bu sîgalardan bir şeyin talep edilmesi başkasının talep edilmemesi olduğu anlaşılır mı yoksa anlaşılmaz mı? Zira inceleme; detaylar ve terkiplerin delâleti hakkında ve onlardan çıkartılan husus hakkında teşrii bahsidir. Şeriatın nâsslarından çıkartılmış olunan haram ve farzın tarifi hakkında teşrii bahsidir. Yani inceleme; emir ve nehyin bizzat kendisi hakkındadır, emreden ve nehyeden hakkında değil.

Bundan dolayı yine şöyle denilmez: “Nehyin gerektirdiği yani nehiy ile talep edilen husus, nehyin kendisine bağlı olduğu husustur. O da sadece, nehyedilenin zıddını yapmaktır. Zira “hakaret etme!” denildiğinde bunun manası “sakin ol” demektir.”

Böyle denilmez. Çünkü bahis konusu olan, emrin ve nehyin kendisi ve delaletidir, nehyin kendisine bağlı olduğu husus değildir. Zira inceleme, emreden ve nehyeden hakkındadır, emrin ve nehyin kendisine bağlı olduğu husus hakkında değildir. Ancak bahis, emrin ve nehyin bizzat kendileri hakkındadır. Onun için akli inceleme ve mantıksal önermeler ileri sürülmez. Çünkü hem bahis hem de konu bakımından onlara burada yer yoktur. Dolayısıyla detaylar ve terkipler bakımından teşriin lafızlarının akıldan ya da mantıksal önermelerden anlaşılması caiz olmaz. Bilakis bunların anlaşılması nâssın anlaşılması ve ondan hükmün çıkartılması bakımından dilin delâleti ve Şeriatın delaletinde kalmakla sınırlandırılır.

Delaletin ancak lafızlar için olduğunu dil tayin etti. Delâletin, lafzı söyleyene ve lafzın kendisine delâlet ettiği hususa ait olmadığını dil tayin etti. Yani dil, emrin ve nehyin delaletinin sadece emir lafzına ve nehiy lafzına ait olduğunu, emredene ve nehyedene, emredilen ve nehyedilen şeye ait olmadığını tayin etti. Aynı şekilde dil, delaletlerin; mutabık, tazammun ve iltizam delâleti olduğunu belirledi. Dolayısıyla lafzın kendisine delâlet ettiği mana ya mutabıktır ya da tazammundur. Lafzın delâlet edilenin kendisine delâlet ettiği mana ise iltizamdır. Dil, emirler ve nehiylerdeki yani talepteki mananın, lafzın delâlet edileninden değil de ancak lafızdan anlaşıldığını da tayin etti.

Bütün bunların üstesinde dil, mefhumu muhalefetin kendisinden olduğu iltizam delaletinde muteber gerekliliğin ancak zihni gereklilik olduğunu belirledi. Zihni gereklilik ise, akla göre değil de Arapların koymasına göre lafzın işitilmesi ile zihnin kendisine yöneldiği husustur. Arapların koyması bakımından zihnen bir gereklilik olmadıkça, bilfiil var olsa da tek başına harici gerekliliği muteber kılmadı.

Bütün bunlar delâlet ediyor ki; bir şeyin emredilmesi, zıddının terk edilmesi şeklinde hariçte bilfiil var olsa da zıddının nehyedilmesi değildir. Çünkü ona ait Arapların koyması bakımından zihni bir gereklilik yoktur. Bütün bunlar aynı şekilde şuna da delâlet ediyor ki; bir şeyin nehyedilmesi, zıddının yapılması şeklinde hariçte bilfiil var olsa da, zıddının emredilmesi değildir. Çünkü ona ait, Arapların koyması bakımından zihni bir gereklilik yoktur.

Ancak dilin delâleti şudur: Hüküm, talep olan hitabın delaletinden anlaşılır. Bu ise, mantuktandır, mefhumdan değil. Hatta mefhuma dâhil edilmez. Her ne kadar hüküm mahalline ait bir mefhum olması mümkün olsa da, emir ve nehyin her ikisi de taleptir. Talep ise hükümdür, hüküm mahalli değil. Onun için talep, mefhuma dâhil edilmez. Yani mademki; farz, haram, mendub, mekruh, mubah kendileri hükümdür, hüküm mahalli değildirler, o halde kesinlikle mefhuma dâhil edilmezler. Dolayısıyla onlara ait mefhumu muhalefet yoktur.

Bunun için bir şeyin talebi, başkasının talep edilmesi olmaz. Zira bir şeyin emredilmesi zıddının nehyedilmesi ve bir şeyin nehyedilmesi zıddının emredilmesi olmaz. Dolaysıyla farzın terk edilmesi, haramın işlenmesi demek değildir, haramın işlenmesi de farzın terk edilmesi demek değildir, mendubun terk edilmesi de mekruhun işlenmesi demek değildir ve tersi de değil. Fakat bunların her biri içinde, hakkında sükût edilen başka bir mana olmaksızın sadece lafzının kendisine delâlet ettiği husus demektir.


[1] Nisa: 5

[2] Buhari, Ahmed b.Hanbel

[3] İsra: 23