Hadaret ve medeniyet tanımlaması,
günümüzde en yaygın terminolojilerdendir. O halde burada
genelde tüm hadaretleri özelde de İslâm hadaretini inceleme
durumunda olduğumuz için- bu iki terim üzerinde yoğunlaşmak
durumundayız. Özellikle de birinci kelime "hadaret"
üzerinde. Ki bu terminolojiyi kullandığımızda hangi anlamı
kastettiğimizi okuyucu kolayca anlayabilsin. Gerçi tanım
üzerinde fazlaca yoğunlaşmamak en doğru olanıdır. Ancak,
terminolojiyi kullanma durumunda, ifade ettiği anlamının
çerçevesinin belirlenmiş olması son derece önemli bir
husustur. Bu da şüphesiz okuyucunun bir kavram kargaşasına sürüklenmemesi
için kaçınılmazdır.
Şüphesiz hadaret; (Arapça’da karşılaşılan
kelime) sözlükte: hadarda -yani, çölün dışında- şehir,
köy ve kasabada meskun olmak anlamlarına gelir. O halde hadarat
kelimesi kullanıldığında -sözlük anlamı ile- bedeviliğin
zıddı, yani, şehir ve köylerde yerleşmiş olma anlamı
kastedilmiştir. Ancak tabi ki tarihi, fikri ve çağdaş
siyaset teorilerinin yer aldığı metinlerde kullanılagelen
hadaret sözcüğü ile kast olunan bundan farklıdır. Çünkü
hadarat kelimesi asli sözlük anlamının ötesinde yeni ve
özel bir içeriği ifade eden bir terminoloji/ıstılah halini
almıştır.
Gerçekte bu terim/ıstılah; Avrupa’da, M.
15. asırlarda, kalkınma çağı diye tanımlanan, o dönemlerdeki
(yeni çağ) maddi, teknolojik ve sanayi alanında çok hızlı
gelişmenin bir ifadesi anlamında Batılıların
kullandıkları "Civilisation" (hadarat ya da
medeniyet) sözcüğü, Avrupa’da yapılan araştırmalara
dayanmaktadır. (Bu terminoloji bu ifadesi ile yer almaktadır.)
Ancak bu kelime süreç içerisinde yeni bir içerik kazanmıştır.
Nitekim herhangi bir toplu veya ulusun kendisini diğerlerinden
ayıran değerlerini, özelliklerini ve kültür mirasını
ifade eder olmuştur. İşte bu süreçten sonra tarihçiler;
yazarlar ve entelektüeller eski ve çağdaş hadaretlerden
bahseder olmuşlardır. Eski Mısır, Yunan, Sümer, Roma, Fars,
Çin, Hind hadaretleri, orta çağ Avrupa’sının hadareti,
İslâm hadareti ve en son olarak ta çağdaş batı hadareti ve
komünizm hadareti v.b. gibi.
Elbette bu Batı terminolojisi Arap diline,
hadarat/medeniyet kelimelerinin kullanılması ile transfer
edilmiş ve her iki terim de (yukarıda sözünü ettiğimiz)
yeni anlamını ifade etmek üzere kullanılır olmuştur.
Ancak buradaki proplem, terminolojiyi
kullananların çoğunun, o toplumu, diğerlerinden farklı
kılan unsurlarla, farklılığın belirtisi olmayan unsurları
ayırt etmeden toplumun sahip olduğu düşünce ve hukuki
boyutu ile bunun yanında sanatsal, teknolojik ve bilimsel tüm
kazanımlarını da ifade kapsamına almalarıdır.
İşte biz herhangi bir toplumun hadaretinden
söz ettiğimizde, o toplumu diğer toplumlardan ayıran yaşam
biçiminden söz ediyoruz. Geçmişte ve günümüzde bilindiği
gibi her toplumun kendisini diğer toplumlardan ayırıcı bir
yaşam biçimi vardır ve bu yaşam biçimi, o insanları
belirli bir karaktere, özgün bir renge ve özel bir kimliğe
sahip bir topluluğa (ümmete) dönüştürür. İşte hadarat
terimi ile ifade edilen; bir toplumu diğerlerinden ayıran
yaşam biçimidir.
İşte bundan dolayı, bu terminolojiyi
kullanırken veya ifade ettiği çerçeveyi tanımlarken dikkat
edilmesi gereken nokta, bir toplumu belirli bir norma sokan ve
bu normlar ile kendisini diğerlerinden ayıran, bir anlamda bir
toplumun karakteristik yapısını oluşturan etkenlerin
dışında bir içeriğin tanıma yüklenmemesidir. -Bu bağlamda
söyleyecek olursak- tanımın içerisine; bir takım yüzeysel
normlar dünya işlerinde toplumun kullandığı materyaller,
vesileler ve kendisini diğer toplumlardan farklı bir pozisyona
sokmayacak olan üstelik herhangi bir toplumda doğal olarak
üretilebilen türden arabaları, uçakları, fabrikaları ve
bir toplumun kimliğini belirlemeyen materyal/teknolojik
kazanımları bu tanımın (hadaret) içine girmez. Çünkü bu
vesileler ve normlar tarafsız durumdadır. Nitelik
kazandırıcı vasfı olmayan ve tüm insanlık ve toplumlar için
kullanıma açık olan nesnel formasyonlardır. Nitekim bizler,
bir takım toplumların kendi hadaretlerine ve yaşam biçimlerine
sımsıkı sarılıp diğer farklı tüm dünya görüşleri, düşünce
yapıları ve sistemlerine karşı alımsız bir tavır
sergilerken aynı zamanda, toplumsal yapısı ve yaşam biçimine
ters düşmeyen herhangi bir toplumun ürettiği maddi,
teknolojik imkanları kullandığını görebiliyoruz. Bununda
ötesinde, kendi ideolojisine bağlı, sımsıkı sarılmış ve
onunla da övünen ileri -gelişmiş- ülkelerin de kendi
teknolojik donanımını ikmal edecek olan, yeni fenni, bilimsel
ve teknolojik buluşları, diğer farklı ülkelerden -bu
ülkeler azgelişmiş, yada gelişmekte olan ülkeler de
olabilir- transfer ettiklerini görmek mümkündür. Çünkü
bu, gelişmiş bir toplumun da elde etmek istediği güç
unsurlarındandır. Bundan dolayı biz Doğu ve Batının, komünist
ve kapitalist blokun soğuk savaş döneminde düşmanının
sahip olduğu yeni buluşlar ve sanayi mallarını elde etmeye
çabalamaları hatta bununda ötesinde birbirlerinin ürettiği
askeri, bilimsel, mühendislik ve sanayiye yönelik tüm program
ve planları çalmaya kadar varan çabaları bizi
şaşırtmamaktadır. Bütün bunlar; maddi vesile ve normlar,
buluşların hiçbir şekilde bir toplumun kendine özgü kimliğini
oluşturmadığı anlamına geliyor. Ancak iş inançlar,
ideolojiler, siyaset teorileri v.b.leri ile alakalı olunca her
iki blokun diğeri arasında, söz konusu ideolojik
propagandalarının kendi toplumuna ulaşmaması için iletişimi
engelleyecek soğuk duvar örme yolu yada sürekli düşüncelerini
sarsmak için eleştirel pozisyonda aydın ve entelektüel
yazarlardan oluşan düşünür ordusu ile söz konusu dünya
görüşünün eleştirisini yaptığını ve farklı düşüncelerin
toplumuna sızmasını engellediğini görmeniz mümkün.
İşte bütün bunlar bizlere “yaşam biçimi"
ve "toplum kimliği" tanımlarının içeriğini
belirginleştirme zorunluluğunu getirmektedir. Böylece tüm
insanlar ve toplumların vesayetinde olan -gündelik- yaşam
işlerinde kullanılan hissedilir materyal, normlar ve
vesilelerin bütününe işaret eden -terminoloji- ile “toplumun
kimliği" ve "yaşam biçimi" tanımlarını
ayırabilme olanağı doğsun. Daha sonra biz burada topluma
farklılık veren ve yaşam biçiminde kendine has bir normu
kazandıran değerleri ifade etmek üzere “hadaret”
kelimesine özel bir anlam yükleyeceğiz. Dünya işlerinde
kullanılan maddi norm ve vesileler için ise "medeniyet"
tanımını yapacağız. Şöyle geriye dönüp toplumların gerçeğine
ve toplumları yaşamlarında kendine özgü bir vizyonu olan,
belirli bir rengi olan toplumlar haline getiren faktörlere baktığımızda,
herhangi bir topluma yaşamında kendine özgü normu,
karakteristik yapısını ve kimliğini kazandıranın, o
toplumun hayat hakkındaki düşünceleri olduğunu görüyoruz.
Çünkü toplum içerisinde insanların ilişkilerini belirleyen
söz konusu düşüncelerdir. Toplum ise aralarında daimi
ilişki olan insanlar grubudur. Tabii olarak bu ilişkiler
toplumun kimliğini ve karakterini belirleyecektir.
* Bundan dolayı hadareti, "hayata ilişkin
anlayış değerlendirmelerinin bütünü" diye tanımlamak
mümkündür.
Biz Müslümanlar olarak hadaret ve medeniyet
ayrımına herkesten daha çok muhtaç durumdayız. Çünkü
İslâm, toplumu diğer tüm beşeri toplumların yaşam biçimlerinden
bütünüyle farklı, kendine özgü, yaşam biçimi olan
seçkin bir ümmet haline getirmiştir. Şüphesiz bunun tek
sebebi İslâm toplumunun kaynağı ilahi vahiy olan bir akideye
sahip olmalarıdır. İşte bu akideden sağlam bir sistem çıkmış,
onun üzerine kapsamlı düşünce yapısını oturtmuş ve yine
o akideden duygularını da oluşturmuştur. İşte bu yapı
İslâm toplumunda ilişkileri norme etmiştir. İslâm
hadareti, İslâm toplumunda, diğer beşeri hadaretlerden bütünü
ile üstün kendine özgü seçkin bir hadaret olarak belirmiştir.
Her ne kadar İslâm’ın kalkınma döneminde
bu terim yok idi ise de, Müslümanlar pratik olarak, diğer
toplum ve uluslardan transferi caiz olan maddi norm ve vesileler
ile transferi caiz olmayan; hayata ilişkin, inançlar,
felsefeler, yasalar, sistemler v.b. anlayışlar arasında
ayırım yapabilmişlerdir.
Hadaret kavramının, kültür ve hadaret alışverişi söylemlerinin özellikle de Batının İslâm alemine
yönelik yoğun kültürel anlamda manipülasyon çabalarının
olduğu şu günümüzde, farklı toplum ve uluslardan, İslâm
dünyasına geçişi yapılanların hangisinin alınmasının
caiz olduğu, hangisinin caiz olmadığı noktasında İslâm’ın
görüşünü çok net olarak belirtmemiz bir zorunluluktur.
Şu halde diyoruz ki; hadaret, hiç bir
toplumdan veya hiçbir ulustan alınması caiz değildir. Bu, Müslümanların
hadaretlerinin hayata ilişkin yaklaşımlarının İslâmi olduğundan
ötürüdür. Bu yaklaşımlar/kavramlar, ya İslâm düşüncesinden
kaynaklanmakta yada ona dayanmaktadır. İslâm; Allah'ın, Elçisi (sav)'e vahyettiği dini ise; tüm ideolojiler, sistemler
ve düşünce ekolleri ile örtüşmeyi ve hiçbir hadaretten alıntı
yapmayı kabul etmeyecektir. İslâm tarihini analize eden
kimsenin, İslâm’ın
tüm beşeri hadaretlerden beri olduğunu bütün çıplaklığı
ile görmesi mümkündür. Çünkü Müslümanların -farklı-
inançları, felsefeleri, sistem ve yasaları iktibas etmeleri
caiz değildir. Allahu Teâla buyurdu ki:
“Muhakkak Allah’tan size bir nur ve apaçık
bir kitap (Kur’an) geldi. Onunla, Allah, kendi rızasına
uyanları selamet yoluna eriştirir ve izniyle onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola
ulaştırır.”
*
“Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan
başka bir takım velilere uymayın. Siz pek az düşünüyorsunuz.”
*
“Bugün sizin için dininizi kemale
erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din
olarak İslâm’ı seçtim.”
*
Allah Rasulü (sav) de şöyle buyurdu:
"Şüphesiz sözlerinin hayırlısı
Allah'ın kitabıdır. Yolun en hayırlısı da Muhammed’in
yoludur. İşlerin en şerli olanı da bidattır, her bidat ise
sapıklıktır. "
*
"Kim bu dinimizden olmayan bir şeyi
ihdas ederse (sonradan ortaya koyarsa) o red olunur."
*
"Sizi gecesi gündüzü gibi beyaz (aydınlık)
olan dosdoğru bir yol üzere bıraktım. Ondan -dosdoğru
yoldan- eğilim (sapma) gösteren ancak helak olur.”
*
Yine kınayıcı ve ürpertici bir vurgu
yapan Allah Rasulü (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz siz, sizden öncekilerin
sünnetlerini (yaşam modellerini) karışı karışına takip
edeceksiniz. Hatta onlar bir kertenkele kovuğuna girseler de
siz yine de onları takip edeceksiniz.” Denildi ki: "Ey
Allah'ın Rasulü! Yahudi ve Hıristiyanları mı
kastediyorsunuz?” O da şöyle buyurdu: "Başka
kim olabilir."
*
Bundan dolayı kafirlerden faydacı bir
yaklaşımla veya bizzat benimseyerek hiçbir düşünce, inanç
ve felsefelerin alınması caiz değildir. Her ne kadar söz
konusu düşüncelerin eleştirisini yapmak ve sahipleri ile mücadele
etmek için alınıp, araştırılması caiz olsa da. Aynı
şekilde Marksist ve liberalist ideolojilerin, demokrasi,
cumhuriyet, krallık, diktatörlük, federasyon,, konfederal,
v.b, hiçbir yönetim sistemlerinin, ne de sosyalist, kapitalist
v.b, ekonomik sistemlerin alınması hiçbir şekilde caiz
değildir. Aynı şekilde hürriyet ve özgürlükçü düşüncenin
alınması, evrim ve toplumsal tabaka çatışmaları vb.
Marksist teorilerin alınması da caiz değildir. Caiz
olmamasının nedeni, insan; evren ve hayat hakkındaki tüm bu
fikirlerin yüce olan Allah'ın (cc) kulları için seçtiği
uygarlığa ters, onunla çelişir durumdaki bu hadaretleri,
insanlar için yine insan aklının ortaya koymasından
dolayıdır.
MEDENİYET ise; “günlük
yaşantıda kullanılan maddi norm, alet, ve vesilelerin tümüdür."
Medeniyet bu durumda tarafsız, beşerin ortaya koyduğu,
ama hiçbir bakış açısını, ne de bir yaşam biçimini,
hadaretlerden bir hadareti ifade etmeyen nötür durumdadır.
Bundan ötürü medeniyetin, İslâm hadaretine ters düşmediği
ve çelişmediği sürece alınması caizdir. Tıpkı Selman'ı
Farisi (ra)’ın Ahzab savaşında Peygamber (sav)'e
duyurması ile Allah Rasulü (sav)'in Farslardan hendek kazma
stratejisini alması; Ömer (ra)'ın Farslardan defterdarlığı
-işlerin idaresi ve malî muhasebe şekillerindendir- alması
gibi. Ve yine Müslümanların gelişmişlik dönemi
içerisinde, önceki toplumlardan yada çağdaşlarından bilim,
maddi/teknolojik buluşları transfer ettikleri ve alıntı
yaptıkları gibi. Nitekim bu durumlara "Eşyada asıl
olan mübahlıktır" şer’i kaidesi temel teşkil
etmektedir. Dolayısı ile bugün Müslümanların, herhangi bir
toplumun, ürettiği sanayiye, askeriyeye yönelik, uçaklar,
savaş aletleri, arabalar, tıp, mühendislik, laboratuar keşifleri
ve bilimsel teorilerini v.b. maddi/teknolojik kazanmalarının
İslâm toplumuna alınması caizdir. Şayet söz konusu
vesileler Müslümanları güçlü kılacak etmenler ise, bu
durumlarda onlardan alıntı yapmak vaciptir bile. Bu da Allah (cc)'nın
buyruğunun gereğidir: “Siz de düşmanlarınıza karşı
gücünüzün yettiğince kuvvet hazırlayın.”
*
Yahut da söz konusu maddi norm ve vesileler
vacip olan bir durumu tamamlar nitelikte ise de caizdir. Eğer
devlet dairelerindeki işlerin yürütülmesi bir takım idari yönetmelikleri
ve bilgisayarı kullanmayı gerektiriyorsa; insanların
işlerinin yürütülmesi devletin yolları, binaları, ve çarşıları
yeni projelerle yapılandırmasını gerektiriyorsa, bu
durumlarda hangi devletten olursa olsun istifade etmekte bir
sakınca yoktur. Çünkü bu -medeniyetin- maddi norm ve
vesilelerin hiçbirinin hadaret ile bir ilişkisi, bağlantısı
yoktur.
Ancak söz konusu medeniyetin normları İslâm
dışı toplumda gelişmiş ve İslâm’la çelişiyor ise şüphesiz
bu durumda medeniyet, hadaret hükmüne girer ve Müslümanlara
onu alıp istifade etmeleri caiz olmaz. Örneğin Batı
toplumunda açık bayan fotoğrafı medeni bir şekildir. Ancak
bu medeniyet şekli bütün yönleri ile özgürlük adı
altında ahlak yozlaşımını ve bozulmasını doğuran Batı
hadareti ile bir ilişiği vardır. İşte bu türden, dünya
görüşünü/hadaretini yansıtan medeniyet şeklinin
alınması caiz değildir. Çünkü bu, örtüsüne bürünmesi
ile yükümlü kılınan kadının açılması anlamına geliyor
ve bu durumda İslâm ve hadareti ile çelişiyor. Aynı şekilde
içki fabrikaları, ve şer’i kesime uygun olmayan kesim
aletleri, faiz v.b. akitleri üzerine bina edilmiş olan borsa
piyasaları.. İşte bunların tümü İslâm dışı dünya
görüşlerinin/ hadaretlerinın ortaya çıkardığı normlar
ve vesileler olduğu için İslâm’la çelişmektedir. Bundan
dolayı da transferi caiz değildir.
Medeniyet tanımı içine giren formasyonlar,
vesileler, araçlar, normlar, v.b. tümü şayet bir dünya
görüşünün, veya İslâm dışı bir dinin bakış açısı
ile ilişkisi varsa Müslümanların bunları almaları caiz
değildir. Örneğin: ruhban, rahibe, kahinler v.b.lerinin
giyimlerine bürünmek caiz değildir. Çünkü kafirlere
benzemek caiz değildir.
Sözün kısası; şüphesiz hadaret;
hayata yönelik mefhumların bütünüdür. Bu anlamda
Müslümanların, İslâm’ın dışında hiçbir şekilde -bir
dünya görüşünün öyle veya böyle- hiçbir formasyonunu
almaları transfer etmeleri caiz değildir. Nitekim İslâm
onlara (Müslümanlara) çok seçkin bir hadareti -dünya görüşünü-
sunmuştur.
Medeniyet ise; hayat işlerinde -günlük
yaşantıda- kullanılan maddi vesileler ve formasyonların tümüdür.
Şüphesiz bu, tüm insanlık ve toplumlar için -kullanımı-
geneldir. Bu bağlamda İslâm dünya görüşü/hadareti ile
çelişmediği takdirde Müslümanların medeniyeti almaları caizdir.
|