DELÝL OLMADIÐI HALDE DELÝL SANILANLAR


2- Sahabî Mezhebi:
 

Ýçtihat meselelerinde bir sahabe mezhebinin, müçtehit sahabelerden baþkasýna delil olmadýðý hususunda ihtilaf yoktur. Dolayýsýyla sahabe mezhebi, müçtehit sahabeler bakýmýndan Þer’î delil sayýlmaz, ihtilaf edilen husus, sadece sahabe mezhebinin tabiin ve onlardan sonraki müçtehitler için delil olup olmamasýdýr.

Bazý imamlar, sahabe mezhebinin delil olduðunu söylediler. Onu Þer’î hükümler hakkýnda Þer’î delillerden saydýlar. Sahabe mezhebinin delil oluþuna dair Kitap, Sünnet ve Ýcmâdan deliller getirdiler.

- Kitaptan delilleri, Allah’u Teâlâ’nýn þu sözüdür: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ    “Siz insanlar için çýkartýlmýþ en hayýrlý bir ümmetsiniz. Ma’rufu emredersiniz...”[1] Bu, emrettiklerinin “ma’ruf/iyilik” olduðuna dair sahabelere yönelik bir hitaptýr. Ma’rufu emretmek, kabulü vacib bir husustur.    

- Sünnetten delilleri, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözleridir:  أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهنديتم   “Ashabým yýldýzlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanýz hidayet bulursunuz.”[2] اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ    “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”[3]

Bu sözler, sahabeleri ammî ve mukallid olarak taklid edenlere hitap etmeye hamledilemez. Çünkü onda umumu tahsis eden delil yoktur ve onu sahabelere tahsisin faydasýnýn iptali vardýr. Çünkü ammî olanlarýn sahabe olmayan müçtehitleri taklit etmenin caiz oluþunda ittifak vukuu bulmuþtur. Dolayýsýyla geriye bu sözle kast olunanýn onlarýn mezheplerine tabi olmanýn vacib oluþu kalmaktadýr.

- Ýcmâya gelince; Abdurrahman b. Avf, Ali RadýyAllah’u Anh’ý Ebu Bekir ve Ömer’e uymasý þartýyla Hilâfet’e atadý. O uymayý reddetti. Abdurrahman b. Avf’ýn bu þartýný kimse kýnamadý, dolayýsýyla icmâ hâsýl oldu. Ayrýca sükûtu icmâ yayýldýðýnda inkâr edilmeyen sahabe sözüdür ve hüccet olarak kabul edilir. Ayný þekilde yayýlmayan sahabe sözü de hüccet olur.

“Sahabe mezhebi delildir”, diyenlerin delillerinin özeti bunlardýr. Bu deliller, sahabe mezhebinin hüccet oluþuna delâlet etmeye uygun deðildirler.

-Ayette öyle bir delâlet yoktur. Çünkü ayet Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ümmetinin tamamýna hitaptýr, sadece sahabelere ve Rasul’ün zamanýna deðil. Ayrýca   تأمرون بالمعروف  “Ma’rufu emredersiniz…” sözü, onlarýn emrettikleri hususun ma’ruf olmasý anlamýna gelmez. Çünkü bu sözden sonra   وتنهون عن المنكر  “ve münkeri nehyedersiniz…” sözü gelmektedir. Fakat bu ayetin manasý; “Ma’rufu emredip münkeri nehyettiðiniz için siz hayýrlý ümmetsiniz.”

- O iki hadise gelince; o, sahabelere övgüdür, onlarýn sözlerinin Þer’î delil olmasý deðildir. بأيهم اقتديتم اهنديتم “Hangisine uyarsanýz hidayet bulursunuz.” sözüyle kast olunan, onlarýn Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayet ettikleri husustur, her þeyde onlara uymak deðil. Zira sahabeler masum deðildirler ve sadece masum olan kimseye her þeyde uyulur.

Sahabelerin sükûtu icmâsýnýn hüccet oluþu, yayýlmamaktan deðil, sadece yayýlmaktan ve normalinde inkâr edilen husustan olmasýndan gelmektedir. Bu iki husus ise, sahabe mezhebinde yoktur. Zira sahabelerin mezhebi, yayýlsa da hatta sahabeler ona karþý çýkmasalar da o sükût sayýlmaz. Çünkü sükûtî icmâ, normalinde inkâr edilen hususa hastýr ve bu her hüküm için geneldir. Bir de sükût, o sözün yayýlarak sahabelerin bilmesi durumunda muteberdir. Sahabe mezhebi ise yayýlmamýþtýr, dolayýsýyla sahabeler onun üzerinde sükût etmiþ sayýlmazlar. Onun için sahabe mezhebi, sahabelerin sükûtu ile kýyas edilmez. Bütün bunlardan açýða çýkýyor ki, bu delillerin tamamý sahabe mezhebinin Þer’î delil olduðuna dair hüccet olmaya uygun deðildirler.

Ayrýca sahabe mezhebinin Þer’î delil olduðunu nefyeden husus vardýr. Buna örnek Allah’u Teâlâ’nýn þu sözüdür: فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ    “Bir hususta ihtilafa düþerseniz onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün.”[4]

Böylece anlaþmazlýðýn kendisine götürüleceði yönler tayin edilmiþtir. Onlar da Allah ve Rasulü’dür. Yani Kitap ve Sünnettir. Bu ikisinin dýþýndakilere götürülmez. Sahabe mezhebi ise, Kitap ve Sünnetten deðildir. Dolayýsýyla ona götürülmez, baþvurulmaz. Onun için o hüccet sayýlmaz.

Bir baþka husus ise; sahabe, içtihat ehlindendir. Onun hata yapmasý mümkündür. Hata ihtimali mevcut olduðu sürece, mezhebi hüccet sayýlmaz.

Bir baþka husus ise; sahabeler, bir takým meselelerde ihtilaf etmiþlerdir. Her biri diðerinin mezhebinin tersine gitmiþtir. Sahabe mezhebi hüccet olsaydý, Allah’u Teâlâ’nýn delilleri çeliþkili, farklý olurdu, bir kýsmýna tabi olmak diðerine tabi olmaktan evla olmazdý. Dolayýsýyla onlarýn mezhepleri Þer’î delil olmaz.

Ayrýca sahabeler Rýdvanullahi Aleyhim sünnetlerden birçoðunun kendilerine ulaþmadýðýný itiraf edip kabul ediyorlardý. Birçoðunun Rasul’den kendilerine ulaþana ters düþen görüþlerinden vazgeçiyorlardý. Bu da onlarýn mezheplerinin delil olmadýðýna dair delildir. Çünkü Rasul’ün kendi meselesi hakkýnda söylediðinin onlara ulaþmamasý mümkündür. Sünnetten bir çoðunun kendilerine ulaþmadýðýný kabul etmelerine dair delil, Ebu Hüreyre’de rivayet edilen þu husustur:

“Muhacir kardeþlerimi pazarlarda alýþ-veriþ meþgul ediyordu. Ensardan kardeþlerimi de mallarý üzerinde çalýþmak meþgul ediyordu.”

Berâ’ b. Âzib’ten þöyle dediði rivayet edildi: “Size anlattýklarýmýzýn hepsi Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den iþittiklerimiz deðildir. Fakat bize ashabýmýz anlattýlar. Develeri gütmek bizi meþgul ediyordu.”

Ýzin istemek ile ilgili hadis hakkýnda Ömer RadýyAllah’u Anhu þöyle diyor: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in emrinden/dininden olan bu husustan haberim olmadý, öyle mi? Pazarlarda alýþ-veriþ beni oyaladý.”

Böyle birçok rivayet var. Onlarýn kendilerine Rasul’den hadis ulaþtýktan sonra ona ters düþen görüþlerinden vazgeçtiklerine dair delil, rivayet edilen þu husustur: “Ömer, çocuðunu büyütüp kaçan kadýnlarý eve konulmalarýný reddediyordu. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bu konuda izin verdiði kendisine haber verildiðinde, onlarý reddetmeyi durdurdu.”

Yine rivayet edilir ki; “Ömer, parmaklarýn diyetlerinin farklý olmasý görüþündeydi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in onlarýn diyetinin eþit olmasýný emrettiði haberi kendisine verildiðinde, kendi görüþünü terk edip, parmaklarýn diyetlerinin eþit olmasý hükmünü aldý.”

Yine rivayet edilir ki; “Ömer, mecnunun recm edilmesini istedi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in;       رفع القلم عن ثلاثة  عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ   وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ وَعَنِ الْمَجْنُونِ حَتَّى يَعْقِلَ  “Kalem üç kiþiden kaldýrýldý:       1- Uyanýncaya kadar uyuyandan, 2-Buluða erinceye kadar çocuktan, 3-Aklý baþýna gelinceye kadar mecnundan”[5]    sözü kendisine bildirilince, onun recm edilmemesini emretti.”

Abdullah b. Ömer, araziyi kiraya veriyordu. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bunu nehyettiði kendisine bildirilince araziyi kiraya vermekten vazgeçti.

Abdullah b.Abbas’ýn, mut’a nikâhýnýn nehyedildiðini, Ali RadýyAllah’u Anhu kendisine bildiresiye kadar haberi yoktu.

Rivayet edilir ki, Ýbni Abbas þöyle dedi: “Allah’ýn sizi yere çakmasýndan korkmuyor musunuz? Ben size Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi, diyorum, siz de Ebu Bekir ve Ömer dedi diyorsunuz. O ensar, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözünü unuttular: الأئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ “Ýmamlar Kureyþ’tendir.”[6]

Bunun gibi birçok olay vardýr. Bunlarýn tamamý, sahabelerin mezhebinin hata ve unutkanlýða açýk olduðuna delâlet etmektedir. Dolayýsýyla delil olmaya uygun olmaz.

Geriye Abdurrahman b. Avf’ýn, Ebu Bekir ve Ömer’e uymayý talep etmesi üzerinde Sahabelerin Ýcmasý meselesi kaldý. Bu, sahabe mezhebinin delil oluþuna dair bir icmâ deðildir. O sadece, bir müçtehidin kendi görüþünü terk ederek baþka bir müçtehidi taklit etmesinin caiz oluþuna dair bir icmâdýr. Bundan kasýt, Müslümanlarýn sözlerinin bir görüþte birleþtirilmesidir. Bu bir þeydir, sahabe mezhebinin hüccet olmasý baþka bir þeydir.

Bütün bunlardan anlaþýlýyor ki, sahabe mezhebi Þer’î delillerden deðildir.

 

3- Ýstihsan:
 

الاستحسان –“Ýstihsan” Arapçada  الحسن - “Hasen” kelimesinin  استفعال -“Ýstif’âl” kalýbýndaki haldir. Her ne kadar baþkasýna göre çirkin görülse de þekiller ve manalarda insanýn kendisine yöneldiði ve hoþlandýðý, güzel bulduðu husustur. Bu lügat manasý, fýkýh usulünde bahis konusu olan istihsandan kast olunan deðildir. Zira din hakkýnda heva-heves ile söz söylemenin caiz olmadýðý hususunda, Allah’u Teâlâ’nýn Þeriatý hakkýnda bir Þer’î delil olmaksýzýn müçtehidin þehveti ve hevasý/arzusu doðrultusunda hüküm vermesinin reddedildiði hususunda bir ihtilaf yoktur. Bu hususta ammî ile müçtehit arasýnda bir fark yoktur. Bahis konusu olan “istihsan”, ancak fýkýh usulü âlimlerinin ýstýlah/terim olarak kullandýklarý istihsandýr, lügatla ilgili mana deðil.

Ýstihsan hakkýnda konuþanlar, onun tarifinde ihtilaf etmiþlerdir. Ýstihsanýn bazý tarifleri þunlardýr:

-Müçtehidin vicdanýný etkileyen, fakat onu ifade etmekte güçlük çektiði ve açýkça ortaya koyamadýðý bir delildir.

-Bir kýyastan daha kuvvetli bir kýyasa geçiþ gerekliliðidir.

- Kendisinden daha kuvvetli bir delille kýyas tahsis etmektir.

-Ýçtihat þekillerinden lafýzlarýn genelliðini kapsamayan bir içtihat þeklini ondan daha kuvvetli bir þekilden dolayý terk etmektir. Bu hatýra ilk anda gelen hüküm hakkýndadýr.

-Daha kuvvetli bir husustan dolayý bir meseleyi benzerlerinden ayýrmaktýr.

-Bir meselede, o meselenin benzerlerine verilen hükümden vazgeçmeyi gerektiren bir gerekçe ile o hükmü býrakýp aksine bir hüküm vermektir.

Ýstihsaný dört çeþide ayýrdýlar:

1- Kýyas istihsaný. 2- Zaruret istihsaný. 3- Sünnet istihsaný. 4- Ýcmâ istihsaný.

Bir kýsmý da istihsaný iki kýsma ayýrdý: 1- Zaruret istihsaný. 2- Kýyas istihsaný. Onlara göre:

1-Kýyas istihsaný: Hatýra ilk gelen zahir/açýk kýyas hükmünden vazgeçip farklý bir hükme gitmektir. Zira birincisinden daha dakik ve daha gizli, fakat delil bakýmýndan daha kuvvetli, bakýþ bakýmýndan ve sonuca varma bakýmýndan daha doðru baþka bir kýyastýr, diyorlar ve bunu “Hafî/kapalý kýyas” olarak isimlendiriyorlar. Buna örnek þudur:

“Ýki þahýs, ücretinin tamamý ikisinin üzerine borç olarak iki kiþiden bir araba satýn alsalar. Alacaklý olanlardan birisi borcun bir kýsmýný alýyor. Hâlbuki onun alýnaný kendi hissesi yerine saymasý hakký yoktur. Bilakis ortaðýnýn ondan hissesini talep etmesi hakký vardýr. Çünkü onun borçtan aldýðý miktar, ortaklaþa sattýklarý malýn fiyatýndandýr.  Yani iki ortaktan herhangi birisinin satýlan malýn ücretinden almasý iki ortak için almasýdýr. Onlardan birisinin kendisine düþen hissesi deðil. Alýnan bu miktar alan kiþinin elindeyken, diðer ortak hissesini almadan kayýp olduðunda, kýyasýn gereði, ikisinin hesabýndan yani þirketin hesabýndan kayýp olur. Fakat istihsanda, sadece o miktar alan kimsenin hissesinden kayýp sayýlýr. Çünkü aslýnda o, o miktarý alana bu hususta ortak olmak zorunda deðildir. Bilakis o, alýnan miktarý alana terk etmesi ve borçtan kalaný da kendi hissesine katmasý hakký vardýr.”  Ýþte kýyas istihsaný böyledir.

2- Zaruret istihsaný: Zorlayan bir zarurete ya da bir zorluðu gidermek veya bir ihtiyacý karþýlamak þeklinde bir gerekli maslahata bakarak hakkýnda kýyas hükmü olana ters düþmektir. Çünkü kýyas hükmü bazý meselelerde soruna veya sýkýntýya sebep oluyor. Ýþte o zaman, istihsana göre; kendisiyle sýkýntýnýn ortadan kaldýrýldýðý ve sorunun giderildiði baþka bir hükme gidilir. Buna örnek; ücretle çalýþandýr. Onun eli, ücretle tutulduðu hususta emanet eli sayýlýr. Kast olmaksýzýn onun ücretle tutulduðu o iþte bir zarar vermesi söz konusu olduðunda o, ondan tazmin ettirilmez. Mesela; bir kiþi, birisini elbise diktirmek için bir aylýðýna kiralasa, bu özel ücretli olur. Kasýt olmaksýzýn onun elinde o elbise telef olsa, ona tazmin ettirilmez/ödettirilmez. Çünkü onun eli emanet elidir. Bir kimse, herkese elbise diken terziye bir elbise diktirmek için kiralasa (ona sipariþ verse), o terzi genel ücretlidir. Onun elinde elbise telef olursa, onun eli de emanet eli olduðu için, ona tazmin ettirilmez. Fakat istihsanda, özel ücretliye tazmin ettirilmez, gücünün üstünde iþ kabul etmemesi için genel ücretliye tazmin ettirilir.

* Sünnet istihsanýna gelince: O, Sünnetle sabit olmuþ bir hususa muhalif oluþundan dolayý kýyasýn hükmünü terk etmektir. Buna örnek, Huzeyme’nin þahitliðidir. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onu, onun þahitliðini iki kiþinin þahitliði sayýp tek baþýna þahitliðini kabul ederek Huzeyme’ye hass kýlmýþtýr. Þöyle demiþtir:  من شهد له خزيمة أو شهد عليه فحسبه  “Huzeyme kime þahitlik yaparsa, ona yeter.”[7]  Huzeyme’nin þahitliðinin kabul edilmesi, kýyasý terk etmektir. Zira kýyasa göre o þahitlik kabul edilmez. Çünkü/ispat vasýtasý olmasý için yeter sayý iki erkek þahit olmasý veya bir erkek iki kadýn þahit olmasýdýr. Fakat nâss geçmesinden dolayý kýyas terk edilmiþtir.

* Ýcmâ istihsanýna gelince: O, kýyasýn gereðini terk edip, hakkýnda icmâ hâsýl olmuþ baþka bir hükme geçmektir. Buna örnek; eser sipariþle bir þey yaptýrma sözleþmesidir. Kýyas, mevcut olmayanýn satýþý olduðu için onun caiz olmamasýný gerektirir. Fakat onun caiz olduðuna dair icmâ oluþmuþtur.

Onlarýn Þer’î delil olarak itibar ettikleri “istihsan” iþte budur. Onun Þer’î delil olduðuna dair Kitaptan, Sünnetten ve Ýcmâdan delil getirdiler.

* Kitaptan delilleri, Allah’u Teâlâ’nýn þu sözleridir: الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ    “Onlar ki, dinleyip de sözün en güzeline uyarlar.”[8] وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ    “Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.”[9]

Ýki ayeti þöyle delil gösteriyorlar: Ýlk ayet, “sözün en güzeline tabi olaný” överek gelmiþtir. Ýkinci ayet ise, “indirilenin en güzeline tabi olmayý” emretmiþtir. Eðer “en güzel olan” hüccet olmasaydý, böyle olmazdý.

* Sünnetten delilleri de; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözüdür:   فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ     “Müslümanlarýn güzel gördüðü þey Allah katýnda da güzeldir.”[10]

* Ýcmâ’ya gelince: Kalma miktarý, su miktarý ve ücret belirlemeksizin, su taþýyanýn elinden alýp su içmenin ve hamama girmenin istihsana göre caiz olduðu hususundaki ümmetin icmâsýdýr.

Ýstihsanýn özeti, istihsan hakkýnda onu Þer’î delil olduðunu söyleyenlerin görüþlerinin ve delillerinin özeti iþte budur.

Gerçek olan ise, istihsan Þer’î delil sayýlmaz. Onlarýn getirdikleri tarifler, yorumlar ve deliller, onun Þer’î delil sayýlmasýna dair bir hüccet ortaya koymamaktadýr.

Tariflere gelince; delâlet ettikleri manalar bakýmýnda üç kýsýmdýr:

Birinci kýsým, þu sözleridir: “Müçtehidin zihninde etki yapan fakat onu ifade etmekten güçlük çektiði ve açýkça ortaya koyamadýðý delildir.” Bu tarif esasýndan batýldýr. Çünkü müçtehidin zihninde etki yapýp da müçtehidin ne olduðunu bilmediði delil, delil sayýlmaz. Ayrýca onun gerçekten bir delil mi yoksa fâsit bir vehim mi olduðu hususunda tereddüt içinde ise, ona baðlý kalmanýn yasak olduðu hususunda ihtilaf yoktur. Eðer onun Þer’î delillerden bir delil olduðu gerçekleþirse, kendisi açýsýndan ona baðlanmanýn caiz olduðu hususunda da bir ihtilaf yoktur. Fakat o istihsan olmaz, sadece delil almak olur. Baþkasý açýsýndan ise, onun alýnmasýnýn doðru olmasý için delil olduðunun gerçekleþtiðinin ifade edilmesine gereksinim vardýr. Her iki yönden de istihsan delil olmaz. Bundan dolayý bu tarife göre istihsan batýldýr

Ýkinci kýsým tariflerden ise tek bir mana anlaþýlýr. O tarifler þunlardýr: “Bir kýyastan daha kuvvetli bir kýyasa geçiþ gerekliliðidir.” “Kendisinden daha kuvvetli bir delille kýyasý tahsis etmektir.” “Daha kuvvetli bir husustan dolayý o meseleyi benzerlerinden ayýrmaktýr.” “Bir meselede o meselenin benzerlerine verilen hükümden vazgeçmeyi gerektiren bir gerekçe ile o hükmü býrakýp aksine bir hüküm vermektir.”

Bu tariflerin hepsi, tek bir manadýr. O da, daha kuvvetli bir delilden dolayý kýyasý terk etmektir. Ýstihsan için yapýlan bu tarif ve açýklamalarda geçen daha kuvvetli delilden kast edilen, Kitaptan veya Sünnetten bir nâss ise, bu istihsan deðildir, bu sadece nâssý tercihtir. Dolayýsýyla nâss ile delil getirmektir. Eðer daha kuvvetli delilden kast edilen, maslahattan uygun gören akýl ise, bu batýldýr. Çünkü kýyas, nâss ile sabit olan Þer’î bir illete bina olur. Akýl veya maslahat ise, ne bir nâsstýr ne de ondan daha kuvvetli baþka bir illettir. Bilakis onun Þer’î nâssla yani vahyin getirdiði ile bir alakasý yoktur. Onun için bu, nâsstan vazgeçiþtir, batýldýr.

Üçüncü kýsým tarif ise, onlarýn þu sözüdür: “Ýçtihat þekillerinden lafýzlarýn genelliðini kapsamayan bir içtihat þeklini ondan daha kuvvetli bir þekilden dolayý terk etmektir. Bu hatýra gelen ilk hüküm hakkýndadýr.” Bu tarif her ne kadar, zahirle delil getirmeyi terk edip baþka bir delile gitmek hususunda ikinci kýsým gibi olsa da, bununla ikinci kýsým arasýnda fark vardýr. Bu fark ise ikinci kýsmýn manasý, daha kuvvetli bir delilden dolayý kýyasýn terk edilmesidir. Fakat bu tarif geneldir. Çünkü bu, kýyas da olabilen baþkasý da olabilen zahir bir delili terk edip baþka delile gitmek demektir. Çünkü “içtihat þekillerinden bir içtihat þeklini terk etmek” deniliyor. Bu ise kýyastan daha geneldir. Ayrýca bu kýsým, kendisine yönelen daha kuvvetli yönü, hatýra ilk gelen hükümde kýlmýþtýr. Bu ise ikinci kýsýmdan farklýdýr. Zira o hatýra gelen ilk hükümle olmaz.

Bu üçüncü kýsma da ikinci kýsma verilen cevap verilir. Kendisinden daha kuvvetli olarak aniden akla gelen bir delil ile özel bir delilin hükmünden vazgeçip karþýt hükme geçmekte, aniden akla gelen delil eðer Kitaptan veya Sünnetten veya Sahabelerin Ýcmasýndan ise, onunla delil getirmek sýhati hususunda bir ihtilaf yoktur. Bu durumda istihsan olmaz. Eðer o daha kuvvetli delil; akýl ve maslahat ise o, Þer’î bir delilden daha kuvvetli olmasý bir yana, Þer’î bir delil dahi deðildir. Onun için onunla delil getirmek sahih olmaz. Bu durumda o hükmü veya delili terk etmek batýl olur. Buna binaen bu tarife göre istihsan reddolunur ve onun Þer’î bir delil sayýlmasý doðru olmaz. Çünkü iki durumdan birincisinde ya Kitap olur ya Sünnet olur, ya Sahabelerin Ýcmâsý olur. Ýstihsan olmaz. Ýkinci durumda ise, delili terk edip delil olmayana gitmek olduðu için batýl olur.

Bu izahat, istihsan için yapýlan tarifler ve açýklamalar yönünden idi. Ýstihsanlarýn kýsýmlarý yönünden izaha gelince: Ýlk iki kýsým olan kýyas istihsaný ve zaruret istihsaný batýldýrlar.

Kýyas istihsanýnýn batýl oluþu, istihsanýn tarifleri ve açýklamalarýnýn ikinci kýsmýnýn batýl oluþundan açýða çýkmaktadýr. O ise, bir meseleyi benzerlerinden ayrý tutmaktý. Ayrýca onu kapalý kýyas saymalarý da batýldýr. Çünkü onun kýyas ile alakasý yoktur. O ancak maslahatla ilgili bir illetlendirmedir. Örneðe gelince: bir tek satýþla tamamý satýlan ortak malýn ücretinden ortaklardan birisinin aldýðý miktarýn yok olmasý hakkýndaki hükümde ihtilaf edilmesi sahih deðildir. Çünkü o iki ortaktan birisi tarafýndan þirket/ortaklýk için alýnmýþ þirket malýndan yok olmuþtur. Çünkü ister satýlmýþ araba olsun ister onun ücreti olsun mal, þirketin malýdýr, o iki ortaktan birisinin malý deðildir. Dolayýsýyla onun yok olmasý, þirket malýnýn yok olmasýdýr, sadece o malý alan ortaðýn malýnýn yok olmasý deðildir.

Böylece burada istihsan ile Þeriatýn hükmünden ve Þer’î delillerden vazgeçip Þer’î olmayan bir hükme, nefislerin hevasýnýn hâkim kýlýnmasýna gidiyorlar. Zira birkaç þahsa ait ortak bir borç olduðunda bu, iki ortaða ait bir tek þahsýn borcu gibidir. Dolayýsýyla iki ortaktan birisi, o borçtan kendi hissesi miktarýný alýp, ikinci ortak ondan kendi hissesini almadan önce elinde yok olursa, bu yok oluþ ikisinin hesabýndan olur, sadece o miktarý alan ortaðýn hissesi hesabýndan deðil. Çünkü ortak; vekildir ve emindir. Onun eli de vekâlet eli ve emanet elidir. O borcu aldýðýnda hepsi için almýþ olur. O mal onun elinde yok olunca, o yok olmasýndan sorgulanmaz. Çünkü eli emanet elidir. Þer’î nâsslarýn kendisine delâlet ettiði Þer’î hüküm budur. Bu kýyas deðildir. Yani bu mesele, kýyas meselelerinden deðildir. Bu hüküm kýyasla sabit olmamýþtýr. Bu sadece þirket meselelerinden ve emanet meselelerinden bir meseledir. Bu, Sünnetten bir Þer’î delil ile sabit olmuþ hükümdür. Fakat istihsaný savunanlar, o ortaðýn aldýðý þeyi kendi hissesi saymasý hakkýnýn olmadýðý bilakis borçtaki ortaðýnýn alýnan miktardan hissesini ondan istemesi hakkýnýn olduðunu tasvip ediyor olmalarýna, “istihsan, o alýnan miktarýn yok olmasýnýn sadece onu alanýn hissesinden sayýlmasýný gerektirir” diyorlar. Böylece Þer’î hükmün gerektirdiðini terk edip, istihsan dýþýnda yani gördüðünde müçtehidin istihsaný dýþýnda, bir delil olmaksýzýn bir baþkasýna gidiyorlar. Buna da þunu bahane gösteriyorlar: O ikinci ortak, o borçtan alan ortaða aldýðý hususta ortak olmak zorunluluðu yoktur. Bilakis onun, alýnaný alana terk etmesi ve kalan borcu kendi hissesine katma hakký vardýr, ona ortak olma hakký da vardýr. Alýnanýn yok olmasýnýn iki ortaðý üzerine deðil de sadece alanýn üzerine olmasýný böyle delillendiriyorlar. Bu ise Þer’î delili terk etmektir ve heva ile hüküm vermektir.

Zaruret istihsanýna gelince: O zorlayan bir zarurete bakarak ya da bir zorluðu gidermek veya bir ihtiyacý karþýlamak þeklinde gerekli bir maslahata bakarak hakkýnda kýyas hükmüne ters düþmektedir. Böylece onlara göre zaruret istihsaný, Þeriatýn uygun görmesine göre deðil de müçtehidin aklýnýn uygun görmesine göre maslahatla ilgili hükümlere giden bir yol olmaktadýr. Þeriata ters düþmekle, maslahat gördüðü hususta akýla tabi olmaktýr. Dolayýsýyla Þer’î nâssý deðil de aklý ve maslahattan uygun gördüðünü hakim kýlmasýyla ve onu Þeriatýn delâlet ettiði Þer’î illete tercih edilmesiyle batýl oluþu açýktýr. Bu batýldýr, baþka söze de gerek yoktur. Mesela ücretli çalýþan örneðinde bu batýllýk ortadadýr. Zira genel ücretli tazmin ettirilip de özel ücretlinin tazmin ettirilmemesi, tercih ettiren olmaksýzýn yapýlan bir tercihtir ve Þer’î nâssa muhaliftir. Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem þöyle diyor:  لاضمان على مؤتمن    “Emanet edilene tazmin etmek yoktur.”[11] Böylece bir mal üzerinde emanetçi olan kimse kesinlikle tazmin ettirilmez. Çünkü hadisin  لا ضمان  -tabirinde nefiy  لا -lâm’ý cins içindir, ister özel ücretli olsun, ister genel ücretli olsun her emanetçiyi kapsar. Dolayýsýyla istihsan ile hüküm vermek; delili terk etmek ve heva ile hüküm vermektir. Zira o hüküm, hadisi terk edip aklýn uygun gördüðü maslahatla verilen hükümdür. Aklýn uygun gördüðü o maslahat ise, ortak ücretlinin daha fazla kazanmak hýrsý ile insanlarýn malýndan gücünden fazlasýný almayý kabul etmemeyi saðlamaktadýr. Zira bu durum insanlarýn malýnýn yok olmasýna yol açar. Onun için Rasul’ün hadisi terk edilmiþtir. Dolayýsýyla þüphe yoktur ki bu istihsan batýldýr, baþka söze gerek yoktur.

Buradan, kýyas istihsaný ve zaruret istihsaný olan ilk iki þekildeki istihsanýn batýl oluþu açýða çýkmaktadýr. Sünnet istihsaný ve icmâ istihsanýna gelince; bunlar istihsan deðildirler. Onlar sadece delillerin tercih edilmesidir. Zira Huzeyme’nin þahitliði örneðinde açýktýr ki, hadis kýyasa tercih edilmiþtir. Dolayýsýyla bu, delillerin tercihi konularýndandýr, istihsan ile alakasý yoktur. Sipariþle bir þey yaptýrmak konusunda da açýktýr ki, Sahabe Ýcmasý tercih edilmiþtir. Hâlbuki sipariþle bir þey yaptýrmak Sünnet ile sabittir. Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sipariþle bir mühür ve bir minber yaptýrmýþtýr. Dolayýsýyla sipariþle bir þey yaptýrmak, istihsandan deðildir.

Ayrýca istihsaný savunanlarýn ileri sürdükleri örnekler, Þer’î deliller ile sabittir. Zira bedeli, su miktarý ve kalma süresi belirlenmeksizin hamama girmek örneði; bedeli ve içilen suyun miktarý belirlemeksizin sucunun elinden su içmek örneði, hepsi de Sünnet ile sabittir. Zira bu, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in zamanda onun bilgisi ve takriri ile vukuu bulmuþtur. Dolayýsýyla bu, Takriri Sünnet delili ile sabittir, istihsan ile deðil.

Onlarýn istihsanýn hüccet olduðuna dair getirdikleri delillerin hepsi de bu hususta delil getirmek için uygun deðildirler. Çünkü o deliller, kast ettikleri usul ile ilgili manasýyla “istihsana” uygun düþmemektedirler. Þöyle ki:     الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ    “Onlar ki, dinleyip de sözün en güzeline uyarlar.”[12]   Bu ayette sözün en güzeline uymanýn vacib oluþana dair bir delâlet yoktur. Ayrýca “sözün en güzeline uymak” usul ile ilgili manasý ile “istihsana uymak” demek deðildir. Bilakis bu iki sözden birisi güzel diðeri en güzel olduðunda delile uymak zorunlu olur. 

وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ  “Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.”[13]  Bu ayette de, istihsanýn indirilmiþ olanýn en güzeli olmasý bir yana indirilmiþ bir delil olduðuna dair bir delâlet yoktur. Bu ayetin usul ile ilgili manasýyla istihsanla bir alakasý yoktur.

فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ     “Müslümanlarýn güzel gördüðü þey Allah katýnda da güzeldir”[14]   hadisine gelince;  Bu ancak, mubahlardan güzel gördükleri demektir. Farz, mendub, haram, mekruh, batýl, fâsid olduðuna dair hakkýnda delil olan hususlarda ise, Müslümanlarýn güzel gördüðüne tâbi olmak deðil, delile tâbi olmak vacib olur. Müslümanlarýn uygun gördüðüne tâbi olmak, þûrada söz konusudur, Þer’î hükme delil getirmek hakkýnda söz konusu deðildir. Dolayýsýyla Müslümanlarýn uygun gördüðü Þer’î delil deðildir, onlarla Þer’î hükme delil getirmek uygun olmaz. Ayrýca hadisin usul ile ilgili manasýnda “istihsan” ile bir alakasý kesinlikle yoktur.

Bütün bunlardan açýða çýkýyor ki; istihsan Þer’î bir delil deðildir. Bilakis o heva heves ile hüküm vermektir, o Þer’î delili terk edip aklýn maslahat olarak gördüðünü almaktýr. Ancak onun Þer’î delil olduðunu söyleyenlerin olmasýndan dolayý þüphetüd-delildir. Dolayýsýyla onlarýn onunla çýkartmýþ olduklarý hükümler Þer’î hüküm sayýlýr. Çünkü o þüpheli delildir.


[1] Ali Ýmran: 110

[2] Razîn, tahriç etti.

[3] Tirmizi, K. Menâkýb, 3595

[4] Nisa: 59

[5] Ebu Davud, K. Hudud, 3825

[6] Ahmed b. Hanbel, Müs. Basriyyîn, 18941

[7] Taberânî- El-Kebîr, Mecmu’ul-Zevâid, Fethu’l-Bârî

[8] Zümer: 18

[9] Zümer: 55

[10] Ahmed b. Hanbel, Müs, 4318

[11] Dârektenî

[12] Zümer: 18

[13] Zümer: 55

[14] Ahmed b. Hanbel, Müs, 4318