Kesin delillerle sabit Þer’î deliller hakkýndaki ve delil
sanýlanlar hakkýndaki sözün sona ermesinden sonra; Þer’î
deliller olmadýðýný, sadece herhangi bir hüküm gibi delillerden
istinbat edilen Þer’î hükümler olduklarýný açýklamak için küllî
kaideler ile delil getirmek hakkýnda izahat yapmak
kaçýnýlmazdýr. Zira çoðu zaman hükme bir küllî kaide ve bir
Þer’î tarif veya Þer’î bir hüküm ile delil getirildiði
görülmektedir. Dolayýsýyla bunu iþiten kimse, küllî kaideyi
hükme Þer’î delil sanmaktadýr, ya da Þer’î tarifi hükme Þer’î
delil sanmaktadýr. Ya da Þer’î hükmü, hükme Þer’î delil
sanmaktadýr. Belki de bunlarýn Þer’î delillerden olduðu vehmine
kapýlýr. Hâlbuki gerçek öyle deðildir. Zira küllî kaideler,
Þer’î tarifler ve Þer’î hükümler, bunlarýn tamamý her ne kadar
isimleri farklý olsa da Þer’î hükümlerdir. Bir küllî kaide ile
veya Þer’î tarif ile veya Þer’î hüküm ile hükme delil getirmek,
hükme detay getirmek cinsindendir, delille delil getirmek
cinsinden deðil.
Ancak, hükme bir küllî kaide veya Þer’î tarifle delil getirmek
ile, hükme Þer’î hükümle delil getirmek arasýnda fark vardýr.
Zira bir hükme küllî kaide veya tarif ile delil getirmek; hükme
uygun olmasý bakýmýndan ve hükmün de kendisi için geldiði
vakýaya uygun olmasý bakýmýndan delil ile delil getirmek þeklini
alýr. Dolayýsýyla ona nâss muamelesi yapýlýr. O bir de, çözümün
esasý olan fikirdir, doðrudan çözüm deðil. Hükme bir Þer’î
hükümle delil getirmek böyle deðildir. Zira o, delil ile delil
getirmek þeklini almayýp tatbik þeklini alýr. Dolayýsýyla hükmün
bu vakýaya uygunluðu onun kendisi için geldiði vakýadan olup
olmadýðý gözlemlenir. O, yani hüküm, çözümün esasý olan bir
fikir deðildir, bilakis bir hükümdür, yani doðrudan çözümün
kendisidir.
Bundan baþka küllî kaideler, Þer’î tarifler ve Þer’î hükümler,
bunlarýn hepsi de Þer’î delilden istinbat edilmiþ tek bir
þeydir. Zira küllî kaideler ve Þer’î tarifler küllî hükümlerdir.
Þer’î hüküm ise, bir cüz’î hükümdür.
Onun için onlardan herhangi birisi Þer’î delillerden bir delil
sayýlmaz. Bilakis o, Þer’î delilden istinbat edilmiþ bir Þer’î
hükümdür.
Þer’î hükümdeki külliliðin ve cüz’iliðin idrak edilmesi için, bu
isimlendirmenin hakikat cinsinden deðil de mecaz cinsinden
olduðunun dikkate alýnmasý kaçýnýlmadýr. Zira külli’lik ve
cüzi’lik, müfredin delaletlerindendir, mürekkebin
delaletlerinden deðil. Dolayýsýyla onlara terkip delaletinde yer
yoktur. “Þer’î hüküm” mürekkeb bir cümledir, müfred bir isim
deðildir, ister “hüküm” olsun, ister “kaide” olsun, ister ise
“tarif” olsun. Zira لحم الميتة
حرام “ölü eti haramdýr” sözü, mürekkeb bir
cümledir. الإجارة عقد على
المنفعة بعوض “kira, bir bedel karþýlýðý menfaat
üzerine sözleþmedir” sözü, mürekkeb bir cümledir.
الوسيلة إلى الحرام حرام
“harama vesile, haramdýr” sözü, mürekkeb bir cümledir. Böylece
bunlara küllilik ve cüz’ilik dâhil olmaz. Çünkü onlar, ismin
delaletlerindendirler, yani müfredin delaletlerindendirler.
Ancak, “küllik” isimde olduðunda; o, mefhuma birçok þeyin ortak
olmasý uygun olandýr. Hayvan, insan, kâtip gibi. Tarif de;
kendisine birçok þeyin ortak olmasý uygun olandýr. Zira icare
tarifi, özel ücretliye, ortak ücretliye, ev kiralanmasýna, araba
kiralanmasýna, arazi kiralanmasýna v.b. tam uygun düþmektedir.
Ýþte o zaman onlara mecaz cinsinden “küllî hüküm” denilir.
“Küllî kaide” de öyledir.
Ýsimde “cüz’ilik” olmasý; ona bir çok þeyin ortak olmasýnýn
uygun olmadýðý hususlardandýr. Mesela; bir adama özel isim
olarak “Zeyd”, bir kadýna özel isim olarak “Fatýma” denilmesi,
هو -o ,
هي –o kadýn, gibi
zamirler. Þer’î hüküm de kendisine bir çok þeyin ortak olmadýðý
hususlardandýr. “Ölü eti haramdýr”, “þarap içmek haramdýr” v.b.
gibi. Zira bu hükümler sadece leþe ve þaraba uygun düþer.
Dolayýsýyla iþte o zaman ona mecaz cinsinden “cüz’î hüküm”
denir.
Böylece fertlerine delâlet etmesi ya da etmemesi bakýmýndan ona,
mecaz olarak “küllî” ve “cüz’î” denildi. Fakat o, vakýasý
bakýmýndan bir Þer’î delilden istinbat edilmiþ çýkartýlmýþ bir
Þer’î hükümdür, bu yönden kaide, tarif ve hüküm arasýnda bir
fark yoktur.
Küllî kaide, cüzlerine uygun düþen küllî hükümdür. Onun
hüküm oluþu, Þeriat Koyucunun hitabýndan istinbat edilmiþ
olmasýndandýr. Zira o, Þeriat Koyucunun hitabýnýn delâlet
edilenidir. Onun küllî oluþu ise þundan dolayýdýr: Bir hüküm
genel lafýzlardan bir lafza atfedilmemiþtir ki ona “genel hüküm”
denilsin. Allah’u Teâlâ’nýn þu sözünde olduðu gibi:
وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ
“Allah, alýþ-veriþi helâl kýldý.”
Bu, alýþ-veriþin bütün çeþitlerine uygun düþer. Dolayýsýyla
genel bir hükümdür. حُرِّمَتْ
عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ “Ölü/hayvan eti/leþ ... size
haram kýlýndý.”
Allah’u Teâlâ’nýn bu hükmü de her “leþe” uygun düþer.
Dolayýsýyla genel bir hükümdür. Fakat küllî kaide olan küllî
hüküm, bir hükmün küllî lafýzlardan bir lafza atfedilmesidir.
Onun için ona “küllî” denilir. Bundan dolayý bu lafzýn delâlet
edileni kapsamýna giren her hüküm, bu küllî hükmün fertlerinden
bir fert deðil de detaylarýndan bir detay olur. Þu kaidelerde
olduðu gibi: “Harama vesile haramdýr.” “Vacibin ancak kendisiyle
tamamlandýðý þey de vacibtir.” v.b. Zira bu kaidelerde “haram”
ve “vacib” Þer’î hükmü, “alýþ-veriþ mubahtýr” hükmü gibi genel
bir lafza atfedilmemiþtir. O sadece “vesile” gibi “vacibin
kendisi ile tamamlandýðý þey” gibi küllî bir lafza
atfedilmiþtir. Onun için o hüküm küllidir.
Tarife gelince; hükmün küllî olan vakýasýnýn vasfýdýr. Onun için
o da küllî kaide gibidir. Yani detaylarýna delâlet eden küllî
hükümdür. Mesela; Þer’î hükmün tarifi gibi. Þer’î hüküm; “Þeriat
koyucunun kullarýn fiilleriyle alakalý hitabýdýr.” Akdin tarifi
gibi: “Mahallinde eseri sabit olan meþru bir þekilde icab ile
kabulü birleþtirmektir.” Ýki tariften her birisi de küllî
hükümdür. Çünkü Þer’î hükmün tarifinde; tarif edilen küllî bir
lafýzla bildirilmiþtir. O da; “Þeriat Koyucunun hitabý”
tabiridir. Zira bu tabirin mefhumuna birçok þeyin ortak olmasý
uygundur. O, fiilin talebine, terkin talebine, serbest kýlmaya
tam uygun düþmektedir. Onun için küllî bir tariftir. Akd
tarifinde de, tarif edilen küllî bir lafýzla bildirilmiþtir. O
da; “icab ve kabulün birleþmesi” tabiridir. Zira bu tabirin
mefhumuna da bir çok þeyin ortak olmasý uygundur. Bu tabir;
alýþ-veriþe, evlenmeye, kiraya, þirkete tam uygun düþmektedir.
Onun için o bir küllî tariftir.
Ancak kaide, bazen genel olabilir, fakat çoðunlukla küllî olur,
ayný þekil de tarif de bazen genel olabilir, fakat çoðunlukla
küllî olur. Zira hüküm küllî bir lafza atfedilmiþ olduðunda,
kaide küllî olur. Fakat hüküm genel bir lafza atfedilmiþ
olduðunda kaide genel olur. Ayný þekil de tarif de, tarif edilen
küllî bir lafýzla bildirildiðinde, tarif küllî olur. Fakat tarif
edilen genel bir lafýzla bildirilmiþ olduðunda tarif de genel
olur. Bunun izi tarifte açýða çýkar. Zira küllî tarifte
detaylandýrma fertleri üzerinde deðil, detaylarý üzerinde
yapýlýr. Genel tarifte ise, detaylandýrma, detaylarý üzerinde
deðil de fertleri üzerinde yapýlýr. Küllî kaide de ayný
þekildedir.
Genel kaide ile küllî kaide ve genel hüküm ile küllî hüküm
arasýndaki farkýn göz önünde bulundurulmasý gerekir. “Genel” ve
“genellik” kelimesi; lafýzlarýn dilde sîgalarýyla ya da
manalarýyla derinliðe dalma yoluna sýnýrlandýrýlmaksýzýn birçok
fertlere delâlet etmesi için konulmuþ olmasý demektir. “Mü’minler”,
“kavim” gibi. “Küllî” kelimesi ile; mefhumuna bir çok þeyin
ortak olmasý uygun düþen olmasý yaný sýra “hükmün” kendisine
atfedilmesi göz önünde bulundurulur. Zira burada “küllî”
kelimesi, küllî manada hükme delâlet eder. Allah’u Teâlâ’nýn;
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
“Ancak mü’minler kardeþtir.”
sözü; genel bir kaidedir ve genel bir hükümdür, küllî bir
kaide ve küllî bir hüküm deðil. Çünkü o, mü’minlerin kardeþ
olmalarý hakkýnda bir hükümdür. Bu, belirli bir vasýfla genel
hakkýnda bir hükümdür, belirli bir vasýfla küllî hakkýnda bir
hüküm deðil. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þu sözü böyle deðildir:
الْعَجْمَاءِ جُرْحُها جُبَارٌ “Hayvanlara aðýr
ceza vermek (eziyet etmek) zorbalýktýr.”
Zira bu söz, küllî bir kaidedir. Çünkü hayvanlara eziyet etmek
hakkýnda bir hükümdür. O da onlarýn cezalandýrýlmamasýdýr.
“Hayvanlara eziyet” kelimesi küllî bir lafýzdýr. Zira küllilik
ancak lafýzda olur, terkibde deðil. Onun için “bu nâss, küllî
bir nâss” denilmez. Çünkü küllilik terkib kapsamýnda olmaz.
Dolayýsýyla nâsslarda, küllî nâsslar olmaz. Fakat “bu hüküm
küllidir” denilir. Çünkü o, hükmün küllî bir lafza
atfedilmesinden istinbat edilmiþtir.
Küllî kaideler; herhangi bir Þer’î hükmün istinbat edilmesi gibi
fark etmeksizin ayný þekilde Þer’î nâsstan, ya da bir delilden
ya da birkaç delilden istinbat edilirler. Ancak onlar hakkýndaki
delil, illet gibi bir manayý ya da illeti içerir. Bu onu, bütün
detaylarýna uygun düþen kýlar. Mesela; “Harama vesile haramdýr”
kaidesi, “Vacibin ancak kendisiyle tamamlandýðý þey de vacibtir”
kaidesi, “Topluluðun veya toplumun ihtiyaç duyduðu þeylerden
olan her þey kamu mülkiyetidir” kaidesi gibi. Bunlardan her biri
küllî kaidedir. Zira onlarýn delillerine bakýldýðýnda, hükmün
delili, kendisine delalet ettiði gibi o hükümden kaynaklanan ya
da onun neticesi olan baþka bir þeye de delâlet etmektedir.
Dolayýsýyla o zaman onun illet gibi olduðu açýða çýkmaktadýr.
Allah’u Teâlâ’nýn þu sözünde olduðu gibi:
وَلا تَسُبُّوا الَّذِينَ يَدْعُونَ
مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ
“Allah’tan baþkasýna tapanlara sövmeyin, sonra onlar da
bilmeyerek Allah’a söverler.”
فيسبوا
kelimesindeki ف –Fâ,
harfi, onlarýn Allah’a sövmesinin sebebinin, sizin onlara
sövmeniz olduðunu ifade eder. Bu ise, haram olan Allah’a sövmeye
sebep olanýn haram kýlýndýðýný ifade etmektedir. Dolayýsýyla bu
sanki illettir. Böylece, kâfir olanlara sövmenin nehyedilmesi,
hükmün delilidir. Bu delil, hükme delaletinin yanýsýra,
فيسبوا الله “sonra
onlar da Allah’a ... söverler” diyerek, ondan kaynaklanan
baþka bir þeye de delâlet etmektedir. Böylece bu ayetten;
“Harama vesile haramdýr” kaidesi istinbat edilmiþtir.
Mesela; Allah’u Teâlâ’nýn þu sözleri gibi:
فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ
وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ “Yüzlerinizi,
dirseklerinize kadar ellerinizi yýkayýn.”
ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى
اللَّيْلِ “Sonra akþama kadar orucu tamamlayýn.”
Bu ayetlerde geçen الى
–“kadar” harfi, dirsekten bir kýsým yýkanmadýkça “dirseklere
kadar elleri yýkamak” tamamlanmýþ olmaz. Zira gayenin hâsýl
olmasý; gaye, gaye edilen yere dâhil olmadýkça gerçekleþmez. Bir
dakika da olsa, akþamýn bir kýsmýna girmedikçe, orucun
tamamlanmasý gerçekleþmez. Böylece çok az da olsa dirsekten bir
kýsmýn yýkanmasý ve çok az da olsa akþam vaktinin bir kýsmýna
girilmesi iki ayetin delâlet ile vacib olmaktadýr. Çünkü bunlar
yapýlmadýkça vacib kýlýnan –ellerin yýkanmasý ve gündüz oruç
tutmak- tamamlanmýyor. Dolayýsýyla bu gaye, vacib olan “ellerin
yýkanmasýný”, gündüz oruç tutmayý” tamamlayan hususun vacib
olduðunu ifade ediyor. Bu sanki illet gibi olmaktadýr. Böylece
ayet hükme delâlet ediyor ve الى
الليل “geceye/akþama kadar” derken de hükmü
tamamlayan baþka bir þeye delâlet ediyor. Dolayýsýyla bu iki
ayetten; “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandýðý þey de
vacibtir” kaidesi istinbat edilmiþtir.
Mesela; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem diyor
ki; الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ
فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلا وَالنَّارِ
“Müslümanlar üç þeyde ortaktýrlar: Su, mera ve ateþ.”
Yine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
sabit olmuþtur ki; O, Taif ve Medine halkýnýn suya ferdi
mülkiyet olarak sahip olmalarýný tasvip etmiþtir. Ferdi
mülkiyetle kendisine sahip olunmasýna izin verilen suyun
halinden, toplumun kendisine ihtiyaç duymadýðý su olduðu
anlaþýlmaktadýr. Dolayýsýyla insanlarýn üç þeyde ortak
oluþlarýnýn illeti, onlarýn toplumun ihtiyaç duyduðu þeylerden
olmasý olmaktadýr. Böylece delil hem hükme hem de illete delâlet
etmiþtir. Yani delil, hükme delâlet etmiþtir ve hükmün konulmasý
sebebi olan baþka bir þeye de delâlet etmiþtir. Böylece bu
delilden; “Toplumun ihtiyaçlarýndan olan her husus kamu
mülkiyetindendir” kaidesi istinbat edilmiþtir.
Bütün küllî kaideler böyledir. Bundan açýða çýkýyor ki, küllî
kaide, hükmü bir küllî hüküm için –onun sebebi olduðundan dolayý
yani ondan kaynaklandýðýndan dolayý- illet gibi yapmaktadýr. Ya
da küllî bir hüküm için hükmü gerçek illet yapmaktadýr. Zira
küllî kaide, detaylarýna uygun düþen küllî bir hükümdür. Onun
için uygun düþtüðü her hükme küllî kaide uygulanýr. Aynen
delilin getirdiði hükme uygulanmasý gibi. Küllî kaideye binaen
kýyas yapýlmaz. Fakat onun detaylarý küllî kaidenin kapsamýna
girer. Yani tamamen delilin delaleti kapsamýna girdiði gibi,
detaylarý küllî kaidenin mefhumu ve mantuku kapsamýnda olur.
Küllî kaide ile delil getirmek, delil ile delil getirmek gibi
olur. Dolayýsýyla küllî kaideye kýyas muamelesi yapýlýr. Küllî
kaidede olana muhalif bir Þer’î nâss geçmedikçe, kaidenin uygun
düþtüðü her husus, kaidenin hükmünü alýr. Þer’î bir nâss
geldiðinde nâssýn alýnýp kýyasýn geçersiz kýlýnmasýnda olduðu
gibi küllî kaide de, kendisi ile çeliþen bir Þer’î nâssýn
geçmesi durumunda Þer’î nâss alýnýr, küllî kaide geçersiz olur.
Ancak küllî kaideler, kýyas gibi bir Þer’î delil deðildirler,
Þeriatýn asýllarýndan bir asýl deðildirler. Küllî kaide sadece
diðer Þer’î hükümler gibi istinbat edilmiþ bir Þer’î hükümdür.
Dolayýsýyla delil olmaz. Bunun için onun uygun düþtüðü husus,
onun detaylandýrýlmasýndan ya da detaylandýrma mesabesinden
sayýlýr.
Küllî tarif de küllî kaide gibidir. Zira onun uygun düþtüðü her
husus, onun hükmünü alýr, ancak Þer’î bir nâss geçtiðinde nâss
alýnýr.
Genel kaideye gelince: Mesela; “Helali haram, haramý helal
kýlmadýkça Müslümanlar arasýnda barýþ caizdir.” “Zarar görmek de
yok, zarar vermek de yok.” kaideleri gibi. Bunlar sadece
fertlerine tatbik edilirler. Genelin, bütün fertlerini kapsamasý
gibi, genel kaide de fertlerini kapsar. Ancak Þer’î bir nâss
geçerse kaide ilga edilir, nâss alýnýr.
Genel tarif de aynen böyledir. Genel kaide eðer bu iki kaidede
olduðu gibi kendisi Þer’î nâss ise, nâss olduðundan dolayý Þer’î
delil sayýlýr. Nâss deðilse, delil sayýlmaz sadece
detaylandýrýlan Þer’î hüküm sayýlýr. Genel tarif de genel kaide
gibidir.
Muteber kaideler, ancak bir Þer’î delilden Þer’î istinbat
yöntemi ile istinbat edilmiþ kaidelerdir. Þer’î olmayan yöntemle
istinbat edilmiþ kaidelere ise, itibar edilmez ve bir deðerleri
de yoktur.
Bunun için bazýlarýnýn þu sözleri Þer’î kaidelerden deðildir:
“Sözleþmelerde dikkate alýnan husus, maksatlar ve manalardýr,
lafýzlar ve þekiller deðil.” Çünkü bu söz, bir Þer’î delilden
istinbat edilmemiþtir. O sadece eski Fransýz medeni kanundan
alýnmýþtýr. Zira kaidenin manasý; sözleþmelerde itibarýn niyette
olmasý yani sözleþmelerde itibarýn gerekçeleri olmasý demektir.
Buna “nâssýn ruhu” diyorlar. Onlarýn yazýlý sözlü nâssý ve onun
mantuk ve mefhum olarak delâlet etmediði hususu kast ederek
“nâss olarak ve ruhen” dediklerini görürsün. “Nâssýn ruhu” ile
kast ettikleri; kendilerine söz delâlet etmese de, konuyu
kuþatan durumlarýn ve konumlarýn kendisine delâlet ettikleri
husustur. Bu, Batý hukukçularýnýn “ruhi eðilim” diye
isimlendirdikleridir. Bunu, durumlar ve konumlara itibar
etmeksizin mefhum ve mantuk olarak nâssýn delâlet ile
sýnýrlandýrmak olan “maddi eðilim”in karþýtý olarak söylüyorlar.
Dolayýsýyla bu; “sözleþmelerde dikkate alýnan husus, maksatlar
ve manalardýr, lafýzlar ve þekiller deðil” kaidesi, sanki eski
Fransýz medeni kanunlarýndan kelimesi kelimesine tercüme edilmiþ
olmaktadýr. Onun için bu kaide ve benzerleri Þeriattan ve Þer’î
kaidelerden sayýlmazlar. Çünkü onlar Þer’î hükümler deðildirler.
Bunun yaný sýra onlar küllî hükümler de deðildirler. Bu kaideler
Þer’î bir delilden alýnmamýþtýrlar, üstelik bir küfür fýkhýndan
alýnmýþtýrlar.
Onlarýn bu kaideye Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
þu sözünden delil getirmeye çalýþmalarýna gelince;
إِنَّمَا الأعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ
“Ameller niyetlere göredir.”
Bu sözün bu kaide ile bir alakasý yoktur. Çünkü
إنما الأعمال “Ameller...”
diyor. “sözleþmeler” ve “tasarruflar” demiyor. Þeriat,
sözleþmelere sîgalarýyla itibar etmiþtir, sözleþme taraflarýnýn
niyeti ile deðil ya da sözleþmenin durumlarý ile deðil.
Tasarruflara da Þer’î þartlarý ile itibar etmiþtir, tasarrufta
bulunanýn niyeti ve durumlarý ile deðil.
Amellerden kast olunan, sözlerden kast olunandan baþkasýdýr.
Onun için “sözleþmeler” denilir, yani sözler demektir.
Sözleþmelere, sözlü tasarruflar denilir. Tahdid sadece sözlü
tasarruflar ve sözleþmelere uygun düþer, mantuk anlamda amellere
deðil. Zira ameller ile sözleþmeler ve tasarruflar arasýnda çok
büyük fark vardýr. Namaz, hac, zekât amellerdir, onlarda niyete
itibar edilir, alýþ-veriþ, vakýf, vasiyet sözleþmelerdir ve
tasarruflardýr. Onlarda niyetin bir kýymeti yoktur.
Buradan bu kaidelerin, Þeriatýn hükümleri ile çeliþkisi açýða
çýkmaktadýr. Þeriattan istinbat edilmemiþ diðer kaideler de
böyledir
Bazý fakihler bir takým kaideleri Þer’î deliller konumunda
görmüþlerdir, o kaidelerden bir kýsmý Þeriattan istinbat
edilmiþtir, bir kýsmý da Þeriattan istinbat edilmemiþtir.
Þeriattan istinbat edilene örnek; “istishab” kaidesi, “zarar”
kaidesi gibi. Bunlar Þer’î kaidelerden sayýlýrlar. Çünkü onlarla
ilgili Þer’î deliller vardýr. Þeriattan istinbat edilmeyen
kaidelere örnek; “örf” kaidesi, “amellerin sonuçlarý” kaidesi
gibi. Bunlar Þer’î kaidelerden sayýlmazlar. Çünkü onlarla ilgili
Þer’î deliller yoktur. Hatta bazý müçtehitler, örfü sadece Þer’î
kaide yapmadýlar. Þer’î hüküm koymanýn asýllarýndan bir asýl,
Þer’î delillerden bir delil yaptýlar. Hâlbuki gerçek bu
deðildir. Zira bu kaideler asýllardan bir asýl deðildir, hatta
bir Þer’î kaide bile deðildirler.