TOPLUMU DEĞİŞTİRMEDE PEYGAMBER (SAV)’İN
METODU |
|
Allah Rasulü (sav) cahili duyguların, düşünce
ve sistemlerin yönettiği cahili bir topluma gönderilmişti.
Onun misyonu o toplumu bambaşka, farklı bir topluma dönüştürmekti.
Bu, bireylerin ya da var olan üyelerin başkaları ile
değiştirilmesi şeklinde toplumu değiştirmek değildi
kuşkusuz. Aksine, duygu, düşünce ve sistemlerin değiştirilmesi
ile yani, küfür düşünceleri, duyguları ve sistemlerini
kazıyıp; İslâmi duygu, düşünce ve sistemleri ikâme
etmekle toplumun değişimini sağlamaktı.
Peki bu bağlamda çizdiği model ne idi?
Allah Rasulü (sav)’in siretini şöyle baştan
sona tedkik ettiğimizde, analizini yaptığımızda bizlere -bu
modelin- vahyin başlangıcı ile başlayıp şu üç ana
sürece/döneme ayrıldığı açığa çıkmaktadır.
a- Birinci Süreç: İslâm temelli
bir kitleleşme ve İslâmi kültür ile kültürlendirme
süreci.
b- İkinci Süreç: Topluma açılma
ve davetin duyurulması süreci.
c- Üçüncü Süreç: İslâm
Devleti ile birlikte İslâm'ın pratik anlamda yürürlüğe
konulması süreci.
Biraz açılımını yapacak olursak:
BİRİNCİ SÜREÇ; Kültürlendirme Süreci
Bu dönem tam üç sene sürmüştür. Bu
dönem içerisinde Allah Rasulü (sav) sahabeler (ranh)’ın gönüllerine
akideyi yerleştirmeye çalıştı. Onlara kesin, akli burhan ve
deliller göstererek onların imanını güçlendiriyor, onlara
İslâm'ın hükümlerini öğretiyor ve canlı olarak İslâm
kültürünü kendilerine sunuyordu. Cahili düşüncenin,
sistemlerin ve dayanaklarının (akidelerin) bozuk ve
tutarsızlığına ilişkin delilleri serdediyor, onları,
Allah'ı anmaları, O’na daha çok yakinen inanmaları ve
itaatlarının artması için sürekli dinamize ediyor, onlarda
namaz, Kur’an okuma ve teheccüt ile manevi duyguları/ruhaniyeti
artırıyordu. Onların gönüllerinden cahiliye tutkunlukları
ve kabilecilik taassubu gibi cahili duygularını söküp atıyor,
yerine tutarlı, İslâmi düşüncelerle içiçe yoğrulmuş
duyguları yükleyerek onları Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere
dostluğa hazırlıyor, şeytan ve yandaşları ile babaları,
kardeşleri, oğulları ve aşiretleri dahi olsa dostluklarını
yasaklıyordu. Bâtılı yok edip, artık İslâm ideolojisini
içlerine hapsedemeyecek kadar hakkı üstün çıkarmaları için
onları dinamize ediyordu. Artık İslâm akidesi gönüllerinde
kaynıyor, mefhumları, zihinlerini atmosferi içine çekiyordu.
Yaşadıkları geleneksel yapı, adetleri, tutarsız sistemleri
ve artık kaldırılamaz zulmü ve hazmedilemez bozgunculukları;
toplumun en kötülerinin egemenliği, kendilerine özgü bambaşka
yaşamları ile, azgınların baskıları, mustazaflara olan zulümler,
kızların diri diri gömülmesi, tartıda hilekarlık
yapılması, insanların faize düşkünlüğü, asabiyet
tutkunluğunun alevlendirildiği savaşlar ile toplumun içinde
bulunduğu açmazlar v.s. onları tüm bunlar karşısında
direnmeye itiyor ve bu açmazları aşıp düze çıkma
noktasında da aksiyon göstermeye çağırıyordu.
Allah Rasulü (sav) bu dönemde, İslâm
kültürü ile iyiden iyiye yoğrulmuş olan sahabelerden bir
kitle hazırlayıncaya kadar sürekli çabaladı. Kuşkusuz
onlarda İslâmi bir zihniyetle birlikte İslâmi bir şahsiyet
de tam tamına oluşmuştu. Böylece O (sav); cahili toplumla hiçbir ilişiği kalmamış, sadece Allah’a olan ilişkilerini
tanıyan olgun bir İslâmi şahsiyet idealini gerçekleştirmiş
oluyordu. Ve Allah Rasulü (sav) artık bu kitlenin, cehalet
adına toplumda varolana karşı durabileceğine ve daveti
topluma taşıyabileceğine kanaat getirmişti.
İKİNCİ SÜREÇ; Topluma Açılma ve
Davetin Duyurulması Süreci
Bu dönem içerisinde Allah Rasulü (sav) kitlesini oluşturmaya ve
kültürel donanımını
sağlayarak hazırlamaya devam ederken, davet hayatında sahabe
kitlesinin yaşadığı en zor ve tehlikeli bir süreci de
beraberinde tamamlıyordu. İşte bu süreç içerisinde yapılanlar:
1- İslâmi anlamda kamuoyunu oluşturmak,
İslâmın yayılımı için açıktan toplumsal çağrı.
2- Küfür inançları, sistemleri ve düşünceleri
ile karmaşık değerleri, yanlış düşünceleri ve tutarsız
geleneği karşısında onların düzeysizliğini ifade edip onu
terk etmeye çağıran fikri bir çatışma.
3- İslâm davası önünde set olarak
duran, insanlara küfür sistemlerini dayatarak, küfürlerinin
devamından yana olan Kureyş liderlerini hedef alan siyasi mücadele.
Davetin açıktan devam edildiği bu dönemde
Allah Rasulü (sav) kendisi ile beraber daveti omuzlayan kitlesini
açığa çıkartarak daveti sürdürdü. Zaten putlara tapmayı
terkedip yalnız Allah'a, bir tek O’na ibadet etmelerini ve
bunun paralelinde yaşayageldikleri tutarsız sistemlerinden de
soyutlanmalarını vurgulayan bu çağrı, Mekke'de Kureyş'i ve
toplumunu sarsacak türdendi. Kureyş'in hiç ummadığı gerçekleşmişti.
Kuşkusuz Allah Rasulü (sav) onların mitolojik düşüncelerini
yeriyor, ilahlarını küçük düşürüyor, seviyesiz yaşantılarını
açığa çıkarıyor, o katı, acımasız yaşam
koşullarının üstüne üstüne gidiyordu. O (sav), Kur’an ayetleri
inerken onların üzerine gidiyor ve açık bir dille onlara şöyle
haykırıyordu:
“Muhakkak siz (ey Mekkeliler) ve
Allah’ı bırakıp taptıklarınız (putlar) hep
cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz.”
*
Daha sonra yaşamlarının ayrılmaz bir parçası
olan faize yönelik temelden eleştirel bir yaklaşım
getiriyor. Rum Suresinde yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İnsanlara mallarında artış olsun diye
verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz.”
*
“Vay o eksik tartan hilecilerin haline! Ki
başkalarından aldıklarında ölçülü alırlar. Fakat
başkalarına ölçtükleri veya tarttıklarında eksik
verirler.”
*
Rabbımız Allah böyle buyurarak tartıda ve
kiloda hilekarlık yapanları uyarıyordu. Bundan dolayı,
davetin önünün kesilmesine çalışılıyor, ona ve ashabına
bazen işkence ile bazen de ambargo şeklinde jakoben
uygulamalarla, onun ve dininin karşıtı propagandalarla
saldırıyor, eziyet ediyorlardı. Ancak tüm bunlar O masumun,
statukoyu delme çabasına engel olamadı. Yine yanlış düşünceleri
ile sürtüşmeye, bozuk inançlarını silip süpürmeye, bu
arada davasının da yayılması noktasında amansız bir
performans göstermeye gayret ediyordu. Hiç bir şekilde eğip
bükmeden, allayıp pullamadan, yardakçılık ve yağcılık
yapmadan Kureyş'in yaptığı tüm eziyet ve işkencelere
rağmen O (sav), hep tüm çıplaklığı ile İslâm'a davet etmiştir.
Yapayalnız olmasına, insanlardan hiçbir
yardımcısının olmamasına ve hiçbir hazırlığının,
silahının olmamasına karşın; sadece imanı ve
kararlılığı ile onlara meydan okuyor ve Allah'ın dinine çağırıyordu.
Davetin yükümlülüklerini yerine getirme ve onun için tüm sıkıntılara
göğüs germe noktasında hiçbir şekilde zaafa
kapılmıyordu. İşte bunlar sayesinde Peygamber (sav) Kureyş'in
kendisi ve insanlar arasına, iletişimi kesme amacı ile
koyduğu engelleri ve zorlukları bir bir aşmakta idi.
Kuşkusuz Allah Rasulü (sav) tüm bunlara rağmen insanlara
ulaşmayı ve onların İslâm'ı kabul etmelerini sağlamayı
başarmıştır. Artık Hakkın gücü batıla üstün gelmeye
başlamıştı bile. İslâm'ın o aydınlığı, nuru günden
güne Araplar arasında yayılıyordu.
Hıristiyanlardan ve puta tapanlardan birçoğu
müslüman olmuştu. Hatta Kureyş’in önderleri bile, o
kalplerini ta yerinden çarpan Kur’an sesini dinlemekten
kendilerini alamıyorlardı.
İşte bu dönemde iki düşünce arasında;
müslümanlar ve kafirler arasında karşılaşma gerçekleşti.
Allah Rasulü ve ashabı Arapların daha önce hiç karşılaşmadığı
böylesine düzenli bir topluluk ile ve hiç bir kitlede
görülmemiş bir çıkışla beliriyorlardı. İşte o günden
başlayarak Allah Rasulü (sav) daveti, gece gündüz demeden
apaçık bir biçimde meydan okurcasına yaymaya çalıştı. Bu
toplumsal propaganda ve kitlesel kültür yapısı Kureyş
üzerinde önemli derecede etki yaratmış olsa ki Kureyş hemen
kinini artırmış ve yaklaşan bir tehlikenin sinyallerini
almaya başlamıştı. Evvel emirde Muhammed’e ve davasına
aldırış etmeyenler bir anda bu işin önünün alınması
noktasında ciddi önlemler almaya başladılar. Ama bir yandan
da siyasi kapışma daha bir hızla ivme kazanıyordu. Ve ayetler
iniyor, Peygamber (sav)’in amcası ve Mekke'nin
liderlerinden birisi olan Ebu Leheb’e yönelik özel vurgular
yapılıyor.. Yüce Allah (cc) şöyle buyurdu:
“Ebu Leheb’in elleri kurusun! Kurudu da (mahvoldu). Ona ne malı ne de kazancı fayda
vermedi. O, alevli bir ateşe girecek.”
*
Davet karşısında fikri, propagandik ve
medyatik çatışmayı üstlenmiş olan Velid b. Mugire’ye yüklenen
ayetler iniyor.. Burada Allahu Teâla şöyle buyurdu:
“Asla! Çünkü o, ayetlerimize karşı
inatçı idi. Ben onu sarpa sardıracağım. çünkü o, (Kur’an
hakkında ne diyeceğini) bir düşündü, ölçtü biçti.
Kahrolasıca da nasıl ölçtü. Sonra yine kahrolasıca nasıl
da biçti. Sonra kaşlarını çattı ve suratını astı. Sonra
ardına dönüp büyüklendi. Sonra bu, başkasından nekledilen
bir sihirden başkası değil, bu ancak insan sözüdür, dedi.
Ben onu (Velid b. Muğire’yi) sakara (cehenneme)
sokacağım.”
*
Tüm bunlar o güzel Nebi’nin (sav) ve ashabının
üzerine işkence ve baskıların daha da çoğalması sonucunu
doğuruyordu.
Her ne kadar bu düzeyde çaba sarfedenler işkence
ve eziyetin her türlüsü ile karşılaşmış olsalar da,
toplumsal düzeydeki davet çalışmasının etkisi ile davet
daha geniş tabana sesini duyurmuş oluyordu. Peygamber (sav)’in
önünü kesme amacını güden o dönemlerde Mekke'de egemen
olan köleleştirme anlayışı, jakoben (baskıcı) tavırlar
ve zalimce uygulamalar karşısında Allah Rasulü (sav)’in
tutumu ve kafirlerin yaptığı tüm uygulamaları tüm çıplaklığı
ile ortaya koyuşu, Kureyş ulularının ateşini daha da
alevlendiren ve bu dönemi şiddete ve baskıya boğan tutumlar
olmuştur. İşte bu süreç en büyük atılımların
örneklerinin verildiği süreç olmuştur.
Evet Allah Rasulü (sav) ile beraberindeki
kitlesi (sahabeler) Mekke'de egemen olan geleneksel yaygın
cahiliye anlayışını İslâmi bir geleneğe dönüştürmeyi
hedefliyordu.
Bu da, yaygın geleneksel yapının
değişiminin, cahili bir toplumun İslâmi bir topluma dönüşümünde
en önemli adımlardan olmasından kaynaklanıyordu. Bu
geleneksel anlayış -tan kastımız- toplumun sahip olduğu yönelimleri,
aralarındaki ilişkileri ve tavırlarını belirleyen
duygular, düşüncelerdir. İşte İslâm'ın yayılması
Mekke'de insanların çoğunluğunun İslâm'ı benimsemiş
olmaları; onların İslâmi düşünceyi sahiplendikleri ve
gönüllerinde de İslâmi duyguların egemen olduğu anlamına
geliyordu. Böylelikle geleneksel yapı, yaygın olan anlayış
İslâmi temelli oluşturulmuş oluyordu. Bu da toplumun her türlü
katmanlarında İslâm'ı hissedilebilir konuma getiriyor,
toplumda İslâmi anlamda genel bir kamuoyu oluşturuyordu.
ÜÇÜNCÜ SÜREÇ; Devletin Kurulması ve
İslâm Toplumunun Oluşması
Böylesi bir süreç sonrası toplumun İslâmileştirilmesi
için yapılacak tek şey, İslâm'ın yönetim ve otorite değişikliği
ile uygulanabilir konuma getirilmesi idi. Bu durum ya yönetimdekilerin
İslâm'ı benimsemeleri ile ya da İslâmi değerlerin iyice
hissedilir olduğu ve bu bağlamda kamuoyunun oluşturulduğu
Mekke toplumunun kendilerinin İslâmi bir yaşamı istemeleri
ve bu noktada belirli bir yaptırımı uygulayarak yönetimdekileri
değiştirmeleri ile olacaktı. İşte Mekke bu süreci aşarak
ilk İslâm toplum modeli olmaya namzet olabilirdi.
Ancak bu, Allah Rasulü (sav)’e bu dönemde
İslâm’a giren Mekkelilerin sayısal çoğunluğuna rağmen
Mekke'de nasip olmadı. Çünkü bu yoğunluğa rağmen Mekke'de
hakim olan kamuoyunun tamamen İslâmiliğinden söz edilemezdi.
Hala kamunun nabzını cahili değerler, gündemler işgal
ediyordu. Geleneksel anlayış, cahili anlayışı, tutkuları
idi. Bu anlamda statükonun değişmez bir yüz tutması,
Kureyş ulularının İslâm'a ve yeni dine girenlere karşı gösterdikleri
jakoben tutumları artık toplumla davet arasında bir
donuklaşmayı, soğuk havayı oluşturuyordu. İşte statükonun
bu çehresi, O (sav)’i Mekke'ye alternatif olabilecek, İslâm'ı
yayabileceği, davetin çıkış noktası olabilecek, davet sürecinden
yönetimin el değişimi ile İslâm'ı pratik anlamda
yaşanabilir bir duruma dönüştürebileceği yeni bir toplum
arayışına iten etken olmuştur. Bu bağlamda Allah Rasulü (sav)
Mekke'ye komşu olan kabilelere kendisini ve davetini
sunmaya başladı. Ta ki Allah (cc), İslâm'ın ve elçisinin
yardımcıları olarak Yesrip (Medine) ehlini ona
bağışlayıncaya değin.
Hacc mevsimlerinden biriydi. Allah Rasulü (sav)
eli ile Medine'den bir grubun İslâm'a girmesi bu süreci başlattı. Onlar kavimlerini İslâm'a davet etmek ve gelecek
sene daha fazla İslâm'a gönüllerini açmış insanları
getirmek üzere ülkelerine döndüler. Akabe’de Allah Rasulü
(sav)’e beyat etmişlerdi. O (sav) beraberlerinde, etkileyici o güzelim
sahabi Mus’ab b. Umeyr (ra)’ı onlara İslâm'ı öğretmesi,
iyice kavramaları ve Medine'de İslâm'ı
yaygınlaştırmaları için göndermişti. Bir sene geçmedi, ki
Mus’ab (ra) Medine'de İslâmi genel kabulü ve kamuoyunu oluşturdu.
Medine'nin ileri gelenlerini ve şehir sakinlerinin bir çoğunu
İslâm'a kazandırmıştı bile. Böylece İslâm toplumunun
iki temel saç ayağı olan, İslâm akidesi temelli duygu ve
düşünceler nezdinde Medine'de İslâmi anlamda genel bir
kanaat oluşturulmuştu. İşte geriye kalan sadece Allah Rasulü
(sav)’in Medine'ye gelip bu akideden çıkmış olan sisteme, yönetim
ve otorite düzeyinde işlevliğini kazandırmasıydı. Böylelikle
ilk İslâm toplumu oluşmuş oldu.
İşte o, Allah Rasulü (sav)’in Medine'ye
yolculuğu İslâm toplumunu kurma hedefi ile yüklüydü.
Nitekim İslâmi sistemleri yürütmeye koyduğu günden beri
sosyal yaşama, eğitime, ceza hukukuna iktisada ilişkin İslâm'ın
iç ve dış siyasetini yaşamın her köşesine
yansıtmıştı. Allah Rasulü (sav) böylece üçüncü süreç
olan İslâm'ın yönetim ve otorite eli ile pratik anlamda
yürürlüğe konulması sürecine yani "devlete" ulaşmış
oluyordu.
|