4- Fiillerin Neticeleri Kaidesi:
Bazı müçtehitler “fillerin neticeleri” kaidesini savunuyorlar.
Bu kaide üzerine birçok kaide ve çok sayıda hüküm bina
ediyorlar. Onu, hükmün Şer’î hüküm olduğuna dair delil
getirmenin asıllarından bir asıl sayıyorlar. Böylece bu kaide
onlara göre, Şer’î delillerden bir delil konumundadır. “Fiiller
ister uygun görülen olsun ister muhalif olsun, fiillerin
neticelerine bakmak, Şeriata göre kast edilen muteber bir
husustur”, diyorlar. Yine diyorlar ki;
“Müçtehit, mükellefe ait fiillerden bir fiil hakkında o fiilin
neye sebep olacağına bakmadan, atılganlık ya da çekingenlik ile
hüküm vermez. Zira o fiil, elde edilmesi istenilen bir maslahat
için ya da giderilmesi istenilen bir zarar için konulmuş
olabilir, fakat bu maksada ters düşen neticesi de olabilir.
Kendisinden doğan bir zarardan dolayı ya da kendisi ile
giderilen bir maslahattan dolayı da konulmamış olabilir, fakat
buna ters neticesi de olabilir. Dolayısıyla o zaman ister bir
maslahat için konulmuş olsun yani kendisi ile emrolunmuş olsun,
ister ise kendisinden doğan bir zarardan dolayı konulmamış olsun
yani nehyedilmiş olsun, fiilin neye sebep olacağına itibar etmek
kaçınılmazdır. Çünkü elde edilen maslahat ya da giderilen bir
zarardan dolayı konulan hususa meşruluk ismi verilip o hali
üzere terk edilseydi, belki o fiildeki maslahatın elde
edilmesiyle çalışılması, o maslahata denk ya da ondan fazla bir
zarara yol açabilirdi. Dolayısıyla bu meşrulukla isimlendirmeye
engel olur, konuluşunun aslında helal da olsa o fiil haram
kılınır. Aynı şekilde kendisinden bir zarar ortaya çıktığından
dolayı konulmayan hususa meşru olmayan isminin verilip sonra da
o hali üzere terk edildiğinde, o fiildeki zararın giderilmeye
çalışılması, ona denk ya da ondan daha fazla bir zarara yol
açabilir. Dolayısıyla ona meşru olmadığının söylenmesi doğru
olmaz. Böylece konuluşunun aslında haram olsa da o fiil helal
olur.”
Bu “fiillerin neticeleri” kaidesini şu üç delil ile
delillendiriyorlar:
1-Teklifler/sorumluluklar, kulların maslahatları için
konulmuştur. Kulların dünyevi maslahatları ise, kulların
amellerine ait neticelerdir. Çünkü kulların amellerine dikkatle
baktığında görürsün ki, onlar maslahatların neticelerinin
başlangıcıdırlar. Zira onlar Şeriat Koyucuya ait maksatlar olan
sonuçların sebepleridirler. Sonuçlar, sebeplerin neticeleridir.
Sebeplerin akışında onlara itibar edilmesi, talep edilendir. Bu
da neticelere bakmak demektir. Dolayısıyla müçtehit için
sebeplerin neticeleri olan sonuçlara itibar etmek,
kaçınılmazdır.
2-Fiillerin neticeleri Şeriata göre ya muteberdirler ya
da muteber değildirler. Eğer itibar edilmişlerse, o talep
edilendir, itibar edilmemişlerse, belki de fiillerin
maksatlarına ters düşen sonuçları vardır. Bu ise doğru değildir.
Çünkü teklifler sadece kulların maslahatları içindir. Kendisi
ile denk olan ya da fazla olan bir zararın vukuu bulması
imkânına mutlak olarak bağlı kılan bir maslahat yoktur. Ayrıca
bu, bizim meşru bir fiilden maslahat beklememize, yasak bir
fiilden de zarar endişesi duymamıza yol açıyor ki bu Şeriatın
konuluşuna terstir.
3-Şer’î deliller ve istikra/tüme varım yöntemi ile
incelemek, neticelerin, meşruluğun aslında muteber olduğuna
delâlet etmektedirler.
Allah’u Teâlâ’nın şu sözleri gibi:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey insanlar! Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece
korunursunuz.”
كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ
كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ
تَتَّقُونَ “Oruç, sizden
önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz
kılındı. Umulur ki muttaki olursunuz.”
وَلا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ
بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ
لِتَأْكُلُوا فَرِيقًا مِنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإثْمِ
وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ “Mallarınızı aranızda haksız
sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilerek, insanların mallarından bir
kısmını haram yollardan yemeniz için o malları yöneticilere
vermeyin.”
وَلا تَسُبُّوا الَّذِينَ
يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ عَدْوًا
بِغَيْرِ عِلْمٍ “Allah’tan başkasına tapanlara
sövmeyin, sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler”
كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ
وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ
خَيْرٌ لَكُمْ “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz
kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi
sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi
sevmeniz de mümkündür.”
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ
يَاأُوْلِي الألْبَابِ “Ey akıl sahipleri, kısasta
sizin için hayat vardır.”
Münafıklığı ortaya çıkanların öldürülmesi ile ilgili olarak
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem buna dikkati
çekti, şöyle dedi: دعه لا
يَتَحَدَّثُ النَّاسُ أَنَّ مُحَمَّدًا يَقْتُلُ أَصْحَابَهُ
“Bırak onu. İnsanlar, Muhammed ashabını öldürüyor,
demesinler.”
لَوْلا حَدَاثَةُ قَوْمِكِ
بِالْكُفْرِ لَنَقَضْتُ الْبَيْتَ ثُمَّ لَبَنَيْتُهُ عَلَى
أَسَاسِ إِبْرَاهِيمَ “Eğer
kavmin yeniden küfre girmeselerdi, o evi İbrahim’in temelleri
üzerine bina ederdim.”
Mescide bevleden bir bedevi ile ilgili hadiste Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bevletmesini tamamlayasıya
kadar ona dokunulmamasını emretti. Şöyle dedi:
لا تُزْرِمُوهُ
“Onu azarlamayın.”
Yani onu engellemeyin, demektir.
Ayrıca kesintiye uğraması korkusundan dolayı, ibadette aşırıya
gitmeyi yasaklayan hadis. v.b.
Bütün bu delillerde, amelin aslında meşru olması fakat bir zarar
neticesini doğurduğundan dolayı yasaklanıyor olması manası
vardır. Ya da amelin aslında yasaklanmış olması fakat onda
maslahat olduğundan dolayı yasağın terk ediliyor olması manası
vardır.
Bu üç delile binaen “fiillerin neticeleri” kaidesini savundular.
Sonra bu kaideye; “setti zerâ’i/kötülüğün vesilelerini
engellemek” kaidesini bina ettiler. Aynı şekilde “sıkıntıyı
kaldırma” kaidesini ona bina ettiler. Bu, aslında meşru olmayan
amele, konulmasıyla rıfk/dostluk neticesi doğurmasından dolayı
izin verilmesidir. “Dönüşme/hileler” kaidesini de ona bina
ettiler. O da caiz oluşu açık olan ameli, bir Şer’î hüküm iptali
için öne geçirilmesi, zahirde onu başka bir hükme
değiştirmektir. “Mesalihi mürsele” kaidesini de ona bina
ettiler. O da bir cüz’î maslahatı küllî delile karşılık olarak
almaktır.
1-Setti zerâ’i kaidesine gelince: Bunu savunanlar, bunun
üzerine birçok hükmü bina etmektedirler. Bu kaideye binaen
haramı helal, helali haram kılıyorlar. Bu kaidenin onlara göre
gerçeği; o, onların nazarında maslahat olan bir hususa
ulaşmaktır. Zira, bir zarara yol açan her maslahat helal
oluşuyla ilgili nâss gelse de, haram kılınır. Kendisinden daha
şiddetli bir zarara yol açan her zarar, haram oluşu ile ilgili
nâss gelse de helal kılınır. Diyorlar ki; “Bir malı önce vadeli
olarak on liraya satmak, topluma maslahat sebep olması yönünden
caiz olduğu açıktır. Bu alış-verişin neticesi, taksitle on
liraya satılanın peşin beş liraya satmaya, -satıcının
müşteriden malını peşin olarak beş liraya almasından dolayı-,
yol açtığında bu fiilin neticesi, malın sahibini o malı satın
alan kimseden beş liraya peşin alıp on liraya vadeli satmaya
götürür. Bu amelde bir anlamı olamayan alış-veriş geçersizdir.
Çünkü alış-verişin uğruna konulduğu maslahatlardan bir şey
yoktur. Bundan dolayı bu caiz alış-veriş, netice doğurduğu
hususa bakarak haram olur. Fakat ona ait kasıt, belirgindir ve
insanların arasında adet gereği olmaktadır” dediler.
Şeriat, kadının yüzünü avret mahallinden saymayarak, açık
olmasını caiz kıldı. Bunun delili de Allah’u Teâlâ’nın şu
sözüdür: وَلا
يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلا مَا ظَهَرَ مِنْهَا
“Görünen kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir
etmesinler.”
Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de diyor ki:
إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذَا بَلَغَتِ
الْمَحِيضَ لَمْ تَصْلُحْ أَنْ يُرَى مِنْهَا إلا هَذَا وَهَذَا
وَأَشَارَ إِلَى وَجْهِهِ وكفيه “Kız çocuğu
haiz gördüğünde, ondan (yüzü ve bileklerine işaret ederek)
bunlardan başka bir şeyin görülmesi doğru olmaz.”
Böyle olduğu halde; onlar dediler ki; “Kadının yüzünün
görülmesi, fitne korkusunu doğurur. Böylece fitne korkusu, yüzün
görülmesinin doğurduğu neticedir. Dolayısıyla her ne kadar Şer’î
deliller helal kılsa da, yüzün görülmesi haramdır. Bu setti
zerâ’i babındandır”.
İşte böylece bir zarara yol açan her maslahat haram kılınır ve
terk edilmesi kendisinden daha büyük zarara yol açan her zarar
da helal kılınır.
2-Sıkıntının kaldırılması kaidesine gelince: Bu demektir
ki; terk edilmesi insanlara sıkıntı doğuran meşru olmayan bir
amel olduğunda, o amele izin verilir. Çünkü onun konulması
dostluğu doğurur. Buna delil de Allah’u Teâlâ’nın şu
sözleridir: يُرِيدُ اللَّهُ
بِكُمْ الْيُسْرَ وَلا يُرِيدُ بِكُمْ الْعُسْرَ “Allah
size kolaylık ister, zorluk istemez.”
وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي
الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ “Din hususunda üzerinize hiçbir
zorluk yüklemedi.”
Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de şöyle dedi:
بُعِثْتُ بِالْحَنِيفِيَّةِ
السَّمْحَةِ
ولكنني
“Fakat ben müsamahakâr hak din ile gönderildim.”
Bütün bunlar, Şeriatın ağır sıkıntıya karşı çıktığını gösterir.
Bunun için fiile Allah’ın indirdiği hüküm ile değil de sıkıntı
doğurmayan hüküm verilir.
3- Hileler kaidesine gelince: Onun gerçeği şudur: Caiz
oluşu açık belli olan bir ameli, bir Şer’î hükmü iptal etmek
için iler sürüp onu görünürde başka bir hükme dönüştürmektir.
Zekâttan kaçmak için malın üzerinden bir yıl geçmeden, malı hibe
eden gibi. Zira hibe aslında caizdir. Fakat zekâtı engelliyor
olması, zarara yol açmaktadır. Onun için bu durumda hibe etmek
yasaktır. Zira üzerine zekât farz olan kişi açıkça caiz olan
hibe etme işini, zekâtın vacib oluşu olan bir Şer’î hükmü iptal
etmek için ileri sürdü ve onu başka bir hükme dönüştürdü. O
hüküm de zekâtın vacib olmamasıdır.
Bunlar “fiillerin neticeleri” kaidesinin ve buna bina edilen
kaidelerin özetidir. Bu kaideye bakan kimse, onun bir yönden
sahih, üç yönden batıl olduğunu görür. Bu kaideye bina edilen
kaideler ise, toptan ve tafsili olarak batıldırlar.
Bu kaidelerin bir tek yönden sahih olmasına gelince; o şudur:
Onun hakkında ileri sürülen bazı nâsslar “harama vesile haram
kılınmıştır” kaidesine delâlet etmektedirler. Bu Allah’u
Teâlâ’nın şu sözünün kendisine delâlet ettiği husustan
dolayıdır: وَلا تَسُبُّوا
الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ
عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ “Allah’tan
başkasına tapanlara sövmeyin, sonra onlar da bilmeyerek Allah’a
söverler.”
Böylece Allah, caiz bir fiil olduğu halde putlara sövmeyi,
Allah’a sövmeye sebep olduğundan dolayı haram kıldı. Dolayısıyla
bu ayet, haram bir neticeye kesin olarak götüren sebebin haram
kılınmasına delâlet etmektedir. Ancak bu, putlara sövmek hükmü,
doğurduğu neticenin hükmünü –ki o Allah’a sövmenin hükmüdür-
kesin olarak o neticeyi doğurduğu için almıştır. O, o hükme ait
kesin olarak sonucun çıktığı sebeptir. Dolayısıyla vakıası,
neticenin zannedilmesi değil, sebepten dolayı kesin olmasıdır.
Zira bu vakıaya delâlet hakkında Kitaptan açık bir Şer’î nâss
geçmiştir. Dolayısıyla fiillerin neticelerinde sadece bu çeşit
caiz olmaktadır. O da, ayetin delâlet ettiği gibi sebebin kesin
olarak neticeyi doğuruyor olması ile hakkında sebebiyet
gerçekleştiğinde caiz sebebin, yasaklanan neticenin hükmünü
almasıdır. Bunun dışındakilerin ise değil.
Fiillerin neticelerinden diğerlerinin batıl oluş yönüne gelince:
Bu üç yönde belirgindir. Onlar da, ispatları için ileri sürülen
delillerin yönleridir:
Birinci yön: Maslahatların sağlanması ve zararların
engellenmesi, Şer’î hükümler için bir illet ve delil değildir.
Aynı şekilde bir bütün olarak İslâm Şeriatına da illet değildir.
Zira Şeriatın, maslahatların sağlanması ve zararların
engellenmesi için gelmiş olduğuna dair delil olarak ileri
dürdükleri nâss, onun, Şeriatın tafsili hükümleri için değil de
Şeriatın bütünlüğü için olduğunu açıkça ortaya koyan bir nâsstır
ve o da Şeriatın hikmetidir, yani Şeriattan dolayı hâsıl olması
istenilen neticedir, Şeriatın konulması için illet değil. Zira
Allah’u Teâlâ şöyle diyor:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ “Biz
seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
Bu söz, Rasul’ün rahmet olmasının sadece risaletle yani Şeriatla
ilgili olduğu, tafsili hükümlerle ilgili olmadığı hususunda
gayet açıktır. Zira nâss, başkasına değil sadece buna delâlet
ediyor. وما أرسلناك
“seni gönderdik” demek, “risaleti gönderdik” demektir.
Buna onun rahmet olmasının, Şeriatı tatbik edilmesinin neticesi
olduğu, Şeriatın konulmasına iten sebep olmadığı gayet açıktır.
Yani onda, onun rahmet olmasının, Şeriatın konulmasının hikmeti
olduğu, illeti olmadığı gayet açıktır. Zira bu Allah’u Teâlâ’nın
şu sözleri gibidir: وَمَا
جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ
“Allah bunu, sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye
yapmıştır.”
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ
تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ “Bu Kitabı da sana, her şey
için bir açıklama, mü’mimler için hidayet, rahmet ve müjde
olarak indirdik.”
Dolayısıyla ayet illetlendirme ifade etmiyor, sadece gaye ifade
ediyor. Onun için maslahatların sağlanması ve zararların
engellenmesinin, tafsili hükümlerden her Şer’î hüküm için illet
olmasına ve hatta bir bütün olarak İslâm Şeriatının konulmasına
illet olmasına dair herhangi bir yön yoktur. Çünkü onlar
Şeriatın hikmetidirler, Şeriatın konulmasının illeti değil.
Ayrıca tafsili hükümlerin delilleri, ya Kitap ve Sünnetten ayet
ve Hadis şeklinde nâss olarak gelmişlerdir, ya Kitap ve
Sünnetten nâsslar bir takım manalar getirip onları, hükme
delâlet eden alâmet ve hükmün konulmasına sevk eden, Şer’î illet
yapmışlardır. Şeriat bu illeti, kast edilen mananın bizzat
kendisi yapmıştır, maslahatın sağlanması ya da zararın
giderilmesini değil. Zira Rasul kurbanların etlerinin
saklanmasını muhtaç gezginler için nehyetmişti, maslahat için
değil. Zira illet muhtaç gezginlerdir, maslahat değil. Allah’u
Teâlâ malın ensardan kişilere değil de muhacirlere verilmesinin
illetini, malın sadece zenginler arasında devlet olmaması için
yapmıştır. Dolayısıyla illet, malın zenginler arasında
dolaşmasıdır, maslahat değil. Böylece maslahatı küllî olarak da
cüz’î olarak da tafsili hükme delil yapmak, Kitaptan ya da
Sünnetten nâsslarda geçen Şer’î illetlere ters düşmektedir ve
illetlendirmenin vakıasına ters düşmektedir. Buna binaen
maslahata itibar edilmesinin tafsili hükümlere esas olması ve
tafsili hükümlerin bu maslahata göre uygulanır olması caiz
olmaz. Böylelikle Şer’î hüküm, onu geçersiz kılan başka bir
delil gelmedikçe, delilin kendisine delâlet ettiği hususa göre
kalır ya da Şer’î illet ile birlikte döner.
İkinci yön: Fiilin neticeleri sadece ya nâssla ya da nâss ile
sabit bir hükmün hitabına götürüyor oluşlarıyla kendilerine
delil delâlet ettiğinde itibar edilirler. O zaman fiilin
neticesine nâsstan dolayı ya da nâssla sabit hükümden dolayı
itibar edilmiş olur, aklın uygun görüp hüküm için illet ve nâss
için ilga eden yaptığı maslahattan dolayı değil.
- Mesela; putlara sövmenin caiz olmayışını Şeriat onlara
sövmenin Allah’a sövme neticesini doğurmasından dolayı
koymuştur. Fiilin neticesine nâss delâlet etmiştir. Dolayısıyla
nâssın delaletine itibar edildi, aklın onun zararlı olduğunu
söylemesine değil.
- Mesela; halife aleyhinde mezalim kadısına dava açıldığında
halifenin mezalim kadısını azletmesinin caiz olmayışını,
Allah’ın mezalim kadısına verdiği halifeyi azletme hakkını iptal
etme neticesini doğurmasından dolayı Şeriat koymuştur.
Dolayısıyla fiilin doğurduğu neticeye nâss ile sabit hükmün
hitabı delâlet etmiştir. O fiilin neticesine onun için itibar
edildi, aklın onun zararlı olduğunu söylemesinden dolayı değil.
Fiilin doğurduğu neticeye bir nâss delâlet etmediğinde ya da
onun nâssın kendisine delâlet ettiği bir hükmü iptal eden
olmadığında ona kesinlikle itibar edilmez. Dolayısıyla fiillerin
neticelerine, onlara itibar edilmezse o fiillerin maksatlarına
zıt neticeleri olması ihtimalinden dolayı itibar edilmesinin
Şeriata göre hiçbir önemi yoktur. Onun itibar edilmesini caiz
kılan Şeriattan bir şüpheli delil dahi yoktur. O Şeriattan uzak
bir şekilde hatta olaylar için yasamadan uzak bir şekilde
mantıkî önermelerle yalın akıldan kaynaklanan düpedüz
tahakkümdür.
Üçüncü yön: Fiillerin neticelerine delil olarak ileri sürülen
ayet ve hadislerde, uğruna ileri sürüldükleri neticeye itibar
etmenin bu neticeye götüren husus hakkında etkili olduğuna dair
bir delâlet yoktur.
- Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle diyor:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey insanlar! Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece
korunursunuz.”
كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ
كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ
تَتَّقُونَ “Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere
farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki muttaki
olursunuz.”
Bu ayetler, netice hakkında herhangi bir delâlet içermemektedir.
Bilakis iki ayetteki, لعلكم
تتقون “umulur ki korunursunuz” sözü, kulluğun
ve orucun hikmetine delâlet etmektedir. O da takvaya ulaşmaktır.
İbadet ve oruçla takva hâsıl olabilir de olmayabilir de. Çünkü
hikmet bu hususta o şeyin netice olarak çıkmasıdır. Bu ise,
Allah’u Teâlâ’nın şu sözünün benzeridir:
إِنَّ الصَّلاَةَ تَنْهَى عَنْ
الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ “Muhakkak ki namaz,
hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
Dolayısıyla bu iki ayetle bu hususta delil getirmenin bir anlamı
yoktur ve bu iki ayette neticelere de yer yoktur.
- Allah’u Teâlâ’nın şu sözüne gelince;
وَلا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ
بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ
لِتَأْكُلُوا فَرِيقًا مِنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإثْمِ
وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ “Mallarınızı aranızda haksız
sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilerek, insanların mallarından bir
kısmını haram yollardan yemeniz için o malları yöneticilere
vermeyin.”
Bu söz, insanların mallarının idaresini, haksız sebeplerle,
yalancı şahitlikle, yalan yeminle, tahakkümle insanların
mallarından bir miktar yemeleri için bırakılmasını yasaklıyor.
Böylece bu, batıl ile hüküm vermeyi nehyetmektedir. Bu ayette
neticelere yer yoktur ve bununla bu hususta delil getirmenin bir
anlamı yoktur.
- Allah’u Teâlâ’nın şu sözü ise;
كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ وَهُوَ
كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ
لَكُمْ “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz
kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi
sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi
sevmeniz de mümkündür.”
Bu ayette neticesinden dolayı bir şeyin yasaklanması ya da
emredilmesi yoktur. Bu sadece, hoşlanmadıkları bir hususta
kendileri için bazen hayrın olduğunu onlara açıklamadır. Bunu
onlar bilmezler. Zira ayetin sonunda şöyle denilmektedir:
وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لا
تَعْلَمُونَ “Allah bilir siz bilmezsiniz.”
- Ayet; وَلَكُمْ فِي
الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاأُوْلِي الألْبَابِ “Ey akıl
sahipleri, kısasta sizin için hayır vardır.”
Hadis; يَتَحَدَّثُ النَّاسُ
أَنَّ مُحَمَّدًا يَقْتُلُ أَصْحَابَهُ
دعه لا
“Bırak onu. İnsanlar, Muhammed ashabını öldürüyor,
demesinler.”
Hadis; لَوْلا حَدَاثَةُ
قَوْمِكِ بِالْكُفْرِ لَنَقَضْتُ الْبَيْتَ ثُمَّ لَبَنَيْتُهُ
عَلَى أَسَاسِ إِبْرَاهِيمَ “Eğer kavmin yeniden
küfre girmeselerdi, o evi İbrahim’in temelleri üzerine bina
ederdim.”
Bunlar hükmün illeti için açıklamadır, netice hakkında delil
değildir. Putlara sövmenin yasaklanmasında açığa çıktığı gibi,
her ne kadar bunlarda neticeler açığa çıksa da, bu neticeler
Şer’î hüküm değildirler. Onlarda sadece sevk edene itibar
edilir, neticeye itibar edilmez. Çünkü hükmünün alınması ondan
kaynaklanmamaktadır. Ortada illetlendirmeye delâlet eden birçok
nâss vardır. Bunlar illet ve kıyas babına dâhil olurlar,
neticelere değil.
- Mescide işeyen bedevi ile ilgili hadise gelince: Onda, cahil
bedeviye yaptığından dolayı yumuşak davranılmıştır ve
cehaletinden dolayı mâzur karşılanmıştır. O hadiste herhangi bir
netice yoktur.
فإن النتبت لا أرضا قطع ولا ظهرا
أبقى “Münbit/verimli arazi, yolu kesilen bir
toprak ya da bakım yapılan bir yamaç değildir.”
Bu hadis de, onda hâsıl olan vakıasının
beyanıdır. O, neticenin hükmünü almak değildir.
İşte böyle bütün delillerde, onların söyledikleri şu husus
yoktur: “Aslında meşru olan bir amel bir zarar doğurmasından
dolayı nehyedilir ve aslında yasaklanmış olan bir amelin daha
büyük bir zararın telafisi için yasağı terk edilir.” Bu husus o
delillerde yoktur. Böylelikle onların ayetlerle delil
getirmelerinin geçersizliği açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla
“Harama vesile haramdır” kaidesi dışında neticeler konusu
düşmektedir. “Fiillerin neticelerine itibar edilmesi” kaidesi
geçersiz olduğunda, ondan kaynaklanan bütün kaideler de geçersiz
olmuş olur.
Ayrıca ortada “setti zerâ’i” kaidesinin geçersizliğine, üzerine
bina olduğu hususun geçersiz olması ile geçersiz olması
meselesinden başka, ayrıntılı bir şekilde delâlet eden husus
vardır, o da şudur: Nâss bir fiili helal kılarak geldiğinde ve
akıl da o fiilin neticesi zarar dediğinde, nâss geçtiği zaman
aklın dediğinin bir kıymeti yoktur. Aynı şekilde nâss bir fiili
haram kılarak geldiğinde, akıl da gelip o fiilin neticesinde
maslahat vardır dediğinde, nâss geçtiği zaman aklın söylediğinin
bir kıymeti yoktur. Çünkü Şeriat Koyucu Allah’tır. Nâss ise,
Allah’tan vahiydir. Akıl ise sadece nâssı anlar, kendi katından
hüküm koymaz. Özellikle nâssa muhalif olduğunda, aklın dediği
ilga edilir, nâssın getirdiği kalır. Böylelikle “setti zerâ’i”
kaidesi esasından batıl olur. Çünkü bu kaide; “aklın hükmünü
nâssın belirlediği fiilin neticesini kendi hükmü ile çelişir
gördüğünde, nâss ilga edilir, aklın uygun gördüğü hüküm kalır”
prensibi üzerine kuruludur. Bu prensip ise şüphesiz batıldır.
Bu kaideye getirdikleri örneklerin de fasid oluşları açıktır.
Zira malın vadeli olarak on liraya satılması caizdir. Müşterinin
de onu satıcısına peşin olarak beş liraya satması da caizdir.
İki satıcının bir satışta birleşmesinde
zarar yoktur. Yeter ki
birinci satış sözleşmesi tamamlanmış olsun. İkinci satış
sözleşmesi de birincisinden kopuk olarak tamamlanmış
olsun ve onlardan her birisi diğerinden başka bir alış-veriş
olsun.
-Aynı şekilde, kadının yüzü, nâssın delaletine göre avret
mahallinden değildir. Fitne korkusu vehmi akıldan ya da
ahlaksızlık gibi belirli bir kadının vakıasından
kaynaklanmaktadır. Bizzat kadın vasfıyla kadının yüzünün
görülmesinden kesin olarak fitne korkusunun çıktığına delâlet
eden ne nâsstan ne de vakıadan bir delil vardır. Dolayısıyla
bunun nâssı ilga eden sayılmamasına ilaveten onun varlığına
kesin olarak itibar edilmez.
Setti zerâ’i ile ilgili örneklerin hepsi işte böyledir. Setti
zerâ’i babından olduğu şüphesinde bulunulan “harama vesile
haramdır” kaidesini istisna ettiğimizde, setti zerâ’i kaidesinin
bütün delilleri ve örnekleri batıldır, Şeriatla çelişmektedir.
Aynı şekilde “zorluğu kaldırma” kaidesi de esasında batıldır.
Zira Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمْ الْيُسْرَ وَلا يُرِيدُ بِكُمْ الْعُسْرَ
“Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.”
Allah’u Teâlâ’nın bu sözü, şu sözünden sonra gelmiştir:
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ
عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ “Sizden her
kim hasta ya da yolcu olursa, o günler sayısınca başka günlerde
oruç tutsun.”
Bu, Şeriat Koyucunun, hasta ve yolcu iken oruç tutmamayı
Müslümanlara mubah kıldığı ruhsatlara delildir. Bütün Şer’î
ruhsatlar böyledir. Dolayısıyla bu ayet, Şer’î ruhsat konusuna
hastır. Bu konu ise, hakkında bir delilin geldiği konudur.
- Allah’u Teâlâ’nın şu sözüne gelince:
وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي
الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ “Din hususunda üzerinize hiçbir
zorluk yüklemedi.”
Bu da Allah’u Teâlâ’nın şu sözünden sonra gelmiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا
الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
(77)
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ
“Ey iman edenler! Rüku edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin.
Hayır işleyin ki, kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda hakkını
vererek cihad edin. O sizi seçti.”
Böylece baskı olan sıkıntı; ibadetten, hayır işlemekten ve
Allah’ın rızası uğruna çalışıp çabalamaktan emrolunmuş oldukları
hususta onlardan kaldırılmış olmaktadır. Zira sizi ey mü’minler,
dini ve nusreti için seçen O’dur, o, size tahammül
edemeyeceğinizden fazla bir sıkıntı yüklemedi. Dolayısıyla bu,
Allah’u Teâlâ’nın şu sözü gibidir:
يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلا
وُسْعَهَا “Allah her şahısa ancak gücünün yettiğini
yükledi.”
Böylece dini, tahammül edemedikleri suçlulara tevbe
kapısını açık bıraktı. Dinin işini kolaylaştıran ruhsatları ve
kefaretleri dine koydu.
- Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözüne gelince; ولكنني بُعِثْتُ
بِالْحَنِيفِيَّةِ السَّمْحَةِ
“Fakat
ben müsamahakar hak din ile gönderildim.”
Bundan kast olunan şudur: Rasul dosdoğru hak Şeriatla geldi. O
Şeriat, kulların maslahatları içindir, kullara sıkıntı vermeyi
kast etmek için değildir. Zira o, cömert, müsamahakâr bir
Şeriattır. Böylece müsamahakâr hak din ile ancak
müsamaha/hoşgörü, Şeriatın delillerine göre onun esasları üzere
cereyan eden hususla kayıtlı olarak geldi, heva ve hevesin
isteklerine ve aklın meyline göre değil.
Ayet ve Hadislerin manası işte böyledir. Onlarda haramlara
müsamahaya ve neticelere dair bir delâlet yoktur. Ayrıca
“sıkıntı” kaidesini savunanların anladıkları hususun alınması,
tekliflerin toptan düşürülmesini gerekli kılmaya götürür. Zira
tekliflerin tamamı ağır sıkıntılardır. Onun için külfet ve
sıkıntıdan dolayı “teklif” denilmiştir. Teklifle birlikte
sıkıntı olduğunda, bu alametlere göre onun kaldırılması gerekir.
Bu da teklifin düşmesini gerektirir. Şeriatta sabit olan
sıkıntılı tekliflerin düşürülmesi, Şeriatın aslı ile çelişir.
Zira bu delillerin “sıkıntıyı kaldırma” kaidesi anlayışına göre
alınması, Şeriata ters düşer. Onun için bu kaidenin alınması
caiz olmaz. Bilakis, her tafsilatta ve onların yeni çıkan
olaylar ve sorunlara uygulanmasında Şeriatın getirmiş olduğu
tafsili delillerin sınırında, onlarda zorluk veya kolaylık olup
olmadığına bakmaksızın durmak kaçınılmazdır. Özellikle
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
dedikten sonra: حُفَّتِ
النَّارُ بِالشَّهَوَاتِ وَحُفَّتِ الْجَنَّةُ بِالْمَكَارِهِ
“Cehennemi şehvetler çevrelemiştir. Cenneti ise
sıkıntılar/güçlükler çevrelemiştir.”
“Sıkıntıyı kaldırma” kaidesinin fasid oluşu gibi, bazı şeyhler
ve sonraki dönemlerde gelen âlimlere göre “zaruretler yasakları
mubah kılar” kaidesinin fasid oluşa da açığa çıkmaktadır. Zira
bazıları çoğunlukla “zaruretler yasakları mubah kılar” kaidesine
binaen delil getirerek kendilerine zaruret olduğu bahanesiyle
bir takım haram şeyleri mubah görüyorlar.
Bunun fasid oluşu şu şekildedir: zaruretler ancak Şeriat
tarafından bildirilen zaruretlerdir. Onlarda seçeneksiz
zorunluluktur. Bu ise, kendisinde yok olmak yani ölüm korkusu
bulunan zorunluluktur. Şu ayette geçtiği gibi:
فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلا
عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ “Ancak kim bunlardan yemek
zorunda kalırsa haddi aşmaksızın yerse ona günah yoktur.”
Yasakları mubah kılan zaruretler işte bunlardır. Bunlar,
haklarında Şer’î bir nâssın geçtiği ya da bizzat kendilerine
veya cinslerine belirli bir delâlet şeklinde Şer’î bir nâssın
delâlet ettiği zaruretlerdir. Fakat aklın mubah kıldığı
zaruretler ise, haram olanı mubah kılan zaruretlerden
sayılmazlar.
“Fiillerin neticeleri” kaidesine binaen hilelerin iptal edilmesi
meselesine gelince; bu yönden dolayı onların bir anlamı yoktur.
Zira hile eğer, haramı helal kılıyor ise, hile olarak yapılmış
ise caiz olmaz. Bu, fiil ya da sözleşmede hileye delâlet ederek
yapılan amel hakkında söz konusudur. Eğer fiilde ya da
sözleşmede bir yönde belirli bir delâlet olmazsa, ondan hile
kast edilse de o hile sayılmaz. Çünkü akidler delaletleriyle
itibar edilirler, sahiplerinin niyeti ile değil. Malın üzerinden
tam bir yıl geçmeden hibe edilmesi, onun harcanması gibidir,
ondan belirli bir borcun ödenmesi gibidir, onunla ticaret
malları satın alması gibidir, bir fark yoktur. Zira bu
tasarruflardan bir tasarruftur. Dolayısıyla onda hileye dair
belirli bir delâlet yoktur. Ancak bir dinar değerinde olmayan
bir saati bin dinara satıp sonra da onu ona hibe etmesi ve ona
saatin fiyatı ile bir çek yazması işleminde olduğu gibi,
kendisinde hileye delaletin olduğunda o amel batıl olur. Çünkü
onda batıl oluşuna delâlet eden husus vardır. v.b.
Dolayısıyla “fiillerin neticeleri” kaidesine binaen hilelerin
iptal edilmesi doğru değildir. Çünkü o ya niyetle alınır ki
bunun sözleşmelerde bir önemi yoktur ya da hükmün iptal
edilmesinde aklı hâkim kılmaktır, bu ise caiz değildir.
Bütün bunlardan “fiillerin neticeleri” kaidesinin batıl oluşu ve
ona bina edilen bütün kaidelerin batıl oluşu açığa çıkmaktadır.
Böylelikle bu kaidenin delil getirme esaslarından ve Şer’î
delillerden olmadığı açığa çıkmaktadır.