3

ÇEÇENİSTAN


Çeçenistan Kafkas bölgesinden bir parçadır. Karadeniz ile Hazar Denizi arasında kalan dağlık bir bölgedir. Burası İnguşistan, Dağıstan, Kuzey Osetya ve Çeçenistan bölgelerini kapsar ve bunlar Kafkasya’nın Kuzey kısmında kalır. Yine Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan bölgelerini ile Türkiye ve İran’ın bir kısmını da kapsar. Bunlar da Kafkasya’nın Güney kısmında kalır.

Kuzeyi ve Güneyi ile Kafkasya, erken dönemde İslam’ın girdiği İslâmî beldelerdir. Hatta İran ve Bizans beldelerinden bile önce fethedilmişlerdir. Hicrî 22 yılında, ‘Umer İbn-ul Hattâb [RadiyAllahu ‘Anh] zamanında Müslümanlar oraya ulaşmışlar ve oranın fethine celîl sahabelerden Ebu Ducâne de katılmıştır. Gürcistan’ın başkenti Tiflis ise ‘Usman İbn-u ‘Affân zamanında Emîr Habib İbn-u Mesleme eliyle fethedilmiştir.

Kafkas beldeleri, Emevî ve ‘Abbâsî Hilâfeti döneminde de Dâr-ul İslam’dan bir parça olarak kaldı. Ancak Hicrî 656 yılında Bağdâd’ın Tatarların [Moğolların] eline düşmesinden sonra ‘Abbâsî Devleti’ne isabet eden zayıflık, Kafkasya’daki İslâmî yönetiminin de Moğollar eliyle yerle bir edilmesine yol açtı. İlginçtir ki Müslümanlara zulmeden Moğollar, bu yenik Kafkas halkının eliyle İslam’a girdiler ve dolayısıyla Kafkasya’da Mîlâdî 13. asırda şekillenen İslâmî bir yönetim kurdular. Moskova’nın Doğusundaki Kazan’ı yönetimlerine başkent yaptılar, devletlerini güçlendirdiler ve bünyesini genişlettiler. Böylece Güneye ilerleyip Kafkas bölgelerini topraklarına kattılar. Otoriteleri aynı zamanda Sibirya’ya ve Moskova’ya kadar uzandı. Başkentlerinde çok miktarda altın toplanması, servetlerinin iyice çoğalması ve zamanlarındaki komşu devletlerden üstün işleri nedeniyle Altın Krallığı olarak tanındılar. Ancak Rusya Devleti’nin kurulması ve Ortodoks Hıristiyan derebeylerin bir araya gelerek Moskova liderliğinde birleşmeleri, İslâmî Tatar Devleti ile aralıksız olarak çatışmalara yol açtı. Bu çatışmalar, iki asır sonra Tatar Devleti’nin düşmesi ve başkent Kazan’ın yıkılmasıyla sona erdi. Halkı yağmalandı, erkekleri öldürüldükten sonra zorla Ruslaştırıldı. Kadınlarının çoğu Rus erkekler ile evlendirildi. Böylece devletin merkezinde bulunan Güney’deki Müslümanların, kardeşlerine yetişme gafletinde bulunmalarından dolayı Rusya’nın kalbindeki o İslâmî varlık yok edildi. Bu esnada Osmanlı Devleti kuruldu ve Kafkas Müslümanlarına yardım etmeye ve onları kollamaya başladı. Bu nedenle iki büyük devlet, Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki sınır bölgesine dönüşen Kafkas mıntıkasında Rusya ile Osmanlı devleti arasında hâkimiyet çatışması başladı.

Osmanlı Devleti 1578 yılında, İran’daki Safevî Devleti’nin nüfuzu altına giren Azerbaycan dışında kalan Kafkasya üzerinde hâkimiyetini yerleştirebildi. Oradaki İslâmi Yönetim, Rus Çarı Büyük Petro’nun [Deli Petro] Kafkasya’ya saldırıp bir kısmını işgâl ettiği 1722 yılına kadar devam etti. Fakat Müslümanlar 1735 yılında geçici bir süreyle Rusları oradan kovdular. Sonra Müslümanlar ile Ruslar arasındaki savaş, tarafların bir lehine bir aleyhine devam edip durdu.

Kafkaslılar, Osmanlıların desteğiyle istilâcı Rus saldırıları önünde, Osmanlı Devleti zayıflayıncaya kadar üç asırdan daha uzun bir süre direnebildiler. Bundan sonradır ki Ruslar İslâmî direnişe üstün gelebildiler, böylece 18. asrın ikinci yarısında hâkimiyetlerini Kafkasya’ya kabul ettirebildiler.

Ancak Rusya’nın imhâ etme, Hıristiyanlaştırma, göçe zorlama, işkence yapma, ormanları yakma ve Arapça, Türkçe ve Farsça dillerinin yerine Rusça’yı yerleştirme gibi türlü vahşet üsluplarını kullanmasına rağmen Kafkas halkının Rus Çarlarına karşı direnişi tüm şiddetiyle devam etti.

Kafkas Direnişi arasında Çeçenlerin direnişi daha bir dikkat çekiyordu. Nitekim bu direnişte Çeçen halkına liderlik yapan âlimler ve mücâhidler, başarılı bir Cihâdî liderlik yapıyor ve onları, büyük fedakârlıklar gösteren şahsiyetler haline getirerek art arda iktidara gelip otoriteleriyle kendilerini cezalandıran Rus Çarlara yataklarında rahat uyku uyutmuyorlardı. Çarlık dönemi boyunca Rus işgâline karşı sebatkâr bir direniş gösteren Çeçen liderlerden en belirgin olanları şunlardı:

- 1785-1794 yılları arasında Rus işgâline karşı kök söktürücü bir savaş açıp bu savaşı Mukaddes Cihâd olarak isimlendiren gözde Çeçen lider Şeyh Mansur.

-  Onun ardından 1824–1832 yılları arasında Rus işgâlcilerine karşı çetin bir savaşa komutanlık eden İmâm Mevlâ-i Muhammed.

- Onun ardından 1832–1859 yılları arasında yaklaşık 30 sene Ruslara karşı aralıksız çarpışmalara girişen İmâm Şâmil.

- Ruslara karşı devrim hareketini aralıksız sürdüren Çeçen liderler Umâduyev, Tâbî Edâyev ve Zelmayev ile Rusların 1878’de Grozni’de îdam ettikleri Çeçen lider ‘Ali Bek Hâci.

Ruslar, Çeçenleri Cihâddan alıkoymak için ellerinden gelen tüm hileleri denediler. Bu yüzden zâviyelerde ve zikir halkalarında enerjilerini tüketsinler diye onları tasavvufî yollara yönlendirdilerse de bunun Ruslara hiçbir faydası olmadı. Çünkü içlerinde mutasavvıfların da bulunduğu tüm Çeçenler tüm mezhepleriyle kendilerini Ruslara karşı savaşa vermişlerdi.

Kafkasya’daki Müslümanların Rus Ordusu’na karşı gösterdikleri sert direniş, Rusları öylesine şiddetle zorladı ki bu, Lenin’i farklı bir yoruma sevk etti. Zîra o, Birinci Dünya Savaşı’nda Rus Ordusu’nun çok hızlı bir şekilde yenilmesini, Kafkasya’da birkaç asırdır süregelen şiddetli savaşın ortaya çıkardığı yorgunluğa bağlamıştı.

Komünist dönemde, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Stalin, Çeçen halkının tümünü Sibirya ve Kazakistan’a sürdü. Çeçen halkının yaklaşık yarısını oluşturan 1 milyon 250 bin Müslüman sürgünde hayatını kaybetti, 1957 yılında geri dönmelerine izin verilinceye kadar da sürgünde kaldılar.

Çeçen Müslümanların Rus Komünistlerin iktidarları boyunca gördükleri zulüm, Çarlık Rusya’sında gördükleri zulümden kat be kat fazla oldu. Öyle ki Komünistler câmileri yıktılar, dînî eğitimi tümüyle kaldırdılar, insanları Ateist Komünist düşünceyi kabule zorladılar ve insanlar üzerinde her türlü baskı, şiddet ve işkenceyi uyguladılar.

Bunlara rağmen Çeçenler, Rableriyle kuvvetli ve Dînleriyle izzetli kalmaya devam ettiler. Komünistlerin onlara karşı işledikleri cürümler, yalnızca onların azimlerini ve sebatlarını artırdı. Nitekim Rus edebiyatçıların çoğu da buna şâhitlik etmişti.

Puşkin, Lermentov ve daha ötesi Tolstoy, o Çeçenlerin korkusuzluklarına büyük bir hayranlık duydular. Tolstoy’un “Hacı Murad” romanı, Kâfirin boyunduruğundan kurtulmaları için onlara olan sevgisini, Çeçenleri ve cesâretini övmekten başka anlama gelmemekteydi. Herzen ise Çeçenlerin insanoğlunun ayrı bir sınıfı olup olmadığını sorgulamaktaydı. Rus hapishaneler zincirinin bir parçası olan Gulag Takımadası’nda yattığı günlerde, tutuklu 150 milletten insanlar ile karşılaşan Soljenitsin de, orada bulunanlar arasında eğilip bükülmeyenlerin yalnızca Çeçenler olduğunu söylüyordu.

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında on beş Cumhuriyete parçalanmasından sonra, Kafkas bölgeleri bağımsız cumhuriyetlerden birisi olmadı. Aksine Federal Rusya Cumhuriyeti’ne bağlı kalmaya devam etti. 01.11.1992’de Cevher Dudayev liderliğindeki Çeçenler, bağımsız bir devlet kurduklarını ilan ettiklerinde Ruslar bu devleti tanımayı hemen reddettiler ve en hafif yumuşaklık göstermeden savaşa başladılar. Sonra 1995 yılında Çeçenistan’ı istila ettiler. Bu savaşta Ruslar benzeri görülmemiş bir yenilgi aldılar ve ağır hasarlara uğradılar. Çeçen Devleti Moskova’dan tam bağımsız bir devlet olmak için çaba göstermeye devam etti. 1999 yılında ise Ruslar Çeçenistan’ı yeniden işgâl etmeyi ve ilan edilmiş Çeçen Devleti’ni ortadan kaldırmayı başardılar. Burada geniş çaplı katliamlar ve korkunç işkenceler yaptılar. Fakat herhangi bir dünya devleti, Çeçenlere yardım elini uzatmadığı gibi her tür vahşeti yapan Rus barbarlığına karşı Çeçenlere herhangi bir destekte de bulunmadı.

Anna Politkovskiya, Rus Ordusu’nun Çeçenistan’daki cürümleri hakkında bir kitap yazdı ve ona “Rus Utancı” ismini verdi. Anna Politkovskiya, Komünizm sonrası dönemin en ünlü kadın gazetecilerden biridir ve Rus NovayaGazeta Gazetesi’nin muhabirlerindendir. 1999’den beri birçok kez Çeçenistan’ı ziyâret etmiş ve kitabında, Çeçen Savaşı’ndaki Rus cürümlerinin canlı sahnelerini aktarmıştı. Bu kitabında Çeçen trajedisinin gerçeğini şöyle kaydetmişti: “Başkent Grozni enkaz doluydu. O sırada Mehâbi Eşbah gibi yüzlerce Çeçen köyü, hayâlet barınakları haline gelmişti. Birçok toplu mezarlar vardı. Nüfusun yarısı da komşu İnguşetya’daki mülteci kamplarında kötü koşullar altında yaşıyordu.” Anna Politkovskiya, ayrıca Rus güçlerince Çeçenistan’da işlenen savaş suçlarına ait bir liste yayınladı. Bu listede Çeçen nüfusunun yarısının topraklarından uzaklaştırılarak toplu göçe zorlandıklarına ve nice toplu katliamlar yapıldığına yer veriyordu. Yine Politkovskiya 150 sivilin Rus güçleri tarafından yargılanmaksızın idam edildiklerini de yazmıştı.

Sivil toplum kuruluşlarından insan hakları savunucusu Memorial Örgütü ise Rus yönetimini, Stalin’in en karanlık yıllarındakilere benzer yöntemleri Çeçenistan’da kullanmakla suçladı. Devletlerarası Federal İnsan Hakları Birliği Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısında, Başkent Grozni’deki Memorial Örgütü Koordinatörü Lida Yusupova ile Moskova’daki İnsan Hakları Örgütü Merkezi Müdürü Oleg Orlov Rusya Federasyonu’nun, 1930’lu ve 40’lı yıllarda Stalinci Siyâsî Polis Teşkilâtı’nın kullandıklarına benzer yöntemlere başvurduğunu söyledi. Nitekim Yusupova, Rus güçleri ile onlarla işbirliği yapan Çeçen güçlerinin, aranan şahısları teslim olmaya zorlamak için tüm aile fertlerini her defasında artan sayıda kaçıran Stalinci Gizli Polis ile aynı yöntemleri kullandıklarını dile getirdi.

Öte yandan tam da Çeçenler bağımsızlıklarını kabul ettirmek üzere iken, Çeçen meselesini Rusya’nın çıkarlarına uygun bir şekilde kesip atmak üzere Rus güçleri, 1999 yılında Çeçenistan’a yeniden saldırdı. Bu saldırı, Rus İvanov ile Amerikan Dışişleri Bakanı Albright arasındaki gizli anlaşma ile Amerikan-Rus işbirliğine dayanılarak gerçekleştirildi. Bununla birlikte Çeçenler, aynen kendilerinden beklendiği gibi, karşılaştıkları her şeye rağmen kararlılıklarını kaybetmediler, korkmaksızın Rus askerî kuvvetlerine karşı bütün güçleriyle mücadeleye devam ettiler.

11.09.2001 [11 Eylül] Hâdisesi ile Bush’un “Terörizme Karşı Savaş” îlanından sonra Putin, bu süreci Rusya lehine Çeçenistan’da istismâr etmeye girişti. Böylece teröre karşı küresel savaş çağrısında bulunup Çeçenistan’daki savaşın, devletlerarası düzeyde “teröre karşı savaş” olarak tanınmasını sağlamaya uğraştı. Bu iddiayı sıklıkla tekrarladı. Bunu en son, Moskova Metrosu’nda meydana gelen saldırıdan hemen sonra 06.02.2004 târihinde, “21. Yüzyılın Felâketi” olarak tanımladığı terörizme karşı mücâdele etmek için devletlerarası topluma çağrıda bulunurken kullandı. Oysa Rusya’nın eski Enformasyon Bakanı Boris Miranov, el-Hayat Gazetesi’ne verdiği bir demeçte, büyük bombalama operasyonları ile seçimler arasındaki eş zamanlılığa dikkat çekmiş ve bu metro patlamasını, 1999’daki Devlet Başkanlığı Seçimleri’nden önce başkanlık binalarında meydana gelen patlamaların “mükerrer versiyonu” olarak göstermişti. Bu patlamalar, aynı zamanda, Ruslara güvenliği sağlama ve Çeçenistan ile Kafkas bölgesinin tümünde alevli dosyaları kapatma sözü veren Devlet Başkanı’nın önceliklerinin en başına, “güvenlik dosyası”nı taşımıştı.

Ne var ki Putin, bu hususta cüz’i bir başarı elde ettiyse de bu savaşı, dünya çapında teröre karşı sürdürülen savaşın Çeçenistan ayağı haline getirmede tümüyle başarılı olamadı. Bu, Amerika ile Avrupa’nın Çeçenlere yönelik destekleyici bir tutumu olduğundan değil, bilakis Çeçenistan meselesi üzerinde, birtakım tâvizler karşılığında Rusya ile pazarlık yapmak istemelerinden dolayı idi.

 

Amerika’nın Tavrı

Amerika’nın Moskova Büyükelçisi Alexander Vershbow, 29.02.2004 târihinde yaptığı bir mülakatta şunları söyledi: “Son yıllarda Amerika’nın bu dosyaya yönelik tutumu sâbit kaldı. Bu tutum, en önemlisi Rus topraklarının bütünlüğünü tanımak olduğu kadar, aynı anda şiddet veya terörizm yoluyla çatışmanın çözülmesine karşı olmak şeklinde açıkça belirlenmiş unsurlara dayalıdır. Washington, bu mesele ile uluslararası terörizm arasında bazı bağlantılar bulunduğunu kabul etmektedir. Bunun yanında, el-Kâ’ide’nin bu çatışmaya sokulmasını da kınadık. Nitekim Birleşik Devletler, Çeçenlere silahların ve mâlî kaynakların ulaşmasını engellemek üzere, istihbârat alışverişi yoluyla bu konuda Moskova’ya birtakım yardımlar sağlamıştır. Bununla beraber Çeçen meselesini değerlendirmede farklı düşünüyoruz ve kökenleri itibariyle terörizm ile bağlantılı olmayan bu mücâdelenin yerel olduğuna inanıyoruz. Zîra bu, ayrılıkçı-siyâsî bir aktiviteden kaynaklanmaktadır ve siyâsî araçlar kullanılmadıkça çözülemez. Ayrıca Moskova’nın şimdiye kadar harcadığı Çeçen Anayasası’nın onaylanması ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri gibi çabaların yeterli olmadığını düşünüyoruz. Federal güçler ve seçilmiş Çeçen Cumhurbaşkanı Ahmed Kadirov’a bağlı birimlerin insan hakları ihlâllerini de kınıyoruz.” Ve şöyle dedi: “Eski Sovyet sahasında nüfuz meselesi, Rus-Amerikan ilişkilerinde daha önemli bir meydan okuma teşkil edecektir.

Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell 26.01.2004 târihinde Moskova’ya yaptığı ziyârette, ülkesinin, “Moskova’nın Çeçenistan’daki iç politikasının bazı yönlerinden olduğu kadar Rusya’nın çevresindeki Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri ile ilişkilerinden” duyduğu endişeyi dile getiriyor, “Washington’un Rus topraklarının bütünlüğüne saygı gösterdiğini, fakat aynı dengede Rusya’nın komşularının haklarını gözettiğini” de ilâve ediyordu. Dikkat çekici olan ise Powell’ın, bu açıklamaları Gürcistan’dan Moskova’ya geldiği sırada yapıyor olmasıydı.

Moskova’daki Amerikan Büyükelçisi Alexander Vershbow bu ziyâreti, çok önemli bir ziyâret olarak tanımlıyor, ziyâretin en önemli hedeflerinden birinin, Amerikan ve Rus tarafları arasında eski Sovyet sahası üzerinde “buluşma noktaları” aramak olduğuna işâret ederek, Powell’ın Rus tarafı ile eski Sovyet Cumhuriyetleri ile ilgili meseleleri tartışmak istediğini söylüyordu.

Açıklanan hususlardan, yapısı itibariyle Çeçen meselesinin; Amerika’nın -Kafkasya’daki Gürcistan’da, Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’da genişlemesine Rusya’nın göz yummasına karşılık- pazarlığını yaptığı soyut bir malzeme olmaktan öteye geçmediği görülüyordu. Powell’ın “Washington Rus topraklarının bütünlüğüne saygı göstermekte, ancak aynı dengede Rusya’nın komşularının haklarını da gözetmektedir” şeklindeki açıklaması bu bağlamda anlaşılıyordu. Geçici Gürcistan Cumhurbaşkanı Nino Bordcenadze’nin, Tiflis’in Çeçen direnişine büyük kolaylıklar sağladığını îtiraf etmesi de yine bu bağlamda gelmişti. Kremlin’e yakın bazı kaynaklar, Bordcenadze’nin Moskova’yı ziyâret edip Vladimir Putin ile görüşmesinden sonra, Rusya ile Gürcistan tarafları arasında güven inşâ etmek için koşulların hazır olduğunu değerlendirmişlerdi.

Ancak Moskova’daki Amerikan büyükelçisinin açıklamaları, Moskova’ya yönelik bir havuç-sopa’dan başka bir şey değildi. Zîra bir taraftan Rus topraklarının bütünlüğünü tanırken diğer taraftan Çeçenistan’daki mücâdeleyi yalnızca terörizm ile bağlantılı görmeyip kökenlerinin yerel olduğunu ve ayrılıkçı siyâsî bir hareketlenmeden kaynaklandığını düşünmektedir.

Dolayısıyla Çeçen meselesi; Amerika’nın Kafkasya, Orta Asya ve Doğu Avrupa üzerindeki çıkarları çerçevesinde Rusya ile pazarlığa giriştiği bir takas malzemesi olmaktan öte geçmemektedir. Eğer Rusya Amerika’nın arzularına boyun bükerse, bu defa Amerika’nın tavrı, hiçbir şefkat göstermeden Çeçenlerin vahşice boğazlanmalarına destek vermeyi sürdürmek haline gelecektir. Fakat Rusya böyle yapmayıp Amerika’ya tâviz vermeye yanaşmazsa, Amerika hemen Çeçenistan’daki insan hakları ihlâllerini ve Çeçenlerin self-determinasyon hakkını [bir halkın kendi geleceğine karar verebilme hakkı] gündeme taşıyacak, ayrıca Çeçen meselesini devletlerarası bir mesele haline getirip devletlerarası toplantılarda ve örgütlerde tartışmaya açacaktır. Yine Gürcistan’ın yeni yönetimini, -sanki Rus güçlerine karşı kendilerini destekleyen güvenli bir sığınakmış gibi- Çeçenlere yardım sağlamaya yöneltecektir.

Amerika ile Rusya arasındaki bu alışveriş pazarlığı artık gizli-saklı değildir. Nitekim 1999 yılının Ağustos ayında Rusya Çeçenistan’a karşı yok edici vahşi bir savaşa giriştiği zaman Amerika ile bir alışveriş pazarlığı yapmıştı. 19.11.1999 târihinde New York Times Gazetesi; Rus Dışişleri Bakanı İgor İvanov’un Amerikan Dışişleri Bakanı Madeline Albright’a, 18.11.1999’da Türkiye’de yaptıkları görüşmeleri sırasında ğayri-resmî bir mektup ilettiğini ve bu mektubun, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki Rus temsilcinin Irak’a uygulanacak yaptırımlar konusunda esneklik göstermesine ve Azerbaycan’dan Türkiye’ye, Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’a petrol ve doğalgaz taşıyacak [Bakü-Ceyhan] Boru Hattı’nın uzatılmasına Rusya’nın suskun kalmasına karşılık Amerika’nın da Çeçenlere yönelik Rus askerî operasyonlarına göz yummasına ilişkin bir pazarlık önerisi içerdiğini haber veriyordu.

 

Avrupa’nın Tavrı

Esas itibarıyla Avrupa’nın tavrı, Amerika’nın tavrından farklı değildir. Her ikisi de kendi özel çıkarlarını gerçekleştirebilmek için Çeçenler üzerinden pazarlıklar yapmaktadırlar. Avrupa’nın, Avrupa Birliği çerçevesinde Doğu’ya genişlemeye ilişkin çıkarları vardır. Dolayısıyla bu bağlamda Rusya’nın engellerini görmekten rahatsızdır. Üstelik Amerika’nın plânları karşısında tek başına kalmasından kaynaklanan zayıflıktan ötürü Rusya ile stratejik işbirliğine girmeyi arzulamaktadır. Nitekim önceki Fransız Dışişleri Bakanı Dominic de Villepin, 23.01.2004’te Moskova’da, Rusya ile Avrupa arasında güvenlik, dış politika ve savunma alanlarında “Gerçek Stratejik Ortaklık” kurulmasına çağırmıştı.

Fransız Dışişleri Bakanı, Rus muâdili İgor İvanov yanında bulunuyor iken, Rus üniversitelerinin Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencilerine hitâben Fransa hakkında yaptığı bir konuşma sırasında, güvenlik alanında özel olarak “kalıcı bir yapısal mekanizma” oluşturulmasını önerdi. de Villepin şöyle dedi: “Avrupa kıtasının karşılaştığı tehditler üzerinde, özellikle nükleer silahların yayılımı ve terörizm konularında çalışan kalıcı bir yapısal mekanizma oluşturabiliriz.” Yine Fransa’nın “Avrupalı ortakları ile birlikte, dış politika ve Avrupa’nın savunması konularında Rusya ile güçlü bir işbirliğini düşünmeye hazır olduğunu” vurguladı. Ayrıca “barışı koruma noktasında ortak operasyonlar düzenlemeyi değerlendirmeyi” de önerdi.

Avrupa Birliği bir zamanlar çoğunluğu Komünist olan Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru genişlerken hem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hem de Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac, 03.04.2004 târihinde Moskova ile Paris arasındaki karşılıklı güvenin altını çizdi. Rusya’ya düzenlediği kısa ziyâret esnasında Chirac, Putin eşliğinde Moskova yakınındaki Krasnoznaminsk askerî tesislerini ziyâret etti. Aralarındaki konuşmalar büyük ölçüde Avrupa Birliği ile Rusya arasındaki ilişkiler hakkında olmuştu. Chirac, Avrupa Birliği ile Rusya arasındaki ilişkilerin, geleceğin dengesi ve istikrârı açısından Avrupa ve Rusya için temel bir faktör olduğunu söylerken Putin de kendi cephesinden, Avrupa Birliği’nin modern Rusya için esâsî bir ortak olduğunu söyleyip Moskova’nın, kendi çıkarlarına etki edebileceğini söylediği Avrupa Birliği’nin genişleme politikasına işâret ederek tatmin edici çözümlere ulaşma gereğinin altını çizdi. Çeçen meselesine ilişkin olarak Chirac, bunu terörizm ile mücâdele çerçevesinde tartıştıklarını ancak krizin siyâsî çıkışına ulaşılmasını ümit ettiğini dile getirdi.

Vladimir Putin 22.04.2004 târihinde Avrupa Birliğinin Çeçenistan meselesine yaklaşımını eleştirdi. Putin, Avrupa Birliği tarafından Rusya’nın “Çeçen teröristler” olarak isimlendirdiği kimseler ile diyaloga oturması için yapılan çağrıyı, Usâme bin Ladin’in görüşmelerde bulunmak için Avrupa’ya yönelttiği masaya oturma çağrısıyla yan yana getirerek, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile Liptzik’te bazı Rus-İtalyan ortak projelerine ait bir serginin açılış konuşmasında şöyle dedi: “Terörist saydığımız kimselerle diyalog kurmamızı isteyenler var… Bir numaralı terörist Usâme bin Ladin’in Avrupa’ya görüşme önerisi sunduğu ve Avrupa tarafından da reddedildiğini bildiğim bir çağrı var. Avrupa böyle bir çağrıyı kendisi reddettiği halde, Avrupa’nın bize benzeri bir çağrıda bulunmasının nedenlerini soruyorum.” Putin, terörle mücadeleyi Avrupa Birliği-Rusya ilişkilerinde temel olarak kabul ettiğini söyleyip Moskova’nın “yarın Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi’yi ağırlayacağına ve içerisinde Çeçenistan’daki terörün ve Ladin’in Avrupa’ya yönelik çağrısının da yer aldığı görüşme masasındaki tüm meseleleri Prodi ile görüşeceğine” işâret etti.

23.04.2004 târihinde Romano Prodi Moskova’da yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Avrupa Birliği’nin Rus topraklarının bütünlüğünü şartsız, tam bir destek ile desteklediğini açıkça belirtelim. Daha da ötesi her ikimizin de terörle mücadele gibi ortak bir meselesi vardır.” Avrupa Birliği’nin Rusya sınırlarına kadar genişlemesi hususunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile 01.05.2004’te Moskova’da yaptığı görüşmelerden bir gün sonra Prodi şu ilâvede bulundu: Terör ile mücâdele yalnızca kuvvet yoluyla mümkün olmaz. Terör ile mücadele, daha ziyâde demokratik değerlere sürekli olarak bağlanmamızı gerektirir.” Ancak Avrupa Komisyonu Eski Başkanı, “insan haklarına saygının, terörizme karşı mücâdelenin etkinliğini kısıtlayamayacağını” da vurguladı.

Üstelik Çeçenistan denince eğilip bükülen, renkten renge giren Müslümanların başındaki yöneticiler ona karşı kurdukları entrikaların gölgesinde, geçen yıl [2003] Ekim ayında toplanan İKÖ [İslam Konferansı Örgütü]  Zirvesi’nin, Çeçenistan’daki çatışmayı “Rusya’nın iç meselesi” olarak değerlendiren kararından başka Çeçenlere verecek başka herhangi bir şey bulamadılar. Dahası Allah Düşmanı, Haçlı Kâfir ve Müslüman Kasabı Vladimir Putin’i, [Malezya’nın başkenti] Kuala Lumpur’da düzenlenen İKÖ Zirvesine katılması için dâvet ettiler ve onu bir kahraman gibi karşıladılar! Özgürlükler, insan hakları ve demokrasi safsatalarıyla avurtlarını şişiren devletler arasındaki çıkar değiş-tokuşuna mahkûm edilen meseleleri için Çeçenler, yardımcı olarak Allah’tan başka hiç kimse bulamadılar. Dolayısıyla Çeçenler; hiçbir yardımcı bulamayacakları öngörüsüyle kahraman Çeçen evlâtlarının -belki de artık alışageldikleri gibi- sürekli tek başlarına savaşmaya dayalı cesur tabiatlarından bir parça olan bu eski stratejileri üzerinde kalacaklardır. Zîra onlar topraklarından topluca göçe zorlandıkları zaman, buna karşı çıkan hiçbir ses yükselmemişti!

Onlar, daha ne zamana kadar tek başlarına savaşmayı sürdürecekler?!

Ne zaman? Genel seferberlik îlan ederek, Ruslara şeytânî vesveselerini unutturacak şiddetli bir darbe ile vuracak orduları harekete geçirerek Çeçenlere yardım edecek, yaşlıların, kadınların ve çocukların intikâmını alacak ve Müslümanları İslam’ın heybetine kavuşturacak Müslümanların bir Halîfesi, ne zaman ortaya çıkacak?