DELÝL OLMADIÐI HALDE DELÝL SANILANLAR |
|
2- Sahabî Mezhebi:
Ýçtihat meselelerinde bir
sahabe mezhebinin, müçtehit sahabelerden baþkasýna delil
olmadýðý hususunda ihtilaf yoktur. Dolayýsýyla sahabe mezhebi,
müçtehit sahabeler bakýmýndan Þer’î delil sayýlmaz, ihtilaf
edilen husus, sadece sahabe mezhebinin tabiin ve onlardan
sonraki müçtehitler için delil olup olmamasýdýr.
Bazý imamlar, sahabe
mezhebinin delil olduðunu söylediler. Onu Þer’î hükümler
hakkýnda Þer’î delillerden saydýlar. Sahabe mezhebinin delil
oluþuna dair Kitap, Sünnet ve Ýcmâdan deliller getirdiler.
- Kitaptan delilleri, Allah’u
Teâlâ’nýn þu sözüdür:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ “Siz
insanlar için çýkartýlmýþ en hayýrlý bir ümmetsiniz. Ma’rufu
emredersiniz...”
Bu, emrettiklerinin “ma’ruf/iyilik” olduðuna dair sahabelere
yönelik bir hitaptýr. Ma’rufu emretmek, kabulü vacib bir
husustur.
- Sünnetten delilleri,
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þu sözleridir:
أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهنديتم
“Ashabým
yýldýzlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanýz hidayet
bulursunuz.”
اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ
“Benden sonra
gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”
Bu sözler, sahabeleri ammî ve
mukallid olarak taklid edenlere hitap etmeye hamledilemez. Çünkü
onda umumu tahsis eden delil yoktur ve onu sahabelere tahsisin
faydasýnýn iptali vardýr. Çünkü ammî olanlarýn sahabe olmayan
müçtehitleri taklit etmenin caiz oluþunda ittifak vukuu
bulmuþtur. Dolayýsýyla geriye bu sözle kast olunanýn onlarýn
mezheplerine tabi olmanýn vacib oluþu kalmaktadýr.
- Ýcmâya gelince; Abdurrahman
b. Avf, Ali RadýyAllah’u Anh’ý Ebu Bekir ve Ömer’e
uymasý þartýyla Hilâfet’e atadý. O uymayý reddetti. Abdurrahman
b. Avf’ýn bu þartýný kimse kýnamadý, dolayýsýyla icmâ hâsýl
oldu. Ayrýca sükûtu icmâ yayýldýðýnda inkâr edilmeyen sahabe
sözüdür ve hüccet olarak kabul edilir. Ayný þekilde yayýlmayan
sahabe sözü de hüccet olur.
“Sahabe mezhebi delildir”,
diyenlerin delillerinin özeti bunlardýr. Bu deliller, sahabe
mezhebinin hüccet oluþuna delâlet etmeye uygun deðildirler.
-Ayette öyle bir delâlet
yoktur. Çünkü ayet Muhammed
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
ümmetinin tamamýna hitaptýr, sadece sahabelere ve Rasul’ün
zamanýna deðil. Ayrýca
تأمرون بالمعروف “Ma’rufu
emredersiniz…”
sözü, onlarýn emrettikleri hususun ma’ruf olmasý anlamýna
gelmez. Çünkü bu sözden sonra
وتنهون عن المنكر
“ve münkeri
nehyedersiniz…”
sözü gelmektedir. Fakat bu ayetin manasý; “Ma’rufu emredip
münkeri nehyettiðiniz için siz hayýrlý ümmetsiniz.”
- O iki hadise gelince; o,
sahabelere övgüdür, onlarýn sözlerinin Þer’î delil olmasý
deðildir.
بأيهم
اقتديتم اهنديتم
“Hangisine
uyarsanýz hidayet bulursunuz.”
sözüyle kast olunan, onlarýn Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet ettikleri husustur, her þeyde onlara uymak deðil. Zira
sahabeler masum deðildirler ve sadece masum olan kimseye her
þeyde uyulur.
Sahabelerin sükûtu icmâsýnýn
hüccet oluþu, yayýlmamaktan deðil, sadece yayýlmaktan ve
normalinde inkâr edilen husustan olmasýndan gelmektedir. Bu iki
husus ise, sahabe mezhebinde yoktur. Zira sahabelerin mezhebi,
yayýlsa da hatta sahabeler ona karþý çýkmasalar da o sükût
sayýlmaz. Çünkü sükûtî icmâ,
normalinde inkâr edilen
hususa hastýr ve
bu her hüküm için geneldir. Bir de sükût, o sözün yayýlarak
sahabelerin bilmesi durumunda muteberdir. Sahabe mezhebi ise
yayýlmamýþtýr, dolayýsýyla sahabeler onun üzerinde sükût etmiþ
sayýlmazlar. Onun için sahabe mezhebi, sahabelerin sükûtu ile
kýyas edilmez. Bütün bunlardan açýða çýkýyor ki, bu delillerin
tamamý sahabe mezhebinin Þer’î delil olduðuna dair hüccet
olmaya uygun deðildirler.
Ayrýca sahabe mezhebinin
Þer’î delil olduðunu nefyeden husus vardýr. Buna örnek Allah’u
Teâlâ’nýn þu sözüdür:
فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ
وَالرَّسُولِ “Bir
hususta ihtilafa düþerseniz onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün.”
Böylece anlaþmazlýðýn
kendisine götürüleceði yönler tayin edilmiþtir. Onlar da Allah
ve Rasulü’dür. Yani Kitap ve Sünnettir. Bu ikisinin
dýþýndakilere götürülmez. Sahabe mezhebi ise, Kitap ve Sünnetten
deðildir. Dolayýsýyla ona götürülmez, baþvurulmaz. Onun için o
hüccet sayýlmaz.
Bir baþka husus ise; sahabe,
içtihat ehlindendir. Onun hata yapmasý mümkündür. Hata ihtimali
mevcut olduðu sürece, mezhebi hüccet sayýlmaz.
Bir baþka husus ise;
sahabeler, bir takým meselelerde ihtilaf etmiþlerdir. Her biri
diðerinin mezhebinin tersine gitmiþtir. Sahabe mezhebi hüccet
olsaydý, Allah’u Teâlâ’nýn delilleri çeliþkili, farklý olurdu,
bir kýsmýna tabi olmak diðerine tabi olmaktan evla olmazdý.
Dolayýsýyla onlarýn mezhepleri Þer’î delil olmaz.
Ayrýca sahabeler
Rýdvanullahi Aleyhim sünnetlerden birçoðunun kendilerine
ulaþmadýðýný itiraf edip kabul ediyorlardý. Birçoðunun Rasul’den
kendilerine ulaþana ters düþen görüþlerinden vazgeçiyorlardý. Bu
da onlarýn mezheplerinin delil olmadýðýna dair delildir. Çünkü
Rasul’ün kendi meselesi hakkýnda söylediðinin onlara ulaþmamasý
mümkündür. Sünnetten bir çoðunun kendilerine ulaþmadýðýný kabul
etmelerine dair delil, Ebu Hüreyre’de rivayet edilen þu
husustur:
“Muhacir kardeþlerimi
pazarlarda alýþ-veriþ meþgul ediyordu. Ensardan kardeþlerimi de
mallarý üzerinde çalýþmak meþgul ediyordu.”
Berâ’ b. Âzib’ten þöyle
dediði rivayet edildi: “Size anlattýklarýmýzýn hepsi Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den iþittiklerimiz deðildir. Fakat bize ashabýmýz anlattýlar. Develeri
gütmek bizi meþgul ediyordu.”
Ýzin istemek ile ilgili hadis
hakkýnda Ömer RadýyAllah’u Anhu þöyle diyor:
“Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
emrinden/dininden olan bu husustan haberim olmadý, öyle mi?
Pazarlarda alýþ-veriþ beni oyaladý.”
Böyle birçok rivayet var.
Onlarýn kendilerine Rasul’den hadis ulaþtýktan sonra ona ters
düþen görüþlerinden vazgeçtiklerine dair delil, rivayet edilen
þu husustur: “Ömer, çocuðunu büyütüp kaçan kadýnlarý eve
konulmalarýný reddediyordu. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
bu konuda izin verdiði kendisine haber verildiðinde, onlarý
reddetmeyi durdurdu.”
Yine rivayet edilir ki;
“Ömer, parmaklarýn diyetlerinin farklý olmasý görüþündeydi.
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
onlarýn diyetinin eþit olmasýný emrettiði haberi kendisine
verildiðinde, kendi görüþünü terk edip, parmaklarýn diyetlerinin
eþit olmasý hükmünü aldý.”
Yine rivayet edilir ki;
“Ömer, mecnunun recm edilmesini istedi. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in;
رفع
القلم عن ثلاثة عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ
وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ وَعَنِ الْمَجْنُونِ حَتَّى
يَعْقِلَ
“Kalem üç kiþiden
kaldýrýldý: 1- Uyanýncaya kadar uyuyandan, 2-Buluða
erinceye kadar çocuktan, 3-Aklý baþýna gelinceye kadar
mecnundan”
sözü kendisine bildirilince, onun recm edilmemesini emretti.”
Abdullah b. Ömer, araziyi
kiraya veriyordu. Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
bunu nehyettiði kendisine bildirilince araziyi kiraya vermekten
vazgeçti.
Abdullah b.Abbas’ýn, mut’a
nikâhýnýn nehyedildiðini, Ali RadýyAllah’u Anhu
kendisine bildiresiye kadar haberi yoktu.
Rivayet edilir ki, Ýbni Abbas
þöyle dedi: “Allah’ýn sizi yere çakmasýndan korkmuyor musunuz?
Ben size Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
dedi, diyorum,
siz de Ebu Bekir ve Ömer dedi diyorsunuz. O ensar, Rasul
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in þu sözünü unuttular:
الأئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ
“Ýmamlar
Kureyþ’tendir.”
Bunun gibi birçok olay
vardýr. Bunlarýn tamamý, sahabelerin mezhebinin hata ve
unutkanlýða açýk olduðuna delâlet etmektedir. Dolayýsýyla delil
olmaya uygun olmaz.
Geriye Abdurrahman b. Avf’ýn,
Ebu Bekir ve Ömer’e uymayý talep etmesi üzerinde Sahabelerin
Ýcmasý meselesi kaldý. Bu, sahabe mezhebinin delil oluþuna dair
bir icmâ deðildir. O sadece, bir müçtehidin kendi görüþünü terk
ederek baþka bir müçtehidi taklit etmesinin caiz oluþuna dair
bir icmâdýr. Bundan kasýt, Müslümanlarýn sözlerinin bir görüþte
birleþtirilmesidir. Bu bir þeydir, sahabe mezhebinin hüccet
olmasý baþka bir þeydir.
Bütün bunlardan anlaþýlýyor
ki, sahabe mezhebi Þer’î delillerden deðildir.
الاستحسان
–“Ýstihsan” Arapçada
الحسن
- “Hasen” kelimesinin
استفعال
-“Ýstif’âl” kalýbýndaki haldir. Her ne kadar baþkasýna göre çirkin
görülse de
þekiller ve manalarda insanýn kendisine yöneldiði ve hoþlandýðý,
güzel bulduðu husustur. Bu lügat manasý, fýkýh usulünde bahis
konusu olan istihsandan kast olunan deðildir. Zira din hakkýnda
heva-heves ile söz söylemenin caiz olmadýðý hususunda, Allah’u
Teâlâ’nýn Þeriatý hakkýnda bir Þer’î delil olmaksýzýn müçtehidin
þehveti ve hevasý/arzusu doðrultusunda hüküm vermesinin
reddedildiði hususunda bir ihtilaf yoktur. Bu hususta ammî ile
müçtehit arasýnda bir fark yoktur. Bahis konusu olan “istihsan”,
ancak fýkýh usulü âlimlerinin ýstýlah/terim olarak kullandýklarý
istihsandýr, lügatla ilgili mana deðil.
Ýstihsan hakkýnda konuþanlar,
onun tarifinde ihtilaf etmiþlerdir.
Ýstihsanýn
bazý tarifleri þunlardýr:
-Müçtehidin vicdanýný
etkileyen, fakat onu ifade etmekte güçlük çektiði ve açýkça
ortaya koyamadýðý bir delildir.
-Bir kýyastan daha kuvvetli
bir kýyasa geçiþ gerekliliðidir.
- Kendisinden daha kuvvetli
bir delille kýyas tahsis etmektir.
-Ýçtihat þekillerinden
lafýzlarýn genelliðini kapsamayan bir içtihat þeklini ondan daha
kuvvetli bir þekilden dolayý terk etmektir. Bu hatýra ilk anda
gelen hüküm hakkýndadýr.
-Daha kuvvetli bir husustan
dolayý bir meseleyi benzerlerinden ayýrmaktýr.
-Bir meselede, o meselenin
benzerlerine verilen hükümden vazgeçmeyi gerektiren bir gerekçe
ile o hükmü býrakýp aksine bir hüküm vermektir.
Ýstihsaný dört çeþide
ayýrdýlar:
1-
Kýyas istihsaný. 2-
Zaruret istihsaný.
3- Sünnet
istihsaný. 4-
Ýcmâ istihsaný.
Bir kýsmý da istihsaný iki
kýsma ayýrdý: 1-
Zaruret istihsaný.
2- Kýyas istihsaný.
Onlara göre:
1-Kýyas istihsaný:
Hatýra ilk gelen zahir/açýk kýyas hükmünden vazgeçip farklý bir
hükme gitmektir. Zira birincisinden daha dakik ve daha gizli,
fakat delil bakýmýndan daha kuvvetli, bakýþ bakýmýndan ve sonuca
varma bakýmýndan daha doðru baþka bir kýyastýr, diyorlar ve bunu
“Hafî/kapalý kýyas” olarak isimlendiriyorlar. Buna örnek þudur:
“Ýki þahýs, ücretinin tamamý
ikisinin üzerine borç olarak iki kiþiden bir araba satýn
alsalar. Alacaklý olanlardan birisi borcun bir kýsmýný alýyor.
Hâlbuki onun alýnaný kendi hissesi yerine saymasý hakký yoktur.
Bilakis ortaðýnýn ondan hissesini talep etmesi hakký vardýr.
Çünkü onun borçtan aldýðý miktar, ortaklaþa sattýklarý malýn
fiyatýndandýr. Yani iki ortaktan herhangi birisinin satýlan
malýn ücretinden almasý iki ortak için almasýdýr. Onlardan
birisinin kendisine düþen hissesi deðil. Alýnan bu miktar alan
kiþinin elindeyken, diðer ortak hissesini almadan kayýp
olduðunda, kýyasýn gereði, ikisinin hesabýndan yani þirketin
hesabýndan kayýp olur. Fakat istihsanda, sadece o miktar alan
kimsenin hissesinden kayýp sayýlýr. Çünkü aslýnda o, o miktarý
alana bu hususta ortak olmak zorunda deðildir. Bilakis o, alýnan
miktarý alana terk etmesi ve borçtan kalaný da kendi hissesine
katmasý hakký vardýr.” Ýþte kýyas istihsaný böyledir.
2-
Zaruret istihsaný:
Zorlayan bir zarurete ya da bir zorluðu gidermek veya bir
ihtiyacý karþýlamak þeklinde bir gerekli maslahata bakarak
hakkýnda kýyas hükmü olana ters düþmektir. Çünkü kýyas hükmü
bazý meselelerde soruna veya sýkýntýya sebep oluyor. Ýþte o
zaman, istihsana göre; kendisiyle sýkýntýnýn ortadan
kaldýrýldýðý ve sorunun giderildiði baþka bir hükme gidilir.
Buna örnek; ücretle çalýþandýr. Onun eli, ücretle tutulduðu
hususta emanet eli sayýlýr. Kast olmaksýzýn onun ücretle
tutulduðu o iþte bir zarar vermesi söz konusu olduðunda o, ondan
tazmin ettirilmez. Mesela; bir kiþi, birisini elbise diktirmek
için bir aylýðýna kiralasa, bu özel ücretli olur. Kasýt
olmaksýzýn onun elinde o elbise telef olsa, ona tazmin
ettirilmez/ödettirilmez. Çünkü onun eli emanet elidir. Bir
kimse, herkese elbise diken terziye bir elbise diktirmek için
kiralasa (ona sipariþ verse), o terzi genel ücretlidir. Onun
elinde elbise telef olursa, onun eli de emanet eli olduðu için,
ona tazmin ettirilmez. Fakat istihsanda, özel ücretliye tazmin
ettirilmez, gücünün üstünde iþ kabul etmemesi için genel
ücretliye tazmin ettirilir.
*
Sünnet istihsanýna gelince: O, Sünnetle sabit olmuþ bir hususa
muhalif oluþundan dolayý kýyasýn hükmünü terk etmektir. Buna
örnek, Huzeyme’nin þahitliðidir. Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
onu, onun þahitliðini iki kiþinin þahitliði sayýp tek baþýna
þahitliðini kabul ederek Huzeyme’ye hass kýlmýþtýr. Þöyle
demiþtir:
من
شهد له خزيمة أو شهد عليه فحسبه
“Huzeyme
kime þahitlik yaparsa, ona yeter.”
Huzeyme’nin þahitliðinin kabul edilmesi, kýyasý terk etmektir.
Zira kýyasa göre o þahitlik kabul edilmez. Çünkü/ispat vasýtasý
olmasý için yeter sayý iki erkek þahit olmasý veya bir erkek iki
kadýn þahit olmasýdýr. Fakat nâss geçmesinden dolayý kýyas terk
edilmiþtir.
* Ýcmâ istihsanýna
gelince: O,
kýyasýn gereðini terk edip, hakkýnda icmâ hâsýl olmuþ baþka bir
hükme geçmektir. Buna örnek; eser sipariþle bir þey yaptýrma
sözleþmesidir. Kýyas, mevcut olmayanýn satýþý olduðu için onun
caiz olmamasýný gerektirir. Fakat onun caiz olduðuna dair icmâ
oluþmuþtur.
Onlarýn Þer’î delil olarak
itibar ettikleri “istihsan” iþte budur. Onun Þer’î delil
olduðuna dair Kitaptan, Sünnetten ve Ýcmâdan delil getirdiler.
*
Kitaptan delilleri, Allah’u Teâlâ’nýn þu sözleridir:
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ
“Onlar ki, dinleyip de sözün en güzeline uyarlar.”
وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ
“Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.”
Ýki ayeti þöyle delil
gösteriyorlar: Ýlk ayet, “sözün en güzeline tabi olaný” överek
gelmiþtir. Ýkinci ayet ise, “indirilenin en güzeline tabi
olmayý” emretmiþtir. Eðer “en güzel olan” hüccet olmasaydý,
böyle olmazdý.
*
Sünnetten delilleri de; Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þu sözüdür:
فَمَا
رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ
“Müslümanlarýn
güzel gördüðü þey Allah katýnda da güzeldir.”
*
Ýcmâ’ya gelince:
Kalma miktarý, su miktarý ve ücret belirlemeksizin, su taþýyanýn
elinden alýp su içmenin ve hamama girmenin istihsana göre caiz
olduðu hususundaki ümmetin icmâsýdýr.
Ýstihsanýn özeti, istihsan
hakkýnda onu Þer’î delil olduðunu söyleyenlerin görüþlerinin ve
delillerinin özeti iþte budur.
Gerçek olan ise, istihsan
Þer’î delil sayýlmaz. Onlarýn getirdikleri tarifler, yorumlar ve
deliller, onun Þer’î delil sayýlmasýna dair bir hüccet ortaya
koymamaktadýr.
Tariflere gelince; delâlet
ettikleri manalar bakýmýnda üç kýsýmdýr:
Birinci kýsým, þu sözleridir:
“Müçtehidin zihninde etki yapan fakat onu ifade etmekten güçlük
çektiði ve açýkça ortaya koyamadýðý delildir.” Bu tarif
esasýndan batýldýr. Çünkü müçtehidin zihninde etki yapýp da
müçtehidin ne olduðunu bilmediði delil, delil sayýlmaz. Ayrýca
onun gerçekten bir delil mi yoksa fâsit bir vehim mi olduðu
hususunda tereddüt içinde ise, ona baðlý kalmanýn yasak olduðu
hususunda ihtilaf yoktur. Eðer onun Þer’î delillerden bir delil
olduðu gerçekleþirse, kendisi açýsýndan ona baðlanmanýn caiz
olduðu hususunda da bir ihtilaf yoktur. Fakat o istihsan olmaz,
sadece delil almak olur. Baþkasý açýsýndan ise, onun alýnmasýnýn
doðru olmasý için delil olduðunun gerçekleþtiðinin ifade
edilmesine gereksinim vardýr. Her iki yönden de istihsan delil
olmaz. Bundan dolayý bu tarife göre istihsan batýldýr
Ýkinci kýsým tariflerden ise
tek bir mana anlaþýlýr. O tarifler þunlardýr: “Bir kýyastan daha
kuvvetli bir kýyasa geçiþ gerekliliðidir.” “Kendisinden daha
kuvvetli bir delille kýyasý tahsis etmektir.” “Daha kuvvetli bir
husustan dolayý o meseleyi benzerlerinden ayýrmaktýr.” “Bir
meselede o meselenin benzerlerine verilen hükümden vazgeçmeyi
gerektiren bir gerekçe ile o hükmü býrakýp aksine bir hüküm
vermektir.”
Bu tariflerin hepsi, tek bir
manadýr. O da, daha kuvvetli bir delilden dolayý kýyasý terk
etmektir. Ýstihsan için yapýlan bu tarif ve açýklamalarda geçen
daha kuvvetli delilden kast edilen, Kitaptan veya Sünnetten bir
nâss ise, bu istihsan deðildir, bu sadece nâssý tercihtir.
Dolayýsýyla nâss ile delil getirmektir. Eðer daha kuvvetli
delilden kast edilen, maslahattan uygun gören akýl ise, bu
batýldýr. Çünkü kýyas, nâss ile sabit olan Þer’î bir illete bina
olur. Akýl veya maslahat ise, ne bir nâsstýr ne de ondan daha
kuvvetli baþka bir illettir. Bilakis onun Þer’î nâssla yani
vahyin getirdiði ile bir alakasý yoktur. Onun için bu, nâsstan
vazgeçiþtir, batýldýr.
Üçüncü kýsým tarif ise,
onlarýn þu sözüdür: “Ýçtihat þekillerinden lafýzlarýn
genelliðini kapsamayan bir içtihat þeklini ondan daha kuvvetli
bir þekilden dolayý terk etmektir. Bu hatýra gelen ilk hüküm
hakkýndadýr.” Bu tarif her ne kadar, zahirle delil getirmeyi
terk edip baþka bir delile gitmek hususunda ikinci kýsým gibi
olsa da, bununla ikinci kýsým arasýnda fark vardýr. Bu fark ise
ikinci kýsmýn manasý, daha kuvvetli bir delilden dolayý kýyasýn
terk edilmesidir. Fakat bu tarif geneldir. Çünkü bu, kýyas da
olabilen baþkasý da olabilen zahir bir delili terk edip baþka
delile gitmek demektir. Çünkü “içtihat þekillerinden bir içtihat
þeklini terk etmek” deniliyor. Bu ise kýyastan daha geneldir.
Ayrýca bu kýsým, kendisine yönelen daha kuvvetli yönü, hatýra
ilk gelen hükümde kýlmýþtýr. Bu ise ikinci kýsýmdan farklýdýr.
Zira o hatýra gelen ilk hükümle olmaz.
Bu üçüncü kýsma da ikinci
kýsma verilen cevap verilir. Kendisinden daha kuvvetli olarak
aniden akla gelen bir delil ile özel bir delilin hükmünden
vazgeçip karþýt hükme geçmekte, aniden akla gelen delil eðer
Kitaptan veya Sünnetten veya Sahabelerin Ýcmasýndan ise, onunla
delil getirmek sýhati hususunda bir ihtilaf yoktur. Bu durumda
istihsan olmaz. Eðer o daha kuvvetli delil; akýl ve maslahat ise
o, Þer’î bir delilden daha kuvvetli olmasý bir yana, Þer’î bir
delil dahi deðildir. Onun için onunla delil getirmek sahih
olmaz. Bu durumda o hükmü veya delili terk etmek batýl olur.
Buna binaen bu tarife göre istihsan reddolunur ve onun Þer’î bir
delil sayýlmasý doðru olmaz. Çünkü iki durumdan birincisinde ya
Kitap olur ya Sünnet olur, ya Sahabelerin Ýcmâsý olur. Ýstihsan
olmaz. Ýkinci durumda ise, delili terk edip delil olmayana
gitmek olduðu için batýl olur.
Bu izahat, istihsan için
yapýlan tarifler ve açýklamalar yönünden idi. Ýstihsanlarýn
kýsýmlarý yönünden izaha gelince: Ýlk iki kýsým olan kýyas
istihsaný ve zaruret istihsaný batýldýrlar.
Kýyas istihsanýnýn batýl
oluþu, istihsanýn tarifleri ve açýklamalarýnýn ikinci kýsmýnýn
batýl oluþundan açýða çýkmaktadýr. O ise, bir meseleyi
benzerlerinden ayrý tutmaktý. Ayrýca onu kapalý kýyas saymalarý
da batýldýr. Çünkü onun kýyas ile alakasý yoktur. O ancak
maslahatla ilgili bir illetlendirmedir. Örneðe gelince: bir tek
satýþla tamamý satýlan ortak malýn ücretinden ortaklardan
birisinin aldýðý miktarýn yok olmasý hakkýndaki hükümde ihtilaf
edilmesi sahih deðildir. Çünkü o iki ortaktan birisi tarafýndan
þirket/ortaklýk için alýnmýþ þirket malýndan yok olmuþtur. Çünkü
ister satýlmýþ araba olsun ister onun ücreti olsun mal, þirketin
malýdýr, o iki ortaktan birisinin malý deðildir. Dolayýsýyla
onun yok olmasý, þirket malýnýn yok olmasýdýr, sadece o malý
alan ortaðýn malýnýn yok olmasý deðildir.
Böylece burada istihsan ile
Þeriatýn hükmünden ve Þer’î delillerden vazgeçip Þer’î olmayan
bir hükme, nefislerin hevasýnýn hâkim kýlýnmasýna gidiyorlar.
Zira birkaç þahsa ait ortak bir borç olduðunda bu, iki ortaða
ait bir tek þahsýn borcu gibidir. Dolayýsýyla iki ortaktan
birisi, o borçtan kendi hissesi miktarýný alýp, ikinci ortak
ondan kendi hissesini almadan önce elinde yok olursa, bu yok
oluþ ikisinin hesabýndan olur, sadece o miktarý alan ortaðýn
hissesi hesabýndan deðil. Çünkü ortak; vekildir ve emindir. Onun
eli de vekâlet eli ve emanet elidir. O borcu aldýðýnda hepsi
için almýþ olur. O mal onun elinde yok olunca, o yok olmasýndan
sorgulanmaz. Çünkü eli emanet elidir. Þer’î nâsslarýn kendisine
delâlet ettiði Þer’î hüküm budur. Bu kýyas deðildir. Yani bu
mesele, kýyas meselelerinden deðildir. Bu hüküm kýyasla sabit
olmamýþtýr. Bu sadece þirket meselelerinden ve emanet
meselelerinden bir meseledir. Bu, Sünnetten bir Þer’î delil ile
sabit olmuþ hükümdür. Fakat istihsaný savunanlar, o ortaðýn
aldýðý þeyi kendi hissesi saymasý hakkýnýn olmadýðý bilakis
borçtaki ortaðýnýn alýnan miktardan hissesini ondan istemesi
hakkýnýn olduðunu tasvip ediyor olmalarýna, “istihsan, o alýnan
miktarýn yok olmasýnýn sadece onu alanýn hissesinden sayýlmasýný
gerektirir” diyorlar. Böylece Þer’î hükmün gerektirdiðini terk
edip, istihsan dýþýnda yani gördüðünde müçtehidin istihsaný
dýþýnda, bir delil olmaksýzýn bir baþkasýna gidiyorlar. Buna da
þunu bahane gösteriyorlar: O ikinci ortak, o borçtan alan ortaða
aldýðý hususta ortak olmak zorunluluðu yoktur. Bilakis onun,
alýnaný alana terk etmesi ve kalan borcu kendi hissesine katma
hakký vardýr, ona ortak olma hakký da vardýr. Alýnanýn yok
olmasýnýn iki ortaðý üzerine deðil de sadece alanýn üzerine
olmasýný böyle delillendiriyorlar. Bu ise Þer’î delili terk
etmektir ve heva ile hüküm vermektir.
Zaruret istihsanýna
gelince: O
zorlayan bir zarurete bakarak ya da bir zorluðu gidermek veya
bir ihtiyacý karþýlamak þeklinde gerekli bir maslahata bakarak
hakkýnda kýyas hükmüne ters düþmektedir. Böylece onlara göre
zaruret istihsaný, Þeriatýn uygun görmesine göre deðil de
müçtehidin aklýnýn uygun görmesine göre maslahatla ilgili
hükümlere giden bir yol olmaktadýr. Þeriata ters düþmekle,
maslahat gördüðü hususta akýla tabi olmaktýr. Dolayýsýyla Þer’î
nâssý deðil de aklý ve maslahattan uygun gördüðünü hakim
kýlmasýyla ve onu Þeriatýn delâlet ettiði Þer’î illete tercih
edilmesiyle batýl oluþu açýktýr. Bu batýldýr, baþka söze de
gerek yoktur. Mesela ücretli çalýþan örneðinde bu batýllýk
ortadadýr. Zira genel ücretli tazmin ettirilip de özel
ücretlinin tazmin ettirilmemesi, tercih ettiren olmaksýzýn
yapýlan bir tercihtir ve Þer’î nâssa muhaliftir. Zira Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem þöyle diyor:
لاضمان على مؤتمن
“Emanet
edilene tazmin etmek yoktur.”
Böylece bir mal
üzerinde emanetçi olan kimse kesinlikle tazmin ettirilmez. Çünkü
hadisin
لا
ضمان -tabirinde
nefiy
لا
-lâm’ý
cins içindir, ister özel ücretli olsun, ister genel ücretli
olsun her emanetçiyi kapsar. Dolayýsýyla istihsan ile hüküm
vermek; delili terk etmek ve heva ile hüküm vermektir. Zira o
hüküm, hadisi terk edip aklýn uygun gördüðü maslahatla verilen
hükümdür. Aklýn uygun gördüðü o maslahat ise, ortak ücretlinin
daha fazla kazanmak hýrsý ile insanlarýn malýndan gücünden
fazlasýný almayý kabul etmemeyi saðlamaktadýr. Zira bu durum
insanlarýn malýnýn yok olmasýna yol açar. Onun için Rasul’ün
hadisi terk edilmiþtir. Dolayýsýyla þüphe yoktur ki bu istihsan
batýldýr, baþka söze gerek yoktur.
Buradan, kýyas istihsaný ve
zaruret istihsaný olan ilk iki þekildeki istihsanýn batýl oluþu
açýða çýkmaktadýr. Sünnet istihsaný ve icmâ istihsanýna gelince;
bunlar istihsan deðildirler. Onlar sadece delillerin tercih
edilmesidir. Zira Huzeyme’nin þahitliði örneðinde açýktýr ki,
hadis kýyasa tercih edilmiþtir. Dolayýsýyla bu, delillerin
tercihi konularýndandýr, istihsan ile alakasý yoktur. Sipariþle
bir þey yaptýrmak konusunda da açýktýr ki, Sahabe Ýcmasý tercih
edilmiþtir. Hâlbuki sipariþle bir þey yaptýrmak Sünnet ile
sabittir. Zira Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
sipariþle bir mühür ve
bir minber yaptýrmýþtýr. Dolayýsýyla sipariþle bir þey
yaptýrmak, istihsandan deðildir.
Ayrýca istihsaný savunanlarýn
ileri sürdükleri örnekler, Þer’î deliller ile sabittir. Zira
bedeli, su miktarý ve kalma süresi belirlenmeksizin hamama
girmek örneði; bedeli ve içilen suyun miktarý belirlemeksizin
sucunun elinden su içmek örneði, hepsi de Sünnet ile sabittir.
Zira bu, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
zamanda onun bilgisi ve takriri ile vukuu bulmuþtur. Dolayýsýyla
bu, Takriri Sünnet delili ile sabittir, istihsan ile deðil.
Onlarýn istihsanýn hüccet
olduðuna dair getirdikleri delillerin hepsi de bu hususta delil
getirmek için uygun deðildirler. Çünkü o deliller, kast
ettikleri usul ile ilgili manasýyla “istihsana” uygun
düþmemektedirler. Þöyle ki:
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ
“Onlar ki, dinleyip de sözün en güzeline uyarlar.”
Bu ayette sözün en güzeline uymanýn vacib oluþana dair bir
delâlet yoktur. Ayrýca “sözün en güzeline uymak” usul ile ilgili
manasý ile “istihsana uymak” demek deðildir. Bilakis bu iki
sözden birisi güzel diðeri en güzel olduðunda delile uymak
zorunlu olur.
وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ
“Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.”
Bu ayette de, istihsanýn indirilmiþ olanýn en güzeli olmasý bir
yana indirilmiþ bir delil olduðuna dair bir delâlet yoktur. Bu
ayetin usul ile ilgili manasýyla istihsanla bir alakasý yoktur.
فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ
“Müslümanlarýn
güzel gördüðü þey Allah katýnda da güzeldir”
hadisine
gelince; Bu
ancak, mubahlardan güzel gördükleri demektir. Farz, mendub,
haram, mekruh, batýl, fâsid olduðuna dair hakkýnda delil olan
hususlarda ise, Müslümanlarýn güzel gördüðüne tâbi olmak deðil,
delile tâbi olmak vacib olur. Müslümanlarýn uygun gördüðüne tâbi
olmak, þûrada söz konusudur, Þer’î hükme delil getirmek hakkýnda
söz konusu deðildir. Dolayýsýyla Müslümanlarýn uygun gördüðü
Þer’î delil deðildir, onlarla Þer’î hükme delil getirmek uygun
olmaz. Ayrýca hadisin usul ile ilgili manasýnda “istihsan” ile
bir alakasý kesinlikle yoktur.
Bütün bunlardan açýða çýkýyor
ki; istihsan Þer’î bir delil deðildir. Bilakis o heva heves ile
hüküm vermektir, o Þer’î delili terk edip aklýn maslahat olarak
gördüðünü almaktýr. Ancak onun Þer’î delil olduðunu
söyleyenlerin olmasýndan dolayý þüphetüd-delildir. Dolayýsýyla
onlarýn onunla çýkartmýþ olduklarý hükümler Þer’î hüküm sayýlýr.
Çünkü o þüpheli delildir.