KÜLLÎ KAİDELER


2- Zarar Kaidesi:
 

Zarar kaidesi iki hususu kapsar:

1-Şeriat Koyucunun hitabında onun yapılmasının talebine, ya da terk edilmesinin talebine, ya da serbest kılınmasına delâlet eden bir hususun geçmediği bir şeyin kendisinin zarar verici olmasıdır. Onun zarar verici olması haram kılınmasına dair delildir. Çünkü Şeriat Koyucu zararı haram kıldı. Onun kaidesi; “Zararlarda asıl olan haram kılmaktır.”

2-Şeriat Koyucunun bir şeyi genel olarak mubah kılmış olması, fakat o mubahın fertlerinden birisinde zararın bulunmasıdır. O ferdin zarar veren oluşu ya da zarara götüren oluşu, haram kılınmasına delil olmaktadır. Çünkü Şeriat Koyucu, mubahın fertlerinden bir ferdi, zarar veren ya da zarara götüren olduğunda haram kılmıştır. Bunun kaidesi ise şöyledir: “Mubah hususun fertlerinden her fert, zarar veren ya da zarara götüren olduğunda, o fert haram kılınır, o husus mubah olarak kalır.”

* Birinci kaideye gelince; onun delili, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:   لاضرر ولا ضرار في الاسلام    “İslâm’da zarar görmek de zarar vermek de yoktur.”[1]     

Ebu Davud, Nesei ve Tirmizi, Ebu Sırmati Malik b. Kays             el-Ensâri’nin hadisinden tahric ettiklerine göre Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:   مَنْ ضَارَّ أَضَرَّ اللَّهُ بِهِ وَمَنْ شَاقَّ شَاقَّ اللَّهُ عَلَيْهِ   “Kim zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim sıkıntı veren olursa Allah da ona sıkıntı verir.”[2]

Bu hadisler, Şeriat Koyucunun zararı haram kıldığına dair delildir. Üçüncü hadise göre delil getirmek açıktır. Zira onda kast edilenin, zararın nehyedilmesi olduğu açıktır. İlk iki hadise gelince, onlardaki nefy, zararın aslının gerçek olması karinesiyle nehy manasındadır. Dolayısıyla mana, “zarar vermeyin!” demektir. Bu, iktiza delâleti cinsindendir. O ise, mefhumun kısımlarından bir kısımdır aynı şekilde iltizam delaletindendir.

Ebu Davud, Cafer b. Muhammed b. Ali’nin babası el-Bâkır’dan onun da Semra b. Cendub’tan rivayet edilen şu Hadisi tahric etti: Ensardan bir adamın duvarında ona ait bir hurma ağacından destek vardı. O adam ehli birlikte iken Semura, hurma ağacının başına gelip onunla o adama eziyet etti, sıkıntı verdi. Adam da ondan o ağacı oradan almasını talep etti, o kabul etmedi. Sonra Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e gidip bunu ona anlattı. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ona onu satmasını önerdi, o kabul etmedi. Onu başka yere nakletmesini önerdi, o kabul etmedi. Ona; Onu bana hibe et sana şu şu var, dedi, ona teşvik etti, o kabul etmedi. Bunun üzerine  أنت مضار   “Sen zararlısın.” dedi. Sonra da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem o Ensâri’ye dedi ki;    اذهب فاقلع نخله     “Git onun hurma ağacını sök.”[3]

Bu hadis de, zararın haram olduğuna delâlet etmektedir, buna ilaveten zararın ortadan kaldırıldığına da delâlet etmektedir. Zira Rasul’ün o hurma ağacını kökünden sökülmesini emretmesi, zararın ortadan kaldırılmasını emretmektir. Buna binaen “zarar” haramdır.

Şevkâni, Neyl ül-Evtâr isimli kitabında;  لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ    “Ne zarar vermek ne de zarara maruz kalmak vardır.”[4]  hadisinin şerhinde şöyle demektedir:

“Bu hadiste, hangi şekilde olursa olsun, komşu olup olmaması fark etmeksizin zararın haram olduğuna dair delil vardır. Bu genelliği tahsis eden bir delil olmadıkça, herhangi bir şekilde zarar vermek caiz olmaz. Dolayısıyla sana düşen, delil ile bazı şekillerde zarar vermeyi caiz kılanı aramandır. Öyle bir delil gelirse onu kabul edersin. Aksi halde bu hadisin şekli ile emrolundun. Zira o, dinin kaidelerinden bir kaidedir. O dine ait külliyat ve cüziyata şahitlik etmektedir.”

Buna binaen zarar kaidesi, Sünnetin nâssı ile sabittir. Bu hadisler, “Zararlarda asıl olan haram oluştur” kaidesinin Şer’î kaidelerden olduğuna dair delillerdir.

* İkinci kaideye gelince: Onun delili Rasul’den yapılan şu rivayettir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bir seferinde Hicr denilen yerde konakladı. İnsanlar oradaki bir kuyudan su içmek istediler. İnsanlar ona doğru giderken Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:      لاتشربوا من مائها شيئا ولا تتوضئوا منه للصلاة وما كان من عجين عجنتموه هأعلفوه الإبل ولا تأكلوا منه شيئا ولا يخرجن أحد منكم الليلة إلا ومعه صاحب له   ‘O kuyunun suyundan bir şey içmeyin, namaz için abdest almayın. Yoğurmuş olduğunuz hamurları develere yem olarak verin, ondan bir şey yemeyin. Sizden birisi bu gece beraberinde bir arkadaşı olmaksızın dışarı çıkmasın.’ Bunun üzerine insanlar Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kendilerine emrettiklerini yaptılar. Saideoğullarından iki kişi hariç. Onlardan birisi ihtiyaç gidermek için dışarı çıktı. Diğeri ise devesini aramak için dışarı çıktı. İhtiyaç gidermek için dışarı çıkan kişi, oradan ayrılınca çılgın gibi oldu. Devesini aramak için çıkan kimseyi ise rüzgar sürükleyip bir tepeye attı. Bu durum Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e haber verildiğinde ise şöyle dedi:   ألم أنهكم أن يخرج منكم أحد إلا ومعه  صاحبه  Yanında arkadaşı olmadıkça sizden birisinin dışarı çıkmasını size yasaklamadım mı?’  Sonra dönüş yolunda hastalanan kişiye dua etti ve o şifa buldu. Dağa atılan diğer kişi ise, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Medine’ye geldiğinde bir tay onu Rasul’e getirdi.[5]

Bu kıssada, Rasul’ün mubahı fertlerden bir ferde nasıl haram kıldığı görülmektedir. Zira su içmek mubahtır, fakat Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onlara bu Hicr kuyusunun suyundan içilmesini haram kıldı, ondan abdest alınmasını onlara haram kıldı. Bir kişinin gece yalnız olarak dışarı çıkması mubahtır. Fakat Rasul onlara o gece, yanında bir arkadaşı olmaksızın dışarı çıkmayı haram kıldı. Daha sonra açığa çıkıyor ki, onda zarar olduğu kendisine sabit olduğundan dolayı bu suyu haram kılmıştır, yalnız olarak dışarı çıkmayı haram kılmıştır. Dolayısıyla bu şeyde belirli bir zararın olması, haram kılınmasının sebebi olmaktadır. Böylece o zarar sanki illet oluyor. Zira zehirli bir kuyuda zararın varlığı, sadece onun suyunu haram kılar. Fakat su, mubah olarak kalmaya devam eder. O gece, kişinin yalnız olarak o mekândan dışarı çıkmasında zararın var olması, o gece oradaki kişinin yalnız olarak dışarı çıkmasını haram kılmaktadır. Fakat kişinin o gece ve mekândan başka yerde yalnız olarak dışarı çıkması mubah olarak kalmaya devam eder. O halde zararın varlığı, Şeriatın mubah kıldığını haram kılmıyor, sadece mubahın fertlerinden bir ferdinde zararın varlığı, o ferdi haram kılıyor. Fakat o husus, ister fiil olsun ister şey, mubah olarak kalmaya devam eder.

Bu izahat, o mubah ferdin zarar veren olması durumu ile ilgilidir. Zarara götüren bir durum olduğunda ise, bunun delili şu rivayettir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Tebük’te birkaç gece kaldı. Fazla kalmadı. Sonra Medine’ye dönerek oradan ayrıldı. Yolda damla halinde akan bir su vardı. –Rivayet edilir ki; bir, iki, üç süvari Müşakkak vadisi denilen yere geldiler.- Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:    من سبقنا إلى ذلك الوادي فلا يستقين منه شيئا حتى نأتيه  ‘Kim o vadiye bizden önce varırsa, biz oraya varasıya kadar ondan hiçbir şekilde su almasın.’  Dedi ki; Münafıklardan bir gurup ona önceden vardı. Onda olandan su aldılar. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem oraya geldiğinde orada durdu. Onda bir şey görmedi. Bunun üzerine; من سبقنا إلى هذا الماء   ‘Bu suya bizden önce kim geldi?’ Dedi. Ona denildi ki; Ya Rasulullah, filan filan, dediler. Bunun üzerine dedi ki;    أولم أنههم أن يستقوا       منه شيئا   حتى آتيه  ’Ben oraya gelesiye kadar ondan su almalarını onlara yasaklamadım mı?’ Sonra onları lanetledi ve aleyhlerinde dua okudu.[6]

Bu Hadiste Rasul, o az sudan içilmesini haram kıldı. Çünkü o, ordunun susamasına yol açardı. Zira Rasul’ün; “:    من سبقنا إلى ذلك الوادي فلا يستقين منه شيئا حتى نأتيه  ‘Kim o vadiye bizden önce varırsa, biz oraya varasıya kadar ondan hiçbir şekilde su almasın.’  sözü, ondan su alanları lanetlemesi, Rasul gelesiye kadar ondan su alınmasının haram olunmasına dair delildir. Sudan almak mubahtır. O vadideki o sudan su alınmasında bir zarar yoktur. Fakat Rasul gelip onu orduya taksim etmeden önce ondan su almak, ordunun perişan olmasına yol açar. Yani zarara götürür. Buna göre Rasul oraya gelesiye kadar o vadiden su almanın haram oluşu, su almanın zarara götürmesinden dolayıdır. Böylece su almanın zarara götürüyor olması, o vadiden su almayı haram kılandır. Böylece o sanki illet gibidir. Zira o illet mesabesindedir. Dolayısıyla, o vadiden su almanın zarara götürüyor olması, sadece ondan su almayı haram kıldı. Fakat o vadiden başka yerden su almanın mubah oluşu devam etmektedir. O vadinin kendisinden de o zarara götüren halin dışında su almak mubah olarak kalmaya devam etmektedir.

O halde, bir şeyin zarara yol açıyor olması, Şeriatın mubah kıldığı bir hususu haram kılmıyor, sadece mubahın zarara götüren fertlerinden bir ferdinin zarara götürüyor olması, sadece o ferdi haram kılmaktadır. Fakat o husus, ister fiil olsun ister şey olsun, mubah olarak kalmaya devam eder.

Bir şeyin zarar veren olması hali ve zarara götürüyor olması hali hakkındaki bu hadislerden ikinci kaide olan “mubahın fertlerinden her fert zarar veren olduğunda ya da zarara götüren olduğunda haram kılınır, o husus mubah olarak kalır” kaidesi çıkartılmıştır. Bu kaide, zarar kaidesinin iki hususundan ikinci husustur.

Kişinin karıştırmaması için o iki husus arasında büyük farkın olduğunun bilinmesi kaçınılmazdır. Zira o ilk hususun kaidesi, Şeriat Koyucunun hitabında hakkında bir nâssın geçmediği husus ile ilgili olur. Dolayısıyla onun zarar veren oluşu, nâssın yerini tutan olmaktadır. Çünkü nâss, zararı haram kılarak gelmiştir.

İkinci hususa gelince; mubah oluşu hakkında Şeriat Koyucunun hitabında bir nâss geçmiştir. Onun için, içinde zarar olduğundan dolayı o, haram kılınmaz. Çünkü nâss onun mubah oluşu ile sabittir. Dolayısıyla hükmünü açıklayan nâssın varlığından dolayı, içinde zararın varlığı iddiası geçmez. Fakat onun fertlerinden bir fertte zarar olduğu ya da zarara götürdüğü iddia edildiğinde, o zaman sadece o fert haram kılınır. Çünkü nâss zarara götüren ferdi haram kılarak geldi.

Onun için şöyle denilmez: “Yabancı paraların alınmasının, ülkeye girmesinin mubah olması zarara yol açar, onun için haram kılınır.” Zira onun alınmasının, ülkeye girmesinin mubahlığı nâss ile sabittir. Dolayısıyla onu haram kılmak için onda zarar olduğu iddiası, mubahlığı hakkında Şeriat Koyucunun hitabında nâssın varlığından dolayı doğru değildir. Fakat Sterlin gibi belirli bir parada, satın alınmasının mubah oluşundan dolayı zarar sabit olduğunda, sadece o para -zarar var olduğu sürece- haram kılınır. Çünkü o para, paraların fertlerinden bir ferttir. Fakat yabancı paraların alınıp satılmasının ve ülkeye girmesinin mubahlığı devam eder.

Dolayısıyla bu iki kaide arasında bir fark vardır. Bunun göz önünde bulundurulması kaçınılmazdır.


[1] Taberânî tahriç etti.

[2] Ebu Davud, K. Akdiyyeh, 3151

[3] Ebu Dâvud

[4] Hâkim tahriç etti. Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Hâşim, 2719

[5] İbn Hişâm, Sîretinde rivayet etti.

[6] İbn Hişâm, Sîretinde rivayet etti.