KÜLLÎ KAÝDELER


Kesin delillerle sabit Þer’î deliller hakkýndaki ve delil sanýlanlar hakkýndaki sözün sona ermesinden sonra; Þer’î deliller olmadýðýný, sadece herhangi bir hüküm gibi delillerden istinbat edilen Þer’î hükümler olduklarýný açýklamak için küllî kaideler ile delil getirmek hakkýnda izahat yapmak kaçýnýlmazdýr. Zira çoðu zaman hükme bir küllî kaide ve bir Þer’î tarif veya Þer’î bir hüküm ile delil getirildiði görülmektedir. Dolayýsýyla bunu iþiten kimse, küllî kaideyi hükme Þer’î delil sanmaktadýr, ya da Þer’î tarifi hükme Þer’î delil sanmaktadýr. Ya da Þer’î hükmü, hükme Þer’î delil sanmaktadýr. Belki de bunlarýn Þer’î delillerden olduðu vehmine kapýlýr. Hâlbuki gerçek öyle deðildir. Zira küllî kaideler, Þer’î tarifler ve Þer’î hükümler, bunlarýn tamamý her ne kadar isimleri farklý olsa da Þer’î hükümlerdir. Bir küllî kaide ile veya Þer’î tarif ile veya Þer’î hüküm ile hükme delil getirmek, hükme detay getirmek cinsindendir, delille delil getirmek cinsinden deðil.

Ancak, hükme bir küllî kaide veya Þer’î tarifle delil getirmek ile, hükme Þer’î hükümle delil getirmek arasýnda fark vardýr. Zira bir hükme küllî kaide veya tarif ile delil getirmek; hükme uygun olmasý bakýmýndan ve hükmün de kendisi için geldiði vakýaya uygun olmasý bakýmýndan delil ile delil getirmek þeklini alýr. Dolayýsýyla ona nâss muamelesi yapýlýr. O bir de, çözümün esasý olan fikirdir, doðrudan çözüm deðil. Hükme bir Þer’î hükümle delil getirmek böyle deðildir. Zira o, delil ile delil getirmek þeklini almayýp tatbik þeklini alýr. Dolayýsýyla hükmün bu vakýaya uygunluðu onun kendisi için geldiði vakýadan olup olmadýðý gözlemlenir. O, yani hüküm, çözümün esasý olan bir fikir deðildir, bilakis bir hükümdür, yani doðrudan çözümün kendisidir.

Bundan baþka küllî kaideler, Þer’î tarifler ve Þer’î hükümler, bunlarýn hepsi de Þer’î delilden istinbat edilmiþ tek bir þeydir. Zira küllî kaideler ve Þer’î tarifler küllî hükümlerdir. Þer’î hüküm ise, bir cüz’î hükümdür.

Onun için onlardan herhangi birisi Þer’î delillerden bir delil sayýlmaz. Bilakis o, Þer’î delilden istinbat edilmiþ bir Þer’î hükümdür.

Þer’î hükümdeki külliliðin ve cüz’iliðin idrak edilmesi için, bu isimlendirmenin hakikat cinsinden deðil de mecaz cinsinden olduðunun dikkate alýnmasý kaçýnýlmadýr. Zira külli’lik ve cüzi’lik, müfredin delaletlerindendir, mürekkebin delaletlerinden deðil. Dolayýsýyla onlara terkip delaletinde yer yoktur. “Þer’î hüküm” mürekkeb bir cümledir, müfred bir isim deðildir, ister “hüküm” olsun, ister “kaide” olsun, ister ise “tarif” olsun. Zira  لحم الميتة حرام  “ölü eti haramdýr” sözü, mürekkeb bir cümledir.  الإجارة عقد على المنفعة بعوض  “kira, bir bedel karþýlýðý menfaat üzerine sözleþmedir” sözü, mürekkeb bir cümledir.  الوسيلة إلى الحرام حرام  “harama vesile, haramdýr” sözü, mürekkeb bir cümledir. Böylece bunlara küllilik ve cüz’ilik dâhil olmaz. Çünkü onlar, ismin delaletlerindendirler, yani müfredin delaletlerindendirler.

Ancak, “küllik” isimde olduðunda; o, mefhuma birçok þeyin ortak olmasý uygun olandýr. Hayvan, insan, kâtip gibi. Tarif de; kendisine birçok þeyin ortak olmasý uygun olandýr. Zira icare tarifi, özel ücretliye, ortak ücretliye, ev kiralanmasýna, araba kiralanmasýna, arazi kiralanmasýna v.b. tam uygun düþmektedir. Ýþte o zaman onlara mecaz cinsinden “küllî hüküm” denilir. “Küllî kaide” de öyledir.

Ýsimde “cüz’ilik” olmasý; ona bir çok þeyin ortak olmasýnýn uygun olmadýðý hususlardandýr. Mesela; bir adama özel isim olarak “Zeyd”, bir kadýna özel isim olarak “Fatýma” denilmesi,  هو -o , هي –o kadýn, gibi zamirler. Þer’î hüküm de kendisine bir çok þeyin ortak olmadýðý hususlardandýr. “Ölü eti haramdýr”, “þarap içmek haramdýr” v.b. gibi. Zira bu hükümler sadece leþe ve þaraba uygun düþer. Dolayýsýyla iþte o zaman ona mecaz cinsinden “cüz’î hüküm” denir.

Böylece fertlerine delâlet etmesi ya da etmemesi bakýmýndan ona, mecaz olarak “küllî” ve “cüz’î” denildi. Fakat o, vakýasý bakýmýndan bir Þer’î delilden istinbat edilmiþ çýkartýlmýþ bir Þer’î hükümdür, bu yönden kaide, tarif ve hüküm arasýnda bir fark yoktur.

Küllî kaide, cüzlerine uygun düþen küllî hükümdür. Onun hüküm oluþu, Þeriat Koyucunun hitabýndan istinbat edilmiþ olmasýndandýr. Zira o, Þeriat Koyucunun hitabýnýn delâlet edilenidir. Onun küllî oluþu ise þundan dolayýdýr: Bir hüküm genel lafýzlardan bir lafza atfedilmemiþtir ki ona “genel hüküm” denilsin. Allah’u Teâlâ’nýn þu sözünde olduðu gibi:   وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ   “Allah, alýþ-veriþi helâl kýldý.”[1] Bu, alýþ-veriþin bütün çeþitlerine uygun düþer. Dolayýsýyla genel bir hükümdür.  حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ  “Ölü/hayvan eti/leþ ... size haram kýlýndý.”[2] Allah’u Teâlâ’nýn bu hükmü de her “leþe” uygun düþer. Dolayýsýyla genel bir hükümdür. Fakat küllî kaide olan küllî hüküm, bir hükmün küllî lafýzlardan bir lafza atfedilmesidir. Onun için ona “küllî” denilir. Bundan dolayý bu lafzýn delâlet edileni kapsamýna giren her hüküm, bu küllî hükmün fertlerinden bir fert deðil de detaylarýndan bir detay olur. Þu kaidelerde olduðu gibi: “Harama vesile haramdýr.” “Vacibin ancak kendisiyle tamamlandýðý þey de vacibtir.” v.b. Zira bu kaidelerde “haram” ve “vacib” Þer’î hükmü, “alýþ-veriþ mubahtýr” hükmü gibi genel bir lafza atfedilmemiþtir. O sadece “vesile” gibi “vacibin kendisi ile tamamlandýðý þey” gibi küllî bir lafza atfedilmiþtir. Onun için o hüküm küllidir.

Tarife gelince; hükmün küllî olan vakýasýnýn vasfýdýr. Onun için o da küllî kaide gibidir. Yani detaylarýna delâlet eden küllî hükümdür. Mesela; Þer’î hükmün tarifi gibi. Þer’î hüküm; “Þeriat koyucunun kullarýn fiilleriyle alakalý hitabýdýr.” Akdin tarifi gibi: “Mahallinde eseri sabit olan meþru bir þekilde icab ile kabulü birleþtirmektir.” Ýki tariften her birisi de küllî hükümdür. Çünkü Þer’î hükmün tarifinde; tarif edilen küllî bir lafýzla bildirilmiþtir. O da; “Þeriat Koyucunun hitabý” tabiridir. Zira bu tabirin mefhumuna birçok þeyin ortak olmasý uygundur. O, fiilin talebine, terkin talebine, serbest kýlmaya tam uygun düþmektedir. Onun için küllî bir tariftir. Akd tarifinde de, tarif edilen küllî bir lafýzla bildirilmiþtir. O da; “icab ve kabulün birleþmesi” tabiridir. Zira bu tabirin mefhumuna da bir çok þeyin ortak olmasý uygundur. Bu tabir; alýþ-veriþe, evlenmeye, kiraya, þirkete tam uygun düþmektedir. Onun için o bir küllî tariftir.

Ancak kaide, bazen genel olabilir, fakat çoðunlukla küllî olur, ayný þekil de tarif de bazen genel olabilir, fakat çoðunlukla küllî olur. Zira hüküm küllî bir lafza atfedilmiþ olduðunda, kaide küllî olur. Fakat hüküm genel bir lafza atfedilmiþ olduðunda kaide genel olur. Ayný þekil de tarif de, tarif edilen küllî bir lafýzla bildirildiðinde, tarif küllî olur. Fakat tarif edilen genel bir lafýzla bildirilmiþ olduðunda tarif de genel olur. Bunun izi tarifte açýða çýkar. Zira küllî tarifte detaylandýrma fertleri üzerinde deðil, detaylarý üzerinde yapýlýr. Genel tarifte ise, detaylandýrma, detaylarý üzerinde deðil de fertleri üzerinde yapýlýr. Küllî kaide de ayný þekildedir.

Genel kaide ile küllî kaide ve genel hüküm ile küllî hüküm arasýndaki farkýn göz önünde bulundurulmasý gerekir. “Genel” ve “genellik” kelimesi; lafýzlarýn dilde sîgalarýyla ya da manalarýyla derinliðe dalma yoluna sýnýrlandýrýlmaksýzýn birçok fertlere delâlet etmesi için konulmuþ olmasý demektir. “Mü’minler”, “kavim” gibi. “Küllî” kelimesi ile; mefhumuna bir çok þeyin ortak olmasý uygun düþen olmasý yaný sýra “hükmün” kendisine atfedilmesi göz önünde bulundurulur. Zira burada “küllî” kelimesi, küllî manada hükme delâlet eder. Allah’u Teâlâ’nýn; إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ  “Ancak mü’minler kardeþtir.”[3] sözü; genel bir kaidedir ve genel bir hükümdür, küllî bir kaide ve küllî bir hüküm deðil. Çünkü o, mü’minlerin kardeþ olmalarý hakkýnda bir hükümdür. Bu, belirli bir vasýfla genel hakkýnda bir hükümdür, belirli bir vasýfla küllî hakkýnda bir hüküm deðil. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözü böyle deðildir: الْعَجْمَاءِ جُرْحُها جُبَارٌ   “Hayvanlara aðýr ceza vermek (eziyet etmek) zorbalýktýr.”[4]  Zira bu söz, küllî bir kaidedir. Çünkü hayvanlara eziyet etmek hakkýnda bir hükümdür. O da onlarýn cezalandýrýlmamasýdýr. “Hayvanlara eziyet” kelimesi küllî bir lafýzdýr. Zira küllilik ancak lafýzda olur, terkibde deðil. Onun için “bu nâss, küllî bir nâss” denilmez. Çünkü küllilik terkib kapsamýnda olmaz. Dolayýsýyla nâsslarda, küllî nâsslar olmaz. Fakat “bu hüküm küllidir” denilir. Çünkü o, hükmün küllî bir lafza atfedilmesinden istinbat edilmiþtir.

Küllî kaideler; herhangi bir Þer’î hükmün istinbat edilmesi gibi fark etmeksizin ayný þekilde Þer’î nâsstan, ya da bir delilden ya da birkaç delilden istinbat edilirler. Ancak onlar hakkýndaki delil, illet gibi bir manayý ya da illeti içerir. Bu onu, bütün detaylarýna uygun düþen kýlar. Mesela; “Harama vesile haramdýr” kaidesi, “Vacibin ancak kendisiyle tamamlandýðý þey de vacibtir” kaidesi, “Topluluðun veya toplumun ihtiyaç duyduðu þeylerden olan her þey kamu mülkiyetidir” kaidesi gibi. Bunlardan her biri küllî kaidedir. Zira onlarýn delillerine bakýldýðýnda, hükmün delili, kendisine delalet ettiði gibi o hükümden kaynaklanan ya da onun neticesi olan baþka bir þeye de delâlet etmektedir. Dolayýsýyla o zaman onun illet gibi olduðu açýða çýkmaktadýr. Allah’u Teâlâ’nýn þu sözünde olduðu gibi:  وَلا تَسُبُّوا الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ    “Allah’tan baþkasýna tapanlara sövmeyin, sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.”[5]   فيسبوا  kelimesindeki  ف, harfi, onlarýn Allah’a sövmesinin sebebinin, sizin onlara sövmeniz olduðunu ifade eder. Bu ise, haram olan Allah’a sövmeye sebep olanýn haram kýlýndýðýný ifade etmektedir. Dolayýsýyla bu sanki illettir. Böylece, kâfir olanlara sövmenin nehyedilmesi, hükmün delilidir. Bu delil, hükme delaletinin yanýsýra,  فيسبوا الله  “sonra onlar da Allah’a ... söverler” diyerek, ondan kaynaklanan baþka bir þeye de delâlet etmektedir. Böylece bu ayetten; “Harama vesile haramdýr” kaidesi istinbat edilmiþtir.

Mesela; Allah’u Teâlâ’nýn þu sözleri gibi: فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ “Yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yýkayýn.”[6] ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ “Sonra akþama kadar orucu tamamlayýn.”[7]

Bu ayetlerde geçen  الى –“kadar” harfi, dirsekten bir kýsým yýkanmadýkça “dirseklere kadar elleri yýkamak” tamamlanmýþ olmaz. Zira gayenin hâsýl olmasý; gaye, gaye edilen yere dâhil olmadýkça gerçekleþmez. Bir dakika da olsa, akþamýn bir kýsmýna girmedikçe, orucun tamamlanmasý gerçekleþmez. Böylece çok az da olsa dirsekten bir kýsmýn yýkanmasý ve çok az da olsa akþam vaktinin bir kýsmýna girilmesi iki ayetin delâlet ile vacib olmaktadýr. Çünkü bunlar yapýlmadýkça vacib kýlýnan –ellerin yýkanmasý ve gündüz oruç tutmak- tamamlanmýyor. Dolayýsýyla bu gaye, vacib olan “ellerin yýkanmasýný”, gündüz oruç tutmayý” tamamlayan hususun vacib olduðunu ifade ediyor. Bu sanki illet gibi olmaktadýr. Böylece ayet hükme delâlet ediyor ve الى الليلgeceye/akþama kadar” derken de hükmü tamamlayan baþka bir þeye delâlet ediyor. Dolayýsýyla bu iki ayetten; “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandýðý þey de vacibtir” kaidesi istinbat edilmiþtir.

Mesela; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem diyor ki;   الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلا وَالنَّارِ   “Müslümanlar üç þeyde ortaktýrlar: Su, mera ve ateþ.”[8]  Yine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den sabit olmuþtur ki; O, Taif ve Medine halkýnýn suya ferdi mülkiyet olarak sahip olmalarýný tasvip etmiþtir. Ferdi mülkiyetle kendisine sahip olunmasýna izin verilen suyun halinden, toplumun kendisine ihtiyaç duymadýðý su olduðu anlaþýlmaktadýr. Dolayýsýyla insanlarýn üç þeyde ortak oluþlarýnýn illeti, onlarýn toplumun ihtiyaç duyduðu þeylerden olmasý olmaktadýr. Böylece delil hem hükme hem de illete delâlet etmiþtir. Yani delil, hükme delâlet etmiþtir ve hükmün konulmasý sebebi olan baþka bir þeye de delâlet etmiþtir. Böylece bu delilden; “Toplumun ihtiyaçlarýndan olan her husus kamu mülkiyetindendir” kaidesi istinbat edilmiþtir.

Bütün küllî kaideler böyledir. Bundan açýða çýkýyor ki, küllî kaide, hükmü bir küllî hüküm için –onun sebebi olduðundan dolayý yani ondan kaynaklandýðýndan dolayý- illet gibi yapmaktadýr. Ya da küllî bir hüküm için hükmü gerçek illet yapmaktadýr. Zira küllî kaide, detaylarýna uygun düþen küllî bir hükümdür. Onun için uygun düþtüðü her hükme küllî kaide uygulanýr. Aynen delilin getirdiði hükme uygulanmasý gibi. Küllî kaideye binaen kýyas yapýlmaz. Fakat onun detaylarý küllî kaidenin kapsamýna girer. Yani tamamen delilin delaleti kapsamýna girdiði gibi, detaylarý küllî kaidenin mefhumu ve mantuku kapsamýnda olur. Küllî kaide ile delil getirmek, delil ile delil getirmek gibi olur. Dolayýsýyla küllî kaideye kýyas muamelesi yapýlýr. Küllî kaidede olana muhalif bir Þer’î nâss geçmedikçe, kaidenin uygun düþtüðü her husus, kaidenin hükmünü alýr. Þer’î bir nâss geldiðinde nâssýn alýnýp kýyasýn geçersiz kýlýnmasýnda olduðu gibi küllî kaide de, kendisi ile çeliþen bir Þer’î nâssýn geçmesi durumunda Þer’î nâss alýnýr, küllî kaide geçersiz olur.

Ancak küllî kaideler, kýyas gibi bir Þer’î delil deðildirler, Þeriatýn asýllarýndan bir asýl deðildirler. Küllî kaide sadece diðer Þer’î hükümler gibi istinbat edilmiþ bir Þer’î hükümdür. Dolayýsýyla delil olmaz. Bunun için onun uygun düþtüðü husus, onun detaylandýrýlmasýndan ya da detaylandýrma mesabesinden sayýlýr.

Küllî tarif de küllî kaide gibidir. Zira onun uygun düþtüðü her husus, onun hükmünü alýr, ancak Þer’î bir nâss geçtiðinde nâss alýnýr.

Genel kaideye gelince: Mesela; “Helali haram, haramý helal kýlmadýkça Müslümanlar arasýnda barýþ caizdir.” “Zarar görmek de yok, zarar vermek de yok.” kaideleri gibi. Bunlar sadece fertlerine tatbik edilirler. Genelin, bütün fertlerini kapsamasý gibi, genel kaide de fertlerini kapsar. Ancak Þer’î bir nâss geçerse kaide ilga edilir, nâss alýnýr.

Genel tarif de aynen böyledir. Genel kaide eðer bu iki kaidede olduðu gibi kendisi Þer’î nâss ise, nâss olduðundan dolayý Þer’î delil sayýlýr. Nâss deðilse, delil sayýlmaz sadece detaylandýrýlan Þer’î hüküm sayýlýr. Genel tarif de genel kaide gibidir.

Muteber kaideler, ancak bir Þer’î delilden Þer’î istinbat yöntemi ile istinbat edilmiþ kaidelerdir. Þer’î olmayan yöntemle istinbat edilmiþ kaidelere ise, itibar edilmez ve bir deðerleri de yoktur.

Bunun için bazýlarýnýn þu sözleri Þer’î kaidelerden deðildir: “Sözleþmelerde dikkate alýnan husus, maksatlar ve manalardýr, lafýzlar ve þekiller deðil.” Çünkü bu söz, bir Þer’î delilden istinbat edilmemiþtir. O sadece eski Fransýz medeni kanundan alýnmýþtýr. Zira kaidenin manasý; sözleþmelerde itibarýn niyette olmasý yani sözleþmelerde itibarýn gerekçeleri olmasý demektir. Buna “nâssýn ruhu” diyorlar. Onlarýn yazýlý sözlü nâssý ve onun mantuk ve mefhum olarak delâlet etmediði hususu kast ederek “nâss olarak ve ruhen” dediklerini görürsün. “Nâssýn ruhu” ile kast ettikleri; kendilerine söz delâlet etmese de, konuyu kuþatan durumlarýn ve konumlarýn kendisine delâlet ettikleri husustur. Bu, Batý hukukçularýnýn “ruhi eðilim” diye isimlendirdikleridir. Bunu, durumlar ve konumlara itibar etmeksizin mefhum ve mantuk olarak nâssýn delâlet ile sýnýrlandýrmak olan “maddi eðilim”in karþýtý olarak söylüyorlar.

Dolayýsýyla bu; “sözleþmelerde dikkate alýnan husus, maksatlar ve manalardýr, lafýzlar ve þekiller deðil” kaidesi, sanki eski Fransýz medeni kanunlarýndan kelimesi kelimesine tercüme edilmiþ olmaktadýr. Onun için bu kaide ve benzerleri Þeriattan ve Þer’î kaidelerden sayýlmazlar. Çünkü onlar Þer’î hükümler deðildirler. Bunun yaný sýra onlar küllî hükümler de deðildirler. Bu kaideler Þer’î bir delilden alýnmamýþtýrlar, üstelik bir küfür fýkhýndan alýnmýþtýrlar.

Onlarýn bu kaideye Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözünden delil getirmeye çalýþmalarýna gelince;    إِنَّمَا الأعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ “Ameller niyetlere göredir.”[9]  Bu sözün bu kaide ile bir alakasý yoktur. Çünkü  إنما الأعمال  “Ameller...” diyor. “sözleþmeler” ve “tasarruflar” demiyor. Þeriat, sözleþmelere sîgalarýyla itibar etmiþtir, sözleþme taraflarýnýn niyeti ile deðil ya da sözleþmenin durumlarý ile deðil. Tasarruflara da Þer’î þartlarý ile itibar etmiþtir, tasarrufta bulunanýn niyeti ve durumlarý ile deðil.

Amellerden kast olunan, sözlerden kast olunandan baþkasýdýr. Onun için “sözleþmeler” denilir, yani sözler demektir. Sözleþmelere, sözlü tasarruflar denilir. Tahdid sadece sözlü tasarruflar ve sözleþmelere uygun düþer, mantuk anlamda amellere deðil. Zira ameller ile sözleþmeler ve tasarruflar arasýnda çok büyük fark vardýr. Namaz, hac, zekât amellerdir, onlarda niyete itibar edilir, alýþ-veriþ, vakýf, vasiyet sözleþmelerdir ve tasarruflardýr. Onlarda niyetin bir kýymeti yoktur.

Buradan bu kaidelerin, Þeriatýn hükümleri ile çeliþkisi açýða çýkmaktadýr. Þeriattan istinbat edilmemiþ diðer kaideler de böyledir

Bazý fakihler bir takým kaideleri Þer’î deliller konumunda görmüþlerdir, o kaidelerden bir kýsmý Þeriattan istinbat edilmiþtir, bir kýsmý da Þeriattan istinbat edilmemiþtir. Þeriattan istinbat edilene örnek; “istishab” kaidesi, “zarar” kaidesi gibi. Bunlar Þer’î kaidelerden sayýlýrlar. Çünkü onlarla ilgili Þer’î deliller vardýr. Þeriattan istinbat edilmeyen kaidelere örnek; “örf” kaidesi, “amellerin sonuçlarý” kaidesi gibi. Bunlar Þer’î kaidelerden sayýlmazlar. Çünkü onlarla ilgili Þer’î deliller yoktur. Hatta bazý müçtehitler, örfü sadece Þer’î kaide yapmadýlar. Þer’î hüküm koymanýn asýllarýndan bir asýl, Þer’î delillerden bir delil yaptýlar. Hâlbuki gerçek bu deðildir. Zira bu kaideler asýllardan bir asýl deðildir, hatta bir Þer’î kaide bile deðildirler.


[1] Bakara: 275

[2] Maide: 3

[3] Hucurat: 10

[4] Nesei, K. Zekât, 2450

[5] En’am: 108

[6] Maide: 6

[7] Bakara: 187

[8] Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Ensâr, 22004

[9] Buhari, K. Bede’e’l Vahî, 1