SAHABELERÝN
GÖRÜÞLERÝ, HÜKÜMLERÝ VE ÝÇTÝHATLARI |
|
Mevkuf hadisler, sahabelerin yargý hükümleri, Þer’î delil
deðildirler, dolayýsýyla hükmün Þer’î hüküm olduðuna dair delil
olmazlar.
Mevkuf hadisler, hem nâss/metin bakýmýndan hem de delâlet
bakýmýndan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
isnad edilmemiþtirler. Dolayýsýyla onlar, zanni olarak dahi
sünnetten sayýlmazlar. Zira Rasul’ün onu söylediðine dair zanný
galip oluþmaz. Sadece Rasul’ün onu söylediði ve sahabenin onu
Rasule isnad etmedi ihtimali verilebilir. Söz veya fiili
Rasul’ün söylediði ya da yaptýðý ya da hakkýnda sükût ettiði
hususunda zanný galip oluþmadýðý sürece o, sünnetten sayýlmaz,
onun için o hadislere “eserler” denilmiþtir. Mevkuf hadisler
mademki Sünnetten sayýlmýyorlar o halde onlar sahabeden rivayet
edilen görüþleri sayýlýrlar. Böylece onlar, sahabenin içtihadý
ve hükümleri cinsinden olurlar. Dolayýsýyla onlarla delil
getirilmez ve onlar Þer’î delil olmazlar.
Sahabelerin görüþlerinin, içtihatlarýnýn ve hükümlerinin Þer’î
delillerden sayýlmamasý, Allah’u Teâlâ’nýn þöyle demesinden
dolayýdýr:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ
فَانْتَهُوا “Rasul size ne verdi ise alýn, sizi neden
nehyettiyse ondan sakýnýn.”
Bunun mefhumu; Rasulden baþkasýnýn getirdiðini almayýn,
demektir. Çünkü “Rasul” kelimesi, mefhumu ile amel edilen bir
sýfattýr.
Bir baþka nedeni de Allah’u Teâlâ’nýn þu sözüdür:
فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ
فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ “Herhangi bir þey
hakkýnda anlaþmazlýða düþerseniz, onu Allah ve Rasulü’ne
götürünüz.”
Böylece ihtilaf durumunda, Allah’a ve Rasule baþvurmak baþka
ayetlerin karinesi ile vacib kýlýnmýþtýr. Þu ayetler gibi:
فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ
عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ
أَلِيمٌ “Rasul’ün emrine muhalif olanlar, kendilerine
bir fitne veya elim bir azabýn isabet etmesinden sakýnsýnlar.”
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا
مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ
لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ “Mü’min bir erkek ve
kadýn için Allah ve Rasulü bir iþte hükmettiðinde o iþlerden
dolayý bir seçenek yoktur.”
Dolayýsýyla sahabelerin görüþüne ya da içtihadýna ya da hükmüne
delil olarak baþvurmak, farzý terk etmek olmaktadýr. Çünkü bu
Allah’tan ve Rasulden baþkasýna baþvurudur.
Ayrýca sahabeler, müçtehit sahabelerin bireylerinden her
birisinin diðerine muhalif olmasýnýn caiz oluþu üzerine icmâ
etmiþlerdir. Onlarýn görüþleri, içtihatlarý ve hükümleri hüccet
olsaydý, böyle olmazdý ve onlardan her birisinin diðerine tabi
olmasý vacib olurdu ki bu þeriata göre imkânsýzdýr.
Üstelik sahabeler, bir takým meselelerde ihtilaf etmiþlerdir.
Onardan her biri baþkasýnýn görüþüne aykýrý görüþ sahibi
olmuþtur. Mirasta dedenin kardeþlerle birlikte olmasý meselesi
gibi. Dolayýsýyla sahabelerin uygun gördüðü, hüccet olsaydý,
Allah’u Teâlâ’nýn delilleri çeliþkili farklý olurdu. Bu da Allah
hakkýnda muhaldir. Bütün bunlardan açýða çýkýyor ki, sahabelerin
görüþleri, içtihatlarý ve hükümleri hüccet deðildirler ve Þer’î
delillerden sayýlmazlar.
Ancak sahabeler Rýdvanullahi Aleyhim Ýslâm’da
nebilerden sonra en üstün konumu korumaktadýrlar. Onlarýn
Müslümanlar nezdinde çok yüksek konumlarý vardýr. Nitekim
Kur’an’da ve hadislerde onlar açýkça övülmüþlerdir.
Allah’u Teâlâ þöyle demiþtir:
وَالسَّابِقُونَ الآوَّلُونَ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ وَالآنصَارِ
وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ
وَرَضُوا عَنْهُ “Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile
onlara ihsan ile tabi olanlar var ya, iþte Allah onlardan razý
olmuþtur. Onlar da Allah’tan razý olmuþladýr.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de þöyle
dedi: أصحابي كالنجوم بأيهم
اقتديتم اهتديتم “Ashabým yýldýzlar gibidir,
hangisine uyarsýnýz doðru yolu bulusunuz.”
Bundan dolayý Müslümanlar sahabelerin bütün görüþlerine,
hükümlerine önem verdiler, onlarý nebevî hadisi rivayet
ettikleri gibi rivayet ettiler. Mevkuf hadisin, hadis sayýlmasý
ve kendisi ile delil getirilip getirilmemesi hususunda ihtilaf
ettiler. Ýçinde mevkuf hadis ve sahabelere ait görüþlerin
olmadýðý hiçbir hadis kitabý yoktur. Zira Buhari, Müslim, Ýbni
Mâce, Tirmizi ve diðer hadis kitaplarýnda bundan çok þey vardýr.
Malik’in Muvatta’sýnda kiþi, onun rivayet ettiði ve benimseyerek
derlediði sahabelerin fetvalarýndan birçok örnek bulur. Bunlarda
sahabelerin sözleri ve görüþlerine Müslümanlarýn itibar
etmelerine, onlarýn görüþ ve içtihatlarýnýn konumuna delâlet
eden hususlardandýr.
Þu bir gerçektir ki; sahabelerin görüþleri, içtihatlarý,
hükümleri dine ve sahih sünnete onlardan sonra gelenlerin
görüþleri ve içtihatlarýndan daha yakýndýr. Zira sahabe bir
görüþ ortaya koyduðunda, o görüþ Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den þifahen iþittiði ya da baþka bir sahabeden
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayetini iþittiði bir hadis olmasý mümkündür. Böylece delili
rivayet etmeksizin hükmü açýklamýþ olabilir. Bu ya onun katýnda
aþikar olduðu içindir. Zira aþikar belli olan hususlarýn nakline
ihtimam çoðunlukla terk edilir. Ya da sahabelerin
RadýyAllah’u Anhum Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den rivayete çok önem verdiklerinden, noksan ve
fazla olmasý korkusu ile rivayet etmekten çekindiklerinden Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den iþittikleri bir þeyi
sýk sýk “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
“dedi ki” demeden, iþittiklerini söylemeksizin anlatýyor ve az
rivayette bulunuyor olmalarýndan dolayý terk edilmiþ olabilir.
Onun için onlarýn delili rivayet etmekten sakýnarak hükmü
benimsemiþ ve söylemiþ olmalarý mümkündür.
Sahabenin, kendisinden sonrakinin anlayýþýný kavramadýðý bir
ayet ve hadisin nâssýnýn anlaþýlmasýnda yalnýz kalmasý
mümkündür. Onun bu anlayýþta yalnýz kalmasýnýn mümkün olmasý,
delili ve lafzýn yalnýz kaldýðý yöndeki delaletini bilmesindeki
kemalinden kaynaklanabilir, ya da ayet ve hadisin nüzul sebebi
gibi bir halin karinesinden kaynaklanabilir. Mesela; Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözüne þahit
olmasý veya iþitmesi gibi: إنما
الربا في النسيئة “Riba
ancak neseidedir.”
Zira bu, paranýn para ile satýþý hakkýnda bir sorunun cevabýdýr.
Dolayýsýyla sahabenin, vahyin iniþine þahit olmasý ve indiriliþ
maksadýný idrak etmiþ olup kendisinden sonraki her asýr ve
nesilde kimsenin anlamadýðýný anlamýþ olmasý, dolayýsýyla
içtihadýnýn kendisinden sonraki her asýr ve nesildeki kimselerin
içtihadýndan daha tercih edilir olmasý göz önünde
bulundurulmalýdýr.
Ýþte bütün bunlar, sahabelerin görüþleri, içtihatlarý ve
hükümlerine, onlardan sonra gelen baþkalarýndan seçkin bir konum
verir. Ancak öyle olsalar da onlar, delil konumuna ulaþmazlar.
Fakat onlar kesinlikle, istisnasýz müçtehitlerin içtihatlarý
arasýnda en üstün konumda sayýlýrlar. Onun için onlar Þer’î
hüküm sayýlýrlar. Onun için delilden yoksun kalýndýðýnda, bu
görüþ, içtihat ve hükümlere taklit ederek tâbi olunur. Bunlar
delilin tercihinden sonra, istisnasýz herhangi bir müçtehidi
taklitten daha tercih edilendir.
Onun için, bir mevkuf hadis ya da sahabe görüþü ya da hükmü
þahit gösterilerek bir hüküm verilirken “biz Þer’î delil
olmadýðý için ona itibar etmeyiz” denilmez. Fakat “Þer’î delil
vasfýyla ona itibar etmeyiz, ona Þer’î hüküm olarak itibar
ederiz. Gerektiðinde delilden yoksun olduðumuz zaman onu taklit
ederiz” denilir. Ancak þahit gösterirken o, “bu görüþü mesela
Ýbni Abbas gibi filan sahabe söylemiþtir” diye þahit gibi
getirilmelidir, delil getirmeyi hissettirir þeklinde ileri
sürülmemelidir.
Buradan görüyoruz ki, her asýrdaki Müslümanlarýn delile
ulaþmalarýnda bir engel olduðunda sahabelerin görüþlerine,
içtihatlarýna, hükümlerine onlarý rivayet etmek, derlemek ve
taklit etmek hususunda çabalamalarý uygun düþmektedir. Zira
mevkuf hadisler, sahabelerin görüþleri, hükümleri, içtihatlarý;
Þer’î nâsslar ve sahabelerin Rýdvanullahi Aleyhim Ecmaiîn
icmâsýndan sonra en önemli teþri’i mirastan sayýlýrlar.