ÝLLET


Ýllet, hükmün kendisinden dolayý var olduðu þeydir. Ya da baþka bir ifade ile illet; hükme sevk eden husustur. Yani hükmün yapýlmasýna ve ortaya çýkartýlmasýna deðil. Hükmün teþri’ine sevk edendir. Buradan anlaþýlýyor ki; illetin, uygun bir vasýf yani anlaþýlýr bir vasýf olmasý kaçýnýlmadýr. Bu þu demektir: O vasýf, hükmün konulmasýnda Þeriat koyucuya ait maksat olmaya uygun bir manayý kapsar olmasý kaçýnýlmazdýr. Ýllet, uygun bir vasýf olmasaydý, yani Þeriat koyucunun hükmün konulmasýndaki maksadý olmaya uygun bir manayý kapsamasaydý da sadece bir iþaret olsaydý, o vasýfla illetlendirmek imkânsýz olurdu. Çünkü o zaman o, hükme bir emare yani bir iþaret olurdu. Dolayýsýyla hükmün bilinmesi dýþýnda onda bir fayda yoktur. Asýl hakkýndaki hüküm, hitapla bilinmiþtir, hitaptan çýkartýlmýþ illet ile deðil. Onun için illetin; “hükmü belirleyen” olarak tarif edilmesi hatadýr. Çünkü bu, illetin sadece emare olmasý demektir. Hâlbuki illetin vakýasý, onun emare olmadýðýdýr. Bilakis o, hükmün konulmasýna sevk edendir.

Ýllet, her ne kadar hükmün delili olsa da, onunla hitabýn delil olmasý arasýnda fark vardýr. Zira hitap; hükme delildir, hükme alâmettir ve onu belirleyendir. Ýllet de, hükme delildir, ona alâmettir ve onu belirleyendir. Fakat illet, bunun yanýsýra hükme sevk eden husustur. Zira illet, hükmün kendisinden dolayý konulduðu husustur. Dolayýsýyla illette, belirleme yanýsýra “illiyet” de vardýr. Yani hükmün kendisinden dolayý konulduðu þeye delâlet de vardýr, onun için illet, nâssýn akledilenidir. Nâss illeti kapsamýyorsa, onun mantuku vardýr, mefhumu vardýr fakat ma’kulu yoktur. Dolayýsýyla nâssa, baþkasý kesinlikle ilhak olunmaz. Fakat nâss, içindeki hükümle anlaþýlýr bir vasfý birleþtirerek bir illeti kapsýyorsa, o zaman onun mantuku olur, mefhumu olur, ma’kulu olur. Dolayýsýyla ona baþkasý ilhak edilir.

Böylece illetin varlýðý; nâssý, olaylardan baþka fertleri ve baþka çeþitleri kapsar kýlar. Bunu da mantuku ve mefhumu ile deðil de, olaylarýn nâssta geçenle birlikte illette ortak oluþlarýndan dolayý ilhak yoluyla yapar. Buna göre illette, hükme delaletine ilaveten yeni bir þey vardýr. O da bu hükmün konulmasýna sevk eden husustur. Dolayýsýyla illetin, “hükmü belirleyen” olarak tarifi doðru deðildir. Çünkü bu tarif, illetin mahiyetine delâleti tam ifade etmiyor. Bunun için illet, “hükme sevk eden” olarak tarif edildi. Bu tariften, onun hükmü belirleyen olduðu da anlaþýlýr.

Ayrýca illet, hükmün delili hakkýnda gelebilir. Zira hükme delâlet eden hitap, hitabýn içerdiði illete de delâlet etmiþ olabilir. Allah’u Teâla’nýn þu sözünde olduðu gibi:    مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ     “Allah’ýn (fethedilen) ülkeler halkýndan Rasulü’ne verdiði fey’ (silah kullanmadan elde edilen ganimet) Allah, Rasul, yakýnlarý, yetimler, yoksullar ve yolda kalmýþlar içindir. Böylece o mallar, içinizde yalnýz zenginler arasýnda dolaþan bir devlet olmasýn diye.”[1]     Sonra da þu sözü geliyor:   لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ “...fakir muhacirler içindir.”[2]     Böylece ayet, fey’in fakir muhacirlere verilmesi hükmüne delâlet etti. Onun için Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hakkýnda bu ayetin indiði o fey’i –ki o, Nadiroðullarý fey’i idi- fakir olan iki adam dýþýnda Ensar’a vermeksizin sadece muhacirlere verdi. Ayný þekilde ayette geçen illete delâlet etti. O da Allah’u Teâla’nýn þu sözüdür:    كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ     “Mallar sadece içinizde zenginler arasýnda dolaþan bir devlet olmasýn.”[3]    Yani, devlet/mal ve imkânýn sadece zenginler arasýnda kalmasýn, bilakis baþkalarýna da geçsin diye, demektir. Böylece bu illet de, hükmün konuluþuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.

Þu da bir baþka örnektir: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den taze hurmanýn kuru hurma ile satýþýnýn caiz oluþu hakkýnda kendisine sorulduðunda þöyle dediði rivayet edildi:  أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ قَالُوا نَعَمْ فَنَقال النبي فلا إذن  هل   “Taze hurma, kuruduðunda noksanlaþýyor mu?”  Dediler ki; “Evet.” Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki; “O halde hayýr.”[4]  Hadis, taze hurmanýn kuru hurma ile takasýnýn caiz olmadýðý hükmüne delâlet etmektedir. Ayný þekilde hadiste geçen, taze hurmanýn kuruduðunda noksanlaþýyor olmasý illeti de, hükmün konuluþuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.

Bu iki örnekte illet, hükmün delili içinde gelmiþtir.

Ýllete delâlet eden delil olabilir, sözü ile kast edilen, delaletin illette olmasýdýr. Böylece hükmün konulmasýna sevk eden olarak illet, hükme delâlet etmiþ olmaktadýr.

Mesela; gasp hükmü, gasp edilen malýn kendisinin geri verilmesidir. Bu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözünün genelliðinden alýnmýþtýr:   عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ  “Ele, aldýðýný geri vermesi borçtur.”[5] Bu söz, ödünç alma ile, kiralama ile ve gasp ile baþkasýnýn malýndan elinin aldýðýný mal sahibine geri vermesinin insana farz olduðuna dair bir delildir. Fakat gasp olunan mal telef olduðunda gasp edenin o malýn benzerini ya da deðerini mal sahibine vermesi vacibtir. Bunun delili de Enes’ten rivayet edilen þu hadistir:  Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellemin eþlerinden bazýsý Nebi’ye bir tabakta yemek hediye etti. Aiþe tabaða eliyle vurup içinde olaný yere fýrlattý. Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem þöyle dedi:  طعام بطعام  وإناء بإناء “Yemeðe yemek, tabaða tabak”[6]  Ýbn Ebu Hâtim rivayetinde ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem þöyle dedi:         مَنْ كَسَرَ شَيْئًا فهو له  فَعَلَيْهِ مِثْلُهُ   “Kim bir þey kýrarsa, o onundur, benzerini sahibine vermesi de üzerine zorunludur.”[7]     Bu söz, telef olanýn ve bundan dolayý da gasp edilen malýn telef olmasýnýn hükmünün delilidir. Telef, telef olanýn deðerinin ya da benzerinin sahibine verilmesinin illetidir. Böylece yukarýdaki hadis, illete de delil olmaktadýr.

Ayrýca ferdin malý saygýndýr. Kiþinin onayý olmadýkça malý alýnmaz. Bu da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözünün genelliðinden dolayýdýr:    لا يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ إِلا بِطِيبِ نَفْسٍ مِنْهُ    “Rýzasý olmadan Müslüman bir kiþinin malý helâl olmaz.”[8]   Fakat o malýn yasaklanmasý zarara yol açarsa ondan zorla alýnýr. Bu Ýbn Abbas’dan rivayet edilen þu hadisten dolayýdýr: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem þöyle dedi:    لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ وَلِلرَّجُلِ أَنْ يَجْعَلَ خَشَبَةً فِي حَائِطِ جَارِهِ  “Ne zarar vermek ne de zarara maruz kalmak vardýr. Bir kiþinin evinin duvarýna odun koymasý hakký vardýr.”[9]    Ebu Hureyre’den de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þöyle dediði rivayet edildi: لا يَمْنَعْ جَارٌ جَارَهُ أَنْ يَغْرِزَ خَشَبَهُ فِي جِدَارِهِ    “Komþu, komþusunun duvarýna kazýk çakmasýna mani olmaz.”[10]  Bu iki hadis, komþunun komþusunun duvarýna kazýk çakmasýna mani olmasýnýn helâl olmadýðýna, engel olduðunda hakimin onu zorlayacaðýna delâlet etmektedir. Hâlbuki duvar, þahsýn mülküdür, komþusunu engelleme hakký vardýr. Fakat komþunun kazýk çakmasýna engel olursa, ona zarar vermiþ olur. Dolayýsýyla zararýn ortadan kaldýrýlmasý için, komþusuna izin vermesine zorlanýr. Burada illet, zarar vermektir. Bu zararýn engellenmesine dair ve zararýn, mülk sahibinin mülkünden taviz vermeye zorlanmasý için illet olduðuna dair delildir. Böylelikle illete de delil olmaktadýr.

Birinci örnekteki “telef” ve ikinci örnekteki “zarar”, her ikisi de, her birine delâlet eden delilin geldiði Þer’î illetlerdir.

Buna binaen illetin delilinin, hükmün delili olmasý þart deðildir. Bilakis illetin delili, hükmün delili olabilir ve kendisindeki maksadýn illete delâlet olduðu delil olabilir.

Ýlletin bilinmesi; illet nâssla sabit olduðundan dolayý, hükme baðlý deðildir. Dolayýsýyla hükme baðlý deðildir fakat delilin varlýðýna baðlýdýr. Hüküm tek baþýna, hakkýnda delil gelmiþ olsa da, illete delâlet etmez. Çünkü illet hüküm deðildir ve hüküm, illete delil olmaya uygun deðildir. Bundan dolayý iki iþlev arasýndaki sýrf benzerlikten dolayý bir hüküm bir hükme kýyas edilmez. Bilakis Þer’î delilin kendisine delâlet etmiþ olduðu bir illetin olmasý kaçýnýlmazdýr.

Buna binaen hüküm ve illet, farklý iki þeylerdir. O ikisinden her birisi de Kitap veya Sünnet veya sahabenin icmâsýndan kendisine delâlet eden bir delile ihtiyaç duyar. Dolayýsýyla delilin hükme delâleti, illetin varlýðýna delâlet etmeye yeterli deðildir. Bilakis illete delâlet eden bir delilin olmasý kaçýnýlmazdýr. Bu ister illete delâlet eden özel bir nâss ile hükmün delilinin kendisi olsun, ister ise kendisiyle maksadýn illete delâlet olduðu bir delil olsun fark etmez. Fakat illetin kendisi hükme delil olur, baþka bir delile ihtiyaç duymaz. Çünkü illetin kendisi delildir. Zira illet, nâssýn anlaþýlanýdýr. Böylece o, nâssýn mantuku ve mefhumu gibi olur. Bundan dolayý illetin “hükme sevk eden” þeklinde tarifi, onunla ilgili tarifin en dakiðidir.

Ýlletin tarifi, “hükmün kendisinden dolayý var olduðu þeydir” þeklinde olunca; illet ile sebep arasýnda bir benzerlik oluþmaktadýr. Ýllet ile menat arasýnda da bir benzerlik oluþmaktadýr. Onun için illet ile sebep arasýndaki farkýn ve illet ile menat arasýndaki farkýn açýklanmasý kaçýnýlmazdýr.

 

Ýllet Ýle Sebep Arasýndaki Fark:
 

* Sebep; varlýðý, var olmayý yokluðu da yokluðu/bulunmamayý gerektiren husustur. O, hükmün teþri’ine/konulmasýna sevk eden deðildir. Zira sebep, hükmün vakýada var olmasý ile alakalýdýr, vakýanýn çözümü için hükmün konulmasý ile alakalý deðildir. Ramazan ayýna þahit olmanýn, ona þahit olan üzerine orucun vacib olmasý için “sebep” olmasý gibi. Dolayýsýyla sebep, vacib olmanýn varlýðýna delâlet etmektedir, vacib olana sevk edene yani vacib olmanýn sebebine delâlet etmemektedir. Vacib olmanýn varlýðý, vacib olmanýn sebebinden baþka bir þeydir.

Ýllet böyle deðildir. Zira illet, hükmün kendisinden dolayý var olduðu yani konulduðu þeydir. Yani illet, hükmün konulmasýna sevk edendir. O, hükmün konulmasýyla alakalýdýr, hükmün bilfiil varlýðý ile alakalý deðildir. Ýllet, hükmün var oluþ sebebi deðil, vacib oluþ sebebidir.

* Sebep, hükmün varlýðýndan önce gelir. Zira sebep var olduðunda, vacib olarak konulmuþ hüküm de var olur. Sebebin var olmasýndan önce, konulan hüküm mükellef üzerinde vacib olarak durur. Fakat bu vacib oluþun var olmasý, sebebin var olmasýna baðlýdýr.

Ýllet böyle deðildir. Zira illet, hükmün konuluþu ile beraberdir. Çünkü illet, hükmün konulmasýna sevk edendir.

Mesela; Ramazan ayý hilalinin görülmesi, orucun vacib oluþunun varlýðýna sebeptir. Zira hilalin görülmesi oruçtan önce gelir. Kendilerinden elektrik elde edilen kamu suyu þelaleleri böyle deðildir. Zira onlar, elektriði kamu mülkiyeti yapmanýn illetidirler, hükmün konulmasý ile birliktedirler. Dolayýsýyla þelalelerin kamu mülkiyeti olmasý, onlardan elde edilen elektriðin kamu mülkiyeti olmasý hükmüne, sevk eden olarak eþlik etmektedir.

* Ayrýca sebep, var oluþuna sebep olduðu hususa hâsstýr, onu baþkasýna taþýmaz. Dolayýsýyla ona kýyas yapýlmaz.

Ýllet ise böyle deðildir. Zira illet, kendisinden dolayý konan hükme hass deðildir. Bilakis o hükmü baþkasýna taþýr, ona ve illete kýyas yapýlýr.

Mesela; akþam namazý vaktinin girmesi, akþam namazýnýn var oluþunun sebebidir. Vacib oluþunun sebebi deðil. Onun akþam namazýndan baþkasý için sebep olmasý da uygun deðildir. Dolayýsýyla ona kýyas yapýlmaz. Fakat namazdan alýkoymak, Cuma ezaný okunduðunda alýþ-veriþin haram olmasý hükmünün konulmasýnýn illetidir. Allah’u Teâla’nýn þu sözünün delâlet ettiði gibi:   إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ “Cuma günü namaza çaðrýldýðýnýzda alýþ-veriþi býrakýp Allah’ýn zikrine koþunuz.”[11]  Bu ayetin delâlet ettiði namazdan alýkoymak illeti, alýþ-veriþe hass deðildir. Bilakis alýþ-veriþten baþkasýnda gerçekleþtiðinde hüküm o baþkasýna geçer. Dolayýsýyla o illet vasýtasý ile o hükme kýyas edilir. Böylece Cuma ezaný okunduðunda, kira sözleþmesi yapmak, yüzmek, yazý yazmak haram olur.

Buna göre illet, hükmün konulmasýna sevk edendir. Sebep ise, hükmün bilfiil oluþmasýna yani onun yerine getirilmesine sevk eder.

Buna binaen, Allah’u Teâla’nýn þu sözü;  أَقِمْ الصَّلاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ “Güneþin batýya doðru meyletmesinden gecenin karanlýðýna kadar namaz kýl.”[12]  illet” deðildir, sadece sebeptir. Zira, güneþin batmaya yönelmesi, namaz kýlmak için sebeptir, illet deðildir.

Aiþe RadýyAllah’u Anha’dan þöyle dediði rivayet edildi: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem zamanýnda güneþ tutuldu. Bunun üzerine, namaza toplanýlmasý için bir çaðrý yaptýrdý. Sonra ayaða kalkýp iki rekatta dört rükulu ve dört secdeli bir namaz kýldýrdý.[13]    Bu da “illet” deðildir, sadece bir sebeptir. Zira güneþ tutulmasý, namaz kýlmak için bir sebeptir, “illet” deðildir.

Seleme b. el-Ekva’dan þu rivayet edildi: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem akþam namazýný, bir engel ile görünmeyecek þekilde güneþ battýðýnda kýlardý.[14]   Bu da illet deðildir, sadece sebeptir. Zira bir örtü/engel ile görülmeyecek þekilde güneþin batmasý, akþam namazýnýn kýlýnmasý için sebeptir, namaza illet deðil.

Ýþte bunlarýn hepsi ve benzeri sebep cinsindendir, illet cinsinden deðil. Çünkü güneþin batýya yönelmesi, güneþ tutulmasý, güneþin batmasý, bunlarýn her biri hükmün bilfiil var olmasý için sebeptir, hükmün vacib oluþmasý için sebep deðil. Yani bunlar, o hükmün belirli mükellef tarafýndan var edilmesi/uygulanmasý için sebeptir, hükmün konulmasý için sebep deðil.

Bundan dolayý açýða çýkýyor ki; ibadetler de sebep olarak geçenler, illet deðildirler ve bunlar ibadetleri tevfiki kýlmaktadýr. Ýbadetler illetlendirilmez ve onlara kýyas yapýlmaz. Çünkü sebep, kendisi için sebep olduðu hususa hasstýr, o da hükmün yerine getirilmesi içindir, hükmün teþri’i için deðil.

 

Ýllet Ýle Menât Arasýndaki Fark:
 

Ýllet, hükmün kendisinden dolayý var olduðu þeydir. Ya da baþka bir ifade ile illet; hükme sevk eden husustur. Ona delâlet eden bir Þer’î delilin olmasý kaçýnýlmazdýr.

Menât ise, Þeriat koyucunun hükmü kendisine baðlý ve asýlý kýldýðý husustur. Yani menât, hükmün kendisine uygun düþtüðü meseledir, hükmün delili deðildir ve illeti deðildir.  المناط –“Menât” kelimesi,  الأناطة –“Enâte” fiilinin mekan ismidir. “Enâte”; “baðlamak, asýlý kýlmak” demektir. Bu lügavi mana, hükümle ilgili olarak “menât” kelimesinden kast olunandýr. Zira bu kelimeye, bundan baþka bir Þer’î mana geçmemiþtir. Dolayýsýyla lügavi mana, kendisi ile açýklama yapýlan ve kast edilen olmasý gerekmektedir. Buna binaen “menât” kelimesinden kast olunan, hükmün kendisine baðlý/asýlý olduðu þey olmaktadýr.

Böylece hükmün menâtý; hükmün kendisine baðlý kýlýndýðý yani asýlý kýlýndýðý þeydir. Kendisine baðlý kýlýnmak demek, hükmü kendisi için getirmektir. Böylece hüküm ona asýlý ve baðlý olur. “Menât” kelimesinin açýklamasý iþte budur. Bu kelime için baþka bir mana kesinlikle yoktur.

Buna binaen, tahkik-ul menât/menât araþtýrmasý, hükmün kendisi için geldiði þeyin vakýasýna hakikatini anlamak için bakmaktýr. Yani gelen hükmün delili bilinmiþtir, illeti bilinmiþtir. Fakat hüküm bu þeye bizzat uyuyor mu uymuyor mu? Delili ve illeti bilinen hükmün fertlerden bir ferde uyup uymadýðýna bakmak menâtýn araþtýrýlmasýdýr.

Böylece hükmün menâtý, Þer’î hükümdeki naklî olmayan/vahyî olmayan yöndür. Zira menât, nakillerin dýþýndaki bir husustur. Menâttan kast edilen, Þer’î hükmün kendisine tatbik edildiði vakýadýr.

* Þarap haramdýr, dendiðinde, Þer’î hüküm þarabýn haram olmasýdýr. Belirli bir içeceðin, haramdýr ya da haram deðildir, diye hakkýnda hükmü uygulamak için þarap olup olmadýðýný araþtýrmak, menât araþtýrmasýdýr. Zira o içecek hakkýnda haramdýr denilebilmesi için, onun þarap olup olmadýðýna bakmak kaçýnýlmazdýr. Ýþte þarap mý, deðil mi diye o içeceðin hakikatine bakmak menât araþtýrmasýdýr.

* Kendisinden abdest almanýn caiz olduðu su mutlak sudur, dendiðinde Þer’î hüküm, mutlak sudan abdest almanýn caiz olmasýdýr. Kendisinden abdest almak caizdir ya da deðildir, diye hükmü kendisine uygulamak için suyun mutlak olup olmadýðýný araþtýrmak, menât araþtýrmasýdýr. Zira kendisinden abdest almak caizdir veya caiz deðildir diyebilmek için suyun mutlak olup olmadýðýna bakmak kaçýnýlmazdýr. Ýþte suyun gerçeðine bu bakýþ menât araþtýrmasýdýr.

* Abdesti bozulan kimsenin namaz için abdest almasý vacibtir, dendiðinde Þer’î hüküm, abdesti bozulan kimsenin namaz için abdest almasýnýn vacib oluþudur. Kiþinin abdestinin bozulup bozulmadýðýný araþtýrmak ise menât araþtýrmasýdýr.

Böylece bu örneklerde menât araþtýrmasý; belirli bir içeceðin þarap olup olmadýðýný araþtýrmak, suyun mutlak su olup olmadýðýný araþtýrmak, kiþinin abdestinin bozulup bozulmadýðýný araþtýrmaktýr. Zira bu örneklerde menât; içecek, su ve kiþidir. Buna göre menât araþtýrmasý; kendisi ile ilgili Þer’î hükmün onlara tatbik edilebilir olup olmamasý bakýmýndan bu hususlarýn gerçeðine vakýf olmaktýr. Dolayýsýyla menât araþtýrmasý; Þer’î delilinin ya da Þer’î illetinin bilinmesinden sonra Þer’î hükmün durumlardan birisinde var olup olmadýðýný bilmek için bakmaktýr.

* Kýble yönü, kendisine yönelme farziyetinin menâtýdýr. Kendisine yönelme farziyeti ise Þer’î hükümdür. Bu, Allah’u Teâla’nýn þu sözünün delâlet etmesinden bilinmektedir:     فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا  وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ   “Artýk yüzünü Mescid-i Haram tarafýna çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanýz olun yüzlerinizi o tarafa çevirin.”[15]     Bu yönün, kýble yönü olmasý, menâttýr. Benzerlik veya þüphe etme durumunda, bunun araþtýrýlmasý, menât araþtýrýlmasýdýr. Zira menât araþtýrmasý, hükmün mahalli olan þeyin araþtýrýlmasýdýr.

Bu açýklamalara binaen görülüyor ki; menât, illetten baþkadýr. Menât araþtýrmasý, illet deðildir. Çünkü menât araþtýrmasý, kendisine hüküm tatbik edilmesi istenen þeyin hakikatine bakmaktýr. Misal; bir içeceðin þarap olup olmadýðýna bakmak gibi, bir suyun mutlak su olup olmadýðýna bakmak gibi, bir kiþinin abdestinin bozulup bozulmadýðýna bakmak gibi, bir yönün kýble yönü olup olmadýðýna bakmak gibi.

Tahkik ul-illet/illet araþtýrmasýna gelince; o, hükme sevk edene bakmaktýr. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, kendisine kuru hurma ile taze hurma satýþý hakkýnda sorulduðunda, أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ هل “Taze kuruduðunda noksanlaþýr mý?” deyip “Evet” denildiðinde, فلا إذن    “Öyle ise hayýr.”[16]  Demesine illet ile ilgili bir durum ifade edip etmediðini anlamak için bakmak gibi. Allah’u Teâla’nýn þu; كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Mallar sadece içinizde zenginler arasýnda dolaþan bir devlet olmasýn.”[17]   Sözüne illet durumu ifade edip etmediðine bakmak gibi. Allah’u Teâla’nýn þu sözüne;   إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ   “Cuma günü namaza çaðrýldýðýnýzda alýþ-veriþi býrakýp Allah’ýn zikrine koþunuz.”[18],   فَإِذَا قُضِيَتْ الصَّلاةُ فَانتَشِرُوا فِي الأرْضِ   “Namaz kýlýndýðýnda yeryüzüne daðýlýnýz.”[19]   Bunlardan bir illet çýkartýlýr mý, çýkartýlmaz mý, diye bakmak gibi. Allah’u Teâla’nýn þu;    وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ       “... ve gönülleri (Ýslâm’a) ýsýndýrýlacak olanlara…”[20] Sözüne, illete delâlet eder mi, etmez mi, diye bakmak gibi...

Menât araþtýrmasý, o hususun ancak kendisi ile bilindiði ilme baðlýdýr. Böylece vahiyden baþkasýna; ilimlere, tekniklere, o hususu tanýtan bilgilere dayanýr. Onun için menât araþtýrmasý yapan hakkýnda müçtehit olmasý þart koþulmaz. Bilakis o hususun âlimi olmasý yeterlidir.

Ýllet tahkiki ise; illetli olarak gelen nâssý anlamaya baðlýdýr. Böylece vahye dayanýr. Yani Kitabý ve Sünneti bilmeye dayanýr. Onun için illet araþtýrmasý yapan hakkýnda müçtehit olmasý þart koþulur.

Ýþte illet ile menât arasýndaki fark ve illet araþtýrmasý ve menât araþtýrmasý arasýndaki fark budur.

Ýçtihat, menât araþtýrmasýna baðlý olduðunda, bu; kendisinden menât araþtýrmasýnýn öðrenilebilmesi yani menâtýn araþtýrýlabilmesi için Þer’î içtihat þartlarýna sahip bir müçtehide ihtiyaç duymaz. Þu anlamda ihtiyaç duymaz: Þer’î delilleri bilmeye ve Arapçayý bilmeye ihtiyaç duymaz. Çünkü bu içtihattan kast edilen, konunun ne üzere olduðunu bilmektir, yani kendisine Þer’î hüküm tatbik edilen hususu bilmektir. Bunda sadece, bilinmesi kast edilen o konunun ancak kendisi ile bilindiði hususu bilmeye ihtiyaç duyulur. Dolayýsýyla o kiþinin, Þer’î hükmü, o gereklilik uyarýnca indirilmesi için o þeyle ilgili bu bilgilerin alimi olmasý kaçýnýlmazdýr. O kiþi ister müçtehit olsun, ister müçtehidin o hususu tanýmak için kendisine baþvurduðu baþka bir kiþi olsun ya da o hususu þerh eden/açýklayan bir kitap olsun fark etmez.

Dolayýsýyla menât araþtýrmasýnda, içtihatta þart koþulan Þer’î hususlarý bilmek ve Arapçayý bilmek þartý koþulmaz. Bilakis menât araþtýrmasýnda kendisine hüküm tatbik edilmek istenilen konuyu bilmesi  –onun dýþýndaki hususlarda tam cahil olsa da- yeterlidir.

* Senetlerin durumlarýný, yolarýný, sahihlerini, bozuklarýný, metinlerinden gerekli olan ve olmayanýný bilen muhaddis gibi. Ýster Þer’î ilimlerin âlimi olsun veya olmasýn, ister Arapçayý bilsin veya bilmesin onun hadisle alakalý hususlardaki ilmine itibar edilir.

* Hastalýklar ve özürleri bilmek hususunda doktor, imalat hatalarýný bilmek hususunda imalatçý, ticari mallarýn deðerini hatalarýný bilmek hususunda piyasa uzmanlarý, lafzý ve manasýný bilmek hususunda dil âlimi, aletleri icad eden, atom âlimi, uzay ilimlerinde uzman gibi, Þer’î hükmün menâtýnýn vasýtasý ile bilindiði her kimsenin müçtehit olmasý þart koþulmaz, hatta Müslüman olmasý da þart koþulmaz. Çünkü menât araþtýrmasýndaki maksat, o hususun gerçeðine vakýf olmaktýr. Bu ise, içtihatla alakalý deðildir, Þer’î bilgilerle ve Arapça ile alakalý deðildir. Bilakis bundan kast olunan, belirli bir hususla sýnýrlýdýr, o da o hususun bilinmesidir.

Hükmün menâtýnýn araþtýrýlmasý, yani kendisine hüküm tatbik edilmesi istenilen þeyin araþtýrýlmasý, mutlaka hükmün bilinmesinden önce olmasý gereken bir husustur. Menât araþtýrmasý yapýlmadýkça hükmün bilinmesi mümkün deðildir. Zira her Þer’î hüküm iki öncüle dayalýdýr. Birincisi; menât araþtýrmasýna baðlýdýr. Ýkincisi; Þer’î hükmün kendisine baðlýdýr. Birincisi, sadece aklîdir, yani düþünmek, zihinde tartmakla tespit edilir, nakli olanýn dýþýnda kalandýr. Ýkincisi ise, naklîdir, yani Kitap, Sünnet ve sahabelerin icmâsýndan naklinin sahih olduðu Þer’î nâssýn anlaþýlmasý ile tespit edilir.

Dolayýsýyla müçtehit önce, hakkýnda Þer’î hükmü açýklamayý istediði þeyin veya vakýanýn veya olayýn hakikatini anlamalýdýr. Ona vakýf olduktan sonra, nakli olanlarý anlamaya geçer. Yani kendisinden o olay veya vakýa veya þey için hüküm çýkartmanýn kast edildiði Þer’î nâssý anlamaya geçer. Ya da o olay ya da vakýa ya da o þeye tatbik edilmesi kast edilen Þer’î hükmü anlamaya geçer. Yani müçtehidin hükümleri çýkartýrken ve benimserken þunlarý göz önünde bulundurmasý kaçýnýlmadýr:

1- Vakýayý anlayýp iyice kavramasý,

2- Sonra bu vakýanýn Þer’î delilden çözümü hakkýnda vacib olaný anlamasý. O vacib olan husus ise; bu vakýa hakkýnda kendisi ile hüküm verdiði Allah’ýn hükmünü anlamaktýr.

3- Sonra bunlardan birisini diðerine tatbik etmektir. Baþka bir ifade ile vakýayý anlayýp iyice kavramayý Allah’ýn hükmünü bilmeye baðlamasýdýr.

 

Ýlletin Þartlarý:
 

Ýllet hakkýnda sekiz þart, þart koþulur:

1- Ýlletin, “sevk eden” manasýnda olmasý kaçýnýlmazdýr.

Ýllet, öylesine bir vasýf olsaydý, onun ile illetlendirmek mümkün olmazdý. Çünkü o zaman hükme dair bir emare yani iþaret olurdu. Dolayýsýyla hükmün bilinmesinden baþka onda bir faide de olmazdý. Hüküm ise hitap ile bilinir, kendisinden çýkartýlmýþ illet ile deðil. Onun için illet hakkýnda onun, “hükme sevk eden” olmasý þartý koþulur.

2- Ýlletin; zahir, belirgin, münasip manayý kapsayan bir vasýf olmasýdýr. Yani illetlendirmek için “anlaþýlýr bir vasýf” olmasýdýr.

Zira Þer’î nâsslarda çeþitli vasýflar geçer. Bu demek deðildir ki, bu vasýflar, sýrf Þer’î delillerde geçtikleri için Þer’î illetlerdir. Bilakis onlar, diðer vasýflar gibi sadece vasýflardýr. Onlarý illet yapmaya uygun yapan, onlarýn cümledeki belirli bir konum üzere konumlarýdýr ve belirli bir vasýf oluþlarýdýr. Onun için vasfýn bizzat kendisinin ne olduðunun idrak edilmesi ve cümledeki terkip içindeki konumunun iyice anlaþýlmasý kaçýnýlmazdýr. Ta ki o vasýf illet yapýlmaya uygun olsun ve kendisi ile illetlendirmek caiz olsun. Onun için illet hakkýnda; onun bir vasýf olmasý þart koþulur, o vasýfýn da düzensizlikten uzak açýk net olmasý þart koþulur, cümledeki konumunun da iletliliði ifade eden olmasý yani anlaþýlýr vasýf olmasý þart koþulur. 

3- Ýlletin, hükümde “etkili” olmasýdýr.

Zira hükümde etkili olmazsa, illet olmasý caiz olmaz. Ýlletin hükümde etkili olmasýnýn manasý, müçtehitte hükmün, onun varlýðýyla meydana geldiðine yani onun dýþýnda bir þey olmaksýzýn ondan dolayý hükmün meydana geldiðine dair bir zannî gâlip oluþmasýdýr.

Buna göre Allah’u Teâla’nýn þu;    لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ     “Kendilerine ait bir takým yararlarý yakînen görmeleri ... için…”[21]   Sözü, illetle ilgili bir durum ifade etmez. Çünkü “yararlarý yakînen görme” vasfý hükümde etkili deðildir. Dolayýsýyla illet olmaz.

* Allah’u Teâla’nýn þu;    كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ     “Mallar sadece içinizde zenginler arasýnda dolaþan bir devlet olmasýn.”[22]   sözü ise, illetle ilgili bir durum ifade eder. Çünkü “zenginler arasýnda devlet olmama” vasfý hükümde etkili olmuþtur, hüküm bunun sübutu ile hâsýl olmuþtur.

Bundan dolayý illetin, “hükümde etkili olmasý” kaçýnýlmazdýr.

4- Ýlletin, “sâlim” olmasýdýr.

Kitaptan veya Sünnetten veya sahabelerin icmâsýndan bir nâssýn onu reddetmemesidir.

5- Ýlletin, “sürekli” olmasýdýr.

Yani illet ne zaman var olursa, hükmünün de var olmasýdýr.

6- Ýlletin “geçiþli” olmasýdýr.

Zira geçiþsiz olsaydý uygun olmazdý. Çünkü illetin faydasý sadece kendisi ile hüküm tespit etmektedir. Geçiþsiz illet; asýldaki hükmün nâss ya da icmâ ile sabit oluþundan dolayý ve illetin kendisi istinbat edilmiþ/çýkartýlmýþ olmasýndan dolayý asýldaki hükmü tespit eden deðildir. Dolayýsýyla o hükme fer’i olur. Böylece asýldaki hükmü tespit eden olsaydý, o hüküm de illete fer’i olurdu. Bu bir kýsýr döngüdür. Ayný þekilde geçiþsiz illet, geçiþli olmayýþýndan dolayý, fer’ideki hükmü de tespit eden deðildir. Onun için sahih olmaz.

7- Ýlletin “tespit edilmesi yolunun”, ayný Þer’î hükümde olduðu gibi “Þer’î” olmasýdýr.

Yani illetin; Kitap veya Sünnet veya sahabelerin icmâsý ile tespit edilmesidir. Bu üç Þer’î delilden birisi ile tespit edilmediðinde, o Þer’î bir illet sayýlmaz.

8- Ýlletin “Þer’î bir hüküm olmamasýdýr”.

Zira Þer’î hüküm; Þer’î hükümle illetlendirilmez. Çünkü hüküm, hükmün illeti olsaydý, o, ya belirleyen bir emare manasýyla olurdu ya da hükme sevk eden manasýyla olurdu. Belirleyen emare manasý ile olursa onunla illetlendirmek, doðru olmaz. Çünkü illet bir emare ve iþaret deðildir, sadece hükmün konulmasýna sevk edendir. O, hükme sevk eden manasýyla olursa, vukuu bulmasý imkânsýz olur. Çünkü o, hükmün kendisine sevk eden olmasýný gerektirirdi. Yani hýrsýzýn elinin kesilmesinin, hýrsýzýn elinin kesilmesine sevk eden olmasýný gerektirirdi. Bu ise olmaz. Onun için, illetin bir Þer’î hüküm olmasý uygun olmaz.


[1] Haþr: 7

[2] Haþr: 8

[3] Haþr: 7

[4] Dârektenî

[5] Ahmed b.Hanbel

[6] Tirmizi

[7] Dâremi, K. Buyu’

[8] Ahned b. Hanbel, Müs. 19774

[9] Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâþim, 2719

[10] Buhari, K. Mezâlim ve’l-Gýsb, 2283

[11] Cuma: 9

[12] Ýsra: 78

[13] Müslim

[14] Müslim

[15] Bakara: 144

[16] Dârektenî

[17] Haþr: 7

[18] Cuma: 9

[19] Cuma: 10

[20] Tevbe: 60

[21] Hacc: 28

[22] Haþr: 7