SAHABELERÝN GÖRÜÞLERÝ, HÜKÜMLERÝ VE ÝÇTÝHATLARI


Mevkuf hadisler, sahabelerin yargý hükümleri, Þer’î delil deðildirler, dolayýsýyla hükmün Þer’î hüküm olduðuna dair delil olmazlar.

Mevkuf hadisler, hem nâss/metin bakýmýndan hem de delâlet bakýmýndan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e isnad edilmemiþtirler. Dolayýsýyla onlar, zanni olarak dahi sünnetten sayýlmazlar. Zira Rasul’ün onu söylediðine dair zanný galip oluþmaz. Sadece Rasul’ün onu söylediði ve sahabenin onu Rasule isnad etmedi ihtimali verilebilir. Söz veya fiili Rasul’ün söylediði ya da yaptýðý ya da hakkýnda sükût ettiði hususunda zanný galip oluþmadýðý sürece o, sünnetten sayýlmaz, onun için o hadislere “eserler” denilmiþtir. Mevkuf hadisler mademki Sünnetten sayýlmýyorlar o halde onlar sahabeden rivayet edilen görüþleri sayýlýrlar. Böylece onlar, sahabenin içtihadý ve hükümleri cinsinden olurlar. Dolayýsýyla onlarla delil getirilmez ve onlar Þer’î delil olmazlar.

Sahabelerin görüþlerinin, içtihatlarýnýn ve hükümlerinin Þer’î delillerden sayýlmamasý, Allah’u Teâlâ’nýn þöyle demesinden dolayýdýr: وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا    “Rasul size ne verdi ise alýn, sizi neden nehyettiyse ondan sakýnýn.”[1]   Bunun mefhumu; Rasulden baþkasýnýn getirdiðini almayýn, demektir. Çünkü “Rasul” kelimesi, mefhumu ile amel edilen bir sýfattýr.

Bir baþka nedeni de Allah’u Teâlâ’nýn þu sözüdür:  فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ “Herhangi bir þey hakkýnda anlaþmazlýða düþerseniz, onu Allah ve Rasulü’ne götürünüz.”[2]    Böylece ihtilaf durumunda, Allah’a ve Rasule baþvurmak baþka ayetlerin karinesi ile vacib kýlýnmýþtýr. Þu ayetler gibi:   فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ    “Rasul’ün emrine muhalif olanlar, kendilerine bir fitne veya elim bir azabýn isabet etmesinden sakýnsýnlar.”[3] وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ “Mü’min bir erkek ve kadýn için Allah ve Rasulü bir iþte hükmettiðinde o iþlerden dolayý bir seçenek yoktur.”[4]

Dolayýsýyla sahabelerin görüþüne ya da içtihadýna ya da hükmüne delil olarak baþvurmak, farzý terk etmek olmaktadýr. Çünkü bu Allah’tan ve Rasulden baþkasýna baþvurudur.

Ayrýca sahabeler, müçtehit sahabelerin bireylerinden her birisinin diðerine muhalif olmasýnýn caiz oluþu üzerine icmâ etmiþlerdir. Onlarýn görüþleri, içtihatlarý ve hükümleri hüccet olsaydý, böyle olmazdý ve onlardan her birisinin diðerine tabi olmasý vacib olurdu ki bu þeriata göre imkânsýzdýr.

Üstelik sahabeler, bir takým meselelerde ihtilaf etmiþlerdir. Onardan her biri baþkasýnýn görüþüne aykýrý görüþ sahibi olmuþtur. Mirasta dedenin kardeþlerle birlikte olmasý meselesi gibi. Dolayýsýyla sahabelerin uygun gördüðü, hüccet olsaydý, Allah’u Teâlâ’nýn delilleri çeliþkili farklý olurdu. Bu da Allah hakkýnda muhaldir. Bütün bunlardan açýða çýkýyor ki, sahabelerin görüþleri, içtihatlarý ve hükümleri hüccet deðildirler ve Þer’î delillerden sayýlmazlar.

Ancak sahabeler Rýdvanullahi Aleyhim Ýslâm’da nebilerden sonra en üstün konumu korumaktadýrlar. Onlarýn Müslümanlar nezdinde çok yüksek konumlarý vardýr. Nitekim Kur’an’da ve hadislerde onlar açýkça övülmüþlerdir.

Allah’u Teâlâ þöyle demiþtir: وَالسَّابِقُونَ الآوَّلُونَ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ وَالآنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ “Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara ihsan ile tabi olanlar var ya, iþte Allah onlardan razý olmuþtur. Onlar da Allah’tan razý olmuþladýr.”[5]

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de þöyle dedi:  أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهتديتم   “Ashabým yýldýzlar gibidir, hangisine uyarsýnýz doðru yolu bulusunuz.”[6]

Bundan dolayý Müslümanlar sahabelerin bütün görüþlerine, hükümlerine önem verdiler, onlarý nebevî hadisi rivayet ettikleri gibi rivayet ettiler. Mevkuf hadisin, hadis sayýlmasý ve kendisi ile delil getirilip getirilmemesi hususunda ihtilaf ettiler. Ýçinde mevkuf hadis ve sahabelere ait görüþlerin olmadýðý hiçbir hadis kitabý yoktur. Zira Buhari, Müslim, Ýbni Mâce, Tirmizi ve diðer hadis kitaplarýnda bundan çok þey vardýr. Malik’in Muvatta’sýnda kiþi, onun rivayet ettiði ve benimseyerek derlediði sahabelerin fetvalarýndan birçok örnek bulur. Bunlarda sahabelerin sözleri ve görüþlerine Müslümanlarýn itibar etmelerine, onlarýn görüþ ve içtihatlarýnýn konumuna delâlet eden hususlardandýr.

Þu bir gerçektir ki; sahabelerin görüþleri, içtihatlarý, hükümleri dine ve sahih sünnete onlardan sonra gelenlerin görüþleri ve içtihatlarýndan daha yakýndýr. Zira sahabe bir görüþ ortaya koyduðunda, o görüþ Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den þifahen iþittiði ya da baþka bir sahabeden Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayetini iþittiði bir hadis olmasý mümkündür. Böylece delili rivayet etmeksizin hükmü açýklamýþ olabilir. Bu ya onun katýnda aþikar olduðu içindir. Zira aþikar belli olan hususlarýn nakline ihtimam çoðunlukla terk edilir. Ya da sahabelerin RadýyAllah’u Anhum Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayete çok önem verdiklerinden, noksan ve fazla olmasý korkusu ile rivayet etmekten çekindiklerinden Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den iþittikleri bir þeyi sýk sýk “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem “dedi ki” demeden, iþittiklerini söylemeksizin anlatýyor ve az rivayette bulunuyor olmalarýndan dolayý terk edilmiþ olabilir. Onun için onlarýn delili rivayet etmekten sakýnarak hükmü benimsemiþ ve söylemiþ olmalarý mümkündür.

Sahabenin, kendisinden sonrakinin anlayýþýný kavramadýðý bir ayet ve hadisin nâssýnýn anlaþýlmasýnda yalnýz kalmasý mümkündür. Onun bu anlayýþta yalnýz kalmasýnýn mümkün olmasý, delili ve lafzýn yalnýz kaldýðý yöndeki delaletini bilmesindeki kemalinden kaynaklanabilir, ya da ayet ve hadisin nüzul sebebi gibi bir halin karinesinden kaynaklanabilir. Mesela; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in þu sözüne þahit olmasý veya iþitmesi gibi: إنما الربا في النسيئة     “Riba ancak neseidedir.”[7]    Zira bu, paranýn para ile satýþý hakkýnda bir sorunun cevabýdýr.

Dolayýsýyla sahabenin, vahyin iniþine þahit olmasý ve indiriliþ maksadýný idrak etmiþ olup kendisinden sonraki her asýr ve nesilde kimsenin anlamadýðýný anlamýþ olmasý, dolayýsýyla içtihadýnýn kendisinden sonraki her asýr ve nesildeki kimselerin içtihadýndan daha tercih edilir olmasý göz önünde bulundurulmalýdýr.

Ýþte bütün bunlar, sahabelerin görüþleri, içtihatlarý ve hükümlerine, onlardan sonra gelen baþkalarýndan seçkin bir konum verir. Ancak öyle olsalar da onlar, delil konumuna ulaþmazlar. Fakat onlar kesinlikle, istisnasýz müçtehitlerin içtihatlarý arasýnda en üstün konumda sayýlýrlar. Onun için onlar Þer’î hüküm sayýlýrlar. Onun için delilden yoksun kalýndýðýnda, bu görüþ, içtihat ve hükümlere taklit ederek tâbi olunur. Bunlar delilin tercihinden sonra, istisnasýz herhangi bir müçtehidi taklitten daha tercih edilendir.

Onun için, bir mevkuf hadis ya da sahabe görüþü ya da hükmü þahit gösterilerek bir hüküm verilirken “biz Þer’î delil olmadýðý için ona itibar etmeyiz” denilmez. Fakat “Þer’î delil vasfýyla ona itibar etmeyiz, ona Þer’î hüküm olarak itibar ederiz. Gerektiðinde delilden yoksun olduðumuz zaman onu taklit ederiz” denilir. Ancak þahit gösterirken o, “bu görüþü mesela Ýbni Abbas gibi filan sahabe söylemiþtir” diye þahit gibi getirilmelidir, delil getirmeyi hissettirir þeklinde ileri sürülmemelidir.

Buradan görüyoruz ki, her asýrdaki Müslümanlarýn delile ulaþmalarýnda bir engel olduðunda sahabelerin görüþlerine, içtihatlarýna, hükümlerine onlarý rivayet etmek, derlemek ve taklit etmek hususunda çabalamalarý uygun düþmektedir. Zira mevkuf hadisler, sahabelerin görüþleri, hükümleri, içtihatlarý; Þer’î nâsslar ve sahabelerin Rýdvanullahi Aleyhim Ecmaiîn icmâsýndan sonra en önemli teþri’i mirastan sayýlýrlar.


[1] Haþr: 7

[2] Nisa: 59

[3] Nur: 63

[4] Ahzab: 36

[5] Tevbe: 100

[6] Rezîn

[7] Müslim