2- UMUM – HUSUS/ GENEL OLUŞ – ÖZEL OLUŞ |
|
Umum/genel lafız; iki ve daha fazla manaya delâlet
eden lafızdır. Has/özel lafız ise; iki açıdan
isimlendirilir: Birincisi; delâlet edilenine birden çok mananın
iştirakinin doğru olmadığı tek lafızdır. Zeyd, Amr v.b. özel
isimler gibi. İkincisi; kendisinden daha genel olana nisbetle
özel olan husus. Bu, delâlet edileni hakkında ve delâlet
edileninden başkası hakkında bir yönden başka bir lafzın
söylendiği lafızdır, “insan” lafzı gibi. Zira o hastır/özeldir.
Delâlet edileni ve delâlet edileninden başkası hakkında bir
yönden “hayvan” lafzının söylenmesidir. “At”, “hayvan” lafızları
gibi.
Genel lafız; iki kısma ayrılır: 1- Kendisinden
daha genel olmayan genel lafız. “Mezkur/zikredilen” lafzı gibi.
Zira bu lafız, mevcudu, mevcud olmayanı, bilineni, bilinmeyeni
içine alır. 2- Nispeten genel lafız. “Hayvan” lafzı gibi.
Zira o, kapsamı içinde olan “insan” ve “at” lafzına göre genel
lafızdır.
Has lafız da iki kısma ayrılır: 1- Kendisinden
daha özel olmayan özel lafız. Özel isimler gibi. 2-
Kendisi üzerinde olana nisbetle özel lafız. “cevher”, “cisim”
lafzı gibi.
Umum/Genellilik, kendisine düşen hususların hepsine bir
tek lafızla dâhil olan lafızdır. “Kavim”, “adamlar” lafzı gibi.
Lügatte genelliğe delâlet eden özel bir sîga vardır. Zira lügat
ehlinin genellik için koymuş olduğu lafızlar vardır. Dolayısıyla
onlarla, kendileriyle kast olunanın genellik olduğuna dair delil
getirmek doğru olur. Zira onların delâlet ettiği husus “genel”
olur.
- Bu lafızlardan birisi, أي
“herhangi” lafzıdır. Fertler ve çoğul olarak akleden ve
akletmeyen herkes hakkında, karşılık vermek ve soru sormak
şeklinde genel bir lafızdır.
- Onlardan bir başka örnek de; bilinen olmadığında belirlilik
takısı olan çoğul isimlerdir. İster kurallı çoğul, ister ise
kırık çoğul olsun fark etmez.
المسلمون “Müslümanlar”,
الرجال “adamlar”,
مسلمون “bir takım
Müslümanlar”, رجال
“bir takım adamlar” ; onları te’kid edici isimler
كل “her”,
جميع “bütün” gibi.
- Onlardan bir başka örnek de; meşhur olmayanların başına
ال –“harfi tarif” takısı
gelmiş cins isimler, الرجل
“adam”, الدرهم
“dirhem” gibi.
- Onlardan bir örnek de; olumsuz belirsiz isimdir. Şu
sözler gibi: لا رجل في الدار
“Evde adam yok”, وما في الدار
من رجل “Evde adam yok” gibi.
- Onlardan bir örnek de; izafet terkibidir. Allah’u
Teala’nın şu sözü gibi;
يُوصِيكُمْ اللَّهُ فِي أَوْلَادِكُمْ “Allah size
evlatlarınız hakkında....tavsiye eder.”
Ve ضربت عبدي و عبادي
“Köleme ve kölelerime vurdum”,
اتقت دراهمي
“Dirhemlerimi harcadım” sözleri gibi.
- Onlardan bir örnek de; من
“kim, her kim” lafzıdır. Soru ve karşılığında
başkası olmaksızın akleden kimseler hakkında kullanılır. Şöyle
demen gibi: من عندك ؟
“Yanındaki kim?” من
جاء أكرمه “Kim gelirse, ona ikram et.”
- Onlardan bir örnek de; ما
“ne, her ne” lafzıdır. Soru ve karşılıkta
kullanılır. Bir cins ile tahsis edilmeksizin mutlak olarak
akletmeyen hususlar hakkında geneldir. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü gibi:
عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى
تُؤَدِّيَ “Her ne
aldıysa ödeyesiye kadar elin üzerinedir.”
Bu karşılık verme hakkında bir sözdür.
ماذا صنعت “ne yaptın?”
sözü de soru sorma hakkındadır.
- متى “Ne zaman”
soru sormak ve karşılık vermek de zaman hakkında lafızdır. Şu
sözlerde olduğu gibi; متى جاء
القوم “Topluluk ne zaman geldi?”
متى جئتني أكرمك “Bana ne
zaman gelirsen sana ikram ederim.”
- أين ve
حيث “Nerede”
lafzıdır. Soru sormak ve karşılık vermekte zaman hakkında bir
lafızdır. Bunlara örnek şu sözlerdir:
أين كنت “Sen
neredeydin?” أينما كنت أكرمتك
“Her nerede olursam sana ikram ederim.”
Lügat ehlinin genellik için koymuş olduğu lafızların olduğuna
dair delil, Arapların lafzın konuluş aslında genellik ve
özelliğin te’kidini/vurgusunu farklı kılmış olmalarıdır.
Zira husus hakkında şöyle dediler:
رأيت زيدا عينه نفسه
“Zeyd’in bizzat kendisini gördüm.” Şöyle demediler:
رأيت زيدا كلهم أجمعين
“Zeyd’in hepsini tamamen gördüm.”
Umum hakkında da şöyle dediler:
رأيت الرجال كلهم أجمعين “Adamların hepsini tamamen
gördüm.” Şöyle demediler: رأيت
الرجال عينه نفسه “Adamların bizzat kendisini gördüm.”
Tekidin/vurgunun farklılığı, vurgu yapılanın farklılığına
delâlet eder. Çünkü vurgu
tekid edilene uygun düşendir.
Ayrıca Şer’î nâsslar, bu lafızları genellik için kullanmıştır.
Buna örnek Allah’u Teâla’nın şu sözünün kendisi için indiği
husustur: إِنَّكُمْ وَمَا
تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ “Siz
ve Allah’tan başka taptığınız şeyler, cehennem yakıtısınız.”
“İbn el-Züb’ari dedi ki: “Kesinlikle Muhammed’i
yeneceğim.” Sonra Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
geldi ve ona şöyle dedi: “Ey Muhammed! Şu Hıristiyan İsa’ya
tapıyor, şu Yahudi Üzeyir’e tapıyor, şu Temîm Oğulları meleklere
tapıyorlar. Ne diyorsun, onlar cehenneme mi girecekler?”
ما –lafzının
genelliğini delil getirdi. Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem onun ما
–lafzının genelliği ile ilgili anlayışını yadsımadı. Bilakis
Allah’u Teâla’nın, onun sözünü yadsımayan fakat tahsis eden şu
sözü indirildi: إِنَّ
الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَى أُوْلَئِكَ عَنْهَا
مُبْعَدُونَ “Tarafımızdan kendilerine güzel akibet
takdir edilmiş olanlara gelince, işte onlar cehennemden uzak
tutulurlar.”
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ
بِالْبُشْرَى قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ
إِنَّ أَهْلَهَا كَانُوا ظَالِمِينَ
(31)
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَنْ فِيهَا
لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنْ
الْغَابِرِينَ “Elçilerimiz İbrahim’e müjdeyi
getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helak
edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. (İbrahim)
dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada
kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette
kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna, o, kalacaklar
arasındadır.”
Onunla delil getirmenin yönü şöyledir: İbrahim;
أهل هذه القرية “Bu
memleketin halkı” tabirinden, genellik anladı. Lût’u
zikrettiğinde melekler ona Lût’u ve ehlini istisna ile, karısını
da kurtulanlardan istisna ile tahsisle cevap vererek, onun bu
anlayışını tasvib ettiler.
İşte bütün bunlar genelliğe delâlet etmektedir.
Ayrıca bu lafızların genellik için kullanıldığına dair
sahabelerin icmâsı olmuştur.
Buna bir örnek; Ömer’in, zekâta itiraz edenlerle savaş hakkında
Ebu Bekir’e karşı şöyle diyerek delil getirmesidir: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiş iken sen
onlarla nasıl savaşırsın?” َ
أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَنْ لَا
إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَيُؤْمِنُوا بِي وَبِمَا جِئْتُ بِهِ
فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ
وَأَمْوَالَهُمْ إِلَّا بِحَقِّهَا وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ
“Lâ ilahe illallah diyerek şehadet getiresiye, bana ve
getirdiğime iman edesiye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.
Eğer bunu yaparlarsa, hakkıyla olmaları müstesna kanlarını ve
mallarını benden korurlar. Hesabları Allah’a aittir.”
Sahabeden kimse, Ömer’in böyle delil getirmesini yadsımadı.
Fakat Ebu Bekir, istisnaya bağımlı kılınmasına dikkati çekti. O
ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözü idi: إلا بحقها
“Hakkıyla olmaları müstesna.” Bu da marifi/belirli
çoğul lafzın genellik için olduğuna delâlet eder.
Bir örnek de, şairin şu sözünü;
الا كل شيء ما خلا الله
باطل
وكل نعيم لا محالة
زائل
Dikkat edin, Allah’tan başka her şey batıldır.
Her saadet de kesinlikle yok olur.
Osman b. Maz’ûn bunu işitince, ona şöyle dedi: “Yalan söyledin.
Cennet ehlinin saadeti yok olmaz.” Osman’ın bu anlayışını kimse
yadsımadı. كل “her”
kelimesi genellik için olmasaydı, böyle olmazdı.
Bir örnek de; Ebu Bekir’in, Ensar’a Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in şu sözü ile delil getirmesidir:
الأئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ
“İmamlar Kureyş’tendir.”
Onların hepsi de bu delil getirilişin sıhatini yadsımaksızın
kabul ettiler. الأئمة
“imamlar” kelimesi genel bir lafız olmasaydı, bu delil getiriliş
doğru bulunmazdı.
Buna bir başka örnek de; sahabelerin, Allah ve Rasulü’nün
aşağıdaki sözlerin uygulanmasında icmâ etmeleridir.
Allah’u Teâla şöyle dedi:
الزانية والزاني “Zina eden kadın ve zina eden
erkek.”
والسارق والسارقة
“Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadın.”
من قتل مظلوما
“Kim mazlumu öldürürse.”
وذروا ما بقي من الربا
“Faizden arta kalanı terk edin.”
ولا تقتلوا انفسكم
“Kendinizi öldürmeyin.”
لا تقتلوا الصيد وأنتم حرم
“İhramda iken av öldürmeyin.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de şöyle
dedi: وَلا وَصِيَّةَ
لِوَارِثٍ “Miras bırakana
vasiyet yoktur.”
لا تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ عَلَى
عَمَّتِهَا وَلا عَلَى خَالَتِهَا “Kadın, halası
veya teyzesi üzerine nikâhlanmaz.”
ومن ألقى السلاح فهو آمن
“Kim silahını
bırakırsa emin olur.”
Bunun gibi genelliğe delâlet eden hususlar. Bunlar dil ehlinin
bu lafızları genellik için koyduklarını tekid etmektedir.
Lafızla sabit olan genellik; ya dil
bakımından sabit olur -ki bu dilin konuluşundan elde edilir-, ya
örf bakımından sabit olur –ki bu da örften yani dil ehlinin
koymalarından değil de kullanmalarından elde edilir-, ya da akıl
bakımından sabit olur –ki bu da akıldan değil de istinbattan
elde edilir-.
Başka bir ifade ile lafız için
genellik; ya bize Arapların bu lafzı genellik için koyduklarının
veya bu lafzı genellikte kullandıklarının nakledilmesi yoluyla
sabit olur, ya da nakilden istinbat yoluyla bize sabit olur. Bu
ise şöyle olur: “İstisna, lafzın kapsadığının dışında kalan
olarak bize nakledilmesinden dolayı, istisna belirli çoğula
dâhil edilir” diye bilinmesidir. Bu her ne kadar istinbat olsa
da nakil yolundan bir bilgidir. Zira bize nakledildi ki,
istisna, lafzın kapsadığının dışında kalandır.
Dolayısıyla bundan anlıyoruz ki belirli çoğul genellik içindir.
Buna binaen lafızla sabit olan genellik, iki yoldan tespit
edilmektedir: Birincisi; nakil. İkincisi; istinbat. Her ikisi de
Arapların koymasından sayılır. Böylece lafızla sabit olan
genellik tamamen Arapların koyması ile sabit olmaktadır.
Nakil yoluyla sabit olan genellik; ya lügatin konulmasından elde
edilmiş olur ya da lügat ehlinin kullanılmasından elde edilmiş
olur.
Lügatin konulmasından elde edilen genelliğin iki hali vardır:
Birincisi; lafzın bizzat kendisinin genel olmasıdır. Yani
bir karineye ihtiyaç duymamasıdır. İkincisi; genelliğin
lügatin konulmasından -fakat bir karine ile- elde edilmiş
olmasıdır.
Bizzat kendisinin genel olmasına gelince; Ondan birisi, her şey
hakkında genel olandır. Birisi akledenler yani ilim sahibi
olanlar hakkında genel olandır. Birisi akletmeyenler hakkında
genel olandır. Birisi özel mekânlar hakkında genel olandır.
Birisi de müphem/kapalı zaman hakkında genel olandır.
İlim sahibi olanlar ve başkalarından her şey hakkında genel
olana örnek; أي “hangi,
herhangi” lafzıdır. أي رجل
جاء “Hangi adam geldi?”
أي ثوب لبسته “Hangi
elbiseyi giydin?” dersin. Bir başka örnek de;
كل “her, hepsi”,
جميع “bütün, hepsi”
lafızları ve الذي –
التي v.b. ismi
mevsullar/ilgi zamirleri. Bir başka örnek de;
سائر “sair” lafzıdır.
(Ancak bu lafız, şehri kuşatan duvarlar anlamında olan
سور “suver” kelimesinden
alınmış olmalıdır, arta kalan anlamında olan
السؤر –kelimesinden
değil.)
- أي –lafzının
genellik ifade etmesi için soru ya da şart lafzı
olması şart koşuldu. Zira eğer bu lafız mevsul/bağlaç olursa,
مرت بأيهم قام yani
بالذي قام “onlardan
ayağa kalkmış olanın yanından geçtim” gibi. ya da vasıflanmış
olursa, مرت برجل أي رجل
–tam anlamı ile “herhangi bir adamın yanından geçtim” gibi. ya
da hal olursa, مرت بزيد أي رجل
Burada أي –lafzı
fetha/üstün ile tam anlamı ile “herhangi bir adam olan Zeyd’in
yanından geçtim” gibi. Ya da nida için olursa,
يا أيها الرجل “Ey adam!”
gibi. Bütün bunlar genellik ifade etmez.
- Akledenler yani ilim sahibi olanlar hakkında genel olan şu
lafızdır: من “kim,
her kim” lafzıdır. Bu lafız; erkekler ve dişiler, hürler ve
köleler hepsini kapsamaya uygundur. Onu genellik ifade edebilme
şartı, soru ya da şart lafzı olmasıdır. Zira
vasfedilen belirsiz olursa, مررت
بمن معجب لك “seni şaşırtan bir kimse ile
karşılaştım.” (Yani, رجل معجب
“bir şaşırtan adam” demektir) gibi. ya da bağlaç olursa;
مررت بمن قام “ayağa
kalkan bir kimse ile karşılaştım.” (Yani,
الذي قام “ayağa kalkan”
demektir) gibi. Bunlar genellik ifade etmez.
- Akletmeyenler yani ilim sahibi olmayanlar hakkında genel olan
şu lafızdır: ما “ne,
her ne” lafzıdır. أشتر ما
رأيت “ne gördüysen satın al” gibi. Bu lafza, erkek ve
kadın dâhil olmaz. Fakat ما
–lafzı vasfedilen belirsiz olduğunda;
مررت بما معجب لك “seni
şaşırtan bir şeyin yanından geçtim” gibi. Ya da vasfedilen
olunca, ما أحسن زيدا
“Zeyd’e güzel gelen” gibi. Bunlar genellik ifade etmezler.
- Özellikle mekanlar hakkında genel olan şu lafızlardır:
أين ve
حيث “nerede, neresi”,
أين تجلس أجلس ve
حث تجلس أجلس “nereye
oturursan otururum” gibi.
- Müphem/kapalı zaman hakkında
genel olan lafız şudur: متى
“ne zaman”, متى تجلس
أجلس “ne zaman oturursan otururum” gibi.
Bunların hepsi, dilin konulması bakımından bizzat genellik ifade
ederler.
Genelliği bir karine ile elde edilmiş olana gelince:
Karine, ispat hakkında olabilir, nefy hakkında olabilir. İspat
hakkında olan karine; ال
–harfi tarifi ve izafet terkibidir. Bunlar, çoğul kelimede olur;
العبيد “kullar” ve
عبيدي “kullarım”
gibi. Cins isimde olurlar; ولا
تقربوا الزنى “Zinaya
yaklaşmayın.”
gibi; فَلْيَحْذَرْ
الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ “Onun emrine
muhalif olanlar ... sakınsınlar.”
Cins ismin başına ال
–harfi tarifinin, sonuna izafet zamirinin ve terkibinin gelmesi,
tekilleri genelleştirir. Bunların çoğulun başına gelmesi de
çoğulları genelleştirir. Çünkü
ال –harfi tarifi, başına geldiği tekilleri
genelleştirir, çoğulun başına gelmişse de onları genelleştirir.
İzafet terkibi ve zamiri de aynıdır.
Nefy hakkında karine ise, nefy siyakındaki nekre/belirsizliktir.
Nefy siyakındaki nekre/belirsizlik genelleştirir. İster nefy ile
başlasın; ما أحد قائم
“ayakta duran kimse yok” gibi, ister ise yüklemi ile başlasın;
ما قام أحد “kimse
ayağa kalkmadı” gibi. ister nefyeden harf;
ما veya
لم veya
لن veya
ليس veya başkası olsun
fark etmez.
Aynı şekilde geçişli olumsuz fiil de bütün mef’ullerini
genelleştirir. والله لا آكل
“Vallahi, yemem” demen gibi. Tahsis etmedikçe herhangi bir şey
yediğinde yeminini bozmuş olursun. Çünkü
أكل -“yemek” fiili
geçişlidir ve burada olumsuzdur, dolayısıyla yiyeceklerden bir
çeşidi ile tahsis etmedikçe her yenileni kapsayan genelliktedir.
Lügat ehlinin kullanımından elde edilen genelliğe gelince; o,
örf bakımından elde edilen genelliktir. Allah’u Teâla’nın şu
sözünde olduğu gibi:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ “Size anneleriniz
... haram kılındı.”
Zira örf ehli bu terkibi, bizzat kendisinin haram kılınmasından,
faydalanmanın/zevk almanın her yönünün haram kılınmasına
nakletmişlerdir. Çünkü maksat istihdam olmaksızın kadınlardır.
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ
“Size ölü/ceset ... haram kılındı.”
Zira bu, örften dolayı “yemeye” hamledilir. Bu, örfi
hakikattendir.
İstinbat yoluyla sabit olan genelliğe gelince; onun kuralı,
hükmün takip ve tesbib/sebep kılma
ف –fâsı ile vasfa
bağlı kılınmasıdır. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ
فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan erkek ile
hırsızlık yapan kadının ellerini kesin.”
Şarabın, sarhoşluktan dolayı haram kılınması gibi.
Hitap, olaylardan bir olayda geçmesi ya da bir soruya cevap
olarak geçmesi gibi belirli bir sebebe binaen geçtiğinde genel
olur, o olaydan ya da tek başına o sorudan dolayı özel olmaz.
Hitabın bir olayda geçmesi şöyle olur: Bir olay meydana gelir,
onun hükmünü genellik siygalarından bir siyga ile beyan etmek
için nâss gelir. Dolayısıyla o, genel olur. O olaya tahsis
edilmez.
Buna örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet edilen şu hadistir: Meymune’nin
ölmüş olan koyunlarının yanından geçerken şöyle dedi:
أَيُّمَا إِهَابٍ دُبِغَ فَقَدْ
طَهُرَ “Tabaklanmış her hayvan derisi temizdir.”
Bu, Meymune’nin koyunlarına has değildir. Bilakis her deriye
genel olur. Zira o tabaklama ile temizlenir. Çünkü hitap
geneldir.
Buna başka örnek de; hırsızlıkla ilgili ayettir. Zira o, bir
kalkanın ya da bir ridanın çalınması hakkında nazil olmuştur.
Zıhar ayeti de Seleme b. Sahr hakkında nazil olmuştur. Lian
ayeti Hilal b. Ümeyye hakkında nazil olmuştur. v.b. Bunların
hepsi ve benzerlerinde olayın özel oluşu dikkate alınmaz.
Dolayısıyla sebep özel olsa da, hitap genel olur. Buna delil;
sahabeler Rıdvanullahi Aleyhim bir itiraz olmaksızın,
bu ayetlerin hükümlerini genelleştirdiler. Bu ise, özel sebebin,
genelliği düşürücü olmadığına delâlet etmektedir.
Hitabın, bir soruya cevap olarak gelmesine gelince; soru genel
ise, cevap da genel olur. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet edilen şu hadiste olduğu gibi: “Ona, taze
hurmanın kuru hurma ile satışı sorulduğunda şöyle dedi:
أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ قَالُوا
نَعَمْ فَنَهَى عَنْهُ
“Taze hurma, kuruduğunda noksanlaşıyor mu?” Dediler ki
“Evet”. O da; o halde hayır, dedi.”
Bir başka örnek de, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
yapılan şu rivayettir: “Ona şöyle sordular: Biz kendimize
ait bir azıkla deniz yolculuğu yapıyoruz. Yanımızda çok az
(tatlı) su oluyor. Onunla abdest alırsak susuz kalırız. Deniz
suyu ile abdest alabilir miyiz? Bu soru üzerine Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
الحل ميتته
هُوَ
الطَّهُورُ مَاؤُهُ
“Deniz, suyu temizdir ölüsü helaldir.”
Ebu Hureyre’den de şu rivayet edildi: “Bir adam Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şöyle sordu: Ya Rasulullah,
biz deniz yolculuğu yapıyoruz ve yanımızda az miktarda su
alabiliyoruz. O su ile abdest alsak içecek suyumuz kalmıyor.
Deniz suyu ile abdest alabilir miyiz? Bunun üzerine Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ
“Onun suyu temizdir.”
Bu iki örnekte Rasul’e; 1- Belirli bir taze hurma
hakkında değil, taze hurma satışı hakkında soruluyor. 2-
Belirli bir deniz suyu hakkında değil, deniz suyu hakkında
soruluyor. Dolayısıyla soru geneldir ve cevap da geneldir.
Burada hitabın genelliği hakkında söylenecek bir söz yoktur.
Cevap sorudan daha genel olursa, bizzat kendisi sorudan bağımsız
olur. Dolayısıyla o cevap da genel olur. Ebu Said el-Hudrî’den
şöyle dediği rivayet edildi: “Denildi ki; Ya Rasulullah,
içerisine hayz, köpeklerin etleri, kokuşmuş leşler atılan
nitelikteki bir kuyudan abdest alalım mı? Bunun üzerine
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
dedi: إِنَّ الْمَاءَ
طَهُورٌ لا يُنَجِّسُهُ شَيْءٌ
“Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez.”
Burada soru, belirli bir kuyu hakkında özeldir. Cevap ise, su
hakkında geneldir. Dolayısıyla hitap genel olur, sorunun özel
oluşuna dikkat edilmez.
Cevabın soruya uygun düşmesi ve uygun düşmemesine gelince;
genellik bahsinde ona yer yoktur. Zira cevap, soruya uygun düşüp
onun ötesine gitmeyebilir. Cevap soruya uygun düşmeyip onda
soranın sorusundan fazlası olabilir. Zira cevabın soruya uygun
düşmesi, asıl olan değildir. Bilakis uygun düşmesi mümkündür,
uygun düşmemesi de mümkündür. Buna Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in deniz suyu ile abdest almak hakkındaki
soruya verdiği şu cevap delâlet eder:
هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الْحِلُّ
مَيْتَتُهُ “Onun suyu
temiz, ölüsü helaldir.”
Hakkında bir soru olmadığı halde, “ölüsünün helâl oluşuna”
dikkat çekti. Dolayısıyla, soruya cevapta fazlalık, Şer’î
nâsslarda vakidir ve meşrudur.
Soruya cevapta noksanlık, gerekli değildir, asıl olan da
değildir. Onun da genellik bahsinde yeri yoktur.
Buhari, bir bölüm açıp şöyle demiştir: “Soru sorana sorusundan
fazlasıyla cevap verme babı” İbn Ömer hadisini zikretmiştir.
“Bir adam Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e ihramlı
olan kimsenin ne giyeceğini sordu. O şöyle dedi:
لا يَلْبَسُ الْقَمِيصَ وَلا
الْعِمَامَةَ وَلا السَّرَاوِيلَ وَلا الْبُرْنُسَ وَلا ثَوْبًا
مَسَّهُ الْوَرْسُ أَوِ الزَّعْفَرَانُ فَإِنْ لَمْ يَجِدِ
النَّعْلَيْنِ فَلْيَلْبَسِ الْخُفَّيْنِ وَلْيَقْطَعْهُمَا حَتَّى
يَكُونَا تَحْتَ الْكَعْبَيْنِ “Gömlek, sarık,
don, bornoz, alaçehre boyanmış elbise giymeyin. Ayakkabı
bulamazsa, terlik giysin, topuklarının altına gelesiye kadar
kessin.”
Sanki ona seçenekli durum hakkında soru soruldu. O ona,
seçeneksiz durum hakkında cevabı da ilave ederek cevap verdi. Bu
durum soruya yabancı değildir. Çünkü sefer hali onu gerektirir.
Dolayısıyla soruya cevap genellikte cevabın soruya mutabık
olması gerekmez. Soruya cevabın uygunluğu bahsi, genellik
bahislerinden değildir, dolayısıyla bu babda geçmez.
Bu, olay ve sorunun konusu içinde geneldir her şey hakkında
genel değildir.
Olay ve sorunun cevabındaki hitabın genelliği ancak sorunun
konusu hakkındadır, her şey hakkında genel değildir. Yani o
hitap, o olay ve başkasındaki o konu için geneldir. Nitekim
Meymune’nin koyunu olayında, cevap ölü derisi hakkında idi.
Dolayısıyla bu cevap, Meymune’nin koyununu da başkasının
koyununu da kapsar. Fakat bu
kapsama olayın konusu hakkındadır, o da burada ölü hayvanın
derisidir. Kalkan veya rida olayında hitap, kalkanın veya
ridanın çalınmasını ve başka bir şeyin çalınmasını kapsar, fakat
bu hadislerin konusu hakkındadır ki o hırsızlıktır. Seleme b.
Sahr olayında hitap, Seleme’yi ve başkasını kapsar fakat bu
olayın konusu hakkındadır ki o zıhardır. Dolaysıyla genellik
sadece olayın konusu hakkındadır, başkasını kapsamaz.
Sorunun cevabı da aynı şekildedir. Bir nitelikli kuyu hakkındaki
hadiste, Rasul’e bir nitelikli su ile temizlenmek hakkında
soruldu. Cevap su ile temizlenmek hakkında idi. Dolayısıyla bu
cevap, bir nitelikli kuyuyu da başkasını da kapsamaktadır, fakat
bu olayın konusu hakkındadır ki o temizlenmektir. Zira sorunun
konusu temizlenmektir. Çünkü onlar, her ne kadar abdest almak
hakkında sorulsa da, abdest hakkındaki sorudan kast olunan,
bizzat abdest almak konusu değildir. Ancak soru abdest için
temizlenmek hakkında idi. Dolayısıyla sorunun konusu temizlenme
olmaktadır, abdest almak değildir. Böylece cevap bütün suya
geneldir, temizlenmek konusunda geneldir, fakat her şey hakkında
genel değildir. Onun için ondan içmenin hükmünü ifade etmez.
Deniz suyu hakkındaki soru da aynı şekildedir. Zira o da
temizlenmek hakkındadır. Çünkü onlar, her ne kadar abdest
hakkında sorsalar da, ancak abdest almak için temizlenmek
hakkında sordular. Dolayısıyla sorunun konusu, temizlenmek
olmaktadır, abdest almak değil. Böylece cevap temizlenmek
hakkında geneldir, ondan içmeyi kapsamaz.
Buna binaen genellik ancak konu hakkında olur. Konu ise olayın
ve sorunun konusudur. Dolayısıyla onlara has olur, başkasını
kapsamaz. Konu, “sebebin özel oluşuna değil, lafzın genel
oluşuna dikkat edilir” kaidesine dâhil olmaz. Çünkü konu sebep
değildir. Yani konu olaydan ve sorudan başkadır. Çünkü kelam
başkasının değil onun üzerine gelmiştir, dolayısıyla ona has
olur. Çünkü Rasul’ün lafzı, sorunun konusuyla ve olayın
konusuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla hüküm o konuyla bağlantılı
olur. Zira belirli bir olay hakkında söylenen nâssın ve bir
sorunun cevabı olan nâssın, o sorunun ve olayın konusu hakkında
tahsis edilmesi gerekir, her şey hakkında genel olması doğru
olmaz. Çünkü soru cevapta varılacak yerdir. Zira kelam, belirli
bir konu hakkındadır. Dolayısıyla hükmün o konuya hasredilmesi
gerekir. Çünkü içerisinde sorunun ve olayın hükmünün açıklandığı
Rasul’ün lafzı, tek başına o soru ve tek başına o olayla
alakalıdır, kesinlikle başkası ile bağlantılı değildir.
Dolayısıyla hüküm, sorunun konusu ve olayın konusu ile yani
hakkında sorulan husus ile ya da olayın hakkında cereyan ettiği
husus ile bağlantılıdır, başkası ile bağlantılı değildir,
konudan başkasına genelleşmez, bilakis o konuya has olur.
Şöyle denilmez: “Soru, eğer cevapta varılacak yer ise, cevap da
soruya has olur. Aksi halde kaçınılmaz olarak genelleşecektir.”
Böyle denilmez. Çünkü cevapta varılacak yer, sorunun konusudur.
O da, bir nitelikli kuyu hadisinde temizlenmektir, bir nitelikli
kuyu değildir. Çünkü soru temizlenmek hakkındadır, bir takım
nitelikli kuyu hakkında değil. Dolayısıyla cevapta varılacak
yer, sorunun konusudur. Yani sorunun hakkında cereyan ettiği
husustur. Dolayısıyla hükmün ona hasredilmesi gerekir. Böylece
hüküm o konuya has olup o olaya veya başkasına yani bir
nitelikli kuyuya ve başkasına genelleştirilir. Çünkü olay,
cevapta varılacak yer değildir, dolayısıyla hüküm ona bağımlı
olmaz.
Şöyle de denilmez: “Şeriat koyucunun belirli bir konuya cevabı,
çoğunlukla soruyla alakalı olmayan bir çok konuya şamildir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in deniz suyu
ile abdest almak hakkındaki soruya verdiği şu cevap gibi:
هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الْحِلُّ
مَيْتَتُهُ “Onun suyu temiz, ölüsü helaldir.”
Zira burada sorunun konusunu ve başkasını açıklamıştır.”
Böyle denilmez. Çünkü sorunun ya da olayın konusu hakkında özel
olan, Rasul’ün cevabı değil, ancak Rasul’ün, sorunun ya da
olayın konusu hakkında verdiği hükümdür. Zira Rasule bir hüküm
hakkında sorulabilir ve o da birkaç hüküm hakkında cevap
verebilir, soru ile cevap arasında bire bir uyumluk gerekli
değildir. Fakat o soru ya da olay hakkında açıklanan hüküm,
onların konusundan başkasını kapsamaz. Nitekim, Rasule deniz
suyu hakkında yani deniz suyu ile temizlenmek hakkında soruldu.
Bunun üzerine o, onun suyunun temiz olduğunu yani onunla
temizlenmenin caiz olduğu cevabını verdi, aynı zamanda denizin
ölüsünün helâl olduğu cevabını da verdi. Yani iki hükümle cevap
verdi. Birisi, hakkında sorulan temizlenmenin hükmüdür. Bu
hüküm, sorunun konusu olan temizlenmeye hastır, başkasını
kapsamaz. Mesela; ondan içmeyi kapsamaz. Dolayısıyla sorunun
konusu hakkındaki hususilik, sadece Rasul’ün kendisi ile cevap
verdiği hüküm hakkındadır, Rasul’ün cevabı hakkında değil.
Buna binaen belirli bir olay hakkında ya da bir sorunun
cevabında geçen nâss geneldir, olayın hakkında vukuu bulduğu
kimseyi ve başkasını kapsar, soru soranı ve başkasını kapsar.
Fakat bu nâss, olayın ya da sorunun kendisi ile birlikte geçtiği
konu hakkında özeldir, başkasını kapsamaz. Zira zıhar, lian,
kazf haddi ayetleri ve başkaları, bilinen bazı şahıslara ait
olayların vukuu bulmasıyla birlikte, o şahıslara tahsis
edilmeksizin indirilmişlerdir. Zira o ayetlerin hükümleri
geneldir, fakat kendisi ile indirildikleri konu hakkında
özeldir. O konu ise; zıhar veya lian veya kazf veya başkasıdır.
Hüküm bu konulardan başkasına genelleştirilmez.
Buna binaen, “sebebin özelliği değil, lafzın genelliği dikkate
alınır” kaidesi, olayın konusunu ya da sorunun konusunu
kapsamaz. Zira sebebin özelliğinde lafzın genelliği, sadece
olayın ya da sorunun konusu hakkındadır, her şey hakkında değil.
Buna bir örnek, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
yapılan şu rivayettir: “Rasul’e cins farklılıklarında
riba hakkında soruldu. Bunun üzerine şöyle dedi:
لا رِبًا إِلا فِي النَّسِيئَةِ
“Nesieden/taksitle satıştan başkasında riba yoktur.”
Bu, sorulan cins farklılıklarında faiz konusu hakkında hastır,
bütün riba hakkında genel değildir. Çünkü riba, aynı cinsten
olan hususlarda peşin ve veresiyede meydana gelir.
Bir örnek de; Ebu Bekre’den yapılan şu rivayettir: “Fars
ehlinin, üzerlerine Kisra’nın kızını melik yaptıkları haberi
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e ulaşınca
şöyle dedi: لَنْ يُفْلِحَ
قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمُ امْرَأَةً
“(Yönetim) işlerini bir kadına yükleyen bir
toplum asla iflah olmaz.”
Bu cevap, hakkında söz edilen Fars ehlinin kendilerine
bir kadını kral yapmaları konusu hakkında hastır. Ya da o,
yönetim hakkında hastır. Her velayet/işleri üstlenme hakkında
genel değildir. Çünkü velayet, yönetim hakkında olur, çocuğun
velayeti hakkında olur, çocuğun vesayeti hakkında olur, yargı
işlerini yapmak şeklinde olur. Zira velayet yönetimde hâsıl
olur, çocuğun vesayetinde hâsıl olur. Dolayısıyla hadis, genel
değil bilakis yönetim velayeti/yönetimi üstlenmek hakkında
özeldir. Zira kadının, çocuğun vasisi olması caizdir. Ömer b.
Hattab, kavminden bir kadın olan Şifa isimli kadına,
pazarlardaki yargı işlerini (muhtesiblik kadılığını)
yüklemiştir.
Dolayısıyla, sebebin özelliğinde lafzın genelliği, her şey
hakkında genel değildir. Bilakis o, hadisin hakkında vaki olduğu
ya da sorunun hakkında vaki olduğu konu hakkında geneldir.
Rasule hitap, her ne kadar kendisine yöneltilmiş ve kendisini
kapsıyor olsa da, hitap Rasule sadece şahsi sıfatıyla değil,
“Rasul” sıfatı ile yöneltilmiştir. Dolayısıyla o hitap, ümmetin
Rasulü’ne hitabı olur. Böylece o ümmete hitap olup genelden
olur. Devlet reisine yönelmiş hitabın, devletin tamamına
yönelmiş olması gibi. Vilayet emrine yönelmiş hitabın, vilayete
yönelmiş olması gibi. Dolayısıyla muhatabın üzerinde bulunduğu
sıfat hitabı özel değil, genellik sîgasından yapmaktadır. Buna
karşın belirli bir şahsa yönelmiş olsaydı, o hitap o şahsa has
olurdu.
Rasule hitap bazen çoğul lafızla gelir.
Allah’u Teâla şöyle dedi:
يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا
طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ “Ey Nebi! Kadınları
boşayacağınızda...”
Ayette, طلقت
“boşayacağında” demedi. Bu, ona yöneltilen hitabın ümmete
yönelmiş olduğuna delâlet ederek gelmiştir.
Allah’u Teâla şöyle demiştir:
فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لا
يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ
أَدْعِيَائِهِمْ “Zeyd, o kadından ilişiğini kesince
Biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla
ilişiklerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek
isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın.”
Bu da Rasule hitabın ümmetine hitap olduğuna dair delildir.
Hitabın Rasule has olanını Allah, o Rasule hastır diye
açıklamıştır.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ
وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ
يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ
“... Bir de Nebi kendisi ile evlenmek istediği takdirde,
kendisini Nebiye hibe eden mü’min kadını, diğer mü’minlere değil
sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık).”
Allah’u Teâla’nın şu sözü de buna örnektir:
وَمِنْ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ
نَافِلَةً لَكَ “Gecenin bir kısmında uyanarak sana
mahsus nafile olmak üzere namaz kıl.”
Ona ait mutlak hitap ümmetine hitap olmayıp bilakis ona has
olsaydı, burada hitabı ona tahsis etmeyi açıklamaya ihtiyaç
olmazdı.
Rasul’ün ümmetinden birisine yapmış olduğu her hitap, ümmetinin
tamamına hitaptır. Zira o hitap, o şahsa tahsis edildiğine
delâlet eden bir husus geçmedikçe geneldir.
Buna delil Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا كَافَّةً لِلنَّاسِ
“Biz seni ancak bütün insanlara ... gönderdik.”
Ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözleridir: بُعِثْتُ إِلَى
النَّاسِ كَافَّةً
و
“İnsanların tamamına gönderildim.”
الأحْمَرِ وَالأسْوَد
إلى
وبعثت “Ben
kırmızısına siyahına gönderildim”
Sahabeler, olayların hükümleri hakkında, Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in ümmetin fertleriyle ilgili olarak
hüküm verdiği hususlara müracaat etmekte icmâ etmişlerdir. Buna
örnek, zina haddinde Mâ’iz ile ilgili olarak verilen hükme
müracaat etmeleridir. Yetkili olmak konusunda Buru’ binti Vâşık
kıssasına müracaat etmeleridir. Mecusilere cizye koymak
hususunda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
Hicr Mecusilerine cizye koymasına müracaat etmeleridir.
Ayrıca Rasul, ümmetinden muhatab şahsa has hitabın, o şahsa has
olduğunu açıklamıştır. Buna örnek de Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in, Ebu Bürde’ye yeniden kurban etmek
hakkındaki şu sözüdür: ضح
بها ولا تصلح لغيرك “Sen kurban et. Senden başka
kimseye uygun olmaz.”
Koşarak namazda safa dâhil olmasından dolayı Ebu Bekre’ye
söylediği şu sözüdür: زَادَكَ
اللَّهُ حِرْصًا وَلا تَعُدْ
“Allah, hırsını artırsın. Bir daha
tekrarlama.”
“Huzeyme’ye, tek başına şahitliğini kabul etmeyi tahsis
edişi de buna örnektir. ”
Hüküm bir tek şahsa söylenmesi ile ümmete de söylenmiş olmasa
idi, tahsis için tahsise ihtiyaç olmazdı.
Hitap, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem vasıtasıyla Allah’u Teala’nın
şu sözleri ile gelmiştir:
يا
أيها الذين آمنوا
“Ey iman edenler!”,
يا
أيها الناس “Ey
insanlar!”,
فاتقون
يا
عبادي “Ey
kullarım!
Bana karşı takvalı
olun.”
Onun genelliğine Rasul de
dâhil olur. Bu ayetler gibi, başlangıcında Rasul’ün ümmetin bir
işiyle emrolunmadığı her mutlak olarak gelen hitaba Rasul de
dâhildir. Çünkü bu sîgalar; her insan, her mü’min, her kul için
geneldir. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem;
insanların, müminlerin ve kulların efendisidir. Nübüvvet, bu
isimlerin (insan, mü’min, kul isimlerinin) ona verilmesinden onu
dışarı çıkarıcı değildir. Dolayısıyla onu bu genelliklerden
dışarı çıkarıcı olmaz. Zira Rasul, sahabelere bir şey emredip
onu yapmayarak ona aykırı davrandığında, sahabeler ona; “Neden
onu yapmadın?” diye soruyorlardı. Onlar, kendilerine emredilen
hususa onun da dâhil olduğunu idrak etmeselerdi ona öyle
sormazlardı.
Buna örnek, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den yapılan şu rivayettir:
“O
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sahabelere haccı iptal
edip Umre yapmalarını emretti. Kendisi iptal etmedi. Bunun
üzerine onlar ona şöyle dediler: “Bize iptal etmeyi emrettin,
sen iptal etmedin.”
Rasul, onların, o
emre kendisinin de dâhil olduğuna dair anlayışlarını yermedi,
fakat belirli bir mazerete dikkati çekti. Şöyle dedi:
إِنِّي قَلَّدْتُ هَدْيِي
“Ben kurban
kesmekle sorumlu kılındım.”
Şu
da rivayet edildi:
لَوِ
اسْتَقْبَلْتُ مِنْ أَمْرِي مَا اسْتَدْبَرْتُ لَمْ أَسُقِ
الْهَدْيَ وَجَعَلْتُهَا عُمْرَةً
“Ben işimden sırtımı döndüğüm şeyi üzerime alsaydım,
kurbanlığı ileri sürmezdim, onu umre yapmış olurdum.”
Şu doğrudur: Bir takım
hükümler Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’e
has kılınmıştır ve ümmet onlarda Rasule ortak kılınmamıştır. İki
rekat Sabah namazı sünnetinin, Duhâ namazının, Kurban namazının
Rasul’e farz kılınması, zekâtın ona haram kılınması; veli, mehir,
şahitler olmaksızın nikâhlanmanın ona mubah kılınması v.b.
özellikler.
Ancak bu özellikler, onu
teklifi hükümlerle muhatap olmak noktasında ümmetten ayrı
kılmasına delâlet etmez. Hitabın genelliklerinden onun dışarıda
kalmasını gerektirmez. Görmüyor musun? Hayızlı, hasta, yolcu ve
kadına, başkalarının dâhil olmadığı bir takım hükümler has
kılınmıştır. Buna rağmen, onların bu özelliklerinden dolayı
hitabın genelliğinden tahsis edilmiş olmaları onları hitabın
genelliklerinden dışarı çıkartmamaktadır.