Ýllet,
hükmün kendisinden dolayý var olduðu þeydir. Ya da baþka bir
ifade ile illet;
hükme sevk eden husustur. Yani hükmün yapýlmasýna ve ortaya
çýkartýlmasýna deðil. Hükmün teþri’ine sevk edendir. Buradan
anlaþýlýyor ki; illetin, uygun bir vasýf yani anlaþýlýr bir
vasýf olmasý kaçýnýlmadýr. Bu þu demektir: O vasýf, hükmün
konulmasýnda Þeriat koyucuya ait maksat olmaya uygun bir manayý
kapsar olmasý kaçýnýlmazdýr. Ýllet, uygun bir vasýf olmasaydý,
yani Þeriat koyucunun hükmün konulmasýndaki maksadý olmaya uygun
bir manayý kapsamasaydý da sadece bir iþaret olsaydý, o vasýfla
illetlendirmek imkânsýz olurdu. Çünkü o zaman o, hükme bir emare
yani bir iþaret olurdu. Dolayýsýyla hükmün bilinmesi dýþýnda
onda bir fayda yoktur. Asýl hakkýndaki hüküm, hitapla
bilinmiþtir, hitaptan çýkartýlmýþ illet ile deðil. Onun için
illetin; “hükmü belirleyen” olarak tarif edilmesi hatadýr. Çünkü
bu, illetin sadece emare olmasý demektir. Hâlbuki illetin
vakýasý, onun emare olmadýðýdýr. Bilakis o, hükmün konulmasýna
sevk edendir.
Ýllet, her ne kadar hükmün
delili olsa da, onunla hitabýn delil olmasý arasýnda fark
vardýr. Zira hitap; hükme delildir, hükme alâmettir ve onu
belirleyendir. Ýllet de, hükme delildir, ona alâmettir ve onu
belirleyendir. Fakat illet, bunun yanýsýra hükme sevk eden
husustur. Zira illet, hükmün kendisinden dolayý konulduðu
husustur. Dolayýsýyla illette, belirleme yanýsýra “illiyet” de
vardýr. Yani hükmün kendisinden dolayý konulduðu þeye delâlet de
vardýr, onun için illet, nâssýn akledilenidir. Nâss illeti
kapsamýyorsa, onun mantuku vardýr, mefhumu vardýr fakat ma’kulu
yoktur. Dolayýsýyla nâssa, baþkasý kesinlikle ilhak olunmaz.
Fakat nâss, içindeki hükümle anlaþýlýr bir vasfý birleþtirerek
bir illeti kapsýyorsa, o zaman onun mantuku olur, mefhumu olur,
ma’kulu olur. Dolayýsýyla ona baþkasý ilhak edilir.
Böylece illetin varlýðý;
nâssý, olaylardan baþka fertleri ve baþka çeþitleri kapsar
kýlar. Bunu da mantuku ve mefhumu ile deðil de, olaylarýn nâssta
geçenle birlikte illette ortak oluþlarýndan dolayý ilhak yoluyla
yapar. Buna göre illette, hükme delaletine ilaveten yeni bir þey
vardýr. O da bu hükmün konulmasýna sevk eden husustur.
Dolayýsýyla illetin, “hükmü belirleyen” olarak tarifi doðru
deðildir. Çünkü bu tarif, illetin mahiyetine delâleti tam ifade
etmiyor. Bunun için illet, “hükme sevk eden” olarak tarif
edildi. Bu tariften, onun hükmü belirleyen olduðu da anlaþýlýr.
Ayrýca illet, hükmün delili
hakkýnda gelebilir. Zira hükme delâlet eden hitap, hitabýn
içerdiði illete de delâlet etmiþ olabilir. Allah’u Teâla’nýn þu
sözünde olduðu gibi:
مَا
أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ
وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ
وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ
مِنْكُمْ
“Allah’ýn
(fethedilen)
ülkeler halkýndan Rasulü’ne verdiði fey’
(silah kullanmadan elde
edilen ganimet)
Allah, Rasul, yakýnlarý, yetimler, yoksullar ve yolda kalmýþlar
içindir. Böylece o mallar, içinizde yalnýz zenginler arasýnda
dolaþan bir devlet olmasýn diye.”
Sonra da þu sözü geliyor:
لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ
“...fakir muhacirler içindir.”
Böylece
ayet, fey’in fakir muhacirlere verilmesi hükmüne delâlet etti.
Onun için Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
hakkýnda bu
ayetin indiði o fey’i –ki o, Nadiroðullarý fey’i idi- fakir olan
iki adam dýþýnda Ensar’a vermeksizin sadece muhacirlere verdi.
Ayný þekilde ayette geçen illete delâlet etti. O da Allah’u
Teâla’nýn þu sözüdür:
كَيْ
لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ
“Mallar sadece içinizde zenginler arasýnda dolaþan bir devlet
olmasýn.”
Yani, devlet/mal ve imkânýn sadece zenginler arasýnda kalmasýn,
bilakis baþkalarýna da geçsin diye, demektir. Böylece bu illet
de, hükmün konuluþuna sevk eden olarak hükme delâlet etmektedir.
Þu da bir baþka örnektir:
Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den taze hurmanýn
kuru hurma ile satýþýnýn caiz oluþu hakkýnda kendisine
sorulduðunda þöyle dediði rivayet edildi:
أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ قَالُوا نَعَمْ فَنَقال النبي فلا إذن
هل
“Taze hurma, kuruduðunda noksanlaþýyor mu?”
Dediler ki; “Evet.” Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem dedi ki; “O halde hayýr.”
Hadis, taze hurmanýn kuru hurma ile takasýnýn
caiz olmadýðý hükmüne delâlet etmektedir. Ayný þekilde
hadiste geçen, taze hurmanýn kuruduðunda noksanlaþýyor olmasý
illeti de, hükmün konuluþuna sevk eden olarak hükme delâlet
etmektedir.
Bu iki örnekte illet, hükmün
delili içinde gelmiþtir.
Ýllete delâlet eden delil
olabilir, sözü ile kast edilen, delaletin illette olmasýdýr.
Böylece hükmün konulmasýna sevk eden olarak illet, hükme delâlet
etmiþ olmaktadýr.
Mesela; gasp hükmü, gasp
edilen malýn kendisinin geri verilmesidir. Bu Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in þu sözünün genelliðinden alýnmýþtýr:
عَلَى
الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ
“Ele, aldýðýný
geri vermesi borçtur.”
Bu söz, ödünç alma
ile, kiralama ile ve gasp ile baþkasýnýn malýndan elinin
aldýðýný mal sahibine geri vermesinin insana farz olduðuna dair
bir delildir. Fakat gasp olunan mal telef olduðunda gasp edenin
o malýn benzerini ya da deðerini mal sahibine vermesi vacibtir.
Bunun delili de Enes’ten rivayet edilen þu hadistir:
“Nebi
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in
eþlerinden bazýsý Nebi’ye bir tabakta yemek hediye etti. Aiþe
tabaða eliyle vurup içinde olaný yere fýrlattý. Bunun üzerine
Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem
þöyle dedi:
طعام بطعام وإناء بإناء
“Yemeðe yemek,
tabaða tabak”
Ýbn Ebu Hâtim
rivayetinde ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
þöyle dedi:
مَنْ
كَسَرَ شَيْئًا فهو له فَعَلَيْهِ مِثْلُهُ
“Kim bir þey
kýrarsa, o onundur, benzerini sahibine vermesi de üzerine
zorunludur.”
Bu
söz, telef olanýn ve bundan dolayý da gasp edilen malýn telef
olmasýnýn hükmünün delilidir. Telef, telef olanýn deðerinin ya
da benzerinin sahibine verilmesinin illetidir. Böylece
yukarýdaki hadis, illete de delil olmaktadýr.
Ayrýca ferdin malý saygýndýr.
Kiþinin onayý olmadýkça malý alýnmaz. Bu da Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in þu sözünün genelliðinden dolayýdýr:
لا
يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ إِلا بِطِيبِ نَفْسٍ مِنْهُ
“Rýzasý olmadan
Müslüman bir kiþinin malý helâl olmaz.”
Fakat
o malýn yasaklanmasý zarara yol açarsa ondan zorla alýnýr. Bu
Ýbn Abbas’dan rivayet edilen þu hadisten dolayýdýr: Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem
þöyle dedi:
لا
ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ وَلِلرَّجُلِ أَنْ يَجْعَلَ خَشَبَةً فِي
حَائِطِ جَارِهِ
“Ne zarar vermek
ne de zarara maruz kalmak vardýr. Bir kiþinin evinin duvarýna
odun koymasý hakký vardýr.”
Ebu
Hureyre’den de Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þöyle dediði rivayet edildi:
لا
يَمْنَعْ جَارٌ جَارَهُ أَنْ يَغْرِزَ خَشَبَهُ فِي جِدَارِهِ
“Komþu,
komþusunun duvarýna kazýk çakmasýna mani olmaz.”
Bu iki hadis, komþunun
komþusunun duvarýna kazýk çakmasýna mani olmasýnýn helâl
olmadýðýna, engel olduðunda hakimin onu zorlayacaðýna delâlet
etmektedir. Hâlbuki duvar, þahsýn mülküdür, komþusunu engelleme
hakký vardýr. Fakat komþunun kazýk çakmasýna engel olursa, ona
zarar vermiþ olur. Dolayýsýyla zararýn ortadan kaldýrýlmasý
için, komþusuna izin vermesine zorlanýr. Burada illet, zarar
vermektir. Bu zararýn engellenmesine dair ve zararýn, mülk
sahibinin mülkünden taviz vermeye zorlanmasý için illet olduðuna
dair delildir. Böylelikle illete de delil olmaktadýr.
Birinci örnekteki “telef” ve
ikinci örnekteki “zarar”, her ikisi de, her birine delâlet eden
delilin geldiði Þer’î illetlerdir.
Buna binaen illetin
delilinin, hükmün delili olmasý þart deðildir. Bilakis illetin
delili, hükmün delili olabilir ve kendisindeki maksadýn illete
delâlet olduðu delil olabilir.
Ýlletin bilinmesi; illet
nâssla sabit olduðundan dolayý, hükme baðlý deðildir.
Dolayýsýyla hükme baðlý deðildir fakat delilin varlýðýna
baðlýdýr. Hüküm tek baþýna, hakkýnda delil gelmiþ olsa da,
illete delâlet etmez. Çünkü illet hüküm deðildir ve hüküm,
illete delil olmaya uygun deðildir. Bundan dolayý iki iþlev
arasýndaki sýrf benzerlikten dolayý bir hüküm bir hükme kýyas
edilmez. Bilakis Þer’î delilin kendisine delâlet etmiþ olduðu
bir illetin olmasý kaçýnýlmazdýr.
Buna binaen hüküm ve illet,
farklý iki þeylerdir. O ikisinden her birisi de Kitap veya
Sünnet veya sahabenin icmâsýndan kendisine delâlet eden bir
delile ihtiyaç duyar. Dolayýsýyla delilin hükme delâleti,
illetin varlýðýna delâlet etmeye yeterli deðildir. Bilakis
illete delâlet eden bir delilin olmasý kaçýnýlmazdýr. Bu ister
illete delâlet eden özel bir nâss ile hükmün delilinin kendisi
olsun, ister ise kendisiyle maksadýn illete delâlet olduðu bir
delil olsun fark etmez. Fakat illetin kendisi hükme delil olur,
baþka bir delile ihtiyaç duymaz. Çünkü illetin kendisi delildir.
Zira illet, nâssýn anlaþýlanýdýr. Böylece o, nâssýn mantuku ve
mefhumu gibi olur. Bundan dolayý illetin “hükme sevk eden”
þeklinde tarifi, onunla ilgili tarifin en dakiðidir.
Ýlletin tarifi, “hükmün
kendisinden dolayý var olduðu þeydir” þeklinde olunca; illet ile
sebep arasýnda bir benzerlik oluþmaktadýr. Ýllet ile menat
arasýnda da bir benzerlik oluþmaktadýr. Onun için illet ile
sebep arasýndaki farkýn ve illet ile menat arasýndaki farkýn
açýklanmasý kaçýnýlmazdýr.
*
Sebep;
varlýðý, var olmayý yokluðu da yokluðu/bulunmamayý gerektiren
husustur. O, hükmün teþri’ine/konulmasýna sevk eden deðildir.
Zira sebep,
hükmün vakýada var olmasý ile alakalýdýr, vakýanýn çözümü için
hükmün konulmasý ile alakalý deðildir. Ramazan ayýna þahit
olmanýn, ona þahit olan üzerine orucun vacib olmasý için “sebep”
olmasý gibi. Dolayýsýyla sebep, vacib olmanýn varlýðýna delâlet
etmektedir, vacib olana sevk edene yani vacib olmanýn sebebine
delâlet etmemektedir. Vacib olmanýn varlýðý, vacib olmanýn
sebebinden baþka bir þeydir.
Ýllet böyle deðildir. Zira
illet,
hükmün kendisinden dolayý var olduðu yani konulduðu þeydir. Yani
illet,
hükmün konulmasýna sevk edendir. O, hükmün konulmasýyla
alakalýdýr, hükmün bilfiil varlýðý ile alakalý deðildir.
Ýllet,
hükmün var oluþ sebebi deðil, vacib oluþ sebebidir.
*
Sebep, hükmün varlýðýndan önce gelir. Zira sebep var olduðunda,
vacib olarak konulmuþ hüküm de var olur. Sebebin var olmasýndan
önce, konulan hüküm mükellef üzerinde vacib olarak durur. Fakat
bu vacib oluþun var olmasý, sebebin var olmasýna baðlýdýr.
Ýllet böyle deðildir. Zira
illet, hükmün konuluþu ile beraberdir. Çünkü illet, hükmün
konulmasýna sevk edendir.
Mesela; Ramazan ayý hilalinin
görülmesi, orucun vacib oluþunun varlýðýna sebeptir. Zira
hilalin görülmesi oruçtan önce gelir. Kendilerinden elektrik
elde edilen kamu suyu þelaleleri böyle deðildir. Zira onlar,
elektriði kamu mülkiyeti yapmanýn illetidirler, hükmün konulmasý
ile birliktedirler. Dolayýsýyla þelalelerin kamu mülkiyeti
olmasý, onlardan elde edilen elektriðin kamu mülkiyeti olmasý
hükmüne, sevk eden olarak eþlik etmektedir.
*
Ayrýca sebep, var oluþuna sebep olduðu hususa hâsstýr, onu
baþkasýna taþýmaz. Dolayýsýyla ona kýyas yapýlmaz.
Ýllet ise böyle deðildir.
Zira illet, kendisinden dolayý konan hükme hass deðildir.
Bilakis o hükmü baþkasýna taþýr, ona ve illete kýyas yapýlýr.
Mesela; akþam namazý vaktinin
girmesi, akþam namazýnýn var oluþunun sebebidir. Vacib oluþunun
sebebi deðil. Onun akþam namazýndan baþkasý için sebep olmasý da
uygun deðildir. Dolayýsýyla ona kýyas yapýlmaz. Fakat namazdan
alýkoymak, Cuma ezaný okunduðunda alýþ-veriþin haram olmasý
hükmünün konulmasýnýn illetidir. Allah’u Teâla’nýn þu sözünün
delâlet ettiði gibi:
إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى
ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ
“Cuma günü namaza çaðrýldýðýnýzda alýþ-veriþi býrakýp Allah’ýn
zikrine koþunuz.”
Bu
ayetin delâlet ettiði namazdan alýkoymak illeti, alýþ-veriþe
hass deðildir. Bilakis alýþ-veriþten baþkasýnda gerçekleþtiðinde
hüküm o baþkasýna geçer. Dolayýsýyla o illet vasýtasý ile o
hükme kýyas edilir. Böylece Cuma ezaný okunduðunda, kira
sözleþmesi yapmak, yüzmek, yazý yazmak haram olur.
Buna göre illet, hükmün
konulmasýna sevk edendir. Sebep ise, hükmün bilfiil oluþmasýna
yani onun yerine getirilmesine sevk eder.
Buna binaen, Allah’u
Teâla’nýn þu sözü;
أَقِمْ الصَّلاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ
“Güneþin batýya doðru meyletmesinden gecenin karanlýðýna kadar
namaz kýl.”
“illet”
deðildir, sadece sebeptir. Zira, güneþin batmaya yönelmesi,
namaz kýlmak için sebeptir, illet deðildir.
Aiþe RadýyAllah’u Anha’dan
þöyle dediði rivayet edildi:
“Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem
zamanýnda güneþ tutuldu. Bunun üzerine, namaza toplanýlmasý için
bir çaðrý yaptýrdý. Sonra ayaða kalkýp iki rekatta dört rükulu
ve dört secdeli bir namaz kýldýrdý.”
Bu da “illet” deðildir, sadece bir sebeptir. Zira güneþ
tutulmasý, namaz kýlmak için bir sebeptir, “illet” deðildir.
Seleme b. el-Ekva’dan þu
rivayet edildi: “Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem
akþam namazýný, bir engel ile görünmeyecek þekilde güneþ
battýðýnda kýlardý.”
Bu da illet deðildir, sadece sebeptir. Zira bir örtü/engel ile
görülmeyecek þekilde güneþin batmasý, akþam namazýnýn kýlýnmasý
için sebeptir, namaza illet deðil.
Ýþte bunlarýn hepsi ve
benzeri sebep cinsindendir, illet cinsinden deðil. Çünkü güneþin
batýya yönelmesi, güneþ tutulmasý, güneþin batmasý, bunlarýn her
biri hükmün bilfiil var olmasý için sebeptir, hükmün vacib
oluþmasý için sebep deðil. Yani bunlar, o hükmün belirli
mükellef tarafýndan var edilmesi/uygulanmasý için sebeptir,
hükmün konulmasý için sebep deðil.
Bundan dolayý açýða çýkýyor
ki; ibadetler de sebep olarak geçenler, illet deðildirler ve
bunlar ibadetleri tevfiki kýlmaktadýr. Ýbadetler
illetlendirilmez ve onlara kýyas yapýlmaz. Çünkü sebep, kendisi
için sebep olduðu hususa hasstýr, o da hükmün yerine getirilmesi
içindir, hükmün teþri’i için deðil.
Ýllet,
hükmün kendisinden dolayý var olduðu þeydir. Ya da baþka bir
ifade ile illet; hükme sevk eden husustur. Ona delâlet eden bir
Þer’î delilin olmasý kaçýnýlmazdýr.
Menât ise, Þeriat koyucunun
hükmü kendisine baðlý ve asýlý kýldýðý husustur. Yani
menât,
hükmün kendisine uygun düþtüðü meseledir, hükmün delili deðildir
ve illeti deðildir.
المناط –“Menât”
kelimesi,
الأناطة –“Enâte”
fiilinin mekan ismidir. “Enâte”; “baðlamak, asýlý kýlmak”
demektir. Bu lügavi mana, hükümle ilgili olarak “menât”
kelimesinden kast olunandýr. Zira bu kelimeye, bundan baþka bir
Þer’î mana geçmemiþtir. Dolayýsýyla lügavi mana, kendisi ile
açýklama yapýlan ve kast edilen olmasý gerekmektedir. Buna
binaen “menât” kelimesinden kast olunan, hükmün kendisine
baðlý/asýlý olduðu þey olmaktadýr.
Böylece hükmün menâtý; hükmün
kendisine baðlý kýlýndýðý yani asýlý kýlýndýðý þeydir. Kendisine
baðlý kýlýnmak demek, hükmü kendisi için getirmektir. Böylece
hüküm ona asýlý ve baðlý olur. “Menât” kelimesinin açýklamasý
iþte budur. Bu kelime için baþka bir mana kesinlikle yoktur.
Buna binaen,
tahkik-ul menât/menât
araþtýrmasý, hükmün kendisi için geldiði þeyin vakýasýna
hakikatini anlamak için bakmaktýr. Yani gelen hükmün delili
bilinmiþtir, illeti bilinmiþtir. Fakat hüküm bu þeye bizzat
uyuyor mu uymuyor mu? Delili ve illeti bilinen hükmün fertlerden
bir ferde uyup uymadýðýna bakmak menâtýn araþtýrýlmasýdýr.
Böylece hükmün menâtý, Þer’î
hükümdeki naklî olmayan/vahyî olmayan yöndür. Zira menât,
nakillerin dýþýndaki bir husustur. Menâttan kast edilen, Þer’î
hükmün kendisine tatbik edildiði vakýadýr.
*
Þarap haramdýr, dendiðinde, Þer’î hüküm þarabýn haram olmasýdýr.
Belirli bir içeceðin, haramdýr ya da haram deðildir, diye
hakkýnda hükmü uygulamak için þarap olup olmadýðýný araþtýrmak,
menât araþtýrmasýdýr. Zira o içecek hakkýnda haramdýr
denilebilmesi için, onun þarap olup olmadýðýna bakmak
kaçýnýlmazdýr. Ýþte þarap mý, deðil mi diye o içeceðin
hakikatine bakmak menât araþtýrmasýdýr.
*
Kendisinden abdest almanýn caiz olduðu su mutlak sudur,
dendiðinde Þer’î hüküm, mutlak sudan abdest almanýn caiz
olmasýdýr. Kendisinden abdest almak caizdir ya da deðildir, diye
hükmü kendisine uygulamak için suyun mutlak olup olmadýðýný
araþtýrmak, menât araþtýrmasýdýr. Zira kendisinden abdest almak
caizdir veya caiz deðildir diyebilmek için suyun mutlak olup
olmadýðýna bakmak kaçýnýlmazdýr. Ýþte suyun gerçeðine bu bakýþ
menât araþtýrmasýdýr.
*
Abdesti bozulan kimsenin namaz için abdest almasý vacibtir,
dendiðinde Þer’î hüküm, abdesti bozulan kimsenin namaz için
abdest almasýnýn vacib oluþudur. Kiþinin abdestinin bozulup
bozulmadýðýný araþtýrmak ise menât araþtýrmasýdýr.
Böylece bu örneklerde menât
araþtýrmasý; belirli bir içeceðin þarap olup olmadýðýný
araþtýrmak, suyun mutlak su olup olmadýðýný araþtýrmak, kiþinin
abdestinin bozulup bozulmadýðýný araþtýrmaktýr. Zira bu
örneklerde menât; içecek, su ve kiþidir. Buna göre menât
araþtýrmasý; kendisi ile ilgili Þer’î hükmün onlara tatbik
edilebilir olup olmamasý bakýmýndan bu hususlarýn gerçeðine
vakýf olmaktýr. Dolayýsýyla menât araþtýrmasý; Þer’î delilinin
ya da Þer’î illetinin bilinmesinden sonra Þer’î hükmün
durumlardan birisinde var olup olmadýðýný bilmek için bakmaktýr.
*
Kýble yönü, kendisine yönelme farziyetinin menâtýdýr. Kendisine
yönelme farziyeti ise Þer’î hükümdür. Bu, Allah’u Teâla’nýn þu
sözünün delâlet etmesinden bilinmektedir:
فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا
كُنتُمْ فَوَلُّوا
وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ
“Artýk yüzünü Mescid-i Haram tarafýna çevir.
(Ey Müslümanlar!)
Siz de nerede olursanýz olun yüzlerinizi o tarafa çevirin.”
Bu yönün, kýble yönü olmasý, menâttýr.
Benzerlik veya þüphe
etme durumunda, bunun araþtýrýlmasý, menât araþtýrýlmasýdýr.
Zira menât araþtýrmasý, hükmün mahalli olan þeyin
araþtýrýlmasýdýr.
Bu açýklamalara binaen
görülüyor ki; menât,
illetten baþkadýr. Menât araþtýrmasý, illet deðildir. Çünkü
menât araþtýrmasý,
kendisine hüküm tatbik edilmesi istenen þeyin hakikatine
bakmaktýr. Misal; bir içeceðin þarap olup olmadýðýna bakmak
gibi, bir suyun mutlak su olup olmadýðýna bakmak gibi, bir
kiþinin abdestinin bozulup bozulmadýðýna bakmak gibi, bir yönün
kýble yönü olup olmadýðýna bakmak gibi.
Tahkik ul-illet/illet
araþtýrmasýna gelince;
o, hükme sevk edene bakmaktýr. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, kendisine kuru hurma ile taze hurma satýþý hakkýnda sorulduðunda,
أَيَنْقُصُ إِذَا يَبِسَ
هل
“Taze kuruduðunda
noksanlaþýr mý?”
deyip “Evet” denildiðinde,
فلا
إذن “Öyle
ise hayýr.”
Demesine illet ile ilgili bir durum ifade edip etmediðini
anlamak için bakmak gibi. Allah’u Teâla’nýn þu;
كَيْ
لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ
“Mallar sadece
içinizde zenginler arasýnda dolaþan bir devlet olmasýn.”
Sözüne illet
durumu ifade edip etmediðine bakmak gibi. Allah’u Teâla’nýn þu
sözüne;
إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى
ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ
“Cuma günü namaza çaðrýldýðýnýzda alýþ-veriþi býrakýp Allah’ýn
zikrine koþunuz.”,
فَإِذَا قُضِيَتْ الصَّلاةُ فَانتَشِرُوا فِي الأرْضِ
“Namaz kýlýndýðýnda yeryüzüne daðýlýnýz.”
Bunlardan
bir illet çýkartýlýr mý, çýkartýlmaz mý, diye bakmak gibi.
Allah’u Teâla’nýn þu;
وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ
“... ve gönülleri
(Ýslâm’a)
ýsýndýrýlacak olanlara…”
Sözüne, illete delâlet eder mi, etmez mi, diye bakmak gibi...
Menât araþtýrmasý,
o hususun ancak kendisi ile bilindiði ilme baðlýdýr. Böylece
vahiyden baþkasýna; ilimlere, tekniklere, o hususu tanýtan
bilgilere dayanýr. Onun için menât araþtýrmasý yapan hakkýnda
müçtehit olmasý þart koþulmaz. Bilakis o hususun âlimi olmasý
yeterlidir.
Ýllet tahkiki ise; illetli olarak gelen nâssý anlamaya baðlýdýr. Böylece vahye
dayanýr. Yani Kitabý ve Sünneti bilmeye dayanýr. Onun için illet
araþtýrmasý yapan hakkýnda müçtehit olmasý þart koþulur.
Ýþte illet ile menât
arasýndaki fark ve illet araþtýrmasý ve menât araþtýrmasý
arasýndaki fark budur.
Ýçtihat, menât araþtýrmasýna
baðlý olduðunda, bu; kendisinden menât araþtýrmasýnýn
öðrenilebilmesi yani menâtýn araþtýrýlabilmesi için Þer’î
içtihat þartlarýna sahip bir müçtehide ihtiyaç duymaz. Þu
anlamda ihtiyaç duymaz: Þer’î delilleri bilmeye ve Arapçayý
bilmeye ihtiyaç duymaz. Çünkü bu içtihattan kast edilen, konunun
ne üzere olduðunu bilmektir, yani kendisine Þer’î hüküm tatbik
edilen hususu bilmektir. Bunda sadece, bilinmesi kast edilen o
konunun ancak kendisi ile bilindiði hususu bilmeye ihtiyaç
duyulur. Dolayýsýyla o kiþinin, Þer’î hükmü, o gereklilik
uyarýnca indirilmesi için o þeyle ilgili bu bilgilerin alimi
olmasý kaçýnýlmazdýr. O kiþi ister müçtehit olsun, ister
müçtehidin o hususu tanýmak için kendisine baþvurduðu baþka bir
kiþi olsun ya da o hususu þerh eden/açýklayan bir kitap olsun
fark etmez.
Dolayýsýyla menât
araþtýrmasýnda, içtihatta þart koþulan Þer’î hususlarý bilmek ve
Arapçayý bilmek þartý koþulmaz. Bilakis menât araþtýrmasýnda
kendisine hüküm tatbik edilmek istenilen konuyu bilmesi –onun
dýþýndaki hususlarda tam cahil olsa da- yeterlidir.
*
Senetlerin durumlarýný, yolarýný, sahihlerini, bozuklarýný,
metinlerinden gerekli olan ve olmayanýný bilen muhaddis gibi.
Ýster Þer’î ilimlerin âlimi olsun veya olmasýn, ister Arapçayý
bilsin veya bilmesin onun hadisle alakalý hususlardaki ilmine
itibar edilir.
*
Hastalýklar ve özürleri bilmek hususunda doktor, imalat
hatalarýný bilmek hususunda imalatçý, ticari mallarýn deðerini
hatalarýný bilmek hususunda piyasa uzmanlarý, lafzý ve manasýný
bilmek hususunda dil âlimi, aletleri icad eden, atom âlimi, uzay
ilimlerinde uzman gibi, Þer’î hükmün menâtýnýn vasýtasý ile
bilindiði her kimsenin müçtehit olmasý þart koþulmaz, hatta
Müslüman olmasý da þart koþulmaz. Çünkü menât araþtýrmasýndaki
maksat, o hususun gerçeðine vakýf olmaktýr. Bu ise, içtihatla
alakalý deðildir, Þer’î bilgilerle ve Arapça ile alakalý
deðildir. Bilakis bundan kast olunan, belirli bir hususla
sýnýrlýdýr, o da o hususun bilinmesidir.
Hükmün menâtýnýn
araþtýrýlmasý, yani kendisine hüküm tatbik edilmesi istenilen
þeyin araþtýrýlmasý, mutlaka hükmün bilinmesinden önce olmasý
gereken bir husustur. Menât araþtýrmasý yapýlmadýkça hükmün
bilinmesi mümkün deðildir. Zira her Þer’î hüküm iki öncüle
dayalýdýr. Birincisi; menât araþtýrmasýna baðlýdýr. Ýkincisi;
Þer’î hükmün kendisine baðlýdýr. Birincisi, sadece aklîdir, yani
düþünmek, zihinde tartmakla tespit edilir, nakli olanýn dýþýnda
kalandýr. Ýkincisi ise, naklîdir, yani Kitap, Sünnet ve
sahabelerin icmâsýndan naklinin sahih olduðu Þer’î nâssýn
anlaþýlmasý ile tespit edilir.
Dolayýsýyla müçtehit önce,
hakkýnda Þer’î hükmü açýklamayý istediði þeyin veya vakýanýn
veya olayýn hakikatini anlamalýdýr. Ona vakýf olduktan sonra,
nakli olanlarý anlamaya geçer. Yani kendisinden o olay veya
vakýa veya þey için hüküm çýkartmanýn kast edildiði Þer’î nâssý
anlamaya geçer. Ya da o olay ya da vakýa ya da o þeye tatbik
edilmesi kast edilen Þer’î hükmü anlamaya geçer. Yani müçtehidin
hükümleri çýkartýrken ve benimserken þunlarý göz önünde
bulundurmasý kaçýnýlmadýr:
1-
Vakýayý anlayýp iyice kavramasý,
2-
Sonra bu vakýanýn Þer’î delilden çözümü hakkýnda vacib olaný
anlamasý. O vacib olan husus ise; bu vakýa hakkýnda kendisi ile
hüküm verdiði Allah’ýn hükmünü anlamaktýr.
3-
Sonra bunlardan birisini diðerine tatbik etmektir. Baþka bir
ifade ile vakýayý anlayýp iyice kavramayý Allah’ýn hükmünü
bilmeye baðlamasýdýr.
Ýllet hakkýnda sekiz þart,
þart koþulur:
1-
Ýlletin, “sevk eden” manasýnda olmasý kaçýnýlmazdýr.
Ýllet, öylesine bir vasýf
olsaydý, onun ile illetlendirmek mümkün olmazdý. Çünkü o zaman
hükme dair bir emare yani iþaret olurdu. Dolayýsýyla hükmün
bilinmesinden baþka onda bir faide de olmazdý. Hüküm ise hitap
ile bilinir, kendisinden çýkartýlmýþ illet ile deðil. Onun için
illet hakkýnda onun, “hükme sevk eden” olmasý þartý koþulur.
2-
Ýlletin; zahir, belirgin, münasip manayý kapsayan bir vasýf
olmasýdýr. Yani illetlendirmek için “anlaþýlýr bir vasýf”
olmasýdýr.
Zira Þer’î nâsslarda çeþitli
vasýflar geçer. Bu demek deðildir ki, bu vasýflar, sýrf Þer’î
delillerde geçtikleri için Þer’î illetlerdir. Bilakis onlar,
diðer vasýflar gibi sadece vasýflardýr. Onlarý illet yapmaya
uygun yapan, onlarýn cümledeki belirli bir konum üzere
konumlarýdýr ve belirli bir vasýf oluþlarýdýr. Onun için vasfýn
bizzat kendisinin ne olduðunun idrak edilmesi ve cümledeki
terkip içindeki konumunun iyice anlaþýlmasý kaçýnýlmazdýr. Ta ki
o vasýf illet yapýlmaya uygun olsun ve kendisi ile
illetlendirmek caiz olsun. Onun için illet hakkýnda; onun bir
vasýf olmasý þart koþulur, o vasýfýn da düzensizlikten uzak açýk
net olmasý þart koþulur, cümledeki konumunun da iletliliði ifade
eden olmasý yani anlaþýlýr vasýf olmasý þart koþulur.
3-
Ýlletin, hükümde “etkili” olmasýdýr.
Zira hükümde etkili olmazsa,
illet olmasý caiz olmaz. Ýlletin hükümde etkili olmasýnýn
manasý, müçtehitte hükmün, onun varlýðýyla meydana geldiðine
yani onun dýþýnda bir þey olmaksýzýn ondan dolayý hükmün meydana
geldiðine dair bir zannî gâlip oluþmasýdýr.
Buna göre Allah’u Teâla’nýn
þu;
لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ “Kendilerine ait bir takým yararlarý yakînen görmeleri ... için…”
Sözü, illetle ilgili bir durum ifade etmez. Çünkü “yararlarý
yakînen görme” vasfý hükümde etkili deðildir. Dolayýsýyla illet
olmaz.
*
Allah’u Teâla’nýn þu;
كَيْ
لاَ يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الآغْنِيَاءِ مِنْكُمْ “Mallar sadece içinizde zenginler arasýnda dolaþan bir devlet
olmasýn.”
sözü ise, illetle ilgili bir durum ifade eder. Çünkü “zenginler
arasýnda devlet olmama” vasfý hükümde etkili olmuþtur, hüküm
bunun sübutu ile hâsýl olmuþtur.
Bundan dolayý illetin,
“hükümde etkili olmasý” kaçýnýlmazdýr.
4-
Ýlletin, “sâlim” olmasýdýr.
Kitaptan veya Sünnetten veya
sahabelerin icmâsýndan bir nâssýn onu reddetmemesidir.
5-
Ýlletin, “sürekli” olmasýdýr.
Yani illet ne zaman var
olursa, hükmünün de var olmasýdýr.
6-
Ýlletin “geçiþli” olmasýdýr.
Zira geçiþsiz olsaydý uygun
olmazdý. Çünkü illetin faydasý sadece kendisi ile hüküm tespit
etmektedir. Geçiþsiz illet; asýldaki hükmün nâss ya da icmâ ile
sabit oluþundan dolayý ve illetin kendisi istinbat
edilmiþ/çýkartýlmýþ olmasýndan dolayý asýldaki hükmü tespit eden
deðildir. Dolayýsýyla o hükme fer’i olur. Böylece asýldaki hükmü
tespit eden olsaydý, o hüküm de illete fer’i olurdu. Bu bir
kýsýr döngüdür. Ayný þekilde geçiþsiz illet, geçiþli
olmayýþýndan dolayý, fer’ideki hükmü de tespit eden deðildir.
Onun için sahih olmaz.
7-
Ýlletin “tespit edilmesi yolunun”, ayný Þer’î hükümde olduðu
gibi “Þer’î” olmasýdýr.
Yani illetin; Kitap veya
Sünnet veya sahabelerin icmâsý ile tespit edilmesidir. Bu üç
Þer’î delilden birisi ile tespit edilmediðinde, o Þer’î bir
illet sayýlmaz.
8-
Ýlletin “Þer’î bir hüküm olmamasýdýr”.
Zira Þer’î hüküm; Þer’î
hükümle illetlendirilmez. Çünkü hüküm, hükmün illeti olsaydý, o,
ya belirleyen bir emare manasýyla olurdu ya da hükme sevk eden
manasýyla olurdu. Belirleyen emare manasý ile olursa onunla
illetlendirmek, doðru olmaz. Çünkü illet bir emare ve iþaret
deðildir, sadece hükmün konulmasýna sevk edendir. O, hükme sevk
eden manasýyla olursa, vukuu bulmasý imkânsýz olur. Çünkü o,
hükmün kendisine sevk eden olmasýný gerektirirdi. Yani hýrsýzýn
elinin kesilmesinin, hýrsýzýn elinin kesilmesine sevk eden
olmasýný gerektirirdi. Bu ise olmaz. Onun için, illetin bir
Þer’î hüküm olmasý uygun olmaz.